Tayyip Erdoğan, ‘‘Kardeş Suriye halkının gerçekleştirdikleri bu muhteşem devrim için bir kez daha tebrik ediyorum’’ dedi. Bunun karşısında biz, “Halk birilerini mi devirdi; 27 Kasım’dan 8 Aralık’a kadar yaşananlar içinde halk mı vardı?” demiyoruz, şaşırmıyoruz da. Çünkü halk kavramına da devrim olgusuna da sınıfsal olarak uzak, taban tabana zıt bir yerde duran birinin sözleri bunlar. Fıtratlarında takiyye de manipülasyon da istismar da var. Benzer şekilde Ufuk Uras‘ın “Çok şükür kurtulduk sonunda deccalden. Bugün bayram günümüz. Suriye kasabının katlettiği onbinleri saygı ve sevgiyle anıyorum” demesine de şaşırmadık; hatta ona yakışmıştır. Bir diğer örnek de Esad’ın “silahlı bir devrimci ayaklanmayla devrildiğini” iddia edecek kadar devrim nedir bilemeyen ve “işbirlikçi sol” tanımlamasını hak edecek kadar ölçü pusulasını şaşıran “İşçi Demokrasisi Partisi‘dir. (bkz https://www.gazetenisan.net/2024/12/esadin-kapitalist-diktatorlugunun-son-halk-dusmani-politikalari/)
Görüldüğü gibi kafalar/değerler öylesine bulandı, saflar öylesine karıştı ki karşı devrimle yani dışsal olanla olduğu kadar akıl tutulmasının içselleşmiş biçimi ile de uğraşmak zorunda kalıyoruz. Çünkü hayatın, siyasal pratiğin öğreticiliğine karşı bir direnç var. Ve başka öznel hesaplar yoksa bu direnç ne ideolojik politik duruşunda ne iddialarında ne de pratiğinde zerre kadar halk yararı olmayan, emperyalizmin, siyonizmin ve MİT’in elinde aparatlaşmış bir yapıyla yan yana düşürüyor. Düşünün ki adınızda “İşçi demokrasisi” geçecek ve siz halka karşı suç işleme sicili kabarık; silahı sadece kendi şeriat hesapları veya emperyalizmle iş birliği için kullanan bir yapıya devrim(cilik) onurunu yakışık göreceksiniz.
Siz kimsiniz; bugüne dek adınızın tersine Marksizm dışında ne ile beslendiniz, aklınızı kiraya mı verdiniz?
Trajediden sonra komediye varan tekrarlar
Eski Sovyet Cumhuriyetleri çözüldükten sonra emperyalizmin ilk hedefi o imkân ve potansiyelleri sisteme katmak oldu. Bu amaca ulaşıldığı ölçüde sermaye için küreselleşen dünyada özelleştirmeler sadece kamu işletmeleriyle sınırlı kalmadı. Sosyalizmin veya kamucu/sosyal uygulamaların minimal izlerini dahi silen, girilemeyen alanlara giren ve her şeyi metalaştıran neoliberal operasyon, kafalara-değerlere kadar uzandı.
AKP döneminde Türkiye’de yaşanan, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin yansıması, izi (hatta izlerinin izi) sayılabilecek her şey hedefe konuldu. Ordunun şekillenmesinden, işleyişinden yasama, yürütme ve yargıya kadar her şey yeniden düzenlendi. Bunlara nasıl şiir, tutsaklık, ezilenlerin mağduriyeti vb.nin istismarı eşlik ettiyse, nasıl 12 Eylül’e denk getirilen referandumla fiili bir cuntaya doğru atılacak adım bile demokratik gösterildiyse, Ortadoğu’da da yapılan ve yapılmak istenen öz itibariyle budur.
1989’da Çavuşeskuların emperyalist bir tiyatro sonucu kurşuna dizilmesinden, 1999’da Yugoslavya’nın parçalanmasına, 2000’in başlarında BOP ilanı, 22 ülkenin hedefe konulması önce Afganistan sonra Irak işgaliyle başlayan süreç, en azından sular durulduktan sonra da bir şey öğretmediyse, Türkiye’deki Ergenekon yargılamalarını demokratikleşme zannetmenin bedeli bir şey ifade etmediyse, Arap Baharı diye bilinen süreci devrim zannetme yanılgısı kendini ve aklını sorgulamaya sebep olmadıysa, elbette bugün de HTŞ’ye halk, ABD-İngiltere-İsrail ve Türkiye ortak yapımı tiyatroya da devrim denilir.
Marksizm yol göstermeye devam ediyor
Marksizmin en temel önermelerinden biri de tarihsel ve toplumsal dinamikleri dikkate alarak değerlendirme yapmanın isabet için zorunlu olduğudur. Marks’ın, döneminin kimi yazarlarının görüşlerine yönelik temel itirazı, tarihsel olmamaları ve toplumsal koşullardaki değişimleri dikkate almamalarıdır. Bunun yanında tarihsel materyalizmin gereklerinin genel anlamda savaşta özel anlamda sınıflar mücadelesinde yerine getirilmesi, değerlendirme ve duruşta temel ölçü olmuştur.
Marksizmin haklı savaş, haksız savaş tanımları, bu konuda en ufak bir tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır. Eğer amaç, kendi pragmatizmine meşruiyet oluşturmak değilse bugün ulusal sorundan emperyalist işgallere kadar hiçbir zeminde kafaların karışmasını gerektirecek boyutta bir belirsizlik yoktur. 1840-1850 yıllarında Marx, Polonyalıların ve Macarların ulusal hareketini desteklerken, Çeklerin ve Güney Slavların ulusal hareketine aynı ölçülerle karşıydı. Çünkü o zaman Çekler ve Güney Slavları Avrupa’da mutlakiyetin ileri karakolları idiler. Ve sonrasında örneğin Lenin’in 1919’da Afgan Emiri Emanullah Han’ı İngiliz emperyalizmine karşı desteklemesi, 1982’de Castro’nun Falkland Adaları’nın işgali sırasında İngiliz emperyalizmine karşı Arjantin’in yanında olması gibi pek çok öğretici pratik vardır.
Bugün artık Filistin-İsrail savaşında dahi haklılık haksızlık ölçüsünde kafaların karışması, özellikle 1990 sonrasında çarpıklığa uğramış aklın ve ölçülerin ürünüdür; sınıf paradigmasının, radikal demokrasi, pragmatizm, uzlaşma vb. olgular eşliğinde eğilip bükülmesi, sulandırılmasıdır.
Tam da bu nedenle bugün hiç olmadığı denli sınıfsal bakışa, Marksizmin önermelerinde ısrara ihtiyaç vardır. Unutmamak gerekir ki Ortadoğu’nun orta yerinde Suriye gibi sıcak zeminlerde duruş ceketi bir kez yanlış iliklendi mi devamında her türlü çarpık duruşa gerekçe oluşturmak durumuna düşülür.
Bizler “El Nakba”dan beri Filistin halkının yanında, İsrail devletinin karşısındayız. Bu bağlam içinde, İsrail’e ve iş birliği içinde olduğu emperyalizme karşı kurulan cepheleri bir direniş ve meşruiyet zemini olarak görüyoruz. Bu zeminde Hamas veya Hizbullah gibi yapılarla aramızdaki ideolojik ölçü farkının, İsrail’le savaşta haklılıklarını gölgelememesi gerektiğini düşünüyoruz. Daha önce Irak işgali sırasında nasıl Irak halklarının yanında ve işgalcilerin karşısında olduysak bugün de Suriye halklarının yanında ve işgalcilerin karşısındayız.
Devrimci Hareket
11 Aralık 2024