Şaşırma değil anlama ve yorumlama zamanı
Daha önce Afganistan’da, Irak’ta, Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Gazze’de olduğu gibi şimdi de Suriye’deki gelişmelerle ilintili olarak kafalar karışmış durumda. Halklar, emperyalist/haksız savaşın en ağır sonuçlarıyla yüzleşiyor. En temel hak ve ihtiyaçların dahi karşılanamaz hale geldiği Suriye’de ise bugüne dek öğrendiğimiz, hayatın ve mücadelenin doğruladığı önermeleri dahi yok sayan türden çözülme örneklerine de tanık oluyoruz. Buna elbette içinde CNN’in de emperyalizmin deneyim ve imkanlarının da yer aldığı muazzam boyutlarda bir psikolojik operasyon eşlik ediyor. Deyim yerindeyse emperyalizm tarafından yazılan senaryo, geniş bir çıkar ve iş birliği ağı içinde ABD yönetmenliğinde uygulanıyor.
Biz, hangi generallerin ve bakanların nasıl satın alındığını bilmiyoruz. Gelişmeleri izliyorduk ama Mazlum Kobani gibi “İki aydır ne olacağını biliyor” olabilme şansımız yoktu. Fakat HTŞ’nin tıpkı SMO gibi SİHA kullanımı dahil nasıl eğitilip donatıldığını; ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, HTŞ ve SMO’nun neden aynı saflarda olduğunu biliyoruz. Mazlum Kobani’nin basın açıklamasından HTŞ ile ilişkilerinin olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz.
Suriye vampirler sofrasında
Anımsayalım, Marx sermayeyi canlı emeği emen vampire benzetir. Paylaşım savaşlarında kavga, karşıt sınıfsal güçler arasında değil sermaye güçleri, emperyalist güçler arasındadır. İşbirlikçileri ise emperyalist gemide tayfadır.
İşin şaşırtıcı olmayan tarafı Rusya’nın Suriye’de yaşananları olağan görmesi, “biz orada yenilmedik” demesidir. Bu, teknik meseleler bir yana, Rusya’nın Suriye’yi yağmalayanlarla aynı sınıfsal zeminde olduğunun ikrarıdır. Onu öncelikle Akdeniz’deki çıkarları, açık kalan hava ve deniz üssü ilgilendirmektedir.
Şam’ın düşmesinden hemen sonra BBC “Colani kendini nasıl yeniden yarattı?” diye başlık attı. Biden, Esad’ın düşüşünün ABD’nin eylem ve politikalarıyla doğrudan ilintili olduğunu söyledi. Netanyahu ise Suriye’nin düşüşünü İsrail’in eylem ve çabalarına bağladı. Benzer çerçeve ve içerikte, CNN de İsrail’in i24 kanalı da rol aldı. Bunlarda şaşılacak bir şey yok. Onlar, sınıfsal rolleri gereği kendilerine yakışanı yapıyor. Diğer bir ifadeyle bugün Suriye’de yaşananlar dünya emperyalist sistemi, sınıf ilişki ve çelişmeleri, paylaşım savaşı gibi olguları anlamak için tam bir ders niteliği taşıyor.
Bugün Suriye’de HTŞ’yi meşru görüp onunla iş kurmayı öngören (SDG ve Türkiye dahil) tüm güçlerin terörist olarak adlandırdığı, başına 10 milyon dolarlık ödül konulmuş olan Colani, şu an aynı güçlerin meşru muhatabı; Suriye’nin yeni lideri.
Emperyalizmi, onunla iş birliği içinde olmanın gereklerini ve muhtemel sonuçlarını bilenler bu duruma şaşırmaz. Çünkü emperyalizmin ve faşist yapılanmaların ölçülerinin/ilişkilerinin bir tutarlılık gereği değil çıkar ve yönetme gereği geliştirildiğini bilir.
Herkesin ağzında terör ve IŞİD var. Ancak yine herkes biliyor ki HTŞ sözü edilen her iki kavramı, kullanıldığı bağlam içinde karşılıyor; HTŞ, tüm nitelikleriyle IŞİD’dir. İşin üzücü tarafı HTŞ’nin bu niteliklerine göz yumma korosuna SDG de katılıyor.
Bir anda Suriye sahasındaki duruşları aynılaşan güçlere baktığımızda ortak yanlarının aynı sınıfların temsilciliğini yapmak, kapitalizmin devamını sağlamak olduğunu görürüz ki arada çelişme olsa da bu, halklar lehine değil, sermaye güçleri arasındaki çıkar farkı sebebiyledir.
Eğer bir kişi/yapı “terör listesinden” çıkarılmadan o listeyi oluşturanlar tarafından eğitilip, donatılıp, desteklenip iktidara taşınıyorsa bu, birincisi emperyalizmin ve işbirlikçilerinin sınıfsal niteliği sebebiyledir. İkincisi mevcut küresel savaş koşullarının, kendi yasalarını dahi hiçe saymayı gerektiren bir iklim yarattığının göstergesidir.
Sadece Suriye’den değil dünyanın farklı noktalarından aldığımız kesitler hep bir olağanüstülüğü tarif ediyor. Bunu, AKP’nin politik yelkenlerini dolduran rüzgâra CHP’nin güç vermesinde de Davutoğlu’nun yüzünü AKP’ye dönmesinde de hükümetin, hükümet olarak değil devlet olarak hareket ediyor olmasında da görebiliriz.
Her gücün/aktörün kendi hesapları ve ölçüleri içinde “terör” tanımı yapması, tutarsızlık diye bir kaygılarının olmaması, Öcalan‘ın görüş hakkının bile bir devlet kararı haline gelmesi veya Atatürk Havalimanı’nda katliam yapmaktan yargılanan IŞİD’lilerin birdenbire tahliyesinin gerçekleşmesi, nasıl bir süreçten geçtiğimize ve bizleri nasıl bir saldırı/gasp ikliminin beklediğine dair ipucudur.
Kim bilmiyor olabilir ki; HTŞ, İdlib’de onu terörist olarak gördüğünü iddia eden ABD, Fransa, Türkiye, İngiltere tarafından eğitildi, korundu ve beslendi. Yine aynı güçler önce sahayı hazırladı sonra da bunları vekil olarak atadı. Öylesine sınıflarına yakışır bir samimiyetsizlik ve güvensizlik söz konusu ki İsrail eliyle ülkedeki tüm askeri ve sınai tesisler yok edildi. Bu, aynı zamanda yeni iktidara güvenin ölçüsüdür veya nasıl bir kukla ile yönetmek istediklerinin göstergesidir.
Hiçbir şey karışık değil
Mevcut tabloda, olup biteni doğru bir yöntemle incelediğimizde hiçbir şeyin karışık veya anlaşılmaz olmadığını göreceğiz. Bu yöntem, diyalektik ve tarihsel materyalizmdir; Marksizmdir. Bilinir ki Marksizm, tarihsel ve toplumsal bir disiplindir; yaşayan bir öğretidir. Bu, zenginlik olduğu kadar güncellenme ve üretkenliktir. Mesele, savaş da olsa barış da olsa, sınıf veya kimlik meselesi de olsa Marksizm, sorunlara yanıt zeminidir; en karmaşık meselelerde dahi anahtar niteliğindedir.
Hegel’in “Gerçek bütündür” dediği, Marx’ın diyalektiğinin, “gerçekliğin görünenden daha fazla bir şey” olduğunu söylediği bilinir. Bu bağlam içinde Marksist bakış hiç olmadığı denli ihtiyaç haline gelmiş durumda ve takibini doğru yapabilenler için temel tezler şimdi daha güçlü.
Günümüz koşullarında antiemperyalizm en başa yazılması gereken, bir taktik değil bir ilkedir. Tam da bu nedenle, tarihsel materyalizmin gereklerine göre ilerilik-gerilik tanımı yapabilenler, Suriye’nin tarihsel olarak geriye götürülüp parçalanmasına sevinmezler.
Eleştirel dostluk bağlamında devam edersek; bugün Rojava’da yaşananların ilk düğmenin yanlış iliklenmesine benzediğini söyleyebiliriz. Gelinen aşama stratejik hatalar zincirinin sonucudur. Radikal demokrasi, çözümün değil, sınıftan kaçışın adıdır; projelendirilmiş biçimidir.
Sınıfsal bir perspektifle bakıldığında ABD, İsrail, Türkiye, HTŞ ve SMO’nun aynı saflarda olduğunu görmek zor değildir.
Gerek Irak Kürdistanı’nda gerekse Suriye’de yaşananlar emperyalizmin/NATO’nun Yugoslavya’da yaptıklarından ders çıkarılmadığının göstergesidir. Yugoslavya, emperyalizm eliyle tayin edilen kadere örnektir.
Günümüzde sol, Marksizm, halkların özgürleşme sorununu, “statü” meselesinden çok daha fazla bir şey olarak görür. Buna göre eşitlik, üretim ilişkilerinin üzerinden atlanarak (yok sayılarak) sağlanacak bir olgu değildir. Şimdi, değerleri /ilkeleri eğip bükme değil, ısrarla savunma ve somutlama zamanıdır.
Suriye Kürtleri, kazanımlar-kayıplar ve yüzleşme
Bilindiği gibi 2018 Mart ayında SDG Afrin’den çekildi. Yakın zamanda da önce Tel Rıfat’tan ve sonra da Menbiç’ten çekildi. SDG komutanlarından Mazlum Kobani, Türkiye ile bir ateşkese varılması durumunda Suriyeli olmayan silahlı unsurların ülkeden çekilmesini teklif etti. Kobani, “tam bir ateşkes” durumunda Kobani kentinin Suriyeli bir güvenlik gücüne teslim edilebileceğini, ABD askerlerinin de bölgeyi denetleyebileceğini söyledi.
Ne oluyor? Bu yaşananlar nedir, yaşananların içerdiği dersler nedir ve nasıl yorumlanmalıdır?
SDG’nin hemen HTŞ’yi tanıması, yeni rejimin bayrağını asması, “silahsızlandırılmış bölge” dayatmasını kabul etmesi vb. bir şeyi değiştirmedi. Hızla alan ve irade kaybediyor.
SDG şimdi tanıdığı ve hatta Kobani’nin “Suriyeli güvenlik gücü” dediği HTŞ’nin (veya SMO’nun) ad değiştirmiş IŞİD olduğunu pekâlâ biliyor. Afrin’den veya Menbiç’ten çekildikten sonra oradaki halka neler yapıldığını da bilmiyor olamaz.
Öncelikle belirtme ihtiyacı duyuyoruz ki Kürt halkının ve örgütlülüğünün emperyalizm ve işbirlikçi gerici faşist iktidarlar tarafından saldırıya uğradığı tüm durumlarda ondan yana tarafız. Ancak içinden geçilmekte olan süreçte konuşmamız gereken mesele, bu çerçeve ve içerikle sınırlı değil.
Hassas bir mesele olduğu ve zor bir süreçten geçildiği için yanlış anlamaları en aza indirerek söylüyoruz; bugüne dek ödenen bedeller, halkla bütünleşme dahil örgütlülüğün boyutu çok daha büyük kazanımları hak ediyor, özgürleşme yolunda önemli mesafeler almış olmayı da gerektiriyor. Bizim bu değerlendirmeyi yaparken de öncelikli amacımız budur.
Ne var ki ortada üzerinde pek durulmasa da temel önemde bir sorun var. Atılan bütün bu adımların ABD ve İsrail’i dost olarak görmenin, HTŞ ile güven ilişkisi kurabilecek noktaya gelmiş olmanın nedeni, Marksizm ve sınıflar mücadelesinin tüm birikim, deneyim ve kazanımları reddedilerek yerine geçirilen uzlaşma paradigmasıdır.
Öyle görünüyor ki Suriye, kurtlar sofrasında paylaşılırken, “Türkiye’nin 782 bin kilometrekareden daha büyük olduğu” konuşulurken, bu güçlere verilecek tavizlerin, bırakalım kazanımların korunmasını, bölge halkının cihatçıların insafına bırakılması anlamına geleceğini söyleyebiliriz.
Yaşananlar aynı zamanda bir yüzleşmedir; halkın özgürlüğünün, gelecek tasarımlarının neden emperyalizm eliyle, onlara dayanarak ve onlara güvenerek kurulamayacağının somut biçimde görülmesidir. Ne var ki bugüne yaşanan pratiklerde de olduğu gibi burada özeleştirel bir sürecin yaşanacağını, uzlaşma paradigması ve radikal demokrasi eksenli duruşun gözden geçirileceğini beklemiyoruz. Benzer bir ders, ulusal sorunda bu tür uzlaşmalar/çözümler olur diye düşünen sosyalist yapılar için de geçerlidir.
Biz, daha önce çözüm sürecinin de bugün Bahçeli üzerinden geliştirilen sürecin de bir tasfiye ve teslimiyet dayatma süreci olduğunu düşünüyoruz. “Size ve Sayın Öcalan’a övgüler yağdırıyorum. Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli, yanınıza Sayın Özgür Özel’i de alın, Sayın Selahattin Demirtaş’ı da alın, gelin bu ülkenin azizi olun.” diye çağrı yapan Sırrı Sakık‘ın aklı ve duruşu ile bir arpa boyu yol alınamayacağını, yeni tuzaklara davetiye çıkarılmış olacağını düşünüyoruz. Bahçeli, sürecin en başında da belirttiğimiz gibi Kürtleri tanımak, hak vermek vb. için değil, haklar dahil bütünüyle tasfiyeyi amaçlamaktadır. Ve bunu açıkça söylemekte, gizlememektedir. Kaldı ki söz farklı kurulsa dahi bakılması gereken söz değil, Suriye’de hızla geliştirilmeye başlanan sermaye ilişkileridir.
Sürecin zorlu ve uzun olduğunun bilincindeyiz, bu süreçte gerek teorik gerekse pratik duruşumuzu korumaya, eleştirel dostluk çerçevesinde tartışmaya da dayanışmaya da devam edeceğiz.
Devrimci Hareket
24 Aralık 2024