30 Aralık 2024 tarihinde yayımladığımız “Halklar, Bahçeli’den medet umacak kadar yöntemsiz ve çaresiz değildir” başlıklı yazımız demokratik kamuoyunda çeşitli tartışmalara, öznel ve yanlış değerlendirmelere yol açtı. Bu bağlamda hem öznellik yanı ağır basan eleştirilere ve yanlış duruşlara genel bir yanıt vermek hem de açıklama vesilesiyle bizlere yöneltilen emperyalizm, Kürt sorunu, barış, dostluk, eleştirellik ve Kürt hareketiyle ilişkiler bağlamlı soruları genelleştirerek yanıtlamanın faydalı olacağını düşünüyoruz.
Yöntemde de araç seçiminde de yanılgı
SORU: Ekim ayında Meclis’te Bahçeli’nin Öcalan’a dönük olarak yaptığı çağrı, tüm belirsizliklerine rağmen gündemi belirlemeye devam ediyor. Buradaki belirsizliği de önemi de nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortada bir süreç var mı? Tek sorun şeffaf olunmaması mı?
YANIT: Evet ortada bir süreç var; sürecin şeffaf yürütülmediği de doğru. Ancak olgunun belirleyici yanı bu değildir. Pek çok konuda olduğu gibi Kürt sorununda da sanki elimizde hiç veri veya ön kabul yokmuş gibi davranmak, değerlendirme/analiz yapmak yerine duyumlarla hareket etmek veya sürecin nasıl gelişeceğinden bağımsız olarak yapılan olumlu atıflara anlam yüklemek doğru olmaz. Kim bu duruma düşüyorsa, niyetten bağımsız olarak yönlendirilmiş, yedeklenmiş olur.
Öncelikle bilinmelidir ki devrimciler hiçbir konuda, bilgi-kanaat bağlamında “sıfır” noktasında değillerdir; bu nedenle salt duyumla hareket etmeyen ve yanılma/kullanılma olasılığı zayıf olan (olması gereken) kesimlerdir. Örneğin, basına “bu ay sonunda iktidar, işçi ücretlerinin yüzde yüz artırılmasından sosyal medya suçunun kaldırılmasına kadar geniş çaplı bir demokratikleşme adımı atacaktır” diye bir haber düşse bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini adeta fal bakar gibi tartışanlar olacaktır. Ancak devrimciler için yöntem bellidir; gerçekte bir sermaye iktidarı olan mevcut siyasal iktidarın neye göre, nasıl, hangi parametreler üzerinden karar verdiğini bilir ve ona göre basına düşen haberi değerlendirirler. Verdiğimiz bu örnek, Kürt sorunu için de geçerlidir. Kürt hareketi Marksizmden uzaklaştığı ölçüde farklı argümanlarla hareket eder duruma gelmiştir. Daha basitleştirerek söylersek, kimlikçi paradigmaya göre emperyalizm ve işbirlikçisi burjuva rejimler bugünün koşullarında demokratikleşme yönünde nitelikli adımlar atabilir; hatta tam ve kesin özgürleşmenin yolu da devrimden değil “kazan-kazan” ilişkisi bağlamında uzlaşmadan geçmektedir.
Genelde demokratikleşme meselesine özelde Kürt sorununun demokratik çözümüne stratejik bağlamda böyle bakıldığı, köklü olanından güncel olanına kadar özgürleşme eşiklerinin bu yöntemle aşılmasının planlandığı, sınıflar mücadelesi yanlış ve hatta sorunu büyüten bir yol olarak görüldüğü için; iktidar tarafından uzatılan her el, yapılan her çağrı, (hatta tuzak ihtimali içerse dahi bir şekilde faydaya dönüştürülebilir varsayımıyla) atılan her adım önemsenmekte; ardında büyük bedeller bırakan özgürleşme mücadelesinin olası kazanımları böyle bir zemin ve ilişki içinde aranmaktadır.
Daha da açılabilecek olan temel önemdeki bu bakış/duruş dikkate alınmadan yapılan tüm tartışmalar eksik, yanlış veya duygusal olacaktır.
Dostluğun gereği, içeriksiz taraftarlık değildir
SORU: Eleştirel dostluk düzeyinde de olsa yaptığınız değerlendirmeler, çeşitli kesimlerce tepkiyle karşılanmakta ve örneğin “Kürt Sorunu’nun çözümünün demokratik müzakereler yoluyla çözüme kavuşturulması egemen sınıf temsilcilerinin bu çözümden ne murat ettiğinden bağımsız olarak olumludur” denilebilmektedir. Koşulsuz ve hatta ölçüsüz destek niteliği taşıyan bu türden yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
YANIT: Yazdıklarımıza sosyal medyada yapılan tüm olumsuz atıflara rağmen kimseye “cahil” demeyeceğiz; çünkü tartışmanın yapıldığı en geniş sol zeminde de olsa amacımız “didişmek,” bir şeyleri yarıştırmak veya mesafe oluşturmak değildir; sonuçta hepimizi ilgilendiren bir sorunda yapıcı rol almak, yanlışa “yanlış” diyerek devrimci kimliğimizin gereğini yerine getirmektir.
Tam da bu bağlamda, “Kürt Sorunu’nun çözümünün demokratik müzakereler yoluyla çözüme kavuşturulması egemen sınıf temsilcilerinin bu çözümden ne murat ettiğinden bağımsız olarak olumludur” dediğinizde, mevcut iktidarın neden “demokratik müzakere” yapmayacağından, Kürt sorununun bu şekilde çözüme kavuşturulamayacağına kadar pek çok yanılgıyı tek bir cümleye sığdırmış olursunuz. Daha da vahimi, Kürt sorununda “eleştirel dostluk” ilişkisi içinde sahte değil gerçek/köklü çözümler için rol almayı, koşulsuz destek ve alkışı değil gerçekçi zeminlerde yan yana durmayı önemseyen bir yapıya; “Kürt halkının barış iradesine yukarıdan bakmak”, “ondaki örgütlü aklı hafife almak”, “tutarsızlık”, “halklarımızın ortak mücadele olanaklarını zayıflatacak bir güven problemi yaratmak”, “halklarımızın ortak mücadele perspektifini zayıflatacak bir söylem ve yaklaşımın payandası olmak” yakıştırmaları yapacak kadar öznelleşmiş, pusulayı şaşırmış olursunuz.
Gerçekte ise Kürt hareketinin bugün, Rojava dahil hiçbir zeminde ihtiyaç duyduğu dostluk, “her ne yapıyorsan en doğrusu odur”a varan içeriksiz taraftarlık değil, yapıcı eleştiriyi de barındıran duygusallıktan uzak değerlendirmelerdir.
Yeni sürece dair hemen her konu veya alt başlık, Kürt sorununu bırakalım çözmeyi, mevcut örgütlülüğü tüm kazanım ve varlıklarıyla tasfiye etmeyi, etkisiz ve içeriksiz, yönlendirilebilir sistem içi bir özne haline getirmeyi amaçlayan ırkçı faşist bir iktidar karşısında olunduğu unutulmadan ele alınmalıdır.
Elbette her yapının solda durduğunu, Marksizm Leninizmden haberdar olduğunu iddia ederken sanki ortada bir çözüm olasılığı varmış da biz “eskimiş aklımız ve argümanlarımızla” buna taş koyuyormuşuz gibi bir akıl yürütme özgürlüğü vardır. Ancak bunun karşısında bizim de “Siz gerçekten Marx’ı ve Engels’i okudunuz mu? Örneğin Marx ve Engels’in Avrupa’da Rus gericiliğinin etkisini artırabilecek ulusal mücadelelere karşı çıkarken, bunun tersi sonuçlar doğurabilecek ulusal kurtuluş hareketlerine ise destek verdiklerinden haberiniz var mı? Lenin’in emperyalist döneme özgü ulusal sorun dahil tüm demokratik meselelerin çözümüne dair programatik farkını bilmiyor musunuz veya bildiğiniz halde mi pragmatizmi programatiğin yerine ikame eden yöntemleri koşulsuz olumlayan bir yedeklenme halini tercih ediyorsunuz?” diye sorma özgürlüğümüz var.
Ortak mücadele olanaklarına, güven meselesine vb. gelince; bizim eleştirel bakarak dikkat çekmeye çalıştığımız zemin gerek ittifakların gerekse güven zemininin belirli ilkeler üzerine bina edilmesi, ortak mücadeleye dair yapılan soyut güzellemelerin yerini somut-tanımlı ittifaklara, güç ve eylem birliklerine bırakması yani dostluğun kuvveden fiile çıkarılmasıdır.
“Statü” emperyalist denklem içinde kalmaktır
SORU: Statü diye bir amaçtan söz ediliyor. Bu nedir? Her statü doğru ve gerekli midir?
YANIT: Bu soru, birincisi “emperyalist dönemde artık burjuvazi neden hiçbir demokratik sorunun çözümüne önderlik etmez?” sorusuyla; ikincisi ve tam da buna bağlı olarak “bugün artık ancak ya devrim yoluyla ya da emperyalizm eliyle bir statü söz konusu olabilir.” gerçekliğiyle ilinti içinde ele alınmalıdır.
Kuzey Irak’taki statü nasıl bizzat ABD eliyle ABD’nin istediği biçim ve içerikte şekillendiyse Kuzey Suriye, İran veya bir başka bölgede de Kürtlerin emperyalizm eliyle statü kazanması ancak “emperyalist çözüm” olarak da adlandırabileceğimiz biçimde olur. Bu da yine Kuzey Irak’ta olduğu gibi halklar için özgürlük değil yeni bir oligarşi veya emperyalizmin tercihlerine göre, bir an için kazanç gibi görünenin her an kayba dönüşme potansiyeli taşıması demektir. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler ve olasılıklar, Lenin’i yani emperyalist dönem Marksizmini haklı kılıyor.
Mevcuttaki tüm somut verilere ve bu alandaki doğruluğu kanıtlanmış önermelere rağmen taşlar tepeden tırnağa yanlış dizilince yani fark taktiksel değil paradigma boyutlarında olunca anlatmak da ortaklaşmak da kolay olmuyor. Paradigma farkının, diğer bir ifadeyle “ekolojik demokratik cinsiyet özgürlükçü paradigma” olarak bilinen kimlikçi/uzlaşmacı duruşun nasıl bir süreç tahlilini beraberinde getirdiğini anlamak açısından, çeşitli yazı ve söyleşilerde karşımıza çıkabilecek kısa bir aktarma yapalım: “Statüko değişiyor artık eski tarzda diktatoryal vb. şekilde yönetmek mümkün değil…Rojava’daki model çok önemli kantonal sistem…Şehir devletleri sistemi esas alınacak. 21. Yüzyıl’da ulus devlet modeli artık geçerli olmayacak…ABD seçimlerinin bölgeye önemli katkılarının olacağını, İran’a yönelik bir durumun yaşanacağını düşünüyoruz…”
Bu söyleme, “Kürt yüzyılı yaşanıyor… 3. parça yolda…Tarih çok hızlandı, önümüzdeki süreçte bunların, iktidardakilerin çözülmelerine tanık olacağız...” gibi ekler de yapabiliriz. Duruşun/yaklaşımın, emperyalizme dair değerlendirmelerin boyutu/niteliği bu olunca, ister istemez Marksist paradigmayla hareket edenlerle duruş makası açılıyor.
İşte biz bu farkın bilincinde olarak ve bu farka rağmen dostluk taşlarını dizmeye çalışırken, diğer taraftan haklı olarak eleştiriyor ve söz konusu duruşun içerdiği riskleri/tuzakları göstermeyi önemsiyoruz.
Sınıfsal çözümden bağımsız ulusal çözüm yoktur
SORU: “Farklı bir paradigmaya sahip önderliği olan, sınıfsal değil ulusal bir hareketin ne yapıp ettiği sizi neden ilgilendiriyor; neden bu denli ilgilisiniz?” biçimindeki sorular ve yorumlara yaygın biçimde rastlıyoruz. Bu türden yaklaşım ve sorulara yanıtınız nedir?
YANIT: Evet bu soruya benzer soru ve yaklaşımlara hatta “size ne?” mealinde eleştirilere sıkça muhatap oluyoruz. Öncelikle belirtelim ki konunun açılması açısından bu türden soruları önemsesek de böyle bir soru sormak için insanın, ulusal sorunun niteliğinden de çözüm yönteminden de ittifaklardan da bihaber olması gerekiyor.
Enternasyonalizm devrimciliğe içkin bir olgudur; bizi nasıl Küba, Venezuela, Libya, Suriye, Filistin vb. ilgilendiriyorsa Kürt halkı ve Kürt sorunu da ilgilendirir; doğruları desteklemek, yanlışı eleştirmek gibi bir sorumluluğu taşımamız, devrimci kimliğimiz gereğidir.
Olgunun paradoksal tarafı şu ki bizim dostluğu içeren tarzdaki eleştirilerimiz sürecin doğrudan öznesi olmayanlarca yadırganır ve bütünüyle sübjektivizmle malul karşılıklar bulurken örneğin KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, bu süreçte “Türk devlet gerçeğini hiçbir zaman unutmayalım. Öyle hemen havaya girme, kendini kaptırma olmamalı. Temkinli olmak önemli” değerlendirmesini yapıyor. Bu da tartışmamanın değil tartışmanın, eleştiri ve öneri geliştirmenin gerekliliğini gösteriyor.
Düşünün ki emperyalist dönemde yeni sömürge bir ülkede stratejik hedefiniz, anti emperyalist anti oligarşik demokratik halk devrimi olacak ve devrimin temel müttefiki olan on milyonlarca nüfusa sahip Kürt halkının kimlerle, nerede, nasıl durduğu sizi ilgilendirmeyecek! Amacımız “üzüm yemek” olduğu için şimdilik bu türden yaklaşımlara daha ağır/sert yanıtlar vermemeyi tercih ediyoruz.
Bugün, solda duran hemen herkesin niteliğine ve kitleselliğine olumlu atıflar yaptığı 1970’li yıllarda solun başarısının temelinde Kürt, Alevi ve emekçi dinamiğinin ortaklaştırılabilmiş olmasının yattığını söyleyebiliriz. Eğer vurgu yaptığımız stratejik önem, ittifaklar vb. emperyalizmin sınıfsal niteliği ile ilgili ise; bugün emperyalizmin söz konusu nitelikleri daha da derinleşerek kapsam büyütmüş, sınıfsal bakış ve ayrışmanın, dolayısıyla da vurgu yaptığımız bu ortaklaşmanın önemini artırmıştır.
Bizden ne isteniyor?
Yaptığımız değerlendirmeler karşısında; sürekli sitem, verilen desteği az görme ve her eleştiriyi “kırılmayla” karşılama hali yaşanıyor. Son olarak “Yeni Yaşam”da başlığın Pir Sultan‘a ait olduğunun altı çizilerek “Dostun Gülü” başlıklı bir yazı yayımlandı. Bağlamın bu denli zorlama ve yanlış olması ayrı bir tartışma konusu ama eğer Pir Sultan ölçü alınacaksa, kendisinin “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” dediğini özellikle anımsatmak isteriz.
Kimlikçi paradigmanın ne türden yanılgılara, nasıl sebep olduğunu merak edenler için söz konusu yazıdan aktarıyoruz: “Barış olanağı; emeğin mücadelesinin büyümesi, ortak yurdumuzun ve belki de bölgemizin savaşın ağır ekolojik tahribatından kurtulması için de yeni bir olanak yaratabilecek. Bu yıkım sürecinin en ağır sonuçlarını yaşayan kadınlar, çocuklar ve gençlerin rahat bir nefes almasının yolu daha güçlü açılabilecek.”
Bu arada belirtme ihtiyacı duyuyoruz ki yazının bir yerinde Kürtlerin dostlarının ihtiyatlarını açıkça ifade etmedikleri söyleniyor. Bu konu yani paradigma meselesi çok kapsamlı bir konudur. Biz buna da çeşitli mecralarda açıkça ve ayrıntılı biçimde değindik. Ancak bu yazı kapsamında paradigmasal farkın eleştirileri neden anlaşılmaz kıldığına değinmekle yetineceğiz. Örneğin barış ve savaş meselesi Marksizmde nedenlerine inilerek ayrıntılı bir biçimde incelenmiş ve soyut barış taleplerinin sakıncalarına dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda “barış olanağının emeğin mücadelesini büyüteceği” vurgusu iyi niyetli olsa da bugün Kürt halkı dahil dünya halklarının yaşadığı sorunların kaynağına dair tepeden tırnağa bir yanılgı içinde olunduğunun ifadesidir.
Sınıfsal ölçüler yitirildiği oranda barış kavramının kullanımında da bir pusula sorunu yaşanıyor, yaşanacaktır. Dünyanın bu savaş ikliminde, savaş nedenlerini ortadan kaldırmadan barışın mümkün olacağı düşüncesi, aklımıza Kuang’ın Babil romanında söylendiği gibi “çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar” sözünü getiriyor. Buna göre gerçekte çöle çevrilen, yakılıp yıkılan Irak, Libya ve hatta Suriye’ye barış geldi. Yarın utanmadan Gazze’ye de barışı getirdiklerini söyleyebilirler.
Tam da konu bağlamında ve sonuç yerine “Bizden ne isteniyor” sorusunu sorma ihtiyacı duyuyoruz. Emperyalist hegemonya ve saldırganlık küreselleşmiş, tüm canlılarıyla gezegen yok olma noktasına getirilmişken, emeğin mücadele ile kazanılmış yüzlerce yıllık birikimi bütünüyle tasfiye ediliyor ve gözümüzün önünde Gazze soykırımı ve Suriye yağması yaşanıyor. Dünya bir kez daha emperyalist güçlerce paylaşılıyorken, ülkemizde emekçiye insanca yaşam bile çok görülüyorken, muhaliflerin tutsaklığı için biçimsel bir gerekçeye dahi ihtiyaç duyulmuyorken, son 1 ayda cezaevinde bulunan insan sayısı 329 binden 378 bine çıkmışken; bu sonucun ülke içinde doğrudan, ülke dışında taşeronluk anlamında 23 yıllık müsebbibi ve mimarı niteliğindeki bir yapının ülkeyi demokratikleştireceğine inanıp alkış tutmamız mı bekleniyor?
Devrimci Hareket
8 Ocak 2025