Özel mülkiyet üzerine kurulu sınıflı toplumlarla birlikte ortaya çıkan devlet örgütlenmesi, egemen sınıfların düzeninin koruyuculuğunu ve devamını sağlayan bir araç olmuştur. Üretim araçlarına (fabrikalara, makinelere, madenlere ve emekçi sınıfların emek güçlerine v.s.) sahip olan egemen sınıfların, devlete de sahip olmasıyla, ekonomik ve politik çıkarlarını hayata geçirerek halkların sömürülmesi ve baskı altında tutulması sağlanmıştır.
Egemen sınıfların ideolojik aygıtlarından biri olan devlet, yine ideolojik bir kurum olan din yoluyla halkları uyuşturmaya çalışarak sömürünün devamını sağlar. Bugün Türkiye’de 4+4+4 eğitim sistemi ile okullardaki tek tipleşmenin, sivilleştirme iddiasıyla dini sembollerin öne çıkarılması, bütçeden diyanet işlerine ayrılan payın arttırılması egemenlerin sömürü politikalarından ayrı değildir.
Türkiye’de bütçe, yıllardır tam bir adaletsizlik tablosu sunmaktadır. 1980’lerden bu yana ekonominin neo- liberalizme uygun şekilde düzenlenmesi bütçelerdeki ortak özellik halini almıştır. Faiz / rant ve askeri harcamaların ağırlıkla yükseliyor olması ve sosyal harcamaların düşürülmesi bütçenin uluslar arası tekeller ve yerli işbirlikçileri yararına oluşturulmaya çalışıldığını göstermiştir.
Devletin ekonomiye bütçe aracılığıyla yaptığı sosyal müdahalenin azaltılması; sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, konut vb. gibi toplumsal harcamaların sınırlandırılması talebi sermaye sınıfının çıkarlarının bir yansımasıdır.
Bütçenin en basit anlamı toplanan gelirlerin nasıl harcanacağının düzenlenmesidir. Toplanan gelirlerin en önemli kalemi vergilerdir. Hükümetler vergileri egemen sınıfların değil de halkların sırtına yüklerler. Toplanan bu vergiler tekrar halka hizmet olarak dönmek yerine faiz ya da teşvik adı altında uluslar arası tekellere veya yerli işbirlikçilere peşkeş çekilir. Ya da halkı sindirmek için var olan Savunma ve İçişleri Bakanlıkları gibi kurumlara aktarılır.
Bu yüzden devletin bir parçası olan hükümet, her yıl halktan alınan vergiler yoluyla ve sıcak para girişiyle bütçe oluşturarak, yani toplanan gelirlerin nasıl harcanacağını görüşmeye açarak yeni yıla hazırlık yapar. Sosyal devlet olgusunun ortadan kalkması, halka yarar getirmekten çok, yaşam seviyesinin düşmesinin önünü açan ve piyasa koşullarına ( sermayenin insafına bırakılarak) teslim olmanın zorunluluğunu dayatan bir unsur haline getirilir. Örneğin tarımdan sübvansiyonun kesilmesi, işçi ücretlerinin düşürülmesi, eğitime, sağlığa, ulaşıma ve haberleşmeye ucuz ulaşımın ortadan kaldırılması ve kamu iktisadi teşekküllerinin sermayeye peşkeş çekilmesi ve devletin bu alanlardan çekilmesi ile yani sosyal devlet olgusunun ortadan kaldırılmasıyla baskı aygıtlarına daha çok kaynak ayırabilir ve sermayeye kaynak transferinin ön açılmış olur.
Yukarıda anlatmış olduğumuz ve 2013 yılı bütçesinde görüşülerek kesinleşen tabloyu verilerle ortaya koyarak durumu daha anlaşılır kılalım;
2013 yılı bütçesinin büyük bir kısmı Milli Savunma Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığına ayrıldı. Milli Savunma Bakanlığına 20 milyar 359 milyon 914 bin lira ayrılırken, 11 bakanlığın bütçesinin toplamından fazlasını 4 milyar 604 milyonu Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılmıştır. AKP’nin bütçeden eğitim ve sağlık harcamalarına ayırdığı pay ise yıldan yıla düşmektedir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17 iken, 2012 yılı itibariyle MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay sadece yüzde 6’da kaldı. Yıllar içinde gerçekleşen bütçe harcamaları incelendiğinde, 2012 Ocak-Haziran döneminde gerçekleşen bütçe giderinde Sağlık Bakanlığı’nın harcaması geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 52 düşüş yaşadığı, bakanlık bütçesinin geçen yıla göre yüzde 85 azaltılarak 2 milyar 500 milyon TL’ye geriletildiği gözlenmiştir.
Ülkemiz, enerji kaynaklarına yakın olduğu halde enerjiyi en pahalı kullanan ülke durumunda. Petrole, doğalgaza, elektriğe 2012 yılında % 20’lere varan zamlar yapılırken, bu ülkenin gerçek sahiplerine; çalışanlarına, emekçilerine ve emeklilerine % 3-4 gibi çok düşük zamlar verildi. Yani kaşıkla verdiklerini kepçeyle alıyorlar.
Bu politikaların sonucu olarak ülkemizin yer altı ve yer üstü bütün zenginlikleri ve kaynakları satılmış, emekçilerin sosyal kazanımları yok edilmiş ve en temel insan haklarının bile gasp edildiği bir ülke haline getirilmiştir.
Kapitalist emperyalist sisteme bağımlı yeni sömurge ülkelerde kurtuluş, devletin imkanlarından yararlanılarak ve sisteme yedeklenerek değil, halkın örgütlü güçleri olan devrimcilerin yol göstericiliği ve halkın demokratik iktidarı ile mümkündür.