Eğitim Sen, 16 yıl önce coşkuyla başladığı mücadelede duraklama dönemine girmiştir. Hatta üye sayısındaki düşüş, durumun daha da kaygı verici boyutlara ulaştığını gösteriyor. Öyle ki üye sayısı yarıya düşerken mücadele alanlarındaki daralma ve kendini tekrar, tabanda bıktırıcı bir sonuca yol açmıştır. Eğitim ve sağlık alanındaki köklü saldırılara emekçiler sessiz, sendika önderliği ise seyirci kalmıştır. Yer yer sendika önderliğinin kimi çabaları da tabanda karşılık bulmamış ve tam bir çaresizlik hali yaşanır olmuştur.
Mücadeledeki bu geriye düşüş tek başına solun “devre dışılığı” ile açıklanamayacak kadar kapsamlıdır. Çünkü mevcut üye potansiyeli sendikaya yabancılaşmış ve bağı zayıflamıştır. Aradaki ilişki tarzını yazışmalardan ibaret olarak tarif etmek sanırız abartı olmaz. Bu durumun toplamı bize “yapısal” sorunlara eğilmemiz gerektiğini işaret etmektedir. Tam bu noktada, örgütlenme modeli, karar alma süreçleri ve seçim sistemini değerlendirmek ve devrimci çözümler üretmek kaçınılmaz bir görev olarak karşımıza çıkıyor.
Eğitim Sen, taban örgütlenmesi esas olan ve aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen bir yapı-dır. Temel olarak iş yerlerini esas almıştır. Ancak taban karar alma süreçlerinde iş yerleri devre dışı kalmıştır. Kararlar Genel Merkez tarafından alınmış ve uygulamaya çalışılmıştır. Kararları alanlar başka, uygulayıcıları başka olduğu için aradaki açı büyümüştür. Kitleler kendilerinin içinde olmadığı kararları benimsememiş ve sahiplenmemiştir. Karar süreçlerinde söz ve yetkisi olmayan taban örgütten uzaklaşmaya başlamıştır.
Eğitim Sen’de üyelerin örgüte yabancılaşmasının başka bir nedeni de uygulanmakta olan seçim sistemidir. Burjuva bir yöntem olan delegasyon; tabanı, edilgenliğe iten ve her şeyi seçilmişlerden bekleyen bir topluluk haline gelmiştir. İki yılda bir yapılan kongreler yalnızca “seçim” olarak yaşanmış, bu da delege avcılığı üzerinden yürütülmüştür. İki yılda bir defa oy kullanarak, tüm yetkisini yöneticilere devreden üyeler, çözümleri de seçilenlerden bekler duruma düşmüştür. İki yılda iki dakikalık oy kullanmaya indirgenen sandık demokrasisi hastalıklı bir sonuç doğurmuştur. Burjuvazi tarafından üretilen sandık demokrasisi, parlamenter yaşamdaki olumsuz sonuçların aynısını sendikalarda da doğurmuştur. Kongrelerde delege sayıları üzerinden seçim ittifakı yürütenlerin programsızlığı ile koalisyon yapan partilerin durumu arasındaki benzerlik eminiz ki herkese ürkütücü geliyordur.
Tüm bu olumsuzluklardan arınmanın yolu, yapısal değişimlerden geçmektedir. Dönüşümü öngörmeyen mevcut işleyişin düzeltilmesini savunmak burjuva modelin devamını savunmaktır. Bu da demokrasiyi değil bürokrasiyi besleyen bir sonuç doğurur. En az bu yaklaşım kadar tehlikeli olan bir başka yaklaşım ise sorunun yapısal özüne uzak durup, kötü gidişi kişilerle ve kimliklerle açıklayan anlayıştır. Demokratik işleyiş kişilerin, kimliklerin iyi niyetleri üzerine inşa edilemez. Elbette ki siyasal dinamikler önemli bir role sahiptir. Ancak, demokratik işleyişin ve sistemin oturtulmadığı sendikal yapılarda yozlaşma ve bürokrasi kaçınılmaz bir sorun olmaya devam edecektir. Eğer sendikal model hastalıklı bir durum üretiyorsa, aslolan daha sağlıklı ve dayanıklı insanlar önermek değil öncelikli o zeminden çıkmaktır. Burada önemli olan, sonuçları doğuran nedenleri görmektir
SİSTEME ALTERNATİF OLMAYAN HİÇ BİR ÖNERME DEVRİMCİ DEĞİLDİR!
Demokrasi kavramının sınıflı toplumlara özgü olduğu düşünülürse, tüm demokrasilerin kısıtlayıcı yanı ve sınırlılığı vardır. Ancak, bizim için önemli olan, yöneten- yönetilen ikilemini en aza indiren doğrudan demokrasidir. Kitlelerin yaratıcı dinamiğini açığa çıkartıp kendi geleceğini belirleme kanallarını sonuna kadar açan bir yol, geleceğin nüvelerini bugüne taşır anlamına gelir.
Sistemin alternatifini yaratma yerine, düzeltme girişimleri sonuçsuz kalacak ve sistemiçileşme artacaktır. Bugünün ertelenemez görevi, yapısal sorunlara kalıcı ve radikal çözümler üretmektir.
Bizim mevcut sendikal modele alternatif olarak önerdiğimiz yapılanmanın genel hatları aşağıya çıkartılmıştır. Bu yapılanma Karar Organları ve Zorunlu Organlar biçiminde iki bölümden oluşur. Aslolan Karar Organlarıdır.Zorunlu Organları ise yasal dayatmanın bir sonucu olarak algılamak gerekir.
KARAR ORGANLARI
Eğitim Sen’de iş yeri kurullarının temel alındığı bir model kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Her iş yeri kendi içinden seçeceği bir temsilciyle, şubelerin karar organı olan “Şube Temsilciler
Kurulu”nda temsil edilmelidir. İş yeri temsilcisi iş yerinin görüşlerini yazılı olarak Şube Temsilciler Kurulu’na taşımalı ve kurulda alınan kararları iş yeri ile paylaşmalıdır. İş yerindeki üyelerin Şube Temsilciler Kurulu toplantılarına gözlemci olarak katılmalarının önü açılmalıdır. İş yeri temsilcisi, iş yerindeki üyelerin 1/3’nin istemesi üzerine geri çağrılabilmeli ve üyelerin 1/2 ‘inin istemesi üzerine görevden alınıp yerine yenisi seçilebilmelidir. Seçim için periyodik bir zaman ayarı doğru değildir. Sürekli denetim, sürekli seçim ilkesi yaşama geçirilmelidir.
ŞUBE TEMSİLCİLER KURULU:
İş yeri temsilcileri ve Şube Yönetim Kurulu üyelerinden oluşur. Bu kurul şube adına karar organıdır. Şube adına tüm karar ve etkinlikleri yürütmekle görevlidir. Her çalışma grubu önerilerini kurula sunduktan sonra karar halini alır.
Şube Temsilciler Kurulu, kendini temsil etmek üzere bir üyeyi seçerek Genel Temsilciler Kuruluna gönderir. Seçilen temsilci şubenin görüş ve önerilerini yazlı olarak götürür ve alınan kararları da Şube Temsilciler Kurulu ile paylaşır. Şube Temsilciler Kurulu üyeleri, Genel Temsilciler Kurulu toplantılarına gözlemci sıfatı ile katılabilir. Seçilen temsilci, Şube Temsilciler Kurulu üyelerinin 1/3’nin isteği ile geri çağrılıp 1/2 ‘sinin isteği ile görevden alınıp yeni bir seçime gidilir.
GENEL TEMSİLCİLER KURULU:
Şube Temsilciler Kurulu’nun seçtiği üyeler ve Genel Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden oluşur. Genel Merkez adına karar organıdır. Genel çalışma programı oluşturmak ve mücadeleyi merkezi anlamda disipline etmekle görevlidir. Kurul üyeleri, sekreterlik adlarıyla oluşturulacak komisyonlara bölünerek çalışmaları yürütür. Komisyonlar çalışma ve önerilerini Genel Temsilciler Kurulu’na sunar. Onaylanması durumunda karara dönüştürülür.
Genel Temsilciler Kurulu toplantılarına katılım %50’nin altına düşmesi durumunda karar alınamaz, toplantı yeniden düzenlenir. Genel Temsilciler Kurulu, içinden bir heyet oluşturarak TİS katılımını sağlar. Bu kurul ayrıca, KESK GYK ve KESK MYK seçimlerine de kendi içinden temsilci seçerek gönderir.
ZORUNLU ORGANLAR
Örgütlenmenin asıl iskeletini oluşturan karar organları dışında bir de, yasal zorunluluk olan organlar vardır. Ş.Y.K. ve G.M.Y.K. Bu organların seçiminin periyodik ve delege ile yapılması şimdilik yasal çerçevenin bir dayatmasıdır.Bu modelde her iki organa da sembolik,yürütme görevi verilmiştir.
ŞUBE YÖNETİM KURULU
Şube Temsilciler Kurulu üyeleri tarafından iki yıllığına seçilir. Oluşan yönetim kurulu aynı zamanda Şube Temsilciler Kurulu üyeliğine de seçilmiş sayılır. Çünkü Şube Yönetim Kurulu aynı zamanda Şube Temsilciler Kurulu’nun yürütülmesidir. Yürütme olarak yalnızca toplantıları organize etmek, alınan kararları raporlaştırıp Şube Temsilciler Kurulu’nun onayına sunmak ve yazışmaları yürütmekle görevlidir.
GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU
Genel Temsilciler Kurulu üyeleri tarafından iki yıllığına seçilir. Genel Temsilciler Kurulunun yürütmesidir. Toplantıları organize etme, alınan kararları raporlaştırma ve yazışmaları yürütmekle görevlidir.
BU MODEL, BÜROKRASİYE KARŞI DEMOKRASİYİ SAVUNUR!
Bu örgütlenme modelinde, sürekli denetim ve sürekli seçim ilkesi yönetenlerin, yönetilenlerle arasındaki farkı ortadan kaldıracaktır. Çünkü tüm seçilenler, her an konumunu kaybetme olasılığıyla taban iradesine yüzünü dönecektir. Karar süreçlerine 7 kişilik yönetim yerine çok geniş bir taban inisiyatifi katılacağı için, sendikal dinamikler iş yerlerine yönelecektir. Bu da temel alınan iş yerlerinin hareketliliği ve mücadelenin öznesi olması anlamına gelecektir.
Karar süreçlerine katılımın üye tabanına yayılması, tabanı edilgenlikten kurtarıp sorunlarına çözüm üreten bir dinamizm getirecektir. Söz, yetki ve karar sahibi olan, seçilenleri denetleme ve değiştirme hakkını kendinde gören emekçiler sendikal demokrasi ile birlikte mücadelenin tıkanan kanallarını da açacaktır.
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN
EĞİTİM SEN’DE ÖRGÜTLENME MODELİ ŞEMASI PROGRAM KURULTAYI YETKİ KAYBINDA SORUMLULUK TAŞIYAN İRADENİN AKLANMA TÖRENİ OLMAMALIDIR
TÖB-DER’den Eğitim-Sen’e uzanan süreçte eğitim emekçileri yarattıkları örgütlülüklerle pek çok başarıya imza atmış, kendi alanından politik örgütlenmelerle kurduğu doğru ilişkilerle, cunta ürünü sürecin apolitik karakterinin değişiminde de etkili bir rol oynamıştır. Özel bir dönemde fiili mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkan KESK’in içinde de motor rolü oynayan Eğitim-Sen, son yıllarda yeni haklar elde etmezken var olanı da koruyamaz hale gelmiş, nicel bir erime sürecine girmiş ve sonuçta yetkiyi kaybetmiştir. Bu kaybın, dünya ölçeğinde emek güçlerinin kazanımlarını aşındıran aleyhte gelişmelerle zamandaş olması, kimi kesimlerde sorununu bütünüyle dışsal olduğu kanaatini geliştirdi.
Gerçekte ise yetki kaybı bir sonuçtur ve bu sonuçta Eğitim-Sen dönem yöneticilerinin (yön verici iradenin) payı yadsınamaz boyutlardadır. Bu gerçekliğin üzerinden atlayarak yapılacak değerlendirmeler, sorunun teşhisini güçleştirir, müsebbiplerini gizler ve kan kaybını durduramaz.
Ekonomik-demokratik mücadelenin bileşenlerinden biri olan sendikalar, politik mücadelenin seyrine bağlı olarak inişli-çıkışlı bir grafik izler. Sendikal mücadelede yaşanan dönemsel yenilgiler, her şeyin sonu olmadığı gibi ; kısmi kazanımlar da zafer olarak adlandırılamaz. 16. yılını doldurmakta olan Eğitim-Sen, tarihinde hiç bu kadar kan kaybetmemiş ve hiç bu kadar devre dışı kalmamıştı. Bir taraftan üye sayısında erime yaşanmış, diğer taraftan hedef kitleyle aradaki mesafe yabancılaşma boyutuna taşınmıştır. Yetki kaybı, bu nedenlerin devamı olan bir sonuçtur. Yetki kaybına kadar, erimeyi ve yabancılaşmayı görmek istemeyen Genel Merkez Yönetimi, daha fazla durumu idare edemeyeceğini anlayarak “Program Kurultayı” yapmaya karar vermiştir. Çeşitli ertelemeler sonucu Şubat ayında yapılacağı kararlaştırılan kurultay için bir de yönetmeli ki yayınlanmış ve şubelere gönderilmiştir. Bu yönetmelik çeşitli açılardan ele alınmalı ve şimdiden tartışılmalıdır. Birincisi, kurultayın örgütlenme biçimi tümüyle antidemokratik usullere göre düzenlenmiştir. Kurultay, delege sistemiyle yürütülmek istenmiş; ama, delegelerin yarıdan fazlası seçimsiz, atama yoluyla belirlenmiştir. Başarısızlığın sorumlusu olarak kurultayda hesap vermesi gereken şube başkanları, genel merkez yöneticileri, genel disiplin kurulu ve genel denetleme kurulu üyeleriyle teknik komisyon üyeleri ve 20 uzman, doğrudan delege sayılmıştır. Buna karşılık, yaklaşık 1100 üyeye 1 delege seçme şansı verilmiştir. Temsili demokrasi denilen burjuva yöntemleri dahi mumla aratacak bu tutum, demokratik işleyişi, iradeyi paylaşma ve katılımı hazmedemeyen bir duruşun ürünüdür. Öyle ki öngörülen biçimiyle kurultay,
Başkanlar Kurulu Toplantısı ‘nın biraz daha genişletilmiş halini andırıyor. Böylece, taban insiyatifi devre dışı bırakılmak istenmiştir. Amaç-araç uygunluğu açısından bakıldığında, kurultayın devrimci bir çıkışı değil, tabanda kopuşu hızlandıracağı ve bürokratizmi daha da büyüteceği görülecektir.
Bilinir ki, bir yapının adı ne olursa olsun ve ne denli demokratik çağrışım yaparsa yapsın; “yönetici” olarak seçilmiş olanlar, denetlenme kanallarını tıkıyor ve katılımı sınırlıyorsa; o yapı anti demokratiktir.
Demokrasinin en anlamlısı, doğrudan olanıdır. Her türlü temsil, demokrasiyi sınırlar. Bu nedenle temsilin olduğu yerde temsilci oranını/sayısını arttırmak temsilin demokratik işleyişi sınırlama şansını azaltır. Özellikle demokratik kitle örgütleri, politik yapılardan farklı olarak, temsilde sınırlılığa, disiplinde sertliğe ve katılımda sınırlamaya ihtiyaç duymaması gereken yapılanmalardır. Ne var ki, ne denli alternatif iddialarla yola çıkılmış olursa olsun, demokratik kitle örgütlerinde; seçim, adaylık ve yöneticilik sisteminin büyük oranda burjuva biçimlerden etkilendiği görülüyor. Seçilenlerin hızla tabana yabancılaşması, bürokratikleşmeyi tetiklemekte ve yönetici konumun korunması için antidemokratik yöntemler geliştirme çabasını kalıcılaştırmaktadır.
Program Kurultayı’nın başka bir yanı daha dikkat çekicidir. Kurultayın gündem maddeleri en başından sonucu belirleyici niteliktedir. Gündemin içerisine “sürecin değerlendirilmesi ya da geçmiş değerlendirmesi” konulmamıştır. Böylece mevcut yönetimin başarısızlıkları eleştiriden muaf tutulmuştur. Bunun yerine tercih edilen “ülke sorunlarına yönelik yaklaşımlar ve politikalarımız” başlığı oldukça düşündürücüdür. Çünkü bununla, demokratik devrim programı tümüyle sendikanın programı gibi tartışılmak isteniyor. Oysa anılan başlıktaki sorunların tamamı bir devrim sorunudur. Onun da aracı Eğitim-Sen değildir. Siyasal bir yapının programı tartıştırılarak, radikal bir görüntü verilirken, aslında devrimci bir program sistem içi kanalda ehlileştirilmek istenmektedir. Devrimciler elbette ki dünya ve ülke gerçekliğine bakarak sendikal mücadeleyi örgütlemeye çalışırlar; ama, bu sorunları sendika programına alarak devrim gibi köklü bir çözümü olanaksızlaştırma durumuna düşmezler. Örnek verecek olursak; bağımsızlık, Kürt sorunu veya demokratikleşme konuları Eğitim-Sen’in programına alınırsa, konuların çözümleyicisi konumuna düşülür. Bu ise sendikanın sınırlarını aştığı gibi kendi işlerini de yapamaz hale getirir. Ayrıca, Eğitim-Sen’in farklı siyasal eğilimlere sahip kitle tabanı olduğu düşünülürse, bu denli temel siyasi konularda program oluşturması da beklenemez.
Program Kurultayında asıl tartışmaya değer konu “kapitalist küreselleşme, emek süreçleri ve sendikalar” bölümüdür. Burada “kapitalist küreselleşmenin konjonktürel olduğu” unutulmamalı ve bir tıkanma yaşadığı göz önünde tutularak yaklaşılmalıdır. Ayrıca esnek üretimin fordist üretimi parçaladığı ve sendikaları zayıflattığı doğrudur. Ancak Eğitim-Sen zaten dağınık bir işkolunda örgütlenmiş bir yapıdır. O nedenle esnek üretimin bizi zayıflattığı gerekçesi boşa çıkartılmalıdır.
Denilir ki “karşıtına benzemek tükenmektir”. Tarzı ve yöntemleri karşıtına benzeyenler sözleri farklı da olsa tükeniyor demektir. Genel merkezin, adeta burjuva politikacılar gibi, “iktidarın gücünü kullanarak” kendilerini kurtarmaları mümkündür. Ama onların kurtarıcı gibi algılanmadıkları da artık bilinen bir gerçektir. Evet! Eğitim-Sen zor bir süreçten geçiyor. Ve Eğitim-Sen’in kurtarıcıları yine dipten dalga yaratanlar olacaktır.
Program Kurultayına giderken sorunun müsebbibi olan irade tarafından geliştirilen yönetmelikle, katkı koymaya hazır pek çok üyenin katılımını engellemek, belki mevcut yönetime bir süre daha aynı konumda kalma şansı verecek; ama Eğitim-Sen’e bir yararı olmayacak ve kayıpların devamına fırsat verecektir. Sonuçta merkez yöneticileri dahil tüm Eğitim emekçileri zarara uğrayacaktır. Bu nedenle mevcut yönetim kendi bindiği dalı kesmek anlamına gelen uygulamalardan vazgeçmeli; Eğitim-Sen’in tekrar dinamik bir güç olması ve hedef kitleyi kucaklaması isteniyorsa; hastalığın teşhisinde rol alabilecek hiçbir katılımın önü kesilmemelidir.
Alanın tüm devrimci dinamikleri; önlerine konulan günü birlik eylem takvimleriyle oyalanmak yerine, mücadelenin biricik aracı olan Eğitim-Sen’i yeniden yürür hale getirmekle yükümlüdür. Çünkü hantal ve yürümeyen bir araçla günü kurtarmak da mümkün değildir.
Program Kurultayı üç güne sıkıştırılmamalı ve şimdiden şubelerde, iş yerlerinde program kurultayı hayata geçirilmelidir. Mevcut örgütsel yapılanma ve mücadele çizgisi eleştirilirken yerine doğrudan demokratik bir yapının ön ilişkileri tartışılmalıdır. Yeni program; atanmış delegelerle değil, bizzat tabanla ve tabanın sorunları etrafında iş yerlerinde şekillenmelidir.
Örgütlü eğitim emekçileri toplumun demokratikleştirilmesinde önemli bir rol üstlenebilir. Dünya halkları zorlu bir süreçten geçiyor. Tekeller çıkarlarının gözetilmesinde ölçüsüz bir saldırganlığı öne çıkarmış durumda. Bu koşullarda, tüm demokratik güçler gibi Eğitim-Sen de önemli roller üstlenebilir. Ama, önce kendi ayak bağlarını koparmalı, öznel hesaplardan arınmalı ve geleceği bürokratik hesaplara kurban eden her türlü eğilime karşı içsel direnci büyütmelidir. Program kurultayı bu amaca hizmet edebilmesi oranında anlamlı olacaktır. Bu konuda her Eğitim-Sen üyesine görev düşmektedir. Bugünden harekete geçmeli, merkez yönetime baskı kurarak, katılım kanallarını tıkamaya hizmet eden tüm uygulamaların fiilen de olsa aşılması için yöntem ve araç geliştirilmelidir. Bunun için devrimci öğretmenler, tüm sendikal dinamikleri harekete geçirmeli ve yeni bir yükselişin kanallarını açmalıdır.
Söz, Yetki, Karar çalışanlara..
07.10.2006
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN
Sayı 23 (Kasım 2006 – Ocak 2007)