Bir süredir, sadece sınır ötesine değil, atılan hemen her adıma dair haberler medyanın güçlü manipülasyon imkanları eşliğinde kamuoyuna sunulmakta ve genellikle olguların, egemen güçlerin göstermek istediği şekilde algılatılmasına özel bir önem verilmektedir.
5 Kasım sonrasında yaptığımız açıklamada, “ABD’nin tercihleri çerçevesinde bir uzlaşmanın sağlandığını” söylemiştik. ABD’nin Türkiye egemenlerini ikna etme ihtiyacı duyması, onların da aralarındaki çelişmeleri erteleyecek denli ikna olması, görüşmenin PKK ile sınırlı olmayan, çok daha kapsamlı bir içerikte olduğunun göstergesidir. ABD, dünya ölçeğinde olduğu gibi bölgede de sıkıntılıdır. Yaşadığı ekonomik durgunluktan, doların saltanatının sarsılmasına ve itibar kaybına kadar pek çok sorun onu yeni arayışlara zorlamaktadır.
Rusya’dan Çin’e ve Hindistan’a kadar çeşitli ülkelerle arasındaki irade savaşı, daha önce de belirttiğimiz gibi ABD’yi enerji kaynakları ve ulaşım yolları üzerinde tam ve kesin denetime zorluyor. Bu çerçevede düşündüğü İran müdahalesi için nükleer gerekçenin, istihbarat örgütlerinden BM’ye kadar çeşitli organlarca boşa çıkarılması; ABD’yi bu niyetten vazgeçirmemiş, sadece nükleer gerekçeye sıkışıp kalmayan yöntemlere yöneltmiştir. Kaldı ki ABD’nin, uygun zemin yakaladığında, meşruiyet için özel bir gayret sarf etmeyeceği çeşitli örneklerden biliniyor.
İşte tam bu noktada, Oval Ofis’te ikna edilen Türkiye’nin, PKK gerekçesiyle Kuzey Irak’a yaptığı operasyonun kimi ayrıntıları, ABD’nin bölgeye dair niyetlerini ele veriyor.
Bilindiği gibi PKK 1984’ten beri büyük oranda Türkiye coğrafyasında olmak üzere bölgede aktif biçimde gerilla faaliyeti yürütüyor. Türkiye de bunu önlemek için OHAL uygulamalarından dünyaca bilinen tüm antigerilla birikimleri ithal etmeye ve teknolojinin son imkanlarını kullanmaya kadar her yolu denemiş; ama, son operasyonda öne çıkarıldığı gibi “PKK’yi tüketememiştir”. Hatta bugün hala kendi sınırları içinde gerilla oluşumunu önleyemezken, Kandil’de “sorunu çözmüş” olması, kampların “BBG evi” gibi gözetlendiği iddiası inandırıcı olmaktan uzaktır. Ve zaten gerçek amaç da bu değildir.
Sınıra yakın kentlerdeki üslerden uçak kaldırıp, havada ikmale ihtiyaç duymadan daha önce de olduğu gibi tespit edilen hedeflerin bombalanması mümkündü. Bunun yerine, Türkiye’nin en batısından da (Balıkesir’den) havalanan uçaklara havada birkaç kez, İncirlik’ten kalkan tanker uçaklarıyla ikmal şovu yapılması ve hedeflerin, çok özel amaçlar için üretilmiş lazer güdümlü bombalar ve MK-84’lerle(yeraltı sığınaklarını dahi vurabilen ABD patentli bomba) vurulması, niyetin kimi baraka ve mağaraları çökertmekten öte olduğunu, hatta operasyonun bir çeşit tatbikat amacı taşıdığını gösteriyor. Bu tatbikat bölge ülkelerine (İran gibi) ABD-Türkiye ittifakının olanaklarını gösterme amacı da taşımaktadır.
Evet ABD, başta İran olmak üzere bölge ülkelerine Türkiye üzerinden güç gösterisi yapmış; süper gücüne dair beliren kuşkuları bir oranda da olsa gidermeyi amaçlamıştır.
Konunun eksenine PKK’nin oturtulması, Türkiye’ye eylem meşruiyeti sağlarken, aynı zamanda uzun süredir %90’lar düzeyinde seyreden ABD karşıtlığını da aşağı çekmeyi ve Türkiye’de ABD’nin tekrar, dost/müttefik olarak görülmesini amaçlamıştır.
Operasyona Barzani’nin tepkisi, kendi hâkimiyet alanındaki Kürt yoğunluğu sebebiyledir. Talabani ise, yıllar öncesine dayanan Şattül-Arap sorununu kaşıyarak, ABD’nin İran’la ilgili olarak nükleer silah yerine başka bir sorunu ısındırması için fırsat vermiştir.
Mevcut durum, Türkiye ile ABD’nin çıkar örtüşmesi içinde olduğunu gösteriyor. Muhtemelen Türkiye bu rol karşılığında ABD’den sanıldığının aksine PKK istihbaratından çok; Kuzey Irak’ta bağımsız Kürt devletinin ilanı ve Kerkük referandumu konusunda tavizler koparmıştır.
Tabi bu durum, Kürt coğrafyasına son teknoloji ürünü yüzlerce ton bomba yağdırılmasının taşıdığı insanlık dışı boyutu görmezden gelmeye sebep olmamalıdır. Hangi sebeple olursa olsun saldırı, canicedir; Kürt değerlerini, coğrafyasını ve insanını hedef almıştır.
Saldırıdan PKK’ye dönük çıkarılması gereken sonuç, emperyalizm ve bölgedeki işbirlikçi rejimler arasındaki dengelerin bir yerine sığmaya çalışarak, ne ulusal sorunun çözümünde ne de genel anlamda özgürlük meselesinde bir arpa boyu dahi yol alınamayacağıdır. Bir yerlere yaslanmak gerektiğinde dahi, gerçekte halklara düşman güçlerin sahte yakınlıkları değil, devrimci güçlerin omuzları tercih edilmelidir. Bu gelişmeler sonrasında PKK, kaygan zeminde duran ve her an yer değiştirebilecek payandalardan umudunu kesip yüzünü devrimci güçlere dönebilirse; bu, son dönemin en önemli kazanımı olacaktır.
31 ARALIK 2007
DEVRİMCİ HAREKET