EZİLEN CİNSİ BİR ARAYA GETİREN BAĞIMSIZ BİR ÖRGÜTLENME YARATMAK; İNSANLIĞIN KURTULUŞU ÇABASINI BÖLMEK ANLAMINA GELMEZ
İnsanlığı nihai kurtuluşa götüren basamakların sayısı kadar, niteliği de çoktur ve karmaşıktır. Toplum kesimlerinin özlük hakları etrafında kümelenmesi, en genel talepler etrafında bir araya gelişine bir ayakbağı oluşturmaz. Aksine, örgütlülük ve hak arama bilincinin oluşması, mücadeleyi daha üst seviyelere taşımayı kolaylaştırır. Zaten, toplumsal dönüşümü sağlayacak olan nehir, pek çok akıntının toplanabilirlik özelliğinin sonucunda oluşur. Bu bağlamda parti, sendikaya; dernek, halk içi sivil bir insiyatife engel değildir. Ulusal baskı altında olan kesimlerin, bu sorunu gündeme getirmek üzere bir takım örgütlülükler oluşturması, zencilerin renk ayrımına karşı örgütlenmesi nasıl gerekli ve anlamlıysa, kadınların da ezilen cins olarak bağımsız bir kadın hareketi oluşturması gereklidir ve sınıfsız toplumu hedefleyen çalışmaların bir bileşeni olarak düşünülmelidir.
1920’de Clara Zetkin ile yaptığı sohbette, proletarya diktatörlüğünün, kadının toplumsal hak eşitliği için gerçek bir kılavuz olduğunu söyleyen Lenin, bununla yetinilmemesi gerektiğine ve uluslararası bir kadın hareketi yaratmanın önemine dikkat çeker.
Elbette ki bir devrimci için bağımsız siyasal örgütlenmenin (partinin) çapı; cins ayrımı, renk ayrımı, çevre, vb. sorunları kapsamak için yeterlidir. Bu nedenle de ayrı bir örgütlenme ihtiyacı duyulmayarak; ne gerekiyorsa, partinin kapsayıcılığı dahilinde geliştirilir. Örneğin “Bu kadın yığınının politik-dışı, toplumsal-dışı, geri kalmış ruhu, yalıtılmış etkinlik çevresi, yaşamının bütün düzeni, birer olgudur. Onları göz önüne almamak budalalık, kesinlikle budalalık olurdu. Onlar arasında çalışmak için bize birkaç organ, özel kışkırtma yöntemleri ve örgüt biçimleri gerek. Bu kadıncılık (feminismus) değildir; bu, pratik, devrimci amaca-uygunluktur. ..” (Lenin, Kadın ve Aile, s:262) biçimindeki yaklaşım, kadının özgün durumunun geniş bir perspektif içinde dikkate alındığının göstergesidir. Ancak bütün bunlara rağmen devrimciler, “gerçek kadın özgürleşmesinin ancak komünizmle olabileceğini” bilir; bu uzunca ve engebeli süreçte bağımsız kadın çalışmalarının da rolünü önemser.
KADINI GÖZETEN LEHTE DÜZENLEMELER, SORUNUN ÖZÜNÜ DİKKATE ALARAK YAPILMALIDIR
Kadına karşı ayrımcılık ilişkisinde “egemen” konumunda olan erkek; bu egemenliği benimser ve kölelikten yarar umarsa, belki fiili kimi işleri/yükleri kadının sırtına yıkma avantajına kavuşacak; ama, özgür bir kadınla ilişkinin avantaj ve üstünlükleriyle tanışma fırsatı bile bulamayacaktır. Ayrıca, sömürücü egemenliğin kendi içinde, egemeni de aşağılayan bir yanı vardır. Bir “ezilen”e sahip olmak; sevgili ilişkisini bir köle ile yürütmek; gerçekte köle sahibine de kaybettirir. Bilinir ki, başkasını ezenin özgür olma şansı yoktur.
Sistemin bencilleştirdiği; rekabete, yarışa, aldanma ve aldatma ikilemine sıkıştırdığı bir erkeğin; bu ilişkilenme biçimini evinin içine taşıması bir sonuçtur. Ne var ki bu sonuç, erkeği de vurur. İnsana yakışan, maddi ve moral kazanımları büyüten incelmiş ve gelişmiş ilişki yerine; emreden-emredilen, bağıran-bağırılan, ezen-ezilen ilişkisi ile yetinmek zorunda kalır. Ve açıktır ki bu, ezen konumunda olanı dahil tarafların ikisini de mutsuz eder.
İnsanlaşma evrimi sekteye uğramamış bir kişinin kendisine kölelik edilmesini kabul etmesi mümkün değildir. İşte eşitsizliğin bu karşılıklı etkisini dikkate alan ve sorunun kaynağını doğru kavrayan kişi ve çevreler, yapacakları jestleri doğru seçebilme avantajını yakalar. Aksi takdirde, sorunu aşmayı biçimsel jestlere (şirinliklere) indirgeyen kişiler,bilerek veya bilmeyerek kadını aşağılamış olur. Ve yapıcı adımlar geliştirme şansı bulamaz. Örneğin, ezilen konumundaki kadının bu eşitsizliğine çözüm olarak onu parti, dernek, kitle örgütü, vb. yerlerde yönetime kota ile getirmek bu türden bir zorlamanın ifadesidir. Evet, kadının yönetim kademelerinde daha fazla yer alması için uğraşılmalıdır; ama bunun yolu kota değildir. Bugün için böyle bir tarz, özgürlükçü değil, burjuva bir tarzdır. Lehte ayrımcılık (pozitif ayrımcılık) yaparken de benzer ölçülerle yaklaşılmalı, lehte düzenlemelerin “şirinlik”ten öte bir anlam ifade etmesine, işlevsel olmasına çalışılmalıdır.
KURTULUŞ PROJESİ, KOLAY İLGİ UYANDIRANA DEĞİL, ÖNCELİKLİ OLANA YOĞUNLAŞMAYI GEREKTİRİR
Özveri, coşku ve katılım isteği bir amaç peşinde koşan kişide başarı grafiğine doğrudan yansır. Doğaldır ki bu nitelikler, bilgi ve kavrayıştan bağımsız değildir. Kişi, önemini kavradığı bir sorunun üzerine daha yoğun bir istekle eğilir. Hareket içinde olduğu gibi, yığınlar arasında da istek ve coşku grafiğini yükseltebilmek, çalışma yapan yoldaşların niteliği ile yakından ilintilidir. Yığınların eğilim ve beklentilerini, ağızdan ağıza dolaşan mesajları algılayıp, bunları çalışmanın temel eksenlerini dikkate alan bir düzenlemeye içerebilmek; bir hareketi hem ilkelerinden uzaklaştırmayacak, hem de kitlelerle bütünleştirecektir.
Kitlelerin ilgisini, politik istemlerini ve düşüncelerinin merkezini değerlendirmek durumunda olan devrimci öznelerin, bizatihi kendilerinin, düşüncelerinin merkezine neyi koydukları çok önemlidir.
Toplumda da devrimcilerin içinde de konunun özünü, parıltılı görünen ve ilgi çeken kimi olgulara kurban etme alışkanlığı vardır. Bu konuda, Alman yoldaşlarını eleştiren Lenin, ilginç bir örnek verir.
“Yetenekli bir komünist kadının Hamburg’ta orospular için bir gazete çıkardığı ve onları devrimci savaşım için örgütlemek istediği anlatıldı bana. Rosa, o üzünçlü işinin yapımıyla ilgili polis buyruklarına karşı herhangi bir kusurdan ötürü hapse atılan orospuyu bir makalesinde ele alırken, komünist kadın olarak, insanca duydu ve davrandı. Burjuva toplumun acınası ikili kurbanı şunlardır: Birincisi onun iğrenç mülkiyet düzeni ve ikincisi iğrenç ahlaki ikiyüzlülüğü. Bu, bellidir. Yalnız yontulmamış ve kısa görüşlü bir insan bunu unutabilir. Ama bunu kavramak, orospuları -açıkça söylemem gerektiği gibi- özel loncasal devrimci savaşım birliği gibi örgütlemekten ve onlar için bir kadın gazetesi çıkarmaktan bambaşka bir şeydir. Almanya’da örgütlenmesi gereken, kendileri için bir gazete çıkarılmak gereken, savaşımlarınıza katılmak gereken hiçbir sanayi işçisi kadın gerçekten yok mu? Burada hastalıklı bir gelişme sözkonusudur. Bana her orospuyu tatlı bir Madonna gibi işleyen yazınsal modayı kuvvetle ansıtıyor .” (Lenin, Kadın ve Aile, s:249-250)
Öyle sanıyoruz ki, mantıklı davranan hiç kimse Lenin’in hayat kadınlarıyla bir derdi olduğunu, onların sorunlarını görmezden geldiğini düşünmeyecek. Lenin’den alınması gereken mesaj, ilgi ve enerjinin devrim amacına bağlı olarak en doğru ve en verimli yere yönlendirilmesi gerektiğidir. En azından öncelik sıralamasının dikkate alınması gerektiğidir. Lenin’in buradaki ” Almanya’da örgütlenmesi gereken hiçbir sanayi işçisi kadın gerçekten yok mu ?” ifadesi işin özünü yansıtıyor.
Lenin’in saptadığı hastalıklı gelişmeye gelince, öyle sanıyoruz ki bu, daha uzun süre solda yaygın biçimde rastlanacak bir hastalıktır. Aslında mesele, salt cinsellik değildir; önemli olan, düşüncelerinin merkezine, doğru ve öncelikli konuları koymaktır . Ancak, cinsellik konusuna daha yoğun rastlandığı için, örnekler de bu çerçevede olmaktadır. Lenin, Clara Zetkin’e de benzer bir eleştiri yöneltir. “
Sizin günah listeniz daha da uzun, Clara. Bana anlatıldı ki yoldaşçaların okuma ve tartışma akşamlarında özellikle cinsel sorun, evlilik sorunu ele alınıyormuş. Başlıca ilgi konusu, politik öğretim ve eğitim konusu buymuş. Bunu işittiğim zaman kulaklarıma inanamadım .” (Lenin, age, s:250)
DEVRİMCİLEŞMEK; HER OLGUYA DEVRİMİN GEREKLERİ IŞIĞINDA VE DOLAYISIYLA MARKSİZMİN YÖNLENDİRİCİLİĞİNDE BAKABİLME OLGUNLUĞUDUR
“Hintli ermişin kendi göbeğine baktığı gibi, gözlerini yalnız cinsel soruna dikip ondan hiç ayırmayanlara güvenim yok. Bana öyle görünüyor ki, pek çoğu varsayımlar, çoğu zaman gerçekten keyfi varsayımlar olan cinsel teoriler salgını, kişisel bir gereksinmeden, yani kendi anormal ya da azgın cinsel yaşamını burjuva ahlakı karşısında haklı çıkarmak ve onun hoşgörüsünü dilemek için doğuyor. Burjuva ahlakı karşısındaki bu peçelenmiş saygı, bana, cinseli kurcalayıp durmak gibi aykırıdır. Pek yabanıl ve devrimci tavır takınabilir, ama sonunda burjuvacadır. Özellikle aydınların ve onlara yakın olan katmanların bir düşkünlüğüdür. Partide, sınıf-bilinçli, savaşan proletaryada buna yer yoktur .” (Lenin, Kadın ve Aile, s:251)
Değerlendirme yaparken veya yapılmış değerlendirmeleri incelerken, olayların eksenini kaydırmadan ve kişisel gereksinmelere göre sorunu eğip-bükmeden sonuçlar çıkarabilmek ve bu sonuçları, özüne bağlı kalarak yaşama geçirmek; devrimciler için, amaçlarından uzaklaşma ihtimaline karşı bir güvencedir. Kişisel gereksinmeler, devrimcileşmenin test edilebileceği en özel alanlardan biridir. Aşılamamış bireycilik, bu alanda çeşitli biçimlerde dışa vurur. Kişi, gereksinmelerine “devrimin yararına olma” ölçütü ile yaklaşabildiğinde, cinsellik gibi özgün konulara yönelen ilgi gerekli oranlarda kalacaktır.
Kişi yeni bir yaşamla tanıştığında, hele ki bu, insanlaşma olgusunu ileriye taşıyan değerlerle örülü bir yaşam ise, eski değerlerin çözülmesi ve yeni değerlerin mayalanması durumuyla karşı karşıya kalır. Bu çözülme-mayalanma süreci, sanıldığından çok daha uzun ve gel-gitli olur. Bu nedenle, geçiş süreçlerinin adım adım ve sindirerek geçilmesi, içselleşmenin tamamlanması çok önemlidir. Aksi takdirde özel mülkiyetin ve burjuvaca fayda yönlendirmesinin etkisinde, bir ayağını oraya basarak devrimcilik kapısını aralayan kişinin; yeni yaşamın avantajlarını “kişisel cazibe”lere çevrime riski vardır. Kapitalizmin, insanın maddi ve ruhsal üretkenliğini gemleyen niteliği, olguların özüne değil, parlayan yanlarına yönelmeyi, geçici zevk ve heveslerle yetinmeyi koşullar. Kadında sadece cinsellik gören kişinin, fiziki görünüşü öne çıkarması, farklı fizikler ve cinsellikler tasarımı ile bir çeşit, doyurulmaz açlık çarpılmasına uğraması mümkündür. Bu tür yönlendirme ve ihtimallerin çimlenmesine uygun olan bireyci yaşam biçiminden; insanın dünyasını bütünüyle farklı bir temel üzerine bina eden bir yaşam biçimine doğru evrilirken, kişinin uzun bir süre, eski değerlerin etkisinde olacağı unutulmamalıdır.
Okuduğu romandan, izlediği filmden sadece cinsel içerikli kareleri anımsayan en çok ondan etkilenen kişi, gerçekte yaşamsal bir daralma halindedir. Bu daralma, yaşamın bütünü içinde bir tatsızlık/anlamsızlık olarak yansır. O çok abartılan cinsellik de, yaşamın paylaşılmasının bir devamı olarak değil, “fiziki bir ihtiyaç” sınırlılığında yaşanacağı için, o ihtiyacın karşılanması kadar anlamlı olacak ve giderek, öznesi ile beraber önemini kaybedecektir.
Toplumda bir bütün halinde yansıyan boşluk, hiçlik, tatsızlık, moral grafiğindeki istikrarsızlık, mutluluk açlığı, vb. olguların kaynağında; kapitalizmin, insanın hem maddi hem ruhsal niteliklerini budayan/körelten yapısı vardır. Bu nedenle, ne kapitalizmin başkalaştırıcı etkisinden kurtulma çabası, ne de devrimcileşme etkinliği hafife alınmamalıdır. Karşı-cinsle ilişki, bu değişim sürecinin sadece bir parçasıdır. Ve salt bir parça olarak alınıp ileriye taşınamaz. Yani, basitleştirerek ifade etmek gerekirse, “ben devrimciliğin sadece karşı-cinse dair yanını alıp, bununla yetinmek istiyorum; devrimciliğin diğer boyutları bana ağır geliyor” demek; olmayan bir şeyin, gereklerinden birini varsaymak anlamına gelir. Bu da, yukarıda belirttiğimiz gibi, yeni bir dünyaya aralanan bir kapıdan, eski alışkanlıkların yönlendirmesi ile cazip görünen ilk olguya el atmak ve onunla yetinmeye kalkışmak anlamına gelir.
Devrimcilikle yanlış yerden ve yanlış biçimde tanışmak demek olan yukarıdaki örneklerin benzeri gelişmeler sonucunda özgürlüğü, cinsel özgürlük olarak algılamak, cinsel özgürlüğü de seksüel özgürlüğe indirgemek; sonra da yaşanan badireler sebebiyle özgürlük olgusuna bütünüyle sırt çevirmek mümkündür. Yoksa, hangi insan, kendini de karşı cinsi de yaşamın bütünü içinde yeniden ve çok daha kapsayıcı biçimde tanıma fırsatı veren; karşı-cins ilişkisinin “seksüel” boyuttan çok daha büyük bir dünya olduğunu öğreten devrimciliğe sırt çevirir ki?
Etrafımızdaki örnekleri bu bağlam içerisinde değerlendirmeli ve devrimcileşemeyen kişinin şahsında devrimcilik olgusunu yargılar duruma düşmemeliyiz.
Devrimciliğin koca dünyasında, gözleri karşı cinsten başka bir şey görmeyen ve bu nedenle, devrimciliğin kıyısından, kolunda bir sevgili ile dönen kişiler kendilerini burjuva evliliğin içerdiği çirkefliğin dışında gibi görmek isterler. Ancak, bağrına döndükleri dünyanın yasaları, onların o temelsiz temennilerini de “aşk”larını da tuz-buz etmekte gecikmez.
Devrimci bir kimliğin gereklerini hafife alanlar, böyle bir kimliğin aşka dair içeriğini de hafife alırlar. Ve çoğu kez, yapılan tercihlerde öznelliğin ağır bastığı görülür. Devrimciliği öğrenmeden, devrimciliğin aşka dair vaadettiği özgürlükleri öğrenenler(!) veya devrimci olsalar dahi, insan yaşamına dair gelecek tasarımını burjuva yönlendirmelerin etkisinde yapanlar; cinselliği, bir bardak su içmek, selamlaşmak, vb. sıradan fiillere benzetirler. Lenin, bu yaklaşımdaki kabalaştırıcı tarzı mahkum eder: “Engels, Ailenin Kökeni’nde genel cinsel içgüdünün bireysel cinsel sevgiye geliştiğini ve inceldiğini, bunun ne kadar anlamlı olduğunu göstermiştir. (…) Kuşkusuz! Susuzluk giderilmek ister. Ama normal insan, normal koşullarda sokak çamuruna yatıp bir çirkeften içer mi? Ya da kenarı birçok dudağın değmesiyle yağlanmış bir bardaktan? Hepsinden önemlisi işin toplumsal yanıdır. Su içmek gerçekten bireyseldir. Aşkta iki kişi vardır …” (Lenin, age, s:257)
Lenin, bu itirazlarıyla “keşişlik” çağrışımı yapabileceğinden kaygılanıyor ve “aklımdan geçmez!” diyor. Mesele aşksa, yaşam sevinci, yaşam gücü ise; buna itirazı yok. Ancak, görüldü ki burjuvaca olan, “gönüllerin özgür kılınması”ndan “etin özgür kılınması”nı anladı. Engels, genel cinsel içgüdünün bireysel cinsel sevgiye gelişmesini “incelme”yle açıklıyor. Evet, güzel olanın tanımında incelik, kalite ölçütüdür; kabalık ise, kalitesizlik. Bu nedenle cinselliğin, “azgınlık” olarak yansıyan hali, yaşam sevincini arttıran değil, azaltan bir rol oynar.
“Düşünen hayvan”, “alet yapan hayvan”, vb. olarak tanımlanan insan, hayvani olandan insani olana evrildikçe (inceldikçe), fiziki gereksinmelerini karşılamada da incelir. Açlığı giderme yönteminin, mideye bir şeyler göndermekten ibaret olmadığı kavranmaya başlandıkça; zevk, tat, doyum hissi ve bunların fiziki ve ruhsal sonuçları farklılaşmaya başlar. Bir yemek sonrasında mide ve ruh doygunluğu olabileceği gibi; mide ve ruh yorgunluğu da olabilir. Bu, kişinin seçicilik (incelme) yanının gelişmişliği ile yakından ilintilidir.
Bu konuda etrafta yansıyan ve insanlık adına umut kırıcı olan örnekler, bütün bir toplumda hayvani olandan insani olana geçişi amaçlayan devrimi ne tür güçlüklerin beklediğini gösteriyor. Bu vesileyle Lenin “çağımızda devrim çetin, çok çetin” diyor.
Sigarayı bırakanın, belirli bir süre bütünüyle o eksikliğe (açlığa) odaklanması ve bunu hemen hiçbir şeyle gideremediği için “mide fesadı”na sebep olacak şekilde “abur cubur”a başvurması gibi; yaşamındaki maddi ve ruhsal alanı gerekli biçimlerde düzenleyip doyuramayan insanların açlık ve doyum grafiklerinde bir dengesizlik haline rastlanabilir. Bunlar, ister devrimci zeminde, ister dışında olsun, dengeyi kuramadığında, savrulma/çarpılma kaçınılmaz hale gelir.
Devrimci zeminin telaffuz ettiği özgürlüğü, yaşamda bir çeşit kuralsızlık ve serbesti olarak algılayıp, istismar için yola çıkanlar “burjuva” olanı, devrimci şemsiyenin korumacılığı altında hayata geçirirken; kötü örnekleri devrimcilerin “Aşil topuğu” olarak kabul edip oraya ateş etmek için sabırsızlananlara fırsat vermiş olur.
Bilinir ki, fazla vitaminin yararı yoktur. Fazla antibiyotiğin zararı vardır. Özellikle genç bedenler, çeşitli ve yoğun aktiviteler için uygun bir organik zemindir. Bu zemin, kendine uygun aktivitelerle mutluluk ve sağlık üretebileceği gibi, yanlış müdahalelerle bunalımın ve hastalığın eksilmediği bir hal alabilir.
“Gençlik özellikle yaşam sevinci ve yaşam gücü gereksiyor. Sağlıklı bir spor, jimnastik, yüzme, yürüme, her türlü bedensel pratik, ruhsal ilgilerde çok-yanlılık. Onlarla birlikte olabildiği kadar çok öğrenme, inceleme, araştırma! Bütün bunlar, gençliğe, cinsel problemler üzerine sonsuz açıklamalardan ve tartışmalardan ve sözümona zamanını değerlendirmekten daha çok şey verir. Sağlıklı beden, sağlıklı ruh! Ne keşiş, ne Don Juan, ama ikisi arasında Alman darkafalısı da değil. X.Y.Z.’yi tanıyorsunuz herhalde. Olağanüstü bir delikanlı, üstün yetenekli. Korkarım, bütün bunlara karşın asla adam olmayacak. Durmadan ötüyor ve kadın öyküsünden kadın öyküsüne sendeliyor. Bu, politik savaşıma, devrime yaramaz .” (Lenin, age, s:258)
Bütün gün TV izlemek, yataktan kalkmak istemezcesine uyuma hali, tiksinecek boyutlara varıncaya dek sigara içmek, sık sık içkiye yönelmek, oynayanlardan biri üzerinden başarı beklentisiyle saatlerce futbol izlemek; insanın kendi potansiyel yaşamıyla barışık olmaması, bir çeşit yaşama küskünlük halidir. Sıkça belirttiğimiz gibi kişi, kendine yakışık gördüğü ve bunun için emek harcadığı oranda güzelliklerle tanışma ve sahip olma şansı bulur. Bunun için gerekli çabayı harcamıyorsa, farklı düşünüyor gibi görünüyorsa da güzellik kaygısı yok veya zayıf demektir.
“Proletarya yükselen bir sınıftır. Uyuşmak için ya da uyaran olarak sarhoşluğa -az bile olsa, alkolle sarhoşluk gibi cinsel taşkınlık sarhoşluğuna- gereksinme duymaz. (…) Kendine egemenlik, özdisiplin kölelik değildir, aşkta da kölelik değildir.” (Lenin, age. s:258)
Sürekli uyanık olmak, dinç olmak, yaratıcı bir üretkenlikle yaşama müdahale etmek bir öz disiplin gerektirir. Böyle bir öz disiplin kişiyi yaşamında ve dolayısıyla başkaları ile olan ilişkilerinde başarılı ve doygun kılar. Açlığın aklı gemleyen dürtücülüğünden muaf, doğru kareleri doğru zamanlarda seçip uygulayabilen kişinin başarı ve mutluluk grafiğinde yüksek değerler gözlenir.
Devrimciliği ve dolayısıyla vaadettiği zenginliği kavramayıp, bu zeminin dışına düştükten sonra, mutluluk arayışına giren ve sonuçta smokinli garsonların gülme özürlü yapaylıkları eşliğinde ışığı az bir ortamda eşiyle içki içmek gibi çözümlere (!) kadar kendini düşüren kişilere belki kızmak değil, acımak gerekiyor. Çünkü bilinir ki devrimciliğin eteği bile yüksektir. Ve kişi ne denli yüksek bir yerden düşerse, o denli parçalanır.
İçki, sigara ve uyuşmuş iradelerin kontrolsüzlükleri eşliğinde adeta renkli bir sos işlevi gören gürültülü bir müziğe kendini kaptırmak, bu müziğin “devrimci çağrışımlar” yapmasından vicdani rahatlama duymak ve vaktini de parasını da orada harcar duruma düşmek; bir şeyleri kırmanın, önünü açmanın, ileri bir adım atmanın değil kendini bir çeşit tutsaklığa teslim etmenin ifadesidir. Dün, devrimcilik bir yaşam biçimidir diyenlerin; bugün bu tasvir ettiğimiz iç karartıcı kısır döngüyü bir yaşam biçimi olarak seçmesi sonrasında, diğer başka konularda olduğu gibi cinselliği ve karşı-cins ilişkilerini de bu atmosferin normları içinde algıladığı görülür. Bunun sonucunu görmek için çok uzağa gitmeye veya uzun boylu tahliller yapmaya gerek yok.
Herkes, etrafındaki bu tür örneklerden birini seçip incelesin. Her akşam insanın bedeninden de ruhundan da bir parça koparan o mekanlarda gerçekten tam bir tükenmenin yaşandığını ve kişinin giderek boşluğa/anlamsızlığa yuvarlandığını görmek zor olmayacaktır.