Son zamanlarda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Kınama Günü vesilesiyle adeta tüm burjuva partileri bu gündem üzerinden afişler, pankartlar vb. asarak kadına yönelik şiddeti “kınadı”lar.
Kadına yönelik şiddet konusunda en son söz söylemesi gerekenler nedense bizim ülkemizde kürsüyü gerçek söz sahiplerine bırakmıyorlar. Son zamanlarda krizin baskısı ve gericileştirilen toplum nedeniyle kadın cinayetlerinde, kadına yönelik şiddet olaylarında ciddi bir artış yaşandı. Kadının mücadeleyle toplum içinde bugüne kadar edindiği yer, gün be gün ayağının altından kayıyor. Bunun sebebi ise kadına yönelik şiddet konusunda “konuşmaya” da kendilerini hak sahibi gören egemenlerdir.
Bugün örneğin, 4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte kadın, özgürleşme mücadelesinde mevzi kaybetmiştir. Yeni kuşaklar, yaşama gerici-dinci yönü ağır basan türk-islam sentezli bir ideolojiyle bakacaklardır. Kişilik böyle şekillenecektir.
Genç kadınlar, kadını neslin devamı için üretim aracı olarak gören bir bakış açısının, algıyı daraltan tezgahından geçecek. Kendisine yabancılaşacak ve kendini erkeğin elinde daha çok mülk gibi hissedecektir. Erkek ise kadını daha çok kendisi için bir nesne olarak görecektir.
Kadına yönelik şiddet, artarak devam edecektir. Mağdur kadının, mağduriyetine sebep olan devlete sığınması bir çözüm değildir; daha büyük mağduriyetlere kapı aralayacaktır.
Bugün kadına yönelik şiddetin arka planında sınıflı toplumların doğuşuna kadar götürülebilecek bir bakış açısı vardır. Mesele tek başına erkeği düşman olarak görmek darlığında incelenmemelidir. Kadının toplumsal olarak erkeğin mülkü gibi algılanması özel mülkiyetle doğmuştur. Mülkün devri için kadın da özelleştirilmiştir/köleleştirilmiştir. Bugün şiddete karşı sığınılan devlet de, bu esaret zincirini korumak için özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla zamandaş olarak oluşturulmuştur.
Ancak sınıflı toplum öncesi dönem, insan türünün dünya üzerindeki varlığının %98’ini kapsayan bir zaman dilimidir. Bu ilkel komünal dönemde, kadın ve erkek arasında eşitlik söz konusudur. Hatta kadının “ana” olmaktan kaynaklı daha bir saygınlığı vardır. Kadının doğasında erkeğe tabiilik olmadığı gibi, erkeğin doğasında da kadına zulmetmek, üzerinde tahakküm kurmak yoktur.
Kadının kağıt üzerinde de olsa medeni ve siyasal hakları edinmesinin geçmişi çok değildir. Ezilen sınıfların mücadelesi ve sosyalizmin kurtuluş umudu olarak belirmesiyle birlikte anayasalara daimi olarak yerleşmiştir. Reel sosyalizmin baskısıyla kadın hakları, sosyal haklarla desteklenmiştir. İşçi sınıfının kazanımları olarak yasalarda yer almıştır: kreş hakkı, doğum izni vb gibi. Ancak reel sosyalizmin çöküşü ve sınıf hareketindeki ivme kaybıyla birlikte sosyal hakların neoliberal politikalarla tasfiyesi kadın haklarında da irtifa kaybına neden olmuştur.
Örneğin bugün birçok iş yeri doğum yapmama tahaahüdüyle işe almaktadır. İşyerlerinin genelinde kreş yoktur ve kreş yardımı verilmemektedir.
Bugün gerçek anlamda kadının kurtuluşu kadın sorunu bağlamlı yapılan eylemleri sadece “kadınlara” indirgemekten geçmemektedir. Bugün kadının kurtuluşu da diğer sorunlar gibi tüm ezilenlerin kurtuluşunu koşullamaktadır. Emek-sermaye arasındaki çelişkiyi gidermek, kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmak için mücadele edilmedikçe kadın-erkek arasındaki eşitsizlik de giderilemeyecektir.
Kadın-erkek, alevi-sünni, kürt-türk demeden tüm ezilen işçi, emekçi ve köylülerin emperyalizme ve onun işbirlikçisi faşizme karşı mücadelesi ortaklaşmadıkça kadınlar onları köleleştiren sistemin zincirlerini kıramayacaktır.
Nasıl ki kürt olmayan bir işçi, kürt halkının kaderini tayin hakkını destekleyebilirse, erkekler de kadının kurtuluşu için mücadele edebilir. Sonuçta devrim perspektifiyle bakıldığında kadının özgürleşmesi erkeği de özgürleştirecek, işçi ve emekçileri bir bütün halinde mücadeleye katacaktır. İşçi sınıfı öncülüğünde insanlığın özgürleşmesi de doğayı güzelleştirecektir.
Sosyalizmin baharında tüm eşitsizlikleri yok etmek ve yeteneklerimizle gelişip özgürleşmek için
KADIN ERKEK ELELE MÜCADELEYE!
27 KASIM 2012
DEVRİMCİ HAREKET