AKP ORTAÇAĞI MI SERMAYENİN KÜRESEL ÇAĞI MI ?
Ezilenlerin tarihi, bugünü anlatırken; meydanı boş bulup,
Marks ile güreştiğini zannedenleri değil,
Marksist mayayı ihtiyaç hamuruna çalabilenleri kontrol edecektir…
Olguların bütünlük içinde değerlendirilmesi, görüngülerle yetinmemeyi ve her olgunun ardına da bakmayı gerektirir. Bu yöntem, yalanda ve yanıltmada imkân çoğaltan iktidarın atraksiyonlarını anlamak ve doğru yere oturtmak için, özellikle gereklidir. Örneğin AKP’nin yaptıklarını, salt dinci gericilikle açıklamak ve dolayısıyla ve AKP’nin ortaçağı tanımlamaları yapmak sorunu eksik, dolayısıyla da yanlış kavramaktır.
Evet AKP, muhafazakar tabanı tahkim etmek adına yer yer kimi hesaplarına söz konusu kesimlerinde beklentilerini içeriyor. Ne var ki sistemin dizaynı ve toplumun yeniden biçimlendirilmesi, dar anlamda AKP’nin değil geniş anlamda sermayenin beklentileri anlamında yapılmaktadır. Hatta diyebiliriz ki, her şeyin ( gücün ve rant imkanlarının) tek elde toplanması da bunun için güçlü “mitler” yaratmak, vb. pratikler de yeni ve salt AKP’ye özgü değildir. Bu konuda özellikle Nazi Almanya’sıyla ve propaganda bakanı Goebbels’in uygulamaları ile önemli oranda bir benzerlik göze çarpmaktadır.
Bilindiği gibi partisini 1921’de kuran Hitler, ilk etapta çok etkili değildi. Ve yumuşak bir söyleme başvurdu. Ancak 1932’deki seçimlerden başarıyla çıktıktan sonra, gücü hızla elinde topladı.
İlkin cumhurbaşkanlığını lav edip tek lider oldu. Sonra iktidarını tahkim ettiği oranda diğer partileri de yasakladı. Uygulanan baskılar sonucu pek çok yazar ve sanatçı ülkeyi terk etti. Sanat eserlerinde tek ölçü Nazi propagandası oldu. Grev yasaklandı. Alman ırkından olanların çocuk yapması teşvik edildi. Çingeneler, Yahudiler, komünistler toplama kampına kapatıldı.
Gazeteciler tutuklandı. Muhalif siyasetçiler kurşuna dizildi. Kamplara toplananlar ya fırınlarda yakıldı ya da kurşuna dizildi. Ve Almanya toplumu tek sesli hale getirildi. AKP’nin kurumları ele geçirip gücünü sağlamlaştırma oranında sertleşen uygulamaları aktardığımız kesitten çok farklı değil. Toplumu, siyaset ve değerleri tekleştirme, hemen her açıdan bir tekel oluşturma, ötekinin kapsamını büyütme, faşizmin Türkiye’ye özgü AKP eliyle icra edilen versiyonudur. Bu denklik için gaz odaları şart değildir. Çünkü AKP, gazı (şiddeti, denetim ve boğuculuğu) odadan çıkartıp hayatın her alanına taşımış, daha yaygın hale getirmiştir. Ancak, iktidar, tekleşme ve otorite, nasıl Nazizm’e yetmediyse, AKP’ye de yetmemektedir. An geldi Hitler’in her sözü kanun kabul edildi. Hitler’in yüce ve seçilmiş bir lider olduğu, Goebbels’in geliştirdiği propaganda araçlarıyla topluma empoze edildi. Bu diktatöryel sonuca itiraz edene, baskı ve şiddetin her türü reva görüldü. Tüm devlet imkânları ( zor aygıtları) buna göre düzenlendi.
Son zamanlarda Tayyip Erdoğan’ın da ağzından nekrofillik, kalleşlik, tasma ve benzeri kavramlar dökülürken; emperyalist sermaye tahakkümde, talan ve işgalde alan büyümekte; faşizm, toplumsal kılcallara dek nüfuz etmektedir.
İKTİDARIN, KADINLARIN ÜREME POTANSİYELİNE MÜDAHALESİ “DİN TEMELLİ TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ”NDEN ÖTE BİR KAPSAM VE İÇERİKTEDİR
Dünya’da Özellikle Avrupa’da nüfusun yaşlanmasına bağlı sorunlar yaşanırken, Türkiye’de “kürtajın yasaklanması ve daha çok doğum” yönünde atılan adımlar, belirli oranlarda sağ-muhafazakar kesimlerin değerlerini okşama niteliği taşısa da, asıl ve öncelikli olarak, bu planlamanın; genç nüfus, aşırı istihdam, daha fazla işsizlik, dolayısıyla da ücretlerin düşmesi demek olduğu üzerinde durulmalıdır. Bu bağlamda uygulama, dar anlamda AKP’nin tercihinden çok, emperyalizmin beklentisiyle açıklanmalıdır. Genç nüfus ile ekonomi arasındaki ilişki için Çin, çarpıcı bir örnektir. David Harvey, Sermaye Muamması adlı kitabında, “Çin’de kapitalizmin şaşkınlık verici performansı istihdam açlığı içinde kocaman bir genç nüfusu ortaya çıkarmasına bağlı olmuştur.” der.
Türkiye’de “kürtaj yasağı” tartışmalarına grev yasağının eşlik etmesi bir rastlantı değildir. Ülkenin ucuz emek cennetine dönüştürülmesi, kriz koşullarında uluslar arası sermaye için önemli tercih sebeplerinden biridir. Kaldı ki AKP, uzun süredir sermaye için hemen her açıdan cazip bir merkez oluşturma görevini önüne koymuş ve bu konuda hem hızlı hem de kararlı adımlar atmaktadır. Bu arada kamu çalışanlarına yapılan sınırlı miktardaki ücret artışı ve sürecin Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun tartışmasız kararıyla sonuçlanan işleyişi, bir başka güncel örnektir.
Aslında, işverenlerin bu konudaki hesapları/eğilimleri yeni değildir. TÜSİAD hazırladığı raporlarda “AB ülkelerinde 65 yaş üstü nüfus %17 düzeyine ulaşmış durumda. 65 yaş üstü nüfus oranı 2060 yılında %30’u aşacak.” diyerek bu ihtiyaca dikkat çekmişti. Genç nüfusun bir diğer özelliği de tüketim eğrisi açısından canlı-dinamik bir özellik taşıması; modanın, lüksün, markaların, vb. takipçisi olmasıdır. İşte AKP, bu gerçeklerden hareketle, emperyalist sermayenin, beklentileri ile sağ muhafazakâr kesimlerin yaşam standartlarını (değerlerini) aynı potada eriterek hayata geçirmektedir.
AKP’nin taşeronluğunda, yeniden biçimlendirilen sistem; demokratikleşerek değil, faşizmi yaşamın dokusuna içselleştirerek adım adım ortaya çıkıyor. Bu yolda mesafe katledildikçe, kabul edilmesi daha zor uygulamalar, saldırı ve hak gaspları devreye sokuluyor.
4+4+4, nasıl yalnızca “dindar nesil yetiştirme” amacında veya AKP’nin geleneksel tabanını “beklentileri üzerinden tahkim etmek”ten ibaret değilse; kürtaj konulu son müdahalede grev yasağından, kıdem tazminatının hedefe konulmasından, Kentsel Dönüşüm Yasası’ndan ve Roboski’de devletin rolünden bağımsız değildir. Bu nedenle kürtaj yasağı, yalnızca kadının; grev yasağı, yalnızca işçinin sorunu olarak görülmemeli; saldırı nasıl planlı ve bütünlüklü ise, itiraz ve direniş potansiyelleri de belirli bir plan dahilinde, bütünlük oluşturacak şekilde birbiri ile ilişkilenebilmelidir.
Aslında, topluma müdahalenin ve başlayan tartışmanın geldiği aşamada, “konumuz kürtaj değil, bu bir manipülasyondur.” deyip, kürtaj meselesini bütünüyle değerlendirme dışına çıkarmak doğru değildir. Müdahalenin, gündem değiştirme bağlamlı ve dar anlamda “kürtaj” olgusunu aşan boyutları olsa da, doğrudan kürtaj üzerinden tartışabilecek bir boyutu da var.
KÜRTAJ, ANA ADAYININ RAHMİNİN KÜRETE EDİLMESİ, YANİ KAZINMASI İŞLEMİDİR
Embriyo-Fetüs ikileminden öte, gebelik hangi aşamada olursa olsun, hiçbir kadın, ameliyat masasına yatıp, üreme bölgesindeki bu operasyona gönül rahatlığı içinde izin vermez. Her kürtaj, farklı oran ve biçimlerde de olsa, kadın için bir sıkıntıdır; ruhsal ve fiziki bir acı, bir yıpranmadır. Bu nedenle kadına suçlama- sorgulama refleksiyle değil, sahip çıkma bilinci ile yaklaşmak öncelikli olmalıdır.
KADININ RAHİME DAİR FAŞİZMİN KAR VE PAZAR BAĞLAMLI İŞ GÜCÜ PLANLARI
Kürtaj, kürete etmektir, kazımaktır yani kadının rahmini.
Söküp almaktır, doğuma aday ananın içindeki benzerini.
Kendisinden iyi kim bilebilir bu operasyonun maddi ve ruhsal etkisini?
Buna rağmen feda edebiliyorsa kadın, içinde müstakbel bebeğini;
olsa olsa acısını paylaşmalı, saygı duymalı veya susmalı.
Ne var ki birer fabrika gibi görüyor kadını günümüzün ataerkil sistemi
ve yalnızca kafa-kol emeğini değil, rahmini de sömürmeyi sistemleştirmiş;
ona göre geliştiriyor yasaya ve icraata dayalı faşizmini.
Sevmeyi zaten öğretmiyor; yalnızca cezalandırmayı biliyor,
günümüzün ezilen cinsini.
Devamında ise, Goebbels’ce davranıyor,
anneyi ve bebeği korumak olarak yansıtıyor bu uygulamada cinsel,
sonuçta sınıfsal faşizmini.
Gerçekte kapitalistçe hesapları gizliyor
yaptıkları “cinayet” ve “Uludere” edebiyatı.
Bütün bu laf kalabalığına rağmen alttan alta sırıtıyor,
kadının rahmine dair faşizmin kar ve pazar bağlamlı iş gücü planları.
Ey emperyalizmin kahyalaşmış kuvvetleri,
ey zulmün taşeron kaleleri; bilmelisiniz ki, kapitalist bozulmaya uğramadığı sürece, beyni-rahmi ve üretken tüm potansiyeli ile
devrimcidir kadınların her biri.
Ve sandığınızdan öte bir tokat bekliyor sizi.
Çünkü bir kez daha, hafife alıp ezileni,
aşmaya kalktınız çizmesini…
Başbakan kürtaj ve sezaryana dair o sorunlu ifadeleri, Roboski katliamına dair tartışmaların devam ettiği bir dönemde ve AKP Kadın Kolları Kongresi’nde kullanması da, yani yer ve zamanlama da, üzerinde durulmayı, gerektiren niteliktedir.
Birincisi, Roboski devlet eliyle gerçekleşmiş bir katliamdır; böyle bir katliamı meşru kılacak hiçbir gerekçe/zorunluluk yoktur; olamaz. “Her kürtaj bir Uludere’dir.” demek; pek çok gafı bir arada yapmanın yanında, hem katliama dair bir itiraftır, hem de katliamın hafife alınmasıdır.
İkincisi, böyle bir konuşmanın Kadın Kolları Kongresinde yapılması, kadın sorununu sınıflar üstü görüp, burjuva olan dâhil her kadın için aynı anlama geldiğini savunanlara fiilen verilmiş bir yanıt, öğretici bir örnektir.
Egemenler, sistemi tepeden tırnağa yeni ihtiyaçlar bağlamında, AKP taşeronluğunda dizayn ederken, patriarkal sömürü ve yaşam standartlarının yeniden tanımı da bu kapsamın dışında değildir. Bu nedenle, nüfus planlamasından etik değerlere, eğitimden istihdama kadar, AKP’nin gündemine giren her “parça”, “bütün” içinde ele alınmalıdır. O noktada görülecektir ki, insanların aklı, algısı ve bilinci gibi bedeni de, sermayenin müdahale, işgal ve istismar alanları içine alınmıştır.
Sermaye, vaktinde mücadele içinde kazanılmış ve bir şekilde sahip olunan hemen her hak gibi, kadının bedeni üzerindeki hakkı da gasp etmek üzere hedefine koymuştur. Hatta mesele, kadın bedeni ve üreme ile ilgili hak tartışmasını açmış, kadın bedeni, toplumun malı olarak ve egemen ahlakın disiplini içinde tanımlanmıştır.
KÜRTAJA YASAK, DOĞUMA TEŞVİK; ÇİNLEŞTİRME VE KÖLELİK
Devletin ekonomi politikaları, emeğin mümkün olan azami ölçülerde esnekleştirilmesi, dolayısıyla güncel bir deyimle söylersek, “çalışma yaşamının Çinleştirilmesi”dir. Bu sistemde, artan işsizlikten ucuz iş gücü elde edilmekte ve kölelik koşulları dayatılmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi son dönemde peş peşe gündeme sokulan, 4+4+4 eğitim, kürtaj yasağı, “en az üç çocuk” yönlendirmesi, sendikaların işlevsizleştirilmesi ve grev yasağı, hep bu kapsamda değerlendirilmesi gereken saldırı ve düzenlemelerdir. Nitekim, eğitime dair 4+4+4 planlaması yapılırken, “ekonomik olanakları olmayıp eğitimde ilerlemeyecek olan kesimlerin meslek edinme konusunda eğitilmesinden” açıkça söz edilmiş, meselenin çocuk işçi ve ucuz iş gücü boyutu itiraf edilmiştir. Sonradan, ikinci dört kısmına geçince meslek edinmeye yönelik bir şey olmayacağını söylenmesi, bütünüyle tepkileri yumuşatmaya yönelikti. Gerçekte bu konu, Türkiye’nin emperyalizmle girdiği ilişki bağlamında, kendisine biçilen rolün bir parçasıdır.
Bugün artık, ihracat ekonomileri olarak tanımlanan gelişmekte olan ülkerlerde, belirleyici olan ucuz iş gücüdür. Hatırlanacak olursa geçmişte, emperyalizmin sömürgelerle kurduğu ilişkide, ucuz ham madde kaynakları, pazara yakınlık, vb. kıstaslar öne çıkardı. Bu gün için, ucuz iş gücü, deyim yerindeyse tek belirleyici öğe haline gelmiştir. Bu, gelişmekte olan hemen tüm ülkelerde, temel politikadır. “Ne kadar çok çocuk, o kadar çok ucuz iş gücü” prensibi ile hareket edilmektedir.
Çin, Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan ülke ekonomileri, emperyalist ülkeleri tehdit edecek boyuta gelmiştir. Türkiye ise, hızla gelişen Ortadoğu pazarı için bir üretim üssü olmaya aday en uygun ülke olarak, bu çerçevede gerekli her türlü düzenlemeyi yapmakta, anlaşmaları imzalamakta; “ulusal çit” bağlamında en küçük bir engel bırakmayarak, koşulları emperyalist tekellerin iştahına uygun hale getirmektedir. İş yaşamında da, nüfus planlamasında da, yargıda ve ceza yasalarında da yapılan değişikliklerin (anti demokratik düzenlemelerin) özü budur.
Diğer bir ifadeyle, emperyalizmin özel yetkili partisi AKP, özel yetkili mahkemelerle ve buna uygun yasalarla toplumu tepeden tırnağa zapt-u rapt altına alan kurucu bir irade biçiminde hareket etmektedir.
FAŞİZMİN GÜNCELLENMESİ
Yapılmakta olan, faşizmin güncellenmesi ve salt bir “sopa” olmaktan çıkarılarak, yaşamın bütününe içirilmesidir. Foucault’un deyişiyle “Hayat artık iktidarın bir nesnesi haline gelmiştir.” Faşizm, her ana ve her duruma içerilmiş, fiili bir olgudur. Mevcut uygulamaların AKP’nin klasik tabanının ve Tayyip Erdoğan dahil kimi kadrolarının dinci geleneği ile ilişkilendirilmesi, yanlış değilse de, AKP’yi tanımaya ve durumu anlamaya yetmez.
Örneğin bu gelenekte; eşcinselliğin hastalık olarak görülmesi, zorunlu hadımlık, çok çocuk yapmak, kürtaj yasağı varsa da, bu uygulamaların hepsinin fasit rejimlerin ayırt edici özelliklerinden olması bir rastlantı değildir.
Hitler faşizminin ilk yasaklarından biri kürtaj oldu. “ Kürtaja yönelik hizmet sunmak, kürtaj malzemesi satmak ve kürtaj yöntemleri hakkında bilgi vermek” de yasaklandı. Benzer şekilde iktidarını sağlamlaştırma oranında, “özel yaşam”a dair müdahale ve yasakları arttırmakta, salt AKP’ye özgü bir durum değildir. 1933’te iktidara gelen Naziler, 1934’te Gestapo içerisinde, eşcinselliğe ve kürtaja karşı mücadele için bir birim oluşturdu. 1936’da “Eşcinsellikle Ve Kürtajla Mücadele İçin İmparatorluk Merkezi” kuruldu. Yine 1936’dan itibaren aylık geliri 185 Mark’ın altında olan ailelere 5 çocuk ve üstü için ayda 10’ar Mark ödendi. 1938’den itibaren bu para, artık üçüncü çocuktan itibaren ödenmeye başlandı. Bunun yanında ailelere vergi kolaylığı ve muafiyeti de getirildi. “Her kim bir çocuk dünyaya getirirse, Alman halkının var olma savaşında bir etabı kazanmış olur.”, ifadesi, Nazi ideolojisi paralelinde bir propaganda aracıydı.
Hitler gibi Mussolini’nin de “çok çocuk yapma”yı teşvik ettiği biliniyor. Benzer şekilde, retorik ustalığı, iddialı sözler, heybetli binalar ve projeler, eski-yeni ikilemleri faşizmin toplumsal narkoz ve rıza üretme konusunda yaygınlıkla başvurduğu yöntemlerdir. Mussolini’nin Milano’dan Roma’ya geçerken tren garı şefine sonradan faşizmin temel sloganı olacak şu ünlü deyişi söylediği bilinir; “Tam saatinde varacağım. Bundan böyle her iş tam saatinde yapılacak.” Kısaca sı faşizmin uygulamalarını bir “kötülük yumağı” veya bütünüyle akılsızlık olarak görmek, durumu anlamayı da karşı duruş zeminini sağlamlaştıra bilmeyi de güçleştirir.
Topluma yapılan ideolojik ve kültürel anestezi sonuç verdiği oranda, yaşamını bir çeşit bitkisel hayatta sürdüren, birbirinden habersiz, yalnızlaşarak tekleşmiş ama birey olamamış insanlar ortaya çıkıyor. Toplum mühendisliğinden şikayetçi olan “ileri demokrasi” yapıcısı AKP’nin mühendisliğinin sonuçlarıdır bunlar. Toplum atomlarına ayrıştırılırken, her “atom” güncellenen faşizmin denetiminin tanıdığı serbestlik kadar; düşünüp üretip hayata katılabiliyor.
Toplum, okulda, sosyal iletişim ağlarında veya yaşama serpiştirilmiş algı oluşturma tuzaklarında biçimlendiriliyor. Bir denetimden kurtulan, bir diğerine takılıyor ve bu kısır döngü, içselleştirebileceği bir toplumsal kelepçeye denk gelene dek devam ediyor. Toplumsal rıza, ya böyle oluşturuluyor, ya da doğrudan kurulan çıkar bağları bu işlevi görüyor.
Tayyip Erdoğan son olarak Çamlıca tepesinde 15 bin metrekare üzerine kurulu bir cami projesinden bahsetti. Akla ister istemez Babil Kulesi’ni, Mısır Piramitleri’ni, ortaçağın heybetli katedrallerini ve onlar için kullanılan “tüm halk için düşünülmüş kutsal gizem ayini” ifadesini getiriyor. Toplumun şekillendirilmesinde, dün olduğu gibi bugün de bu türden oluşumların özel bir rolünün olduğunu gösteren gelişmelerdir bunlar.
BU GİDİŞE “DUR” DENMELİDİR
Emperyalist kapitalizm, çap ve derinlik büyüttükçe; ölçeksizlik, bir ölçeğe dönüşmekte ve kadının üreme potansiyeli de pazar-piyasa konusu edilmektedir. Gerçekte sermayenin, sınıf duruşu dışında bir etiği, insansal ölçeklerle çakışan değerleri yoktur. İnsandan, candan, namustan, ahlaktan veya yaşam hakkından söz ederken de tek kıstası daha fazla kar, daha fazla sömürü ve rakiplerine oranla elini güçlendirmedir. Bu bağlamda, Uludere’den kürtaja, sezaryandan yaşam hakkına kadar birbiri ile ilişkilendirilerek gündeme sokulan tartışma, bütünüyle sermayenin ihtiyacıdır. İnsani değerlerle hiçbir ilişkisi yoktur.
Kapitalizmde ahlak da kara tahvil edilmiştir. Dikkat edilirse, artan tecavüz olayları veya kadın ölümleri değil, üreme oranı tartışılmaktadır. Bu konuya, iktidarın istediği bağlam ve zeminlerde değil; gerçek nedeni/amacı teşhir ederek değinilmeli, ülkeyi bir bütün halinde metalaştıran ve emperyalizmin hizmetine/istismarına sunan AKP’nin yüzü açığa çıkarılmalıdır.
Geliştirilecek olan alternatif duruşlarda, birey-toplum, örgüt-olgu ilişkisi doğru kurulmalı, mağdur/muhatap kesimlerin psikolojik reflekslerle değil, bilinçle (ve örgütlü biçimde) hareket etmesi sağlanmalıdır. Bunun yolu, pragmatizm temelinde anı/parçayı gündemleştiren (bu güncel konuda “kürtaj haktır” demekle yetinen) pratiklerle kısa soluklu kazanımların peşinde koşmak değil; acının acıya en doğru biçimde değebildiği, tepkinin tepkiyle toplanarak doğru hedefe yönelebildiği sınıfsal perspektifli çalışma tarzlarında ısrardır.
Süreç, sınıfsal bilinç ve örgütlenme için hiç olmadığı denli uygundur. Tek eksiği kitlelerin doğru yöntem ve araçlarla öncü ile buluşturulmasıdır. Böyle bir buluşma, ezilen bireyi, “kendi halinde” olma sıradanlığından, “kendisi için” olma bilincine taşıyacaktır. Bu bir “fırsat”tır ve dar hesaplara feda edilmeyecek denli önemlidir.
Devlet, kadını ucuz iş gücü üretme fabrikası olarak görmekten, çocuk emeği sömürüsünden vazgeçmeli; elini kadının bedeninden, müdahale araç ve yöntemlerini kadının iradesinin üzerinden çekmelidir. Ne kadın, sermayenin hizmetindeki “kuluçka”dır, ne çocuk, sermayenin istismar aracıdır.
SINIFSAL, ULUSAL, CİNSEL BASKIYA SON…
Sayı 37
(Ağustos – Ekim 2012)