Bazı olaylar insanlığın ilerleyişi ve kendi kaderini ellerine alması bağlamında tarih sahnesinde çok önemli roller oynar. Bu durum aynı zamanda diğer toplumsal pratiklere öncülük eden bir süreçtir. Belleklerde bir ders, bir örnek ve çıkarsama halini alır.
Bugün adeta bir direniş destanı olan, kadınlarla birlikte tüm insanlığın kurtuluşunu işaret eden 1857 8 Mart’ının 156. yılını geride bırakmış bulunuyoruz. Bir asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen New York’lu kadın dokuma işçilerinin mücadelesi halen yolumuzu aydınlatmaya, bilincimizi diri tutmaya devam ediyor.
Kapitalizmin azgınca saldırdığı, emperyalist saldırganlığın şiddetlendiği ve egemenlerin kendi krizini emekçilerin sırtına yüklediği böylesi bir dönemde, onların mücadelesini bayraklaştırmaya devam ediyoruz. Çünkü bizler biliyoruz ki işsizlikten yoksulluğa, halkların özgürlüğünü hedef alan tüm saldırganlıklardan, kadın sorununa kadar tüm yaşananlar emperyalist/kapitalist sistemin bir sonucudur.
Bugün egemenler eliyle cehenneme dönüştürülen ülkemiz adeta bir hapishaneye çevrilmiş, emekçi halkın tamamı bu hapishane içerisinde tutsak hale getirilmiştir. Emekçi halkın yıllarca bedel ödeyerek kazandığı tüm haklar ellerinden alınmaya çalışılmakta ve buna tepki veren muhalif her duruş zapt-u rapt altına alınmaya çalışılmaktadır. Sendikalar yasasıyla emekçilerin örgütlenmesine karşı bir set oluşturulmaktadır. Taşeronlaştırma ile birlikte işçi ve emekçilerin tüm güvenceleri ortadan kaldırılarak onlara açlık ve yoksullukla malul bir yaşam egemenler tarafından reva görülmektedir. Öğrenci gençliğin demokratik tepkileri bastırılmakta, öğrenciler neredeyse her an soruşturma ve tutuklama terörü ile karşı karşıya kalmaktadır. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan sosyal güvenliğe, halkın parasıyla oluşturulmuş kamu kurumlarından (KİT) enerji üretimine, ormanlardan akarsulara, madenlerden otoyollara, tarımdan turizme kadar ülkemize gözünü diken emperyalizm, egemenler eliyle kendi krizinin yükünü bizim sırtımıza yıkmaya çalışmaktadır.
YAŞANILAN TÜM SORUNLAR GİBİ KADIN SORUNUNUN KAYNAĞI DA EMPERYALİST/KAPİTALİST SİSTEMİN KENDİSİDİR
Feodalizmden kapitalizme geçişte bireyin öne çıkarılması, kadının da üretim sürecine dahil edilerek görece bir takım haklar kazanmasına yol açmıştır. Ancak kapitalizmin üretim araçlarını elinde bulunduran bir sınıfın yönetim biçimi olması, onların özgürleşmesini, ancak bir reform biçiminde ele aldı. Dolayısıyla ekonomik anlamdaki tüm kazanım ve bağımsızlaşmasına rağmen, sınıflı toplum olması gerçeğinden dolayı, kapitalizmde kadının toplumsal sömürüsü devam etmiştir. Feodal bağların ortadan kalkması burjuvazinin kadının işgücünden yararlanmasına olanak sağlamış ve emekçi kadınlar yine burjuvazi tarafından ucuz işgücü olarak görülmüştür. İkinci sınıf bir insan algısı, feodalizmden daha farklı da olsa devam etmiş, kadın feodalizmden kalan kültürün/algının etkisinden kurtulamamıştır. Sermayenin küreselleşmesiyle birlikte, kadının ve kadın emeğinin sömürüsü alabildiğine derinleşmiştir.
Kadın emeğinin sömürülmesine paralel çocuk emeğinin sömürü ve istismarı da yaygınlaşmıştır. Egemen güçlerin değişik dönemlerde dile getirdikleri kadın ve çocuk hakları sözleşmelerini sık sık gündeme almaları ve göz boyama şeklinde ele alınan yasal düzenlemelere ve tedbirlere başvurması, kadın sorununun aşılmak istenmediğinin de ifadesi anlamına gelmektedir.
Finans dergisi Forbes’in 2010’un milyarderleri listesinde Türkiye’den 28 kapitalist yer almaktadır. Krizin giderek büyüdüğü bu günlerde ülkedeki milyarder sayısının artmasının nedenlerinden biri de esas itibariyle sermayenin kadın ve çocuklar başta olmak üzere emek gücünü sonuna kadar sömürmesidir.
Kapitalist sistemde kadın emeğinin sömürüsü gibi yine kapitalist sistem tarafından dayatılan cinsel sömürü de bir o kadar yoğun yaşanmaktadır. Kadını cinsel bir obje olarak gören kapitalizm yine kadını kendi çirkin yüzünü makyajlamak için meta haline dönüştürmeye çalışmaktadır. Bunun yanında şiddet kadınlar için adeta olağan bir durum halini almıştır. Töre, sevgi, aşk adı altında kadınlar öldürülmekte ve bu cinayetlere hergün yenileri eklenmektedir. Yaşananlar karşısında en ufak bir tedbir almayı dahi gerekli görmeyen sistem, bir yandan cezaevlerini devrimcilerle doldururken diğer yandan da katilleri ceza indirimleri, hafifletici sebepler vb. nedenlerle devlet tarafından adeta korumaktadırlar. Sistem tarafından hedef haline getirilen kadınlar geçmişte büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri kazanımları kaybetmektedirler. Kreş hakkından doğum izni ve yardımına kadar birçok kazanım rafa kaldırılmıştır. Kadın emeğini azgınca sürdüren egemenler emekçi kadınların taleplerini karşılamak şöyle dursun, varolan haklarını dahi ellerinden almaya çalışmaktadırlar.
Bilindiği gibi kapitalizm için işçinin dini, dili ve renginin bir önemi olmadığı gibi kadın, erkek veya çocuk olmasının da bir önemi yoktur. Bu nedenle burjuvazi, elde edeceği kara bakar. Bir tarım tekeli için yanında çalıştırdığı ya da mahsulüne el koyduğu köylünün cinsiyeti veya milliyeti değil ne oranda sömürdüğü önemlidir. Hatta kapitalist sistemde en vahşi sömürü sınıfsallığın maskelendiği durumlarda gerçekleştirilir. O yüzden akrabalık, dil veya mezhep bağlarına göre işçi çalıştırdığını söyleyen işletmelerde işçiler daha ağır koşullarda ve daha uzun çalışma sürelerine tabi tutulur. Bu bağlarla işyerine giren işçinin itiraz etmesi, karşı çıkması ya da hakları için eylem, grev yapması yine aynı bağların baskısıyla çoğu zaman mümkün olmaz. Bu nitelikteki işçi diğerlerine göre daha hızlı ve daha uzun süre çalışmak zorundadır.
KADIN ERKEK EL ELE MÜCADELEYE
Emperyalizmin manipülasyon konusunda çok kapsamlı imkanlara sahip olduğu, bu imkanları dünya ölçeğinde, işbirlikçi iktidarlar aracılığıyla sağlanan deneyim aktarımı ile sürekli geliştirdiği biliniyor. Öyle ki yalan ve yönlendirmenin artık bir sektöre dönüştüğünü ve bunun için milyar dolarların gözden çıkarıldığını söyleyebiliriz. İnsanların sadece düşünce ve kanaatleri değil, duyguları da kontrol altında tutulmakta; neye üzülüp neye sevinecekleri dahi yönlendirilebilmektedir.
Emperyalizmin bu yönlendirme operasyonlarında başarılı olmasının koşullarından biri de toplumsal aklın güvencesi olan devrimcilerin gerek fikri gerekse fiziki zeminde yaşadığı erozyondur. Hatta diyebiliriz ki halkın puslu ortamlarda önünü görebilmek için aydınlatıcı veriler beklediği soldan artık tersine yanıltıcı yönde bilgi ve işaret gelebilmektedir.
Bugün barış söylemlerinin yarattığı ideolojik bulanıklıktan tutalım da 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özünün zıddı yaklaşımlara kadar tüm yaşananlar akıl tutulmasının ve ideolojik savrulmanın boyutunu ifade etmektedir. Uzun süredir yaşanan 8 Mart tartışmalarının temelini ise bu bağlamda ele almak gerekir. 8 Mart’ı salt kadınlar gününe, kadın sorununun temel nedenini ise erkek cinsine indirgeyen yaklaşımlar sorunun politik muhtevasının üzerinden atlamakla birlikte yanılgıyla malul duruşların yeşermesine de hizmet etmiş olmaktadırlar.
Bilinir ki ulusal baskının da, kadınların karşı karşıya kalmış olduğu sorunların da temelinde kapitalizm yatar. Kadınları eve hapseden, özgürlük propagandasıyla başını kapatan ve kendi geleceğini ellerine almasının önünde engel olan en temel neden budur. Bu bağlamda değerlendirildiğinde kadının kurtuluşuna dönük mücadelenin hedef tahtasında kapitalizm vardır.
‘Kadının kurtuluşu, kapitalizme karşı mücadeleden geçer’ diyen Clara Zetkin, kadının kader demirini tersine büküp tutsaklıktan özgürlük damıtmasının tek yolunun mevcut sömürü aygıtına karşı direnmekten ve ona karşı örgütlü bir mücadele vermekten geçtiğini ifade eder. Bugün hemen her alanda yaşanan saldırganlıkların kaynağı, kapitalist/emperyalist sistemi işaret etmektedir. Sistemi hedef tahtasına oturtmayan her anlayışın ıskalamayla sonuçlanacağı bilinmelidir. Bu nedenle başta azgınca sömürünün nedeni olan sisteme karşı tavır alınmalı ona karşı adım adım mücadele edilmelidir. Emperyalizme karşı bağımsızlığı, faşizme karşı demokrasiyi, kapitalizme karşı sosyalizmi kazanmanın tek yolu budur. Özgürlük ellerimizdedir. Ve kadının kurtuluşunun tek yolu, devrimdir.
8 MART 2013
DEVRİMCİ HAREKET