DEVRİMCİ YAŞAM BİR TEKRAR OLMADIĞI GİBİ
DÜNÜ BUGÜNDEN KOPARAN BİR YADSIMA HALİ DE DEĞİLDİR
Anmalarda başarının birinci koşulu, anma öznesine hak ettiği değeri vermek ve aradan geçen yılların zaman aşımı etkisi yapmasına izin vermeyecek bir somutlukta dünü bugüne taşımaktır. Son yıllarda anmaların giderek gereksiz görülmesi veya yasak savar bir edayla geçiştirilmesi, hafızasız bir toplum yaratma çabasını güçlendiren bir işlev görmüştür.
Gerçekte devrimci değerlerin anılmasının, burjuva düzenin sıkıcı ve içi boş ritüelleriyle bir ilgisi yoktur. Bu iki olgu arasında benzerlikler kurup anmalara soğuk bakmak, değerlerde sınıf farkını ve mücadelede devamlılığın önemini kavramamaktır.
Mahir ve yoldaşlarını anarken genelde THKP-C’nin özelde Kızıldere’nin tarihsel bağlam içerisinde kavranmasını sağlamak, tekrarı önlerken, alınacak derslerin yeniden üretime içerilmesini beraberinde getirecektir.
Devrim, ezilenlerin mücadelesinde düşünsel toplamın eylemsel toplama uyumunun zaferi ise, bu yolda atılan her yumruğun ve söylenen her sözün anlamı vardır. Ama yine de ideolojik güven, politik isabet ve deneyimlerini damıtarak yerelleştirebilme kabiliyeti başarı için şarttır.
THKP-C, Çin’den Vietnam’a uzanan halk savaşının zaferini, 1968’de doruk noktasına ulaşan antiemperyalizmle de birleştirerek, Türkiye devriminin yolunu çizdi. Yaklaşık 36 yıl önce ortaya konan temel teorik tezlerin, değişen dünya ve ülke koşullarına rağmen bugün hala büyük oranda geçerliliğini koruması, değerlendirmelerde isabetin göstergesidir.
Örgütsel zeminde beliren sınıfsal uzlaşma eğilimlerine ve Marksizm’den sapmalara duygusallıktan uzak net tavır konması, güç hesaplarının kafa sayısı değil nitelik üzerinden yapılması, ortaya ideolojik olarak duruşu net bir yapı çıkardı.
Mahirler, geleceği günübirlik hesaplara feda eden pragmatizmden uzak dururken, ilkelerini hiçbir nedenle çiğnetmemiş, bugün örneklerine sıkça rastladığımız, konjonktürel güçlere yedeklenme biçimindeki omurgasız duruşlardan özenle kaçınmıştır.
Tutsak düştüklerinde, sorgu süreçleri dahil her aşamada değerlerini eğip bükmeden kararlı biçimde duran ve ilk fırsatta özgürlüğünü kendi tırnaklarıyla geri alan Mahirler, tökezleme sonrasında yenilgi ikliminin hakim olmasına fırsat vermemiştir.
Yoldaşlık tanımını, dar örgütsel sınırların içine sıkıştırmamış, devrimci yapılar arasındaki ilişkiyi her türlü bedelin ödenebildiği bir sahiplenme seviyesine taşımıştır.
Denizlerin idamı gündeme geldiğinde mevcut tüm imkanların bu olasılığı önlemeye seferber edilmesi, sonuç ne olursa olsun, Türkiye Devrimci Hareketi adına bir kazanım olmuştur.
Evet, Mahirler tüm çabalarına rağmen Denizlerin idamını önleyemedi. Önce Kızıldere’de ON’lar, sonra da 6 Mayıs’ta idam sehpasında Denizler katledildi. Ama onlar, “Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi.” diyen bir gelenekten geliyordu. Bu nedenle, ne 6 Mayıs ne de Kızıldere son olmamış, devralınan değerler, mücadelenin her basamağında yol gösterici bir işlev yüklenmiştir.
Onlardan çok şey öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Devrimci yaşam bir tekrar olmadığı gibi dünü bugünden koparan bir yadsıma hali de değildir.
3 Mart’tan 8 Mart’a, 12 Mart’tan 16 Mart’a, Newroz’dan 30 Mart’a ayın hemen her gününün devrimci değerler ve anılar adına bir anma ve yaşatma grafiğinde yerini bulması, devrimciliğin zamanla sınırlı olmadığının ve bir yaşam biçimi olarak algılanması gerektiğinin göstergelerinden biridir.
KIZILDERE DEVRİMCİ YOL’DUR
DEVRİMCİ YOL KAVGADA SÜREKLİLİĞİN ADIDIR
30 MART 2008
DEVRİMCİ HAREKET