Geçtiğimiz günlerde internette, Veysel Güney’in mezarını bulmak için, Yüzbaşı Burhan Erdem’e vicdan çağrısı biçiminde yazılmış şiir eşliğinde bir kampanya başlatıldı.(Bakınız:www.veyseliariyoruz.net) Pek çok kişi ve kurumu ortaklaştıran bu kampanya bir kez daha kimlerin yöntem ve içerikte aynılaştığını göstermiş oldu.
Bugün devrimci zeminde teorik olandan pratik olana ve değerlerin yaşatılma biçimine kadar yaygın biçimde rastladığımız olgulardan biri de her şeyin biçime indirgenmesi, yasal sınırların meşruiyet sınırları olarak algılanması ve geleneklerde ısrar yerine liberalleşme zemininde bir yenilenmenin yaygın biçimde yaşanmasıdır.
Gerçekte sol, sadece nicelik kaybı değil nitelik kaybı da yaşamakta ve olmazsa olmaz değerleri dahi, hiç hak etmeyenlerin elinde ve ağzında çeşitli biçimlerde sömürüye araç edilebilmektedir.
Bilinir ki örgütlü bir insan için aile de örgütün kendisidir. Bu, ne anne babanın reddi ne de dar anlamda ailenin yok sayılmasıdır. Ne var ki tüm yaşamını devrime adayan ve ölümü de bu bağlamda gerçekleşen devrimcilerin nasıl sahiplenilmesi gerektiği, anne-babaları tarafından nasıl belirlenmemesi gerekiyorsa, bugün mücadele ile (dolayısıyla o değerlerle) hiçbir bağı kalmamış olan eski arkadaşları tarafından da belirlenmemelidir.
Bedel öderken gözünü kırpmayan devrimcilerin sahiplenilmesi öncelikle onlarla aynı değer algılaması içinde olmayı gerektiriyor. Düşünün bir kez, bugün “hiçbir değer için ölmeye değmez” diyen biri, “son görevi cellâdına bırakmayan” ve “dünyaya bir daha gelsem aynı şeyleri yapardım” diyen bir devrimciyi nasıl doğru anabilir?
Gerçekte kimi “sahiplenme”ler, kişiyi bedel ödediği değerlerden uzaklaştırıp sıradanlaştırmakta, dolayısıyla da bir kez daha bedel ödetme anlamına gelmektedir. Bilinen bir örnektir; hapishanelerde kavga sırasında örneğin kolunu-bacağını yitiren devrimciler, kendini devrim gazisi olarak kabul eder ve kavgadan ayrı düşmediği gibi en küçük bir eksiklik hissine de kapılmaz. Ancak dışarı çıktığında ailesi (ve politik olmayan çevresi) ona “sakat” muamelesi yapmaya başlaması halinde o eksiklikle yüzleşir. Tabii bu da mücadeleye devam edip etmemekle ve bilinç oranıyla doğrudan ilintilidir.
Kimse bizimle, “Veysel’in her şeye rağmen bir mezarının bulunması fena mı olur” tartışmasına girip aklımıza hakaret etmesin. Elbette fena olmaz. Ancak sorun bu değil. Mesele bir kitle partisi olarak kurulan ÖDP’nin bir süre sonra kendini devrimci yapılara dayatmasına ve devrimci bir alternatifmiş gibi davranmaya başlamasına benziyor. Bugün 78’liler de tesadüfen ellerine geçen yarım yamalak bir bilgiden hareketle birden bire bir mezarın aranmasını en devrimci gündem gibi sunmaya ve devrimci yapılara kendilerini dayatmaya başladı. Yaratılan yapay ve gerçekte son derece geri içeriğe birden bire ilgi halesi büyümeye başladı. Sanal ortamda imza atmak biçimindeki eylemin zahmetsizliğinin etkisi olsa da bunda bir diğer etken ÖDP, vb yapılarca ekilen ve bir çeşit sivil itiraz çerçevesinde kalan çizginin devrimci çizgi ile yer değiştirmiş olmasıdır.
Birileri, Veysel’in cansız bedenini, ailesine teslim etmek üzere tutanakla teslim aldığı halde O’nu kaybedecek kadar devrimcilere düşman Yüzbaşı Burhan Erdem’e vicdan çağrısında bulunmak üzere şiir yazacak kadar sınıf bilincinden uzaklaşmış olabilir. Aynı birileri o şiirde “Size ‘bey’ sıfatıyla seslendiğimiz için biliyoruz ki pek çok arkadaşımız öfkelenecek. ‘Bizimkiler’ bizi topa tutacak, Veysel’in cenazesini vermeyen birine ‘bey’ dediğimiz için…” diye yazabilir. Hatta bunlar interneti tek mücadele alanı olarak gören üç beş kafadar olsa, haber değeri olmaz ve kendimize konu bile etmezdik. Burada üzerinde durulması gereken asıl sorun, birden bire bu şiirin altında hızla çoğalan imzacı isimlerin ve bu kampanyaya açıkça veya örtük biçimde destek veren çevrelerin niteliğidir.
Hayır biz Yüzbaşı Burhan Erdem’in vicdanına seslenmiyoruz. O, hizmet ettiği sınıfın niteliğine göre hareket etti; biz de temsil ettiğimiz sınıfın değerlerine göre hareket edeceğiz. Eğer Veysel Güney’in mezarının bulunmasını yaşatılmasının tek koşulu olarak görürsek, onu kaybedenlere zafer atfetmiş oluruz. “Veysel Güney’in ailesinin çiçek götürebileceği bir mezarının olması” ailesi için önemli olabilir, buna saygı duyuyoruz. Ancak bununla yetinildiği takdirde Veysel Güney’i yaşatma şansı kalmaz.
Veysel’in vasiyetinde “Mezarımı yol üstünde kazsınlar. Üzerine demir yumruklu bir yıldız yapsınlar…”demiş olmasını “bir mezar talebi” olarak okuyanlar olmaktadır. Bu durum, bugün Denizleri, Mahirleri onların mücadele özleriyle hiçbir bağı kalmamış eski arkadaşlarına anlattırmaya benziyor. Düşünün bir kez bugün Alaattin Çakıcı’nın avukatlığını yapan Bozkurt Nuhoğlu veya Ceviz Kabuğu programına çıkıp Denizleri yabancı ülkelerin kullandığına inandığını söyleyen abisi Bora Gezmiş anlatabilir mi?
Ostrovski, “Trajedi, mücadele durduğu zaman başlar” der. Evet ne yazık ki bugün solda trajik görüntülerin oranı giderek artıyor. Denizlerin veya Mahirlerin çizgisinde yürüdüğünü söyleyen kimi yapıların dahi onları “Hatırla Sevgili”nin oyuncularına anlattırma ihtiyacı duyması, bu trajik durumlardan sadece biridir.
Daha önce de söylediğimiz gibi;
“Ülkemizde devrimin başarısı; sendikayı, derneği, kitle partisini; odayı, baroyu, vb. gerekli kılmaktadır. Ne var ki her kurum, kuruluş amacını ve dolayısıyla hareket sahasını bilerek işlev yüklenmelidir. Bu bağlamda ‘78’liler’ de kendilerine vazife olmayan işlere kalkışmamalı; ölüye sahip çıkacağım derken, şehitlerimizi bir kez daha öldüren konuma düşmemelidir.
Devrimin moral değerleriyle bağını koparmamış her insan bilir ki, devrim şehitlerinin sıradan ölülerden farkı; devrimcilerin attığı her adımda, ürettiği her değerde yaşatılmaktır. Bu nedenle onlar, ölümsüzler olarak bilinir. Bu kültüre, devrimci yaşama ve onun normlarına yabancılaşanlar; devrim şehitlerini ölü, devrim gazilerini sakat olarak görürler. ‘Hiçbir değer için ölmeye değmez’ fikri, bu yaklaşımın türevlerindendir.
Veysel Güney bir Devrimci Yolcuydu; onu anmak, ona sahip çıkmak; bugünün mücadele ihtiyaçlarını Devrimci Yolcu bir duruşla karşılamayı gerektiriyor.” (Devrimci Hareket, 2006)
Biz Veysel’in yoldaşlarıyız. O’na karşı sorumluluklarımız var. O, “Her zaman için onur duyduğum, birlikte olduğumuz Türkiye emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride mücadelemizi ‘kurtuluşa kadar’ sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir.” diyen Mustafa Özenç gibi nöbetinin devralındığına inanarak idam sehpasına kaygısızca yürüyenlerdendi.
Veysel’in sonsuzluğa doğru yürüyüşünü, ona tanık olan bir gardiyan bakın nasıl anlatıyor:
“.. Veysel infaz bahçesine getirildiğinde başı dimdikti. Üzerinde infaz kıyafeti yoktu. Sivil giysiler vardı. Kendisinden son isteği sorulduğunda, ‘Benim sizlerden bir isteğim olamaz!’ dedi. Darağacına yürü denmesine fırsat bırakmadan, başını önüne eğmeden, en küçük bir tereddüt göstermeden yürüdü. Sehpaya çıktı. Cellat boynuna ipi geçirmeye hazırlandığında ‘Sehpaya kimse dokunmasın’ diye uyardı. Ardından öyle bir bağırdı ki, yer-gök inledi. Ne dediğini anlayamadık bile. Slogan bitince cellata ‘ipi boynuma geçir’ dercesine baktı. Boğazına ilmek geçirildi. Cellat Veysel’in isteğine uyarak sehpadan uzaklaştı. Kanımız donmuş gibi, pür dikkat onu izliyorduk. Üzerine bastığı sehpaya ayağıyla vurdu, kendi infazını kendi gerçekleştirdi.”
Onlar, geçici yol arkadaşlığının ve ihanetin de bilincindeydi:
“Devrimci Hareketimizin kazandığı prestijde hiç kuşkusuz, yiğitçe çatışarak, ya da işkence tezgahlarında direnip sır vermeyerek, ölen, sakat kalan ve zindanlara tıkılan yoldaşlarımızın payı çok büyüktür. Ne yazık ki yiğit yoldaşlarımızın kanı pahasına sağlanan bu prestije gölge düşüren, devrimci hareketimize önemli ölçüde zarar veren dönekler ve hainler de çıkmaktadır. Bunlar zora gelince “paçayı kurtarma” düşüncesiyle bir anda Türkiye emekçi halklarına karşı sorumluluklarını unutmakta ve acizlikleriyle hem kendilerini hem de diğer birçok kişiyi utanacak duruma düşürmektedirler.” (Mustafa Özenç)
“İntikamı alınmamış her devrimcinin mezar taşı devriktir…” diye bir söz var. Çeşitli biçimlerde yorumlanabilir; ama en azından gidişi devrimci ölçeklere uygun olanların gözünün arkada kalmaması için, sahiplenilmesinin de devrimci ölçeklere uygun olması gerektiği tartışmasızdır.
Veysel Güney, Devrimci Yol’da mücadele içinde şehit düştü. O’nun yaşatılması “Hukuksal bir yanlışı düzeltme”yi çokça aşan bir yükümlülüktür. O’nu gündemlerine alanlar, bu gerçekliği bilerek hareket etmelidir.
10 Haziran 2008
DEVRİMCİ HAREKET