Geçen sayımızda, 10 yıl aradan sonra Yeniden Devrim Dergisi’nin çıkarılma nedenlerine değinmiş, uzun bir değerlendirme yapmıştık.
“Bu türden yayınlara, kavganın ihtiyacı olarak başvurulabildiği gibi, öznel nedenler de yayını bir ihtiyaç haline getirebiliyor. ÖDP kurmaylarının temsil ettiği duruş, dikkatle incelendiğinde, böyle bir dergiyi ihtiyaç haline getiren ne bir hareket halini ne de açılım derinliğini içermediği görülür. Bir hamle, atılım için yapılan bir çağrı, genellikle kendisini önceleyen bir dinamizm üzerine oturur. Diğer bir ifadeyle koşullar/ilişkiler, çağrıyı önceden haber verir. Yok eğer çağrı bir gece ansızın muhatap kitlenin karşısına çıkarılmışsa, orada öznellik ağırlıklı bir durum var demektir.
Birileri bugüne dek, büyük oranda ÖDP‘yle de ilişkilenmiş geniş bir kesimi kendi doğal tabanı görüyor ve onların üzerinden politika yapıyordu. Ancak, büyük oranda örgütsüz ve politikasız geçen 25 yıl, insanlarda beklemek yerine giderek “başının çaresine bakma” eğilimini ortaya çıkarmış, zeminde bir kayma hali belirmiştir. Apar-topar çıkarılan böyle bir dergi için akla gelen ilk ‘öznel neden’ bu gibi görünüyor. ”(Devrimci Hareket, sayı:21)
Biz o değerlendirmede unutkanlığın özellikle hafızasızlıktan medet umanlarca istismar edildiğine de değinmiştik.
“Unutkanlık, insana özgüdür. Ama unutkanlığı istismar etmek, insana özgü genel bir durum değildir. İnsan hafızasından, anımsamalardan veya yaşananların doğru hatırlanmasından rahatsız olmak genellikle geçmişiyle barışık olmayanların veya en azından yapılanın-edilenin anımsanmasını istemeyenlerin işidir. Bu durum, farklı kesimler için, çeşitli nedenlerle ihtiyaç haline gelebilmektedir. Örneğin ‘sol’da durup, umut pompalayıp, vaatlerde bulunup gerçekte bunun karşılığı olan adımları atma niyeti olmayanlar için unutmak kadar, zaman da değerli bir kurtarıcıdır.” (agy)
Bu arada Yeniden Devrim ‘in ikinci sayısı da çıktı. Ve görünen o ki hafızasızlığa yatırım yapanlar, uyarılara kulak asmayarak kendi bildikleri yolda, gerçekliğin yerine öznel projelerini geçirerek yürümeye devam edecek. GEÇMİŞİ SAVUNMAK GELECEĞİ SAVUNMAKTIR manşetiyle çıkan, Mahir Çayan’ın portresini kapaktan veren Yeniden Devrim(temsil ettiği çevre), bugüne dek geçmişe ait değerleri ne hale getirdiğini veya Mahir’in portresini dergi kapağına koyanlara ne tür yakıştırmalarda bulunduğunu unutmuş olabilir. Ama biz unutmadık. Ve inanıyoruz ki hafızasına saygısı olan, bu değerlere duyarlı olan herkes, yaşananları/yazılıp söylenenleri unutmamıştır.
Dergide dikkat çeken bölümlerden biri de Oğuzhan Müftüoğlu ile THKP-C ve Devrimci Yol üzerine yapılan röportajdır. Çok kısa olan ve kısır bir içerikte geçen röportajın yeni olan ve dikkat çeken yanı, bugün Devrimci Yol‘da varlık gösteren ilişkilere yönelik olanıdır. Aktarıyoruz:
“ Bazı arkadaşlar senede bir iki kere, üzerinde yumruklu yıldız bulunan bir pankartın arkasına bir avuç kişi toplayarak veya bu hareketin geçmişinden gelenleri o simgelerin arkasında toplanmaya çağırarak onu sahiplenmek istiyorlar. Bu tür davranışlar onu sahiplenme adına onu marjinal bir görüntü içinde küçültmekten ve dejenere etmekten başka bir anlam taşımıyor .” (Oğuzhan Müftüöğlu, Yeniden Devrim, S:2)
- Müftüoğlu sanki bir hareketten değil de nostalji meraklısı üçbeş kafadarın haylazlıklarından söz ediyor. İşin kötü tarafı, Oğuzhan Müftüoğlu’nun Devrimci Hareket’i tanıdığını; şimdiye dek kaç dergi çıktığına, bunların içeriğine ve Avustralya’ya kadar uzanan bu örgütlülüğün güç ve çapına dair sınırlı boyutta dahi bilgisi olduğunu; bu konuda araştırma yaptığını sanmıyoruz. Gerçekte bu tarz, çok eski ve hiç de etik olmayan bir tarzdır. Karşındaki olguya mantık ölçüleri içinde bir eleştiri getiremiyorsan onu karikatürize et ve sonra da kendi yarattığın karikatürü hafife alıp geç. Oğuzhan Müftüoğlu bunu ilk kez yapmıyor. Tartışma sürecinin başında, pek çok insan bu büyük tasfiye hamlesine direnç gösterirken kendisine “ tartışma sürecine karşı çıkan olmadı mı? ” diye sorulduğunda yine aynı şeyi yapmış, işi karikatürize etmiş, “bir avuç kişi” edebiyatına sığınmıştı. Ama artık bu tarz giderek bir bumeranga dönüşüyor gibi ve insanlar artık “az konuşup az gülme”yi önderlik için yeterli görmüyor. Diğer bir ifadeyle, Devrimci Yol’un sahibi edalarında görünüp potansiyel tüketme lüksünün de sonuna gelindi. Süreci yakından takip edenler için yazdıklarımız hiç yabancı/şaşırtıcı gelmeyecektir.
Devrimci Hareket’i ortaya çıkaran örgütlü çabanın ilk etaplarında yumruklu yıldız amblemini kullandığımızda “ eski bir derginin amblemini kullanıyorlar ” diye hafife alındığımızı; hatta Mahir, Devrimci Yol, vb değerlerin öne çıkarılmasını da bir çeşit “çocukluk” ve “tekrar” sayıp aynı hafifseme ile karşıladıklarını bizim gibi, hafıza erozyonu yaşamamış olanlar da anımsıyordur. Şimdi Yenidenci arkadaşlarımız söz konusu değerleri kapaktan vermeye başlamış; ama “bir avuç kişi” edebiyatını elden bırakmadan.
Biz bu “ filanca mitingde kaç kişiydiniz ” edebiyatını İndymedia ‘dan tanıyor; bu tür tartışma kültürünü o sitenin çapsızlığına bağlıyorduk. Aksi takdirde, akıllı hangi insan bir siyasal yapının niteliğini “alana çıkarttığı insan sayısı” ile(azlığı veya çokluğu ile) ölçebilir ki?
Türkiye’de bir süredir kalite düşmesi oranında mitinglerden sonra kimin kaç kişi yürüttüğü tartışılır oldu. Biz bu konuya daha önce de değinmiş, örneğin 1 Aralık 2002 mitinginden sonra yapıların yürüttüğü insan sayısını kendine konu edinen Ekmek Ve Adalet Dergisi’ ni eleştirmiştik.
“Mütevazılık da olgunluk da devrimci nitelikte içkindir. ‘Artık devrimciler daha ciddi meseleler üzerinde duruyor’ dedirtme ihtiyacı duyulan bu dönemde bir kez daha sayıların dili üzerinden felsefe yapan ve derin tahlillere giren Ekmek ve Adalet’çilere bir çift sözümüz var. Hepimizi ama belki de daha çok sizi yıpratan ve gerçekte ölçek olmayacak ölçeklere sarılmayı ihtiyaç haline getiren öznellikten sıyrılmak, inanın ki kayıp değil kazanç olacaktır. 1 Aralık mitinginin değerlendirmesini derginizden okurken hayretle, bir kez daha katılımcıların rakamsal büyüklüğüne değerlendirmelerinizde özel bir önem atfettiğinizi gördük. Konunun ayrıntılarına girmeksizin soruyoruz; aynı yazının mantığı içerisinde, 30 binden 3 bine (2900 de değil) düşüşü nasıl açıklıyorsunuz?”(Devrimci Hareket, S: 8)
Aslında ÖDP’de, yukarıda andığımız örnekten daha derin bir düşüş gözleniyor. İnanıyoruz ki, Yenidenci arkadaşlara, kitleselleşme iddiasıyla kurdukları ÖDP’yi sayısal olarak nasıl ve neden erittiklerini soranlar olacaktır. Yarın Devrimci Hareket, o “kitle partisi” ile sağlanamayan sayısallığı yıldızlaşan yumruk altında sağladığında acaba bu arkadaşlarımız yine sayısallığı ölçü alıp olumluluk mu atfedecekler? Tabii ki böyle bir şey olmayacak; Devrimci Hareket’in buna ihtiyacı da yok. Ama, solun veya sol adına hareket eden herkesin artık İndymedia kültürünü aşan bir seviyeye ihtiyacı vardır. Aksi takdirde ne kapağa yumruklu yıldız çizmek, ne de Devrimci Yol değerlerini bayraklaştırıp en zor koşullarda ve tüm engellemelere rağmen göndere çeken Devrimci Hareket’e akıl yoksunu yakıştırmalarda bulunmak; Oğuzhan Müftüoğlu’na ve ona hala Devrimci Yol’un bir bileni muamelesi yapanlara bir şey kazandırmayacaktır.
O.Müftüoğlu bu hoyratlığı ve araştırma/tanıma tembelliğini dışa vurduktan sonra takip eden satırlarda çağrısını genişletiyor ve 90’nın başlarında yaptığı gibi bir kez daha “ enerji boşaltımı israf ” diyerek herkesi kanatları altına çağırıyor.
“Devrimci Yol yüz binlere milyonlara mal olmuş, tarihe mal olmuş bir harekettir. Türkiye’de devrimci bir siyasi hareket kuşkusuz solun ana gövdesini oluşturan bu devrimci gelenekten güç alarak gelişebilecektir. Şimdi bugünün devrimcilerine düşen şey, onu taklit etmek, onun değerleriyle bağdaşmayan yollara başvurmak, sonuçta burjuva partilerinin peşine takılmaktan başka bir yere varamayacak bir grupçuk oluşturmaya çalışmak değil, ondan daha fazlasını yapabilmek, onu aşabilmek için, teorik ve pratik olarak ondan daha fazlasını ortaya koyabilmek için birlikte mücadele etmek olmalıdır.
Bu sözlerim dışarıda duran, kendilerini ayrı tanımlamaya çalışan arkadaşların değerini reddetmek olarak anlaşılmamalı. Tam tersine bu topluluğun bütün parçaları kuşkusuz değerlidir. Ama devrimcilik ülke ve toplum yararı açısından ciddi sonuçlar almak için yapılan bir mücadelenin adıdır.
Bunun için bu devrimci geleneğin bütünlüğü içinde ve bugünün koşullarının gerektirdiği şekilde, Türkiye solunun bugün içine sürüklendiği marjinal konumu kabul etmeyerek, bir büyük devrimci siyasi güç oluşturmak için ÖDP’de, kamu çalışanları hareketinde, sendikalarda, gençlikte ve hayatın her alanında mücadele eden devrimcilerle birlikte olunmalı, gerçek teorik ve politik temelleri olmayan ayrı duruşlara neden olan sorunlar bu topluluğun kendi bütünlüğü içinde çözülmelidir.” (Yeniden Devrim S:2)
Doğrudur, Devrimci Yol yüz binlere mal olmuş bir harekettir. Bugünün devrimcilerine düşen şeyin “ onun değerleriyle bağdaşmayan yollara başvurmak, sonuçta burjuva partilerinin peşine takılmaktan başka bir yere varmayacak bir grupçuk oluşturmaya çalışmak ” olmadığı da doğrudur. Evet teorik ve pratik olarak bundan daha fazlası istenmelidir. Ama nerede ve nasıl? SHP’yi kıymete bindiren kim? CHP eskilerini arayışlarına ortak eden kim? Sema Pişkinsüt’le ideolojik-politik bütünleşme yaşayan kim? Bugüne dek Devrimci Yol’dan kalan ne varsa “ aşılmış bir tarihsel döneme ait ” diyerek kaldırıp kenara atan kim?
Yukarıdaki alıntıya dikkat edilirse, O. Müftüoğlu hala kendisi gibi düşünmeyenleri “dışarıda duranlar” olarak görüyor. Bilinir ki Devrimci Yol, binlerce kişinin emeği ve ödediği bedellerle yaratılmış bir değerdir. Biz bu konuda daha önce de defalarca uyarıda bulunduk. Devrimci Yol’un bir kişiyle anılması, onun hafife alınması ve anlaşılmamasıdır. Devrimci Yol’un içinde olmak, onu bugün de yeniden üreterek savunmaktır. Bu bağlamda bugün birilerini “içinde” veya “dışında” diye tarif etme hakkına sahip olması için kişinin önce kendisinin Devrimci Yol’un içinde olması gerekiyor. Bunun birincil koşulu ise, Devrimci Yol’un ürettiği hemen her değeri hedefine koyan tasfiyeciliğin öznelerinden olmamaktır.
Bizim kimsenin şahsıyla işimiz yok. Hareket olarak kişiselleştirici her şeyden uzak durduk. Ama birileri, Devrimci Yol’un tasfiyesinde en etkili isim olduğunu görmezden gelerek, Oğuzhan Müftüoğlu üzerinden Devrimci Yolculuk yapmaya kalkınca, doğal olarak şahsı tartışır duruma düşüyoruz. Ve artık hafızasızlıktan medet umulduğunu bildiğimiz için, geçmişe dair anımsatmalar yapmayı ihtiyaç olarak görüyoruz.
Sadece Devrimci Yolcuları değil, bütün solu kapsama alanının içine alma iddiasıyla hareket eden, gökkuşağı projesinden bahseden ÖDP, tasfiyeci duruşuyla sonunda adeta bir kişiyle anılacak denli daraldı. Tabii bu süreç eş zamanlı olarak sadece ÖDP’nin değil, Devrimci Yol’un önemli bir potansiyelinin de tasfiyesi olarak yaşandı. Şimdi, ’90 sonrasına damgasını vuran ve mutlaka özel olarak araştırılması ve kesinlikle bağışlanmaması gereken bu büyük tasfiyenin baş mimarı , Devrimci Yol’un değerlerini şu veya bu oranda yaşatma iddiasıyla varlık gösteren kesimleri bir kez daha kanatlarının altına çağırıyor. Ama o kanatların nasıl bir tuzak olduğu artık biliniyor ve artık Devrimci Yolculuk birilerinin tekelinde değil.Evet birliğe bütünlüğe de ihtiyaç var; ama elma ile armudu, tasfiyeci ile devrimciyi, suçlu ile suçsuzu bir araya getirerek değil.
Yeniden Devrim’in kapaktan Mahir’i, Veysel’i veya yumruklu yıldızı vermesi, bugün belki hala ilkel bir rekabet kültürüyle ve kaba bir taraftarlık bilinciyle hareket eden kesimlerde etkili olabilir. Belki İndymedia’da taraftar bulabilir . Ama Devrimci Yol’dan gıdalanmış ve kendini şu veya bu oranda korumuş hiç kimse tarafından rağbet görmeyecek, aksine bir değer sömürüsü olarak karşılanacak ve tepki alacaktır. İnsanlar en azından, aksi yönde alınan bunca mesafeden sonra bugün, “ Neden Devrimci Yol?” diye soracak; bu ihtiyacın, tükenmeyi durdurma yönünde son çırpınış olduğunu görmekte gecikmeyecektir.
Biz “ karınca sidiğinin bile okyanusa yararı vardır ” diye düşünen, devrimci birlik ve dayanışmayı özel bir hassasiyetle önemseyen; Devrimci Yol’u, bugün solun içinde bulunduğu açmazlar için, çözüm potansiyellerini başka yapıda görülmeyecek boyutlarda taşıyan bir yapı olarak değerlendiren bir hareket olarak çok açık söylüyoruz. Evet, Devrimci Yol’un tekrar halklara önderlik eden bir konuma taşınmasında atılacak en küçük bir adımı önemsiyoruz; bu yolda yaşanabilecek bütünleşmelerin de bu süreci hızlandıracağına inanıyoruz. Ama, halklara malolmuş Devrimci Yol’u tasfiye için, tüm imkan ve yeteneklerini kullananlarla bırakalım bütünleşmeyi, onları artık aynı geleneğin insanı olarak bile görmüyoruz. Bugün ortamın verdiği fırsat ve imkanlarla bir çeşit takiyye yapıp Devrimci Yolcu olarak görünmek de onları, bunca tahribattan sonra aklamaya yetmeyecek; genelde halkın özelde Devrimci Yolcuların nezdinde suçlu konumdan kurtaramayacaktır.
Biz genellikle “kendini akıllı milleti sersem zannetme” yakıştırmasını egemenlere yaparız. Ama burada tam da bunu hakkettiren bir fiille karşı karşıyayız. Bunca spekülatif yakıştırmadan ve saygı yoksunluğundan sonra Müftüoğlu, Devrimci Yo’lda bütünlük çağrısı yapıyor ve söz konusu ayrı duruşların “gerçek teorik ve politik temelleri” olmadığını iddia edip, bu sorunları “topluluğun bütünlüğü içinde” çözmeyi öneriyor. Bu takiyyeden, bir miktar cehaletten ve okuma tembelliğinden başka ne olabilir ki? Birincisi, Müftüoğlu kendisi ve tasfiye ortakları konusunda bugüne dek yapılan iddialara neden şu vakte kadar yanıt verme ihtiyacı bile duymadı. İkincisi, 1987’lerde henüz Devrimci Yol potansiyeli önemli bir erimeye uğramamışken dışarıdaki kadroların ortak iradesiyle gündeme gelen toparlanma çabasını, içeriden özel bir gayretle neden engellediğini bugüne dek ne kabul etti, ne de açıkladı. Üçüncüsü, bugüne dek kösteklemek için her yolu denediği Devrimci Yolcu örgütlenme çabalarını bugün önemsediğini söylemesi, çaresizliğinden midir, yoksa tasfiye hareketinden kendini kurtarmış olanları tasfiye için son bir gayretle başvurulmuş bir atraksiyon mudur?
Gelelim farkların gerçek teorik ve pratik temellerinin olmadığına; aslında biz bugüne dek bu konuda yeterince yazdık.
“Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’de 12 Eylül, sol için bir çeşit şok etkisi yaptı. Bu ‘dışsal’ etki atlatılamadan yukarıdan aşağıya geliştirilen ‘içsel’ saldırı başladı. Bunlar, yer yer kesişerek, tahribatın hızını ve miktarını arttırdı. Ancak, dünyayı da ilgilendiren 90’daki sosyalist çözülme, Türkiye için ikinci bir darbeydi ve özellikle, tasfiyeciliğin elini güçlendirdi. Bu gelişmeyi, kendi duruş ve çabalarının doğrulanması olarak yansıtmayı başardılar. ‘Bakın işte Sovyetler de çöktü’ diyerek, bunu meşruluklarına zemin yaptılar. O güne dek, ideolojik kimlik değişimini yarım ağızla, utangaç biçimde ve hatta gerekirse, asıl amaçlarını gizleyerek gündeme getirenler; dünkü kimliği anımsatıldığında hala bir nebze utanıp sıkılanlar; iddiaları kanıtlanmışçasına çok daha cesur adımlar atmaya başladı. Bu süreç Türkiye’de ne yazık ki devam ediyor. Düşüş tamamlanmadığı için en son nerede duracağını bilmiyoruz; ama, en derin çukurlara saplanmadan sahneden çekilmeyecek öznelerin olduğunu biliyoruz. Bunlar, sol değerlerin kitlelerle buluşup, yeniden umut olmasının önünde bir engel, bir tıkaç, bir karşı direnç işlevi görüyor. Bu da Türkiye’nin özgünlüğü.
(…..)
Dün, Devrimci Yol geleneğinin tasfiyesi için yapılan örgütlü ve çok yönlü operasyonlar, sonuç verdiği ölçüde, etkisi daha büyük çapta hissedilir oldu. Tabii ki mesele tek başına Devrimci Yol değildir; ama, Devrimci Yol’un bu süreçte bir özgünlüğü vardı. Bu özgünlük dost çevreler gibi düşman tarafından da bilinmekteydi. Örneğin sol hareketin çeşitli toplum kesimleriyle; aydın, entelektüel çevrelerle bağının önemi fiilen kurulan ilişkilerle somut olarak görülebiliyordu. Demokrat araştırmacılara, bilim adamlarına, onların birikimlerine solun her zaman ihtiyacı olmuştu. Özellikle 1980 öncesinde sol, bu çevreleri yönlendirebilen, imkan ve üretkenliklerini ihtiyaca göre şekillendirebilen ve aldığı verileri politika zeminine taşıyabilen bir konumdaydı. İşte, emperyalizmin solu tasfiye sürecinde koparılan bağlardan biri de buydu. Bir taraftan yetişmiş kadroları fiziken veya ruhen öldürüp kuşak kopması yaratmayı diğer taraftan sözünü ettiğimiz aydın ve bilim çevreleriyle karşılıklı beslenme ilişkisini koparmayı amaçlayan karşı devrim güçleri; bunu tüm sol için tasarlayıp uygulamış ise de, Devrimci Yol’un tasfiyesine, genel içinde özel bir önem vermiştir. Ve sonuçta Devrimci Yol, dışsal ve içsel saldırıların birbirini tamamlayan etkisi altında çözülmüştür. Bu nasıl olmuştur, hangi ilişki ve araçlar üzerinden yürümüştür, bilemiyoruz; ama, öneminin de nasıl çözüleceğinin de ancak devrimciler tarafından bilinebileceğini düşündüğümüz değer ve kazanımlarımız; özel bir çaba ile yok edilmiştir. Devletin ideolojik, askeri ve örgütsel saldırıları, yalnızlaştırma politikaları; içerden (hapishaneden) ilişkilerin, ideolojik dayanakların tasfiyesi, geleceğin yok edilmesi ve değerlerin yeni nesillere taşınmasının önüne geçilmesiyle aynı saldırının birbirini tamamlayan bileşenleri olarak işlev görmüştür.
Uzun süreli örgütsüzlüğün ne tür kopuş ve tahribatlara sebep olacağını en iyi bilenler devrimcilerdir. Genelde devrimi önleyen ve kuşak kopmasına sebep olan örgütsüzlük için; içerden (hapishaneden), özel bir çaba gösterilmiş, telkin ve dayatmalarla, her türlü toparlanma çabasının önüne geçilmiş olması; iddia ve kaygılarımızı besleyen verilerden sadece biridir. Aynı öznelerin, tutsaklık süreci sonrasında yaptıkları iradi müdahalede, var olan tüm örgütlü birimlerin dağıtılmasını mutlak koşul olarak dayatmaları ve yerine, emperyalizmin çeşitli ülkelerde devrimci geleneğin tasfiyesi için deneyip sonuç aldığı bir form olan ÖDP’yi geçirmeleri bugün daha net verilerle görüldüğü gibi bir tesadüf değildir. Yunanistan’da daha önce denenmiş olan ÖDP’vari projenin 6 yıllık uygulaması sonrasında devrimcilerin kahvehanelerde tavla oynar hale geldiği söyleniyor. Aynı proje Türkiye’de de beklenen sonucu vermiştir. ÖDP’lileşme süreci tamamlanmış, örneğin Devrimci Yol’un biçimlendirdiği devrimci kimlik yerine; ÖDP kimliği, ÖDP’lileşme ideolojisi egemen kılınmıştır. ÖDP içerisinde bulunduğu halde tahribata direnip, hala devrimci niteliklerini koruyabilmiş özneler var ise de bunlar sınırlıdır ve genelleme yapmaya engel değildir. Bugün, seçim sonuçlarının yarattığı soru işaretleri veya Partinin kendi içsel sorunları sebebiyle ÖDP’de bir çözülme yaşansa dahi, orada uzun süre rol almış kadrolardan devrimci toparlanma beklenmemelidir. Aynı şekilde, ÖDP içinde yer almamış da olsa, örgütsüz ve dolayısıyla sistemin hemen tüm silahlarına karşı savunmasız kalmış kesimler de, eğer özel bir çaba ile kendilerini korumamışlarsa, yeni bir sürecin dinamik öğesi olmakta güçlük çekecek; en azından, adım attığında, neleri yitirmiş olduğunun ve edindiği ayak bağlarının ağırlığının ayırdına varacaktır.
Önümüzdeki süreçte tahribatın, dağılma ve saflaşmanın daha kısa sürelere sığdırıldığı, adeta hızlandırılmış gelişmelere tanık olabiliriz. Böyle bir saflaşmadan, olumlu bir takım sonuçların çıkması ve ÖDP’nin yerine farklı versiyonlarının ikame edilmemesi için, öncelikle, yıllardır bir çeşit ‘tıkaç’ rolü oynayan kişiler mutlaka devre dışı bırakılmalı, onların ürünü olan normlar çöp sepetine atılarak; yüzler, devrimcilikte ısrara çevrilmelidir.
Öyle bir noktaya gelindi ki, dün Devrimci Yol’un reddettiği, alternatifini geliştirdiği ilişki ve normların düzeyine düşülmüş ve hatta esiri olunmuştur. Devrimci Yol geleneği, ardında bıraktığı zengin üretimi ile, ödenen bedellerle, örnek alınacak tarihiyle bunları hakketmemiştir. Karayalçın gibi hemen hiçbir toplum kesimince ciddiye alınmayacak bir kişinin dahi yönlendiriciliğini kabul eder hale gelmek, belki genç kuşaklar için değil; ama, dünü bilenler/görenler için iç acıtıcı bir sonuçtur.
‘Yanlıştan dönmek bir erdemdir’ demek için de geç kalındığını biliyoruz. Ama yine de, zaman aşımına uğramayacak denli derin işlemiş değerlerin taşıyıcısı olarak bugün bu gidişata ‘dur’ denecekse, hala umudunu yitirmemiş olanlara yeni bir umut olunacaksa; yani bir çeşit ‘tarihsel hesaplaşma’nın ön gününde isek; bunun da gerekleri ve sorumlulukları vardır. Bunlar yerine getirildiği, duygusallıktan ve bir çeşit ‘aile’ görüntüsü vermekten çıkıp, ihtiyaca uygun adımlar kararlı biçimde atılabildiği sürece; ‘yapacak bir şey kalmadı’ kanaatinin aksine, yapacak çok şeyin olduğu görülecektir.
Devrimcilik, ‘boyunu aşan sorumluluklar’ yüklenebilmektir. Devrimci Hareket, ‘boyunu aşan’ sorumlulukları paylaşmaya yeni yükler almaya hazırdır; yeter ki uzanan ellerde sıcaklık, yüreklerde samimiyet bulunsun.” (Devrimci Hareket, S: 13)
Bu alıntılar dışında dergimizin yayına hazırlanmakta olan sayısında, geçmişte yaptığımız bir röportaja tekrar yer verdik. Hafızaların silinmek istenmesi karşısında bu anımsatmaların büyük önem taşıdığını düşünüyoruz. Röportaj, gerek Devrimci Yol’u gerekse tasfiyenin boyut ve niteliğini anlamak açısından önemli veriler içeriyor. Okurlarımızın, tekrar da olsa ilgiyle okuyacaklarına inanıyoruz.
İnsanlar, tasfiyeciliğin bu en hoyrat biçiminin sonuçlarıyla en acıtıcı biçimde tanıştı. Şimdi sanki hiçbir şey olmamış gibi davranarak veya “yetersiz kalmış, istediğimiz başarıyı sağlayamamış olabiliriz” yollumütevazılık atraksiyonları geliştirerek gönülleri çelmelemek, yaşananları küllendirmek mümkün değildir. Yine de bunca gelişmeden sonra, bir sorun yokmuş gibi davranıp ortaya bir Devrimci Yolcu edasıyla çıkılabilmesi, bizleri bu cesarete kaynaklık eden ortamın ölçü bozukluğu sebebiyle düşündürüyor.
Halkların kendi yaşamlarına irade koymak konusunda düştükleri eksikliğe vurgu yapmak amacıyla; “her halk hak ettiği şekilde yönetilir” denir. Gerçekte bu, eksik ve halklara karşı haksızlık içeren bir değerlendirmedir. Bilinir ki ezilen halkların bilinçlenerek kaderini eline alması kendiliğinden bir gelişim izlemez. Bu nedenle işçi, köylü, kadın, Kürt, siyah, vb. olmak başlı başına bir değer olmadığı gibi, değiştirici/dönüştürücü rol için de yeterli değildir. İşçi sınıfı ideolojisi olarak bilinen Marksizm’in işçi sınıfına dışarıdan taşınmasının nedeni budur. Ve yine bu nedenle, devrim için Leninist bir partinin önderliğinin şart olması, evrensel bir tezdir; bu durum, devrimcilere halkın geleceği açısından tayin edici bir rol yükler. Eğer ülke solunun/devrimcilerin durumu iyi değilse; bu, o ülke için bir şansızlıktır. Tabii bu kapsamdaki değerlendirmeler, kişiler değil örgütler üzerinden yapılır ve genel toplam dikkate alınır.
Bilinir ki kişiler geçici örgütler kalıcıdır; hatta daha büyük bir kesitte, örgütler geçici halklar kalıcıdır. Toplumsal bilimin göstergeleri, doğruluğu kanıtlanmış önermeler; halkların özgürlüğe kavuşmasının neden önlenemeyeceğini anlatır; ancak, önlenemese de özgürlüğün uzun süre geciktirilebileceği, halkların esaret altında çağlar boyu yaşatılabileceği de bilinir. Bu nedenle, halklar karşısında önderlik konumundaki yapılarda (ve genel anlamda sol’da) rastlanan derme-çatma haller, yerinde sayan veya geriye giden adımlar için “halk bunu hak etmiyor” denir. İşte yukarıda aktardığımız kesit; “Devrimci Yol böyle anılmayı, halk da böyle bir devrimciliği hak etmiyor” dedirtecek cinsten bir probleme işarettir. Samimiyet sorunundan tutarlılık sorununa, çifte standarttan algı problemine kadar tam bir enkazla karşı karşıyayız.
İşin acı yanlarına, kayıpların çeşitliliğine, zaman aşımına uğratılan ve hafıza kayıpları arasında tüketilen değer ve umutlara rağmen; bundan sonrası için sevindirici/umut verici gelişme, Devrimci Yol değerleri üzerindeki tekelin kırılmış olmasıdır . Belki bir süre daha Devrimci Yol ismi hak etmeyenlerin ellerinde ve ağızlarında yer bulacak. Bu, dönemin de bir özelliğidir. Dışarıdan bakanların yadırgadığının, hatta farklı kesimleri tanımakta veya ayırmakta yer yer güçlük çektiğinin de bilincindeyiz. Ama buz kırılmış, yol açılmıştır. Bundan sonra, zaman da gelişmeler de görüntülerin netleşmesi ve aradaki farkların belirginleşmesi üzerinde etki yapacak; en azından Devrimci Yol’un tasfiyecileri ile Devrimci Yolcular arasındaki farkın okunması güç olmayacaktır.
Düşünün bir kez; bir tarafta AB’yi gösterip “Devrim oldu” diyenler, diğer bir tarafta AB’nin emperyalist niteliğini ve taşıdığı potansiyel tehlikeleri ayrıntılı biçimde işleyerek halkı uyaranlar; bir tarafta devrim amacından vazgeçip kendi ihtiyaçları olan bir örgütlenmeme hali yaratanlar, diğer tarafta Devrimci Yol’u bugüne izdüşürebilmenin emeğini verenler; bir tarafta neoliberal politikaları kendi ataletine ve başarısızlığına gerekçe gösterenler, diğer tarafta küreselleşmenin sahiplerini vurmaya başladığını söyleyip, devrimci görevleri bir an olsun ertelemeyenler… Bu kıyaslama hayatın her alanından örneklerle çoğaltılabilir. Ama sol kamuoyunda bu türden metinlerle bir sıkılma hali yaratmak istemiyoruz.
Birileri, işlerine öyle geldiği, okumadıkları veya kapasitelerini aştığı için Devrimci Hareket’in onlarca güncel defter ve 35 dergilik arşivinin; yani izlediği çizginin dünü tekrardan ibaret olduğunu, yeni bir şey yazılmadığını söyleyebilir. Biz, çocukça bir inadı çağrıştıran bu yok saymayı değil; dünya ve ülke gündemine dair yaptığımız değerlendirmelerle önü açılan, yüzünü bize dönen ve örgütsel bağlarımızı güçlendiren samimi özneleri; bu öznelerin gözlerindeki ışıltıyı ve akıllarındaki ufku dikkate alacağız.
Yeniden Devrim, örneğin solun ekonomiye ilgisiz olduğunu yazıyor. Doğrudur. İşte tam da bu ilgisizlik, kaynaksızlık ve değerlendirme yoksunluğu ortamında; örneğin neoliberallerin önermelerine uygun tarzda, globalleşmeyi 21.yy’daki kapitalizmin zorunlu gelişmesi olarak tanımlayan sol liberal çizgiye karşı, globalleşmenin konjonktürelliğini vurgulayan tek yapı Devrimci Hareket olmuştur. Devrimci Hareket başka neler yapıyor? Son dolar krizini nasıl değerlendirmiştir? Danıştay’a yönelik saldırı, burjuva gazetelerinin enformasyon karmaşası içinde boğulurken veya pek çok yapı, Susurluk benzerliğine işaret etmekle yetinirken; sermaye çatışmasından söz eden Devrimci Hareket olayı nasıl ayrıntılandırmıştır? Bu ülkede pancarın dünden bugüne uzanan hikayesini ve bunun son zamanlarda öne çıkarılan nişasta bazlı şeklerle ilintisini öğrenmek gerektiğinde başvurulabilecek bir kaynak var mı? Evet bu kaynak Devrimci Harekettir. İşte Oğuzhan Müftüoğlu, Devrimci Yolculara çağrı yapmadan önce hiç olmazsa bunları öğrenseydi; yani Devrimci Hareket’i tanımaya çalışsaydı daha ciddi bir görüntü vermiş olurdu.
Bizim acelemiz yok; biliyoruz ki gerçekler devrimcidir ve sınavlar test edicidir . Sınıflar mücadelesi giderek sertleşiyor; taklitle, takiyye ile veya sahte görüntülerle uzun süre oyalanma koşulu yoktur. Halkımız ve Devrimci Yol’a gönül vermiş olanlar belki bir süre daha bu hak etmedikleri “devrimcilik” örnekleri ile muhatap edilecek; ama, inanıyoruz ki bu uzun sürmeyecektir. Devrimci Yol, zaman aşımına uğramayacak devrimci bir öze sahiptir . Bu öz, tasfiye çabalarını da, sahte sahiplenme örneklerini de boşa çıkaracak; değerlerde ısrarın ve kavgada istikrarın ifadesi olarak; Devrimci Yol, sahnedeki yerini alacaktır.
09 Ağustos 2006