Avrupa orta çağdan çıktığı zaman, feodal sistemin sürdürülmesi burjuvazinin gelişiminde bir engeldi. Feodalizmin uluslararası büyük merkezi Katolik Roma kilisesi toprakların üçte birini elinde bulunduran en büyük feodaldi. Bilimdeki canlanma orta sınıfın gelişmesiyle birlikte ilerliyordu ve burjuvazi üretimi geliştirmek için bilime ihtiyaç duyuyordu.
Bilim o zamana kadar kilisenin gölgesinde kalmıştı. Burjuvazi feodalizme karşı savaş açtı. Bunlardan birincisi, Almanya’daki Protestan reformudur. Luther öncülüğünde kiliseye açılan savaş sonucunda iki önemli ayaklanma gerçekleşti; küçük soyluluğun ayaklanması (1523), sonra Köylü Savaşı(1525). Bu iki ayaklanma da bozguna uğradı. Daha sonra Calvin kilisesi kuruldu. Calvin kilisesi cumhuriyetçiydi. Calvın’in inancı çağının burjuvazisine uygundu. Protestan reformunun asıl amacı; feodaliteyi gereksiz kılmak ve ticaretin önünü açmaktı. Burjuvazinin ikinci zaferi ise İngiliz Devrimidir. İkinci ayaklanma İngiltere ‘de orta sınıf öncülüğünde başladı ve köylüler bu ayaklanmayı başarıya ulaştırdı. Burjuvazinin feodalizme karşı savaşında, köylüler önemli bir yere sahiptir. Bu öneme rağmen zaferin ekonomik sonuçları köylü sınıfını yıkıma uğratmıştır. Alt sınıfın başkaldırması ve İngiltere’de Materyalizmin doğuşu burjuvaziyi tehdit eden olaylardı ve İngiliz burjuvazisi dini etkili kılmak için çaba harcamıştır. İngiltere’yi bu denli etkileyen materyalizmin etkileri kısa sürede Fransa’ya geçti. Fransız materyalistler; sadece dini inanç konularını değil, bütün bilimsel gelenekleri ve politik kavramları da eleştirerek evrensel uygulanırlıklarını sınadılar. İngiliz kralcılarının kurduğu bu öğreti, büyük devrim patladığında; Fransız cumhuriyetçilerine ve terör yanlılarına klavuz , aynı zamanda İnsan Hakları Bildirgesi metnine kaynak oldu. Fransız Devrimi burjuvazinin üçüncü ayaklanması ve din örtüsünü sıyırıp atan ilk ayaklanma oldu. Politik alanda yürütülen bu ayaklanma aristokrasinin yıkımına ve burjuvazinin kesin zaferine kadar sürdürülmüş ilk ayaklanmaydı. Fransa’da devrim feodalizmin son kalıntılarını silip süpürdü ve Eski Roma Hukukunu çağdaş kapitalist koşullara ustalıkla uyarlandı. Burjuvazinin en büyük ve kendi öz çıkarı için kazandığı son zafer ise; Tahıl Yasasının yürürlükten kaldırılması oldu. Böylece fabrikatörlerin, toprak aristokrasisine karşı üstünlüğünü saptadı.
İngiltere’de burjuvazinin kurtuluşunun yanı sıra işçi sınıfı da ortaya çıkmış oldu. 1832’de çıkarılan yasayla oy hakkını kaybeden işçiler isteklerini Halk Buyrultusunda dile getirdiler. Tahıl yasalarının kaldırılmasından yana olan burjuva partisine karşı, işçiler çartistler adlı ilk işçi partisi altında örgütlendiler. Sonra 1848 kıtasal devrimleri oldu. Bu dönemleri tahlil eden, denemeler yapan ütopik sosyalistler tarihsel gelişmenin yarattığı proletaryanın çıkarlarının temsilcisi olarak ortaya çıkmamıştır. Onların ilkelerine göre burjuva dünyası adaletsizdir, o da tıpkı feodalizm gibi ve daha önceki toplum aşamaları gibi yok olacaktır. Fransa’da Saint-Simon, Fransız devrimini bir sınıf savaşımı olarak tanımlar. Yalnız soylular ve burjuvalar arasında değil de, soylular ve burjuvalarla malsız – mülksüzler arasında bir savaş olarak tanımlar. Ekonomik koşulların politik kurumların temeli olduğu bilgisi burada ancak yeni yeni belirir. Fourier ise toplumun bütün tarihsel gelişimini dört aşamaya ayırır; yabanlık, barbarlık, ataerkillik ve uygarlık. İngiltere’de ise Robert Owen komünizm denemelerinde bulunmuştur. Ütopyacıların bilimsel sonuçlar çıkartabilmeleri için kapitalizm henüz yeterince gelişmemişti ve proleterya yeterince güçlü değildi. Kendi çağlarında patron ve işçi sınıfı arasındaki savaşımı algılayamadılar. Ütopyacılara göre sosyalizm sağ duyunun ve adaletin dışa vurumudur. Nerede ve ne zaman bulunacağı yalnızca bir rastlantıdır. 1831’de Lyon’da işçi sınıfının ilk ayaklanması ve 1838 ile 1842 arasında İngiltere’de çartistlerin ilk ulusal işçi sınıfı hareketi meydana geldi.. Proleterya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımı Avrupa‘daki ülkelerin tarihinde, bir yandan modern sanayinin, öte yandan da burjuvazinin ele geçirdiği politik üstünlüğünün gelişmesiyle orantılı olarak ön plana geçti. Yani olgular bütün geçmiş tarihin yeniden incelenmesini zorunlu kıldı ve görüldü ki, bütün tarih, ilkel aşaması hariç, sınıf savaşımları tarihidir. Marks, sosyalizmi rastlantısal bir buluş olmaktan çıkartıp, tarihsel olarak gelişmiş iki sınıf; proleterya ve burjuvazi arasındaki savaşımın zorunlu sonucu olduğunu belirtmiştir. Marks kapitalist üretim yöntemini ve onun temel karakterini tarihsel bağlantıları içinde ele aldı. Ödenmemiş emeğe el koymanın, kapitalist üretim tarzının ve bu üretim tarzında ortaya çıkan işçi sömürüsünün temeli olduğunu ve aynı zamanda kapitalistin, emekçinin emek gücünü pazardaki bir meta gibi tam değerini ödeyerek satın alsa bile, ondan, ona ödediğinden daha çok değer çıkardığı; ve bu artı değerin varlıklı sınıfların ellerinde sürekli olarak artan sermaye birikimini oluşturduğunu gösterdi. Materyalist tarih anlayışı, insanın yaşamını sürdürmeye yarayan araçların üretiminin ve yanı sıra üretilen şeylerin değişiminin bütün toplumsal yapının temeli olduğunu savunur. Ortaçağda kendi üretim araçlarındaki özel mülkiyetine dayanan küçük üretimler hakimdi. Kırda, özgür ya da serf olan küçük çiftçilerin tarımı; kentlerde, loncalarda örgütlenmiş el zanaatçılığı vardı. Üretim aletleri tek tek bireylerin, tek kişinin kullanımına uyarlanmış emek aletleriydi. Bu emek aletleri üreticinin kendisinindi. Üretim bireylerin gereksinimlerini karşılamaya yönelikti. Kırlarda feodal beyin gereksinimlerinin doyurulmasına da yardım ediliyordu. Değişim sınırlı, pazar dar, üretim yöntemi dengeliydi. Dışa kapalı üretim vardı. Meta üretimi tam gelişimine kapitalist üretim koşullarında ulaşır. Sınai üretim tarihini ortaçağdan bugüne üç bölüme ayırıyoruz; zanaatçılık dönemi, manüfaktür dönemi ve modern sanayi dönemi. Burjuvazi dağınık ve sınırlı olan üretim araçlarını bir araya toplayıp geliştirerek günün koşullarına uyarladı. Bireysel işçiliğin yerini yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar aldı. Üretim araçları gibi, üretimin kendisi de, bir bireysel işlemler dizisinden bir toplumsal işlemler dizisine dönüşürken ürünler, bireysel ürünlerden toplumsal ürünlere dönüştü. Fabrikalardan çıkan ürün, tamamlanmadan önce ard arda ellerinden geçtiği bir çok işçinin ortak ürünüydü. Ortaçağ’da üretim belirli bir plana dayanmıyordu. Fabrikalarda ise belirli bir plana dayanan, fabrika içinde örgütlenmiş yeni bir iş bölümü oluştu. Her iki üretici de ürünlerini pazarda hemen hemen aynı fiyatlara satmasına rağmen fabrikalar daha güçlüydü ve zamanla zanaatçılar bu fabrikaların karşısında tutunamayıp bu fabrikalarda ücretli işçi olarak çalışmak zorunda kaldılar. Toplumsal üretimde, üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalist, başkalarının emeğinin ürününü de mal ediniyordu. Yeni üretim tarzına kapitalist niteliğini veren bu çelişki (artı değer) bugünkü uzlaşmaz karşıtlıkların toplamının çekirdeğini oluşturmaktaydı.
Cemile Hançer
01 Eylül 2012