Venezuella’da devlet başkanı Hugo Chavez, uzun süredir, emperyalist politikalara gösterdiği dirençle kendinden söz ettiriyor. Darbe denemeleri, seçimle düşürme çabaları, iç karışıklık, vb. yollardan denenen tüm karşı çabalara rağmen ayakta duran Chavez’den ve dolayısıyla Venezuella’daki gelişmelerden doğru sonuçlar çıkarabilmek, süreci doğru değerlendirebilmekle mümkündür.
Venezuella’daki mevcut durum, Chavez’in sahip olduğu özel bir programdan veya özel bir güç ve örgütlenmeden kaynaklanmıyor. Bir ülkede eğer oligarşinin kapsamı birkaç toprak ağasını, petrol şirketi sahibini ve toplam on aileyi geçmiyorsa; sonuçta bütün ülkede elde edilen ürünlerin %90’a yakını söz konusu aileler tarafından paylaşılıyorsa; toplumun hemen her kesimi, başta o 10 aile olmak üzere oligarşi kapsamı içindeki sömürücü azınlığa karşıysa; o ülkede egemenler ve işbirlikçileri güçlü değil, zayıf demektir. Üstelik aynı ülkede, halkın tepkilerini kontrol altında tutmak için ihtiyaç duyulan silahlı kuvvetler, para ile satın alınmış (paralı asker) bir güç değilse; yani zorunlu askerlik söz konusuysa; ordunun en azından alt kademelerinde her zaman her şeyi yaptırabilme şansı yoktur. Üst kademelere gidildikçe işbirliği bağı daha da güçlenir. Ancak bu, mevcut askeri gücü her an her konuda harekete geçirebilme şansı vermez. Böyle bir dengesizlik halinde, güçler her an el ve yer değiştirebilir. İşte bugün Venezuella’da yaşanan olay budur. Yani bir denge ortamında, güçlerin tam galebe çalamadığı, birbirini ortadan kaldıramadığı anlarda, çeşitli ara unsurlar (Bonapartist yapılar) ortaya çıkabilir. Chavez de bunlardan biridir ve gerçekte popülist bir kimliğe sahiptir. Halktaki antiemperyalist eğilimleri çok iyi değerlendirebilen ama tekelleri tümüyle karşısına alamayan Chavez, dünyada benzeri olmayan biçimde, petrolden aldığı vergiyi geçtiğimiz günlere dek %1 oranında tutmuş; %18’e çıkardığında ise, gelirleri halkın sosyal ihtiyaçları için kullanmıştır.
Chavez’in yedeklediği bir diğer güç de oligarşi dışı burjuva katmanlardır . Oligarşinin kapsamı daraldıkça, bu kapsam dışında kalan kesimlerin hacmi büyür. Ve mevcut çelişmelerin yerinde değerlendirilmesi halinde o kesimin desteğini kazanmak mümkün olur.
Chavez komünist veya devrimci bir kimliğe sahip değildir . Ancak, sol değerleri, özellikle de halkın beklentilerini iyi biliyor ve mevcut dengeleri gözeterek, toplumun büyük bir kesiminin desteğini toplayabiliyor. Hatta diyebiliriz ki Castro ile yürüttüğü ilişki, verdiği mesajlar bile popülist duruşunun bir devamıdır. Bu bağlamda ne Chavez’in Venezuella’daki, ne de bir başka örnek olarak Lula’nın Brezilya’daki duruşu bir model olarak alınamaz/önerilemez.
Dikkat edilirse, Venezuella’da üst düzeyde birkaç subayın tezgahladığı darbe, halkın belli bir direnci olsa da, özellikle askerler tarafından engellendi. Bu da, değişik burjuva kesimlerle yakın ilişki içindeki askerlerin çabasıyla gerçekleşiyor. Yoksa, Venezuella Ordusu demokratik veya antiemperyalist bir niteliğe sahip değildir.
Venezuella’daki mevcut durum, kalıcı öğeler üzerine oturmayan, kaygan bir zemindir. Ve bu yarın, çeşitli nedenlerle değişebilir. Ancak, yine de ortaya önemli sonuçlar çıkarmıştır. Venezuella’nın bu dezavantajlı koşullarda (önderlik ve örgütlenme) başarması, siyasal yapıların kendi hedeflerine ulaşabilmesi için objektif koşulların uygun olduğunu, subjektif koşulların yaratılması halinde çok şeyin başarılabileceğini gösteriyor.
Yazının burasında, tarihimiz boyunca savunduğumuz bir tespiti, Venezuella’dan öğrenerek anımsamakta yarar görüyoruz. Sosyalist devrimi önceleyen bir halk demokrasisi sürecinin zorunluluğu fikri, Venezuella pratiğince de kanıtlanmıştır.
Demokrasinin sınırlarının oligarşiye kadar daraldığı koşullarda, ortaya sadece işçi sınıfının çıkarlarına denk düşen sosyalist bir program konması halinde, halkın gönlünü kazanmak (başarmak) olanaksızdır. Ancak, emperyalizmle tam bir bütünleşme içinde olan oligarşi dışındaki bütün kesimleri içine almayı hedefleyen; kazanamadığı kesimi de tarafsızlaştıran veya etkisizleştiren bir demokratik halk devrimi programı ekseninde bir mücadele sürdürülürse, hem Chavez’in sağladığı biçimde bir destek sağlanır, hem de süreç, daha kalıcı basamaklar üzerinden ileriye taşınır. Chavez, ortaya koyduğu pratikte, farklı yol ve araçlarla da olsa, bir demokratik programın başarı şansının nereden geçtiğine dair ipuçları vermiştir.
Evrensel bir demokratik halk devrimi programı yoktur . Her ülkenin kendi özgül koşullarıyla yer alacağı bir program etrafında mücadele sürdürülebilir; böyle bir mücadelenin başarı şansı her zaman vardır. Hatta bu, bugün Venezuella’da çok daha fazla mümkündür. Çünkü, oligarşinin kapsamı daraldıkça, gücü zayıflar ve karşıt güçlerin başarı şansı artar.
Sonuç olarak; mevcut halk katılımı ve antiemperyalist duruş sebebiyle Chavez desteklenmelidir; ancak uyguladığı tarzın örnek model olma niteliği yoktur.
IRMAK GEÇERKEN AT DEĞİŞTİRİLMEZ VEYA AMERİKAN TEKELLERİ BUSH VE EKİBİNDE ISRAR ETTİ
ABD’de seçimi önceleyen koşullar, aynı zamanda seçimin sonucunu tayin eden koşullar oldu. Reel sosyalizmin dünya ölçeğinde uğradığı çözülme sonrasında kendini tek süper güç olarak dünyaya dayatan, dünya egemenliğine soyunan ABD, bu çerçevedeki politikaları ile sınıra dayanmış ve görmezden gelinemeyecek dirençlerle karşılaşmıştır. Bu dirençlerin en etkili noktası Irak olmuş ve ABD’nin 15 yıllık politikalarının çarptığı duvar olarak işlev kazanmıştır.
ABD’yi zorlayan bir diğer faktör de ekonomik alandaki daralmadır. Karşısındaki ekonomilerin %12’lere varan bir büyüme içinde olduğu koşullarda, ABD için %2’lik büyüme, hızla bir daralma anlamına geliyor. Ayrıca, ABD’nin bütçe açıkları rekor düzeylere ulaşmış durumda. Bu açıklar, bir dönem, açıktan kağıt para basarak kapatıldı. Ama bugün artık uluslar arası değişimde Dolar’ın yanında Euro’nun da yaygın biçimde kullanılır olması, bu çözümün de sonuna gelindiğini gösteriyor. Başta petrol alımı olmak üzere çeşitli alanlarda dışavuran bu gelişmenin, önemli sorunların habercisi olarak gündeme oturması, seçim öncesinin niteliğini belirleyen faktörlerden biri oldu.
Artık ABD, dünya politikalarını biçimlendirmede son 15 yıldaki kadar tek başına olmadığını, serbest davranamadığını, ciddi direnme noktalarının ve farklı odakların ortaya çıktığını, hatta bugüne kadar en yakın müttefiki gibi görünen AB’nin bile etkili bir muhalefet odağı oluşturabileceğini gördü. Bugün hala yeterli etkileyicilik gücüne ulaşmamış olsa dahi Rusya, Çin eksenli atılan adımlar da, ABD karşısında direnç noktalarını büyüten gelişmelerdir. İşte bu koşullarda, ABD’nin askeri, ekonomik açıdan kendi politikalarını sorgular hale geldiği bir aşamada seçimler yapıldı.
ABD’nin 21.yüzyıla dair dış politikasını altüst edebilecek gelişmelerin potansiyel olmaktan çıkıp, maddi bir varlık haline geldiği koşullarda, mevcut politikalara, bir şans daha tanımanın karşılığı, Bush’da ısrar etmek oldu. Yoksa Kerry, Bush’u çeşitli açılardan eleştirmiş olsa da, Irak için öz itibarıyla farklı alternatifler geliştirmekten uzaktı . Ve zaten bu, Bush’un da Kerry’nin de kişisel niteliklerini ve tercihlerini çokça aşan bir durumdu. Bush, bugüne dek, kendisini o noktaya getiren tekel gruplarının , diğer bir ifadeyle, ABD’nin 21. yüzyıla ilişkin politikalarını belirleyen kesimlerin tercihlerini hayata geçirmekten başka bir şey yapmamıştır.
Bush’un yerine Kerry seçilmiş olsaydı; onun da farklı bir şey yapabilme şansı yoktu. Çünkü ABD politikaları, seçilmiş başkanların kişisel tercihlerine bırakılmayacak biçimde üretilmekte ve güvenceye alınmaktadır. Bu nedenle, Kerry’nin seçilmesi, farklı kadrolarla aynı politikaların uygulanmasını beraberinde getirecekti. Yaşamın çeşitli alanlarına yansıyabilecek farklar, belirli bir sınırlılıkta kalırdı. Örneğin Bush’un seçilmesiyle beraber sigorta şirketlerinin hisseleri düşmüş, uçak ve silahlanma şirketlerinin hisselerinde %6–7 oranında artış gözlenmiştir. Bu, tekel gruplarının, birbiri karşısında kar payları açısından sahip olduğu göreli avantajlarla ilintilidir.
Sonuçta, Irak savaşının ortasında, üstelik dünya jandarmalığına soyunmuş bir güç olarak ABD, aynı kadrolarla yola devam etmeyi tercih etti. Ve seçim hileleri de bu yönde değerlendirildi.
(Devrimci Hareket’in, Amerika’daki seçimler sonrasında yaptığı değerlendirme)
Sayı 15
(Kasım ‘2004 – Ocak ‘2005)