Spartaküs’ten Bedrettin’e; Hasan Sabbah’tan Munzer’e kadar tüm ayaklanmaların tarihi, ezilenlerin mücadelesinde meydana gelen çatlaklara, farklı tutum alışlara sahne olmuştur. Sonu katliamla da bitse yoksulların her ayaklanması eşitlik, özgürlük tutkusunun asla teslim alınamayacağını göstermiştir. Ezilenlerin ortak hafızasına kazınan başkaldırılar, ayaklanmalar bugünün kavgasına ışık tutmaya devam etmektedir.
Yaşanılan dönemin niteliklerini (ideolojik, siyasal, ekonomik vb.) kavrayamayan hiçbir kalkışmanın başarı şansı olmamıştır.
Her dönem olduğu gibi kapitalizmin geliştiği koşullarda da yeni dönemin özelliklerini kavrama, yöntem ve araç geliştirme kapasitesi başarı için asgari koşuldur. Marksizm öncesi dönemde kapitalizmin özünü kavrayamayan ütopyacı sosyalistlerin düşüncelerinde tam bir karmaşa hâkimdi. Bilimsel sosyalizmin henüz sahneye çıkmadığı koşullarda bir yanda komünizmi kaba yorumlayanlar; diğer yanda ise reformizme kayanlar vardı.
“Sol” sapma kaba bir eşitlik ve mal ortaklaşması biçiminde ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin gelişmesiyle makinelerin yaygınlaşması işçilerin kitleler halinde sokağa atılmasına yol açmıştı. Bu durum karşısında makineleri kırarak, parçalayarak mücadele etmeye çalışanlar olmuştu.
Sonraları ortaya çıkan hareketler, iktidarı alabilmek için halktan kopuk dar, gizli bir örgütlenmenin terör yöntemleriyle başarıya ulaşabileceğini düşünüyorlardı. Bu akımın en önemli temsilcileri Babuef ve Blanqui’dir.
Madalyonun diğer yüzünde ise sağ sapma yer alır. Kapitalizmin gelişmeye başlamasıyla birlikte burjuvazi iktidara talip olmuş ve toplumsal hoşnutsuzluğun bayraktarlığını yapmıştır. Başlangıçta ilerici bir niteliği olan burjuvazi iktidarı aldıktan sonra hızla gericileşmiştir.
Burjuvazinin geçirdiği dönüşümü doğru değerlendiremeyen ütopyacı sosyalistler sömürünün tüm vahşetiyle sürdüğü koşullarda burjuvaziden hala eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganlarını hayata geçirmesini beklemişlerdir. Saint Simon’dan Fourier’e; Robert Owen’dan Proudhon’a kadar birçok kişi kapitalist sistemin vahşetini hafifletmek, burjuvaziyi reformlara zorlamak için çeşitli düşünceler öne sürmüşlerdir.
MARX VE ENGELS
PROLETER DEVRİMLER ÇAĞINI AÇMIŞTIR
Marks ve Engels bütünlüklü bir dünya görüşünü (komünizm) ortaya koyarken sürekli sağ ve “sol” sapmalarla mücadele etmişlerdir. Hegel, Feuerbach, Dühring vb. üzerinden yaşanan tartışmalar, polemikler yanında anarşizme (Proudhon, Bakunin vb) ve diğer “sol” sapmalara karşı mücadele, devrim ve sosyalizm mücadelesine eşsiz katkılar sağlamıştır. I. Enternasyonal, anarşizme karşı mücadele etmişken; II. Enternasyonal reformizm ve revizyonizme karşı mücadele etmiştir. Engels’in ölümünün ardından ortaya çıkan Bernstein, “hareket her şeydir, sonal amaç hiçbir şey” sözüyle revizyonizmin en önemli temsilcisi olmuştur. Bugünkü Sosyal Demokrasi’nin kurucusu sayılan Bernstein, kapitalizmi yıkmak yerine reformlarla düzeltmek gerektiğini iddia etmiştir. II. Enternasyonal içinde baskın hale gelen parlamentoculuk (yasalcılık), Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasıyla yaygınlaşmış; Sosyal Demokrat partilerin temsilcilerinin (Kautsky, Plehanov vb.) anavatan savunması maskesi altında emperyalizme yedeklenmesiyle sonuçlanmıştır.
PROLETARYA PARTİSİNİN PUSULASI LENİN
Rusya’da kapitalizmin gelişmesi işçi sınıfının da gelişmesini sağlamıştır. Narodnizm’e ve Ekonomizm’e karşı mücadele yürüten Lenin; RSDİP’in (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) kongresinde partinin yapısı üzerine süren tartışmalarda gevşek, kendiliğindenci anlayışa karşı çıkarak Menşevizm’e (sağ sapma) tavır aldı.
1905 devriminin yenilgiyle sonuçlanmasının ardından Rusya’da tam bir cadı avı başlatan çarlık Okranası (gizli polis) pek çok katliama, idama, sürgüne yol açmıştı. Bolşevik Parti pek çok kadrosunu bu süreçte kaybetti. Yorgunluğun, yılgınlığın baş gösterdiği bu dönemde bir yandan küçük-burjuva kadrolar hızla safları terk ederken, yenilginin sorumluluğunu başta Lenin’e ve Bolşeviklere fatura ediyorlardı. Diğer yandan aşırı “sol” fikirler (Bogdanov, Lunaçarski vb.) de gelişmekteydi. Bolşevik parti içindeki “sol”cular mücadelenin hızlandığı, devrimin yaklaştığı dönemde uygulanan taktiklerin (Duma’yı boykot vb.) partinin geri çekildiği koşullarda da devam etmesini savunuyorlardı. Beklemenin parti için ölüm demek olduğunu bilen Lenin, her iki sapmaya karşı da tavizsiz bir mücadele sürdürdü.
Devrimin hızla yükseldiği ya da gerilediği dönemlerde sağ ve “sol” sapmalarda da artış olur. Mücadelenin ibresinde meydana gelen ani değişiklikler bu zararlı akımları da tetikler. Devrimin arifesinde bile bu akımlar devrimin çıkarlarının yerine kendi dar grupçu (ya da kişisel) çıkarlarını önde tutarlar. Ekim Devrimi’ne giden yol incelendiğinde Bolşevik Parti’nin sürekli bu akımlarla mücadele ettiği görülmektedir. 1917 Temmuz gösterilerini partiye rağmen ayaklanmaya dönüştürmeye çalışan “sol”culardan, devrimin gününü burjuva gazetelerine ihbar eden sağcılara (Kamanev, Zinoviev) ve hatta devrimin yapılmasına karşı çıkanlara (Oylamada Kamanev, Zinoviev karşı, Troçki çekimser) kadar geniş bir yelpazede görülen sapmalar Bolşevik Parti’nin sürekli başını ağrıtmıştı.
Devrimin hemen sonrasında birliğe en fazla ihtiyaç duyulan iç savaş koşullarında sağ muhalefet Menşevik demiryolcular sendikasının grevini destekleyip bakanlıklardan istifa etmekle kalmayıp (Kamanev, Zinoviev vb.) Lenin’i de istifaya çağırdılar. Ardından, Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bir an önce çıkarak Sovyetler Birliği’ni güçlendirmeye çalışan Lenin’e karşı bayrak açan “sol” lafazanlar (Buharin, Rikov ve Troçki) ise Brest Anlaşması’nı sabote etmeye çalışıyorlardı. Onlar “utanç verici bir barış imzalamaktansa, Sovyet iktidarını feda etmenin daha iyi olduğunu” ya da Troçki’nin yaptığı gibi “ne utanç verici barış ne de savaş” biçiminde pratikte hiçbir şey ifade etmeyen görüşlerini dayattılar. Partiye karşı birleşen sağ ve “sol” sapmaların da etkisiyle Anarşist ve Sosyal Devrimciler (SD) suikastlar gerçekleştirmeye başladı. Partinin önde gelen temsilcilerinin (Uritski vb.) öldürülmesi yanında Lenin de ağır şekilde yaralandı.
Sovyet Devrimi’nin başarısı tüm dünyada devrimci bir dalganın kabarışını sağlamıştı. Bir yanda II. Enternasyonal temsilcilerinin ihaneti, diğer yanda “sol” komünistlerin parlamenter yöntemleri küçümseyen, yok sayan yaklaşımı. Bu fırtınalı dönemde Lenin, komünistlerin izlemesi gereken doğru rotayı belirlemeye devam ediyordu: “Sonuç açıktır: ‘ilke olarak’ her türlü uzlaşmayı reddetmek, ne türden olursa olsun, genel olarak, uzlaşmayı gayri meşru saymak, ciddiye bile alınamayacak akıl almaz bir çocukluktur…” (Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı, Lenin). Avrupa’da “sol” grupların yasal çalışma biçimlerini reddetmesine bir başka örnek de sendikalardır. “Sol” grup ve partiler “eski” sendikalarda çalışmak yerine “yepyeni”, “tertemiz” sendikalar kurmak gerektiğini savunuyorlardı. Lenin sendikal mücadele konusunda da “
Gerici sendikalarda çalışmamak demek… İşçi yığınlarını, gerici liderlerin etkisine, burjuvazinin ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da ‘burjuvalaşmış işçilerin’ etkisine terk etmek demektir.” (Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı, Lenin) tespitiyle izlenmesi gereken doğru yolu gösteriyordu.
SOSYALİZMİN LABORATUARI SOVYETLER BİRLİĞİ
Sosyalizm, insanlaşma sürecinin ilk adımıdır. Sovyetler Birliği sömürüyü ortadan kaldırmakla kalmayıp sosyalizmin hayata geçirilmesinde büyük başarılar elde etmiştir. Sovyetler Birliği’nin daha önce hiç çıkılmamış yüksekliklere çıkmasına önderlik eden Stalin; mütevazı kişiliğiyle olduğu kadar sağ ve “sol” sapmalara karşı verdiği uzlaşmaz mücadeleyle de bilinir.
Lenin sonrası Bolşevik Parti içinde süren tartışmalarda Stalin hep yol gösterici olmuştur. Troçkist muhalefetin “sol” çıkışları (sendikalar sorunu, tek ülkede sosyalizm vb.) yanında sağ muhalefetin sanayileşme karşısında kulakların yanında yer alan tutumuyla da (Buharin, Rikov, Tomski) mücadele etmiştir.
Stalin “soldan giden sağa varır” diyerek birbirine zıt gibi gözüken iki akımın aslında kardeş olduğunu ifade etmiştir. SBKP ve halk içinde hiçbir etkisi, gücü kalmayan bu akımlar zaman içinde emperyalizmin ve faşizmin birer maşasına dönüşmüştür. Tek bir çatı altında birleşen ‘muhalefet’ giriştikleri suikastlarla devrimin önder kadrolarını öldürürken, (Kirov, Gorki, Kuybişev vb. cinayetleri) düzenledikleri sabotajlarla da sosyalizm davasına ihanet etmişlerdir.
Stalin’e saldırmak Lenin’e saldırmaktır. Stalin’in öncelikli hedef olarak görülmesi, onun; sosyalizm düşünün hayat bulmasına önderlik etmesidir. Sosyalizmin değerleri tehlikeye girdiğinde, Lenin’in en az Stalin kadar hassas olduğu rahatlıkla görülür. Brest barışı sonrası başta Lenin olmak üzere, Bolşevik önderleri öldüren ya da yaralayan Anarşist ve Sosyal Devrimciler’e karşı girişilen tutuklama, idam vb. uygulamalar, nasıl devrimi korumak için zorunlu bir önlemse; emperyalizm ve faşizmin SSCB’yi yıkmak için savaşa hazırlandığı koşullarda suikast ve sabotajlara başvuran karşı devrimcilerin de cezalandırılması, haklı olduğu kadar dünyanın ezilen halklarına karşı bir sorumluluktu da.
Sağ ve “sol” sapmayı düz bir çizgi halinde düşünmemek gerekir. Tarihsel olarak bakıldığında bir dönem sağa kayan bir kişi veya çizgi, bir başka olay ve tarihte “sol”a kayabilir. Brest barışında “sol”a kayan Buharin, sanayileşme konusunda sağa sapmıştır. Kamanev ve Zinoviev de pek çok sağ yalpalamanın (Ekim Devrimi’ne karşı çıkmaları, Lenin’in istifasını istemeleri vb.) ardından Troçki’nin “sol” muhalefetine çark etmişler; sonra tüm “muhalefet” birleşip düşmanla işbirliği yaparak ihanet çizgisine demir atmışlardır.
SOSYALİZM’DEN UZAKLAŞILDIKÇA EMPERYALİZME YAKINLAŞILIR
Dünya proletaryası ve ezilen halkların baba olarak seslendiği Stalin’in ölümünün ardından dünya sosyalist hareketi parçalanmaya başladı. Emperyalist-kapitalist sistem karşısında takınılan uzlaşmacı tutum komünist partilerin ortak refleksini zayıflattı. Sovyetler Birliği yöneticilerinin “Emperyalizm ile Barış içinde yarış”, “SSCB’nin komünizme geçtiği”, “Nükleer savaş tehlikesi” gibi sağ, uzlaşmacı yönelimleri karşısında Çin-Arnavutluk çizgisinin başlangıçta ki haklı tutumu, zamanla Sovyetler Birliği’ni baş düşman (ABD’den bile tehlikeli) ilan ederek emperyalizmle farklı türden bir uzlaşmayı ortaya çıkardı. Çin-Sovyet kutuplaşması öyle bir noktaya vardırıldı ki dünya sosyalist hareketi tam bir kaosa sürüklendi. Afganistan, İran vb. gerici rejimleri bile o dönem alkışlayanlar oldu.
Kendi gücünü abartma, düşmanın gücünü küçümseme biçiminde dışa vuran “sol” sapma dünya devrimci pratiğine çok acı deneyimler bırakmıştır. Çin’de “sol” sapmanın etkisiyle 1934 yılında Kızıl Ordu yenilerek Uzun Yürüyüşe başlamış; 12 bin km boyunca soğuğa, açlığa ve saldırılara maruz kalan ordunun yüzde doksanı (270 bin kişi) yok olmuştur. Latin Amerika’da ise devrim dalgası Vietnam ve Küba devrimlerinin de etkisiyle yükselişe geçti. Gerilla savaşının salt askeri bakış açısıyla değerlendirilmesi fokoculuğun ortaya çıkmasına yol açtı
DÜNYA SOSYALİST HAREKETİNİN ANAFORUNDA TÜRKİYE
Çin-Sovyet kutuplaşmasının geriliminin yanında gerilla mücadelelerinin etkisi ve 68 baharı Türkiye sosyalist hareketinin biçimlenmesinde etkili olmuştur. TKP’nin Kemalizm’i aşamayan çizgisinin yanında TİP’in parlamenter mücadelede yakaladığı başarının ardından legalizm batağına saplanması özellikle gençlik içinde yeni arayışların gelişmesine yol açtı.
DEV-GENÇ’in gençliğin dinamizmini daha ileriye taşıması THKO, THKP-C ve TKP/ML gibi örgütlenmeleri ortaya çıkardı. Bu dönemde Mahir Çayan’ın Marksizm’den sapmalara karşı verdiği mücadele Türkiye devriminin yolunun belirlenmesinde önemli katkı sağlamıştır. Kızılder e; o dönemin sıcak pratiğinde “nasıl bir devrim ve devrimcilik” sorusuna verilen en iyi cevaptır.
Kızıldere sonrası yenilgi ikliminin etkisinde savrulmalar, dökülmeler yaşanmıştır. 12 Mart sonrası Kızıldere’de on devrimci öldü yerlerini doldurup yola devam edelim (Aceleciler) diyenlerden, legalizmin bataklığına saplananlara kadar büyük bir savrulma yaşandı. Lenin’in de dikkat çektiği gibi; “…bir Marksist, iç-savaşa ya da onun biçimlerinden biri olan gerilla savaşına genel olarak anormal ve moral bozucu olarak bakamaz. Bir Marksist, kendisini sınıf savaşımına dayandırır, toplumsal barışa değil…” (Lenin, Gerilla savaşı, Marks-Engels-Lenin, Marksizm) Gerilla savaşını reddetmek sınıf savaşını reddetmektir.
Sağ ve “sol” sapmaların yükseldiği koşullarda Devrimci Gençlik “Eğitim hakkımız engellenemez.” Sloganıyla anti-emperyalist, anti-faşist mücadelenin en başında yer aldı.
Devrimciler, somut koşulların somut tahlilini yaparak; Fatsa, Çeltek, Tariş, Direniş Komiteleri vb. pratiklerle “nasıl bir sosyalizm” sorusuna Türkiye’den en doğru cevabı vermiş oldular.
12 Eylül faşist darbesi Türkiye devrimci hareketi içinde yeni bir kırılma ve savrulma dalgasının gelişmesinde etkili olmuştur. Reel sosyalizmin yıkılışının da etkisiyle kimi sol yapılar ideolojik anlamda da erozyona uğramışlardır. Yenilgi iklimi yılgınlığın, yorgunluğun prim yapmasına, itibar görmesine yol açtı.
Devrimci safların hızla boşaldığı, kalan kadroların üzerine ağır sorumlulukların yüklendiği yenilgi dönemlerinde deneyim ve tecrübe aktarımında da kesintiler oldu. Yenilgi atmosferinde sağ sapma baskın bir karakter kazandı. Marksizm’in mahkûm ettiği Anarşizm, Troçkizm, Feminizm, Ulusalcılık vb. yeniden keşfedilerek adeta baş tacı edildi.
Reformizm ve revizyonizmin baskın olduğu koşullarda bu kez “sol” sapma gelişti. Şekilcilik, şablonculuk, slogancılık, törensellik vb. biçiminde dışa vuran bu duruş halktan ve gerçeklikten kopuk bir devrimcilik anlayışının gelişmesine yol açtı.
Türkiye’de solun ideolojik zeminde yaşadığı tıkanıklığı henüz aşamamışken buna siyaset yapmakta gösterdiği basiretsizlik de eklendiğinde sağdan sola ya da tersi savrulmaların sebebi daha iyi anlaşılır. İster sağ, isterse “sol” sapma olsun ikisi de aynı noktada birleşmektedir.
Mücadelenin herhangi bir alanında yanlış bir tespit veya değerlendirme; ne kadar gücünüz olursa olsun yenilginin kaçınılmaz olmasına sebep olur. Daha iyi kavramak için tek bir örnek bile yeterlidir. Emperyalist odaklarca Ortadoğu’da “isyan”, “bahar” biçiminde lanse edilen sürecin başlangıcında birbirinden çok farklı yerlerde duran solun büyük bir kesimi demokrasi, devrim vb. sloganlarla istemeden de olsa bu koroya katılmış oldu. Tunus ile başlayıp Mısır, Libya, Suriye üzerinde yoğunlaşan süreçte emperyalizmin rolünün doğru değerlendirilemediği ortaya çıktı. Bugün Tunus seçimlerinin şeriatçı bir partiye kazandırılmasından; Mısır’da diktatörlük rejiminin daha fazla tahkim edilmesine tanık olundu. Libya’da Kaddafi’nin hiçbir norma sığdırılamayacak biçimde öldürülmesi ve şeriat ilan edilmesinden; Suriye’de muhalif adıyla anılan kesimlerin ABD, Türkiye, İsrail, S.Arabistan tarafından desteklenmesine kadar emperyalizmin her aşamada bu süreci organize ettiği görüldü. Marksizm’in ABC’si olan; emperyalizm, devlet, devrim vb. kavramların bile sol tarafından doğru anlaşılamaması, egemenlerin politikalarına yedeklenmeye yol açmıştır.
Sağ sapma deyince genellikle legal mücadele zemini anlaşılırken; “sol” sapma deyince silahlı mücadele anlaşılır. Ancak bu değerlendirme; yasal mücadele yöntemlerini temel alan bir hareketin çeşitli süreçleri değerlendirirken sol sapmaya düşülebileceğini, aynı zamanda silahlı mücadele yöntemlerini temel alan bir hareketinse sağ sapmaya düşebileceğini dışladığından dolayı yanlıştır/hatalıdır. Örneğin, bulunduğu bir alanda grev veya miting çalışması yürüten bir kadronun koşulların uygun olmamasına, çalışanların katılımının sağlanamamasına rağmen belki de kişisel ihtiyaçların da etkisiyle hareket etmesi yenilgiyi/başarısızlığı kaçınılmaz kılabilir. Çin, Küba, Vietnam vb. devrimlerinde gerilla mücadelesi sırasında çok sık sağ sapmanın olduğu bilinmektedir. Gerilla mücadelesinin geliştiği ve düşmanın bir alana hapsedildiği yerlerde atalet ve hatta bana dokunmayan yılan bin yaşasın türü yaklaşımlar yaygın olarak görülmüştür.
HALKLA BERABER OLMAK BİR DEVRİMCİLİK ÖZELLİĞİDİR
Geniş halk kesimleri içinde çalışma yapan devrimci yapılar sosyal veya siyasal kriz dönemlerinde ortaya çıkan kaotik ortama bağışık değildir. Akıntının debisinin böylesine yükseldiği dönemlerde komünist partilerin dikkatlerini daha fazla toplamaları, bir program eşliğinde hareket etmeleri acil bir ihtiyaç olarak kendini dayatır.
Gelecek toplumun dokuyucusu olan devrimciler karşılaştıkları zorlukları aşmak için araç ve yöntem geliştirme kabiliyetine sahip olmalıdır. Bir devrimcinin faaliyetlerini belirleyen ölçüt, içinde bulunduğu koşulların analizini yaparak ihtiyaç sıralamasını doğru tespit etmektir. Yaşamın her alanında karşılaştığımız zorluklarla mücadele ederken onlardan korkup kaçmak sağ sapmadır; hiçbir öncelik belirlemeden rastgele çözüm aramak ise “sol” sapmadır. Bir kavgadan kaçmak sağ sapmadır, gözü kapalı yumruk sallamak ise “sol” sapmadır. Her iki durumda da kavga kaybedilmiş olur. Her iki sapma da bir yapıda bulunabileceği gibi; bireylerde de bulunabilir. Bir olayda “sağ” bir tutum alan kişi başka bir olayda “sol” sekter bir tutum alabilir. Bu durum bizi şaşırtmamalı. Maksim Gorki’nin küçük-burjuva için “düğünde damat, cenazede ölü olmayı ister” tespiti iki uç nokta arasında sürekli savrulmasının kaynağını açıklamaktadır.
Devrimci bir ortam için halkın hazır olması yetmez yapının da hazır olması gerekir. Ya da tersten söylersek bir devrimci yapı hazır olsa da eğer halk hazır değilse başarı elde edilemez. Genellikle devrim aşamalarını açıklamak için söylenen bu tespit devrimin her aşaması için geçerlidir. Halkın hazır olmasını beklemek kadar halktan kopmak da tehlikelidir. Sağ sapma halkın arkasından gitmeye ya da halkı geri dönmeye ikna etmeye çalışır. “Sol” sapma ise halktan uzaklaşıp gözden kaybolur.
Devrim mücadelesi son derece zorlu etaplardan ve karmaşık süreçlerden oluşur. Zorluklara göğüs gerebilmek ve yolunu kaybetmemek için halktan öğrenmesini bilmek gerekir. Terzi Fikri’nin söylediği gibi “Ben her şeyi halkım için, halkla beraber yaptım.” diyebilmek gerekir.
19 KASIM 2011
DEVRİMCİ HAREKET
Sayı 35 (Şubat-Nisan 2012)