Aslı Şahin
Sınıfların varlığı ile beraber yaşama ve örgütlenmelere konu olan çelişmeler, aynı zamanda mücadeleler tarihinin konusudur. Bu mücadeleler dönemsel özelliklere göre değişikliklere uğramış olsa da sınıflı toplumlar tarihi boyunca var olmuş, egemen sınıfların tercihini belirlemiş ve günümüzde uluslararası boyutları aşan bir duruşla keskinleşip, derinleşmiştir. Bugün emek dünyasında yaşanan kayıplar, globalleşme denen ama gerçekte emperyalizmin saldırısının küreselleşmesi anlamına gelen “düzenlemeler” olarak okunmalıdır. Ülkemiz bu saldırıda hedeftedir; kapitalizme özgü kar hırsıyla, kar eğiliminin düşüşünü önleme ile ilgili çalışmalara laboratuarlık etmektedir.
Ülkemiz, tekellerin isteği doğrultusunda her alanda yeniden yapılandırılıyor. Amacın tekellerin rekabeti çerçevesinde daha fazla kar sağlanması olduğu bilindiği halde, “halk yararı” esas alınıyor görüntüsü verilmeye çalışılıyor.
Sağlık ve eğitim daha önce çok fazla saldırı almayan, paylaşım yaşamamış alanlar olarak, rekabette ve tatlı kar getirisinde oldukça ön plana çıkmış görünüyor. Sosyal devlet uygulamalarının belirli oranlarda varlığını koruduğu seçim zamanlarında partilerin istismar ettiği bu alanlar şimdi saldırının hedefi durumundadır.
Emperyalizmin artık her alanda içselleştirilmesi; sözde seçimlerin belirleyiciliğinde kendine hizmet edecek partiyi yaratmasını, hükümete gelerek devlet aracını kullanmasını gerektiriyor. Tekeller ve emperyalizm kendi egemenliğini her ülke coğrafyasında işbirlikçilerini oluşturarak tamamlıyor. Süreç, emperyalizmin; olanaklarını kullanarak devletleri ele geçirme, emperyalist eyleme daha iyi hizmet edebilmesinin araçlarını kanun tasarısı halinden çıkararak dayatma “yasalaştırma” sürecidir..
İşbirlikçi burjuvazi ve tekellerin de, emperyalizmin tekelleşme süreci içinde rekabet etme veya işbirliği yoluyla da olsa varlıklarını devam ettirme gibi iki yöntem seçme hakkı da kalmamıştır. Yapılan tüm özelleştirme çalışmaları bu tekellerin isteği ve çıkarları doğrultusundadır.
Özellikle sağlık alanına iki yöntem ile saldırılıyor. Özelleştirme, özel hastaneler yeterli görülmeyince aile hekimliği ve GSS ile gündeme geldi. Bu, yasalar kanalıyla sağlıkla ilgili her yapının ve çalışanların, hizmet alanlarının özelleştirilmesidir.
” Halkımız; birinci basamak olan aile hekimliği uygulaması ile 365 gün ve 24 saat sağlık hizmeti alacaktır ” deniliyor. Alınan bu hizmet karşılığı hiçbir ücret ödemeyecek olması, şimdilik halkımızın yararına görülmektedir. Oysa daha önceki uygulama da sağlık ocaklarıdır ve bunlar da parasızdır ve 24 saat çalışma üzerinden planlanmıştır. Özelleştirme süreçleri başladığında, devlet tüm kurumlardan ödeneklerini kesmeye başladığında varlıklarını devam ettirmek için fiş karşılığında belli bir ücret alınması dayatılır oldu. Aile hekimliği uygulamasında, sistemi destekleyecek mali portre açısından bakıldığında; çalışanlardan %12,5 kesinti yapılarak genel sigorta sisteminin desteklenecek olması, kamu personelinin mağduriyetini de beraberinde getirecektir. Şimdi ki sağlık ocakları bina olarak aile hekimine kiralanacaktır. Bu kiralamanın hangi gelirle aile hekimi tarafından karşılanacağı ise bilinmemektedir. Bu alandaki tüm hesaplar özelleştirmeye göre yapılmaktadır. Buna kuşku yok. Bugün en az sağlık personeli ile çalışan sağlık ocaklarında bile beş personel olurken, aile hekimi uygulamasında bin ila dört bin kişiye bir aile hekimi ve bir sağlık elemanı düşmektedir. U ygulanmakta olan birinci basamak sağlık hizmetlerinde koruyucu hekimliğe ağırlık verilmesine rağmen, aile hekimliği uygulaması ile sağlık hizmetlerinde tedavi edici sağlık hizmetlerine ağırlık verilecektir. Toplum sağlığını korumaya yönelik hâlihazırda uygulamadaki sağlık ocaklarının iyileştirilerek hizmetlerinin en üst seviyede halkın yararlanacağı sağlık merkezleri haline getirilmesinin, personel eksiklerinin hızla tamamlanarak kırsal alanlara hizmet götürülmesinin, uygulamaya konulacak aile hekimliğinden daha iyi olacağı kesindir. Buna rağmen neden tercih aile hekimliği uygulamasıdır?
Bunun cevabı birçok soruyu birleştirmekle verilir. Aile Hekimliği; bir uzmanlık dalıdır ve 3 yıllık bir asistanlık eğitimiyle kazanılmaktadır. Bu düzenlemeler ile uzmanlık eğitimi alan kişilerde aile hekimliği statüsü aranmayacak, herhangi bir alanda uzmanlık yeterli sayılacaktır. Belli kurslarla eğitim verilenler de aynı yetkilere sahip olacaklardır . Uygulamalarda görüldüğü gibi uzmanlık eğitimi almadan, aile hekimi olarak atanacak pratisyen hekimlere kısa dönem kurslarla sanki uzmanlık yapmış gibi aile hekimliği sertifikası verilmesi ilerde toplum sağlığı açısından olumsuzluklara neden olacaktır. Verilecek kursların süresi ve nasıl verileceği belirtilmeden ve önceki başarı oranları bilinmeden bölgelere atanacak olan aile hekimleri, ihtiyaca cevap veremediğinde ve sevk edilmediğinde (sevk zinciri de aile hekiminin elindedir) ücret tamamen hastanın sorunu olacaktır. En genel anlamıyla hastanın kendini tedavi edecek hekimi seçme hakkı elinden alınmaktadır.
Daha aile hekimliği ve GSS uygulamada oldukları pilot bölgelerde denenmeden, sonuçları bilinmeden, bir planlı saldırı daha yapılmıştır. Bugün doğru okumak istersek hekimin tek başına reçete yazma hakkının kaldırılması anlamına gelen, laboratuvar sonuçları ve uzman onayı olmadan reçete edilemeyecek ilaç listeleri açıklanmaktadır . Geri ödememe listeleri gibi bu listeler de halkta çaresizlik halini büyütüyor. Çaresizlik hali bir halkı teslimiyete, fala, şans oyununa, din, vb. tercihlere doğru zorlar.
Bugün ülkemizde fala (genelde metafiziğe) olan ilginin, umutlarını öte dünyaya ertelemenin; şans oyunlarından kurtuluş beklemenin yaygınlaşmasının ağırlıklı nedeni çaresizlik halidir. Kapitalizm, bir taraftan yaşama kanallarını sağlığın bile onayına tabi tutarak daraltırken, diğer taraftan itiraz ihtimaline karşı elindeki yasalarla halka karşı tehdit ve yaptırımlarını büyütmektedir.
Diyelim ki hastasınız ve hastalığınız gereği almanız zorunlu ilaç, doktor raporu ile belirtilmişken hatta heyet raporu elinizdeyken ilacınızı alamıyor, tedavi olamıyorsunuz. Bu sizi şaşırtmasın, toplumu etkisizleştirecek ve genel sağlık sigortası kapsamından çıkarılarak özel sağlık sigortalarına yönelimi hızlandıracak olan bu yöntem özellikle tercih edilmektedir. Özel sağlık sigortaları katkı payınız oranında ilaçlarınızın ödemesine izin veren yapısıyla genel sağlık sigortasının da geçici bir sosyal güvenlik uygulaması olduğunu gösteriyor. Bu uygulama örneklerinden birkaç tanesini açıklarsak;
Bu durum, önümüze ek görevler çıkarıyor. Birincisi, halka gerçekleri doğru ve anlaşılır biçimde anlatmanın yöntem ve araçları geliştirilmelidir. Çünkü bu tablo giderek parası olanın sağlıklı kalmasını savunuyor.
Gittikçe yaşam koşullarının ağırlaştığı koşullarda elinde kalanla yetinme hali başlı başına bir kayıptır.
Düşünün ki piliniz çalışsa enerjiniz olacak yaşayacaksınız, kan şekerinizi düzenleyen insülinle normal bir hayatınız olacak, kolesterol düşürücüler alabilseniz, “büyük bir ameliyattır, risklidir” dedikleri kalp ve damarlarınıza takılan stenlerle uzun süre yaşayacaksınız.
Herkese zorunlu sağlık uygulamasındaki sağlık ocakları ülke kapitalizminin doğal sonuçlarını bağrında taşıyor ve aksaklıkları her kesimce görülüp saptanmıştır. Buna rağmen bu haliyle olsa bile sağlık ocaklarının kapatılması sorunu büyütüyor. Sağlık taramaları kaldırıldığında ve soğuk zincir (aşılama) kırıldığında ne bebeklerinizi ne de sizi ciğerinizden yakalama olasılığı çok yüksek tüberkülozunuzun başlamadan tutulması sağlanamaz.
Sağlık ocaklarına sahip çıkıp, olumlu değişimlerle kucaklamalıyız.
İkincisi, toplumda narkoz etkisi yapan tüm müdahalelere rağmen; halk kesimlerinin ayağa kalkması, kendi özgücüne güvenmesi ve başarıya inanması sağlanmalıdır. Tabii bu noktada, böyle bir çalışma yapacak öznelerin niteliği, değerlerle barışıklık hali ve ideolojik sağlamlığı büyük önem taşıyor. Sağlığın sorun olmaktan çıkması bir devrim programı konusudur. Ancak bugün de demokratik talepler ve insan hakları çerçevesinde bile yapılabilecek çok şey vardır. Yeter ki meşru duruşumuzdaki temel dinamiğin haklılık olduğuna ve halkla birlikte yenilemeyecek güç odağı kalmayacağına; örgütlü geleceklerin dik duruşlu güneşlerle kucaklaşacağına kendimiz de inanalım.
Sayı 23
(Kasım 2006 – Ocak 2007)