TEKEL İŞÇİLERİNİN AYNASINDA GÜNDEM
VEYA NASIL YAPMALI?
SORU: Tekel işçilerinin eylemi gündeme oturmuş olsa da, en sıcak anında bile, ülkede darbe tartışmalarının ivmesi düşmedi. AKP’nin darbeleri açığa çıkaran, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan bir jargon eşliğinde, demokratikleşme beklentisi içinde olan kesimlerin önemli bir kısmını yedeklediği görülüyor. Bu bağlamda AKP’ye karşı çıkarken, darbe yanlısı görülmek veya bu şekilde yaftalanmak gibi bir riskte söz konusu. Böyle bir yanılgıyı önlemek için ne yapmak gerekiyor?
CEVAP: Aslında böyle bir yanılgıya düşmemek için solun gereğinden fazla deneyim ve birikimi var. Marksizmin devlete yer veren en basit kaynaklarında bile, baskı ve zor aygıtları, “sivil”, “sivil olmayan” diye değil, sınıfsal nitelikleri itibarıyla ayrılır. Bu nedenle “Kim için demokrasi?”, “Kimin devleti?” gibi anahtar sorular geliştirilmiştir. Bugün en büyük sorun, bu birikime, sol adına “yenilenme” gerekçesiyle kasteden kesimlerin yaygınlığıdır.
İnternet dahil, iletişim araçlarındaki artış ve bunların iktidar lehine kullanılabilme zenginliği,solun gerçekleri açıklama işlevini çok daha büyük bir ihtiyaç haline getirmiştir. Ancak bunun aksine kimi sol kesimler “darbe karşıtlığı” söyleminin ardına sığınan AKP’nin değirmenine su taşıyarak, Truva Atı işlevi görmektedir. Elbette bir cunta ile “seçilmiş” hükümet arasında bir fark var. Ancak devrimcilerin bu farka kendi demokrasi anlayışlarını kurban etme lüksü yoktur. Ucunda “ölüm” de olsa, “sıtmaya” karşı durmadan sağlıklı bir bünyeye ulaşmak olası değildir. Öncelikle mevcut fikri tembellik kırılmalı, sorunların doğru tartışılması sağlanmalıdır. Örneğin 12 Eylül Cuntası’nın “askeri”, Özal hükümetinin de “sivil” bir yönetim olduğunu bilmek/söylemek bir şey ifade etmez. 12 Eylül Cuntası’nı iktidara getiren gücün, Özal’ı iktidara getiren güçten farklı olmadığı, uluslararası sermayenin ve işbirlikçilerinin “24 Ocak Kararları” eksenli program çerçevesinde önce cuntayla ortamı hizaya sokup hazırladığı, sonra da Özal hükümetiyle yola devam ettiği bilinirse; gerçek demokratikleşmenin bütünüyle alternatif zemin ve içerikte olması gerektiği kavranmış olur.
Anımsanacak olursa, açılım konusunda yaptığımız değerlendirmede, sahte vaatlerin demokratik kamuoyunu yedeklemiş olmasına, bir sorun olarak dikkat çekmiştik. AKP eksenli yönlendirmelerin bu denli ilgi görmüş olmasının en büyük nedeni, devrimci zeminde yaşanan özgüven yitimi oranında devrimci çözümlere olan inancın zayıf düşmesi ve liberal duruşun sol kanallara hızla dolmasıdır.Yoksa bugün 4-C köleliğini reddeden TEKEL işçilerine yapılan “millete ait kasayı soyma” yakıştırması bile AKP’nin kimliğini ele veren yeterli bir nedendir. Ve bugün eğer AKP, eylem yapan doktorları, eczacıları, işçileri bu denli rahat tehdit edebiliyorsa; bunda, onu demokrat gören anlayışın azımsanmayacak bir rolü vardır. Bu gerçekliğin ayırdında olan T.Erdoğan da her konuyu sonunda getirip darbe/hukuk ikilemine bağlamaktadır. Yani AKP, darbe karşıtlığını sömürerek, darbenin sermaye için yapabileceği hak gasplarını daha kolay ve daha az tepki alarak yapmaktadır. Eğer AKP’nin uygulamalarına karşı durulurken, bunun yanında alternatif bir programla gerçek demokratikleşmenin nasıl olacağı anlatılabilirse; o zaman bu itirazın, ordu sevici CHP’nin AKP’ye itirazıyla bir alakasının olmadığını kavratmak da zor olmayacaktır.
SORU: Gelişmelerin solda fikri bir parçalanmaya da sebep olduğunu söyleyebilir miyiz?
CEVAP: Elbette söyleyebiliriz. Hatta bu fikri parçalanma aynı zamanda fiziki parçalanmayı, yani güç ve imkan parçalanmasını beraberinde getiriyor. Bu konuyu, TEKEL işçilerini eksen alarak düşünürsek; birincisi, TEKEL’in Yaprak Tütün İşletmeleri’nde çalışan işçilerin sorunu, tüm “özelleştirme mağduru” işçilerin sorunlarıyla aynı kapsamdadır. İkincisi, bu sorun Türkiye’deki tütün üreticileriyle doğrudan ilintili bir sorundur.
Osmanlı’nın son dönemlerinde emperyalistlere ait Reji Şirketi’nin ve onun özel güvenlik kuvveti olan “Kolcular”ın saldırısına uğrayan tütün üreticilerinin tarihi (fındık, pancar, çay, vb) tarım emekçilerinin mağduriyetinin ve dolayısıyla tarımın tasfiyesinin tarihidir.
Bugün tarım kesiminde içler acısı bir durum yaşanıyor. Uzun süredir, emperyalist yönlendirmeler eşliğinde uygulanan politikalar giderek çok kapsamlı bir mülksüzleştirmeye ve işsizliğe sebep olacak. “Tapunuzu getirin kredinizi alın” denilerek tarım alanları sahipleri, kredi almaya teşvik ediliyor. Böylelikle, parçalı tarım alanlarının el değiştirmesi sağlanıyor. Tarım alanlarının birleştirilmesi yasası gündemde. Parçalı alanlar birleştirilerek büyük tekeller için cazip hale getiriliyor. Sonuçta, tekellerin tarıma daha kapsamlı biçimde girmesiyle, küçük alanlarda tarım yapan aileler, buna dayanamaz hale gelecektir.
Bu bağlamda, söz konusu saldırı, sadece “özelleştirme mağduru” işçileri değil, işçilerle tarım emekçilerini de aynı ortak nedenlerle bir araya getirmesi gerekirken, sözünü ettiğimiz parçalanma, buna imkan vermiyor.
Deyim yerindeyse, sol söylemli kişi ve yapıların önemli bir kesimi, tartışacağı konuyu da tartışma biçimini de AKP’nin yönlendirici ağırlığı altında yapıyor. Bu nedenle sadece AKP’nin parti olarak kendisinin değil, aynı zamanda onun üzerinden yürütülen saldırı ve toplumsal hipnoz çalışmalarının doğru anlaşılıp halka uygun yöntem ve araçlarla anlatılması, büyük önem taşıyor.
SORU: Peki bu parçalanmanın önüne nasıl geçilecek?
CEVAP: Bu sorunun yanıtı adeta yapılması gereken her şeyi içeriyor. Yine de sadeleştirerek söylemek gerekirse, parçalanmanın panzehiri, “Çatı Partisi” gibi, 5-10 benzemezi tüm ağırlıkları ve ayak bağlarıyla bir araya getirmek değildir.
Denilebilir ki herkes aynı sorundan şikayetçi, ama aynı zamanda hemen herkes, çözüm üretmek yerine, sorunun parçası olma konumunu sürdürüyor. Son zamanlarda, halk içinde yaygın ilişkilere sahip yapılanmaların bile tek başlarına var olma, gündemi belirleme şanslarının olmadığı gerçekliğinin daha somut verilerle ortaya çıkmış olması, parçalanmanın giderilmesi çabalarını ve bütünlüklü tavır konusundaki arayışları hızlandırdı. Ne var ki arayışın doğru yerde yapıldığı söylenemez. “Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamaktır.” diyor Mevlana. Saldırının kapsam ve niteliği doğru tanımlanmadan, ona karşı uygun araçlar geliştirmek de mümkün değildir.
SORU: Son zamanlarda BDP çevrelerinden yükseltilen Türkiye Partisi olma çağrıları, bu kapsamda değerlendirilebilir mi?
CEVAP: Evet bu kapsamdadır. Ne var ki, olumlu bir adım olsa da çağrı tek başına iş görmez; kimseyi bir araya getirmez. Ortadoğu ve Kafkaslar’daki hemen her gelişmeyi Kürt sorunu ile açıklama ve dolayısıyla, Kürt sorununu Türkiye’nin bütünü içinde görme yerine, Türkiye’nin bütününü Kürt sorunu içinde görme alışkanlığı bırakılmadan; yani fikri dünyada hegemonik eğilim aşılmadan birlikler oluşturmak ve dolayısıyla Türkiye Partisi olmak zordur.
Bugün gelişmelerin arka planını okuyup yol gösterebilmek, yapılan yasak savıcı eylemlerden (basın açıklamaları vb.) daha önemlidir. Elbette bunlar, birinin diğerini yadsıdığı olgular değildir. Ama, kimin kaç kurumda örgütlü olduğu ve mitinglerde kaç kişi yürüttüğüne bağlı olarak yapılan önem sıralamasının, yanlış bir saflaşmaya ve önem algılamasına sebep olduğunun da bilinmesinde yarar görüyoruz.
Bugün artık dünyada en mikro sorun bile makro düzeyde müdahalelere konu oluyor. Bu gidişatı doğru anlamak ve karşısında durabilmek için, kendini merkeze koyma alışkanlığının sebep olduğu bilgi perhizi hızla terk edilmelidir.
Dünya ölçeğindeki krizle beraber küresel aktörlerin bölgeye izdüşürülmüş ihtiyaçları bağlamındaki adımlar yok sayılarak, hazır bir potansiyelle yol alma ısrarı, giderek o potansiyeli de eritir. Bu gerçeklik, Kürt hareketi için de diğer yapılar için de geçerlidir.
SORU: Bugün egemenler halka karşı gerçek yüzlerini açıkça göstermekten çekinmezken, buna karşı tepki olarak örgütlü bir muhalefetin yükseltilememesini neye bağlıyorsunuz?
CEVAP: Bir hükümet düşünün ki, sağlık hizmeti alınabilmesi için vergi ile yetinmemiş sigorta primini eklemiş, primle yetinmemiş katılım payı eklemiş, katılım payı ile yetinmemiş %70 ilave ücreti mecburi kılmış, sonra da aynı hükümet, “tam gün kölelik” dayatmasını kabul etmeyen doktorları, “hastanın zor durumundan yararlanarak para kazanma sevdalısı” olarak halka şikayet ediyor. Veya bir Maliye Bakanı düşünün ki, özelleştirme, kendi saldırıları değil de sanki doğal afetmiş gibi aşağıdaki tehditvari açıklamayı yapabiliyor: “Hükümetin varsa bir hatası özelleştirme sonrasında ortaya çıkan, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet göstermesi. Eğer bir hata varsa o da merhametli olunmasından kaynaklanıyor.”
Bu gidişatta elbette konjonktürün sağladığı rüzgarı arkasına almış olmanın rolü var ama, solun kendi yokuşlarına yenik düşerek, bastığı yeri dahi organize edemez hale gelmesinin de bu sonuçta payı olduğu unutulmamalıdır.
Bugün solda belki de en büyük sorun, özellikle 90’la beraber yaşanan fiziki çözülmeyi, değerlerin bütün halinde çözülmesi olarak kabul etmek ve adeta 150 yıllık birikimi reddederek, sıfırdan başlamışçasına, 21.yüzyılın birikimini Chavez’den, Meksika’daki EZLN’den veya Brezilya’daki topraksız köylülerin pratiğinden ibaret görmektir. Gerçekte ise TEKEL direnişinin bağrındaki eksiklerin ne olduğu da, bütünlüklü bir mücadele hattının nasıl örülmesi gerektiği de, o yok sayılan birikimde örnekleriyle mevcuttur.
Tüm ezilenlerin sorunlarını birbiriyle ilişkilendiren ve öznelerin arasındaki mesafeleri kaldıran bir program eşliğinde yapılacak çalışmalar, artık sözden fiile dökülmelidir. Aksi takdirde ne denli kararlı olunursa olunsun, lokal düzeyde kalan eylemin etkileri de sınırlı olacak, bütünlüklü mücadeleye yapılan güzellemeler sonuçsuz kalacaktır.
3 Şubat 2010
DEVRİMCİ HAREKET