Dil, din, ırk farkı gözetmeksizin
Bütün Suriye halkı
Adonis’in şiirlerindeki dizeler gibi kenetlendi.
Feyruz’un şarkılarındaki gibi anlam anlamı üretti.
Demirden, baruttan ve çirkinlikten müteşekkil saldırılara karşı
İnsanlık onuru ekseninde direniş geliştirildi.
Halkların özgücü ve kardeşliği
Emperyalizm beslemeli taşeronluğa üstün geldi.
Çirkinliklerini bile süsleyerek güzel göstermeye, saldırılarını halkın yararınaymış gibi yansıtmaya alışmış olan, dünyadaki yağmanın talan ve zulmün müsebbibi emperyalist tekeller; Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik olarak tasarladıkları işgal ve talan projelerini yalanla, demagojiyle süsleyip “Arap Baharı” olarak servis etti. Bunun için yalanın her türlü biçimine, provokasyonlara başvuruldu; hem iletişim araçları kullanıldı hem de gerici rejimler karşısında yıllardır tepki biriktiren Arap halkının beklentilerini sömürmek üzere saldırı projesi “bahar” olarak yansıtıldı.
Katliam ve İşgal Bloğu
Tunus’ta halkın tepkisi basamak yapılarak AKP’vari bir hükümet oluşturulduktan sonra sıra Libya’ya geldi. Dünyanın dört bir yanında katliamlar düzenleyen, her türlü silahı üretip pazarlayan ABD, Ortadoğu halklarının düşmanı Siyonist İsrail, demokrasi söylemlerini sömürü ve baskıyı gizlemek için kullanan AB egemenleri, halkına krallığı reva gören din istismarcısı Suudi Arabistan, taşeronluğa hazır haldeki Türkiye ve Katar deyim yerindeyse katliam ve işgal bloğu oluşturdu.
Kendilerini kurtarıcı gibi gösteren, koalisyon vb. adlar kullanan emperyalist güçler; işbirlikçi aşiretler, kiralık katiller, taşeronlar ve cihatçı çeteler üzerinden geliştirdikleri saldırı ile Libya’yı tahrip edip Kaddafi’yi katlederken, gerçekte Suriye için deneyim kazanıyor ve hazırlık yapıyordu.
Suriye’de İnsanlık Onuru Direndi
“Şam’da, en yakın zamanda Emevi camiinde namaz kılacağım” diyen Tayyip Erdoğan’ın ve emperyalizmin özel yetkili partisi AKP’nin iştihalı taşeronluğu eşliğinde, Alevi-Sünni farkları kaşınarak, önceden hazırlanmış propaganda filmleri, uydurulmuş hikayeler vb. ile beraber Suriye’ye yönelik saldırı 2011 Mart’ında başlatıldı. Mevcut Baas rejimini yıkmak için, her yola başvuruldu. İnsanların boğazını kesip Asi Nehri’ne atmaktan, Alevi köyleri basıp insanları katlettikten sonra bunları Suriye ordusu yapmış gibi göstermekten; tecavüz, yağma ve halkı yerlerinden göç ettirmeye kadar her türlü çirkinlik ve saldırı mubah görüldü.
Yaklaşık yüz ülkeden yüz binlerce savaşçı taşındı. Suriye’ye sınır ülkeler, özellikle de Türkiye, birer üs gibi kullanıldı. Eğitilip silahlandırılan işbirlikçi çeteler, sınırdan elini kolunu sallayarak geçti. Sıkıştığında kendi üssüne döner gibi Türkiye’ye çekildi. Şam’da bakanlık binasının bombalanması, kimyasal silah kullanıp bunu Suriye ordusuna yüklemek gibi eylemler, bizzat istihbarat örgütleri tarafından organize edildi.
Tüm bu saldırılara rağmen, Suriye halkı yalana, kışkırtmalara kanmadı; işgal güçlerine, çetelere karşı ülkesini, onurunu korudu. Bu direniş süreci içinde Suriye, “Arap Baharı” adlı saldırının, dolayısıyla Eşbaşkanlığını Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin hem kırılma noktası olmuş, hem de teşhirini beraberinde getirmiştir. Bu direniş, “derin stratejist” Davutoğlu’nun 2 haftada çökeceğini söylediği direniştir; haklı savaş ile haksız savaş arasındaki farkın somutlanmasıdır; halkın güç ve iradesinin, “süper güç” ve silahlara üstün gelmesidir.
Ödenen Bedeller Boşa Gitmiyor
4 yıllık süreçte yüz binlerce insan katledildi. 4 milyon insan göç etmek zorunda kaldı. Suriye’ye sınır bölgelerdeki halklar savaştan ciddi boyutta etkilendi. Örneğin Türkiye’de sınır illeri, cihatçı işgaline uğradı. Hastanelerde öncelik Türkiyeli hastalara değil, yaralı cihatçılara verildi. Angajman kuralları vb. gerekçelerle sınıra yakın çatışmalarda çeteler, fiilen desteklendi. Hatay, Urfa, Antep gibi sınır illerinde halkın huzuru bozuldu, gelirleri ve yaşam imkanları sınırlandı. Bütün bunlara rağmen halklar arasındaki kardeşlik duygusu, dayanışma ilişkisi bozulmadı. Kobane’ye yönelik saldırılarda olduğu gibi devrimci demokratik güçler ve halk doğru yerde saf tuttu, Kobane’yi yalnız bırakmadı.
Bu 4 yıllık süreçte Suriye’de taşeron güçlere karşı geliştirilen direniş, tüm bölge halkalarına ilham oldu; antiemperyalist bilinci/duruşu büyüttü. Elde edilen tecrübeler, bölge halklarıyla paylaşıldı ve IŞİD gibi halk düşmanı örgütlenmelerin tüm imkanlarına rağmen, onları besleyen güçler de dahil yenilebileceği gösterildi.
ABD Ortadoğu’dan, Türkiye Devleti Suriye’den Elini Çekmelidir
Suriye’de halkların direnci karşısında, tüm işbirlikçilerine rağmen başarısız olan ABD, bu kez gerek Irak’a gerekse Suriye’ye, kendi beslemesi olan IŞİD’i gerekçe göstererek uzmanları ve uçaklarıyla bir kurtarıcı edasıyla geri döndü.
Yine Suriye toprakları bombalanıyor, yine çeteler eğitilip donatılıp Suriye’ye saldırtılıyor. Yine taşeron güçler silahlandırılıyor. Yani kimi taktikler değişse de işin özü değişmiyor. Emperyalist güçlerin ve taşeronlarının Suriye’yi, her türlü kıyım ve yıkım eşliğinde teslim alma çabaları devam ediyor.
İlk günden itibaren Suriye’ye her türlü müdahaleye olur veren Türkiye egemenleri ve işbirlikçi AKP, gelinen aşamada bugün, gerek Kuzey Suriye’deki (Kobane vb.) gelişmeler nedeniyle gerekse Suriye ordusunun İdlib gibi Hatay’a yakın bölgelerde de nihai saldırılara başlamış olması sebebiyle telaşlanmış, Suriye’ye müdahale imkanlarını bütünüyle kaybetmekle yüz yüze kalmıştır. Son zamanlarda telaşla yapılan toplantıların ve sınıra yığılan askeri gücün sebebi budur. Bunun bir işgal, bir savaş hazırlığından çok, PYD güçlerinin batıya daha fazla yayılmaması için gözdağı oluşturmak ve bir operasyon üssü gibi kullanılan Hatay üzerinden müdahale imkanlarını kaybetmeme çabası olarak okunması daha doğru olur.
AKP eliyle Türkiye devleti sürecin başından beri savaşın içindedir; Suriye’ye müdahale halindedir. Karşı çıkmak için daha büyük müdahaleler, işgal veya iki büyük ordunun kapışması biçiminde bir savaş beklemek gerçekçi değildir. AKP elinden gelen her müdahaleyi zaten yapmaktadır. Son zamanlarda Özel Kuvvetlerin sınıra konuşlandırılması, provokasyon ve fiili durum yaratma potansiyelini artırmıştır. Vakit kaybetmeden, Suriye’ye her türlü müdahaleye karşı çıkılmalı; emperyalizm ve işbirlikçileri teşhir edilmeli, bölge halklarıyla dayanışma içinde olunmalıdır.
Suruç Katliamı AKP’nin Suriye Politikalarından Bağımsız Değildir
Suruç katliamı sonrasında, IŞİD’in gerçekte AKP’ye değil AKP’nin istediği yere saldırdığı, aradaki direkt ve dolaylı ilişkinin devam ettiği görüldü. Saldırı sonrasında yapılan resmi kınamalar veya birkaç gün sonrasında Kilis sınırında IŞİD’le devlet güçleri arasında bir çatışmanın yaşanmış olması, AKP ile IŞİD’in aynı safta olduğu gerçekliğini değiştirmiyor.
İleride dengeler, ilişkiler değişebilir ama mevcut konjonktürde IŞİD ile AKP hala Suriye’ye yönelik saldırılarda aynı cephede yer alan, işbirliği halindeki güçlerdir. Bu bağlamda Suruç katliamı AKP’nin Suriye politikalarından bağımsız değildir. Önemli olan tetikçinin değil, bu sonucun müsebbibi gerçek katillerin teşhis edilmesi ve mücadele hedeflerinin ona göre belirlenmesidir.
İktidarın topyekûn saldırılarını püskürtebilmek; kardeşlikle, eşitlik ve özgürlükle tanımlanan bir süreç örgütleyebilmek için, Suruç’ta katledilenleri sahiplenmek yetmez, öfkelenmek ve tepki vermek de yetmez. Dikkat edilirse, katliam sonrasında oluşan algıyı etkilemek üzere iktidar güçleri her yolu deniyor. Gerek atılan bu adımlar gerekse mücadelenin gerekleri hafife alınmamalıdır. Unutmamak gerekir ki devrimcilik, araçların ustaca kullanılmasıdır; temel-tali ilişkisinin doğru kurulması, parçaların bir bütün oluşturacak şekilde birleştirilmesidir; taktiğin stratejiyi beslemesi, nihai amaca varmak için basamakların birbirini tamamlamasıdır.
Süreç giderek daha zorlu bir hal alıyor. Ekonomik kriz dahil çeşitli açılardan olağanüstü bir sürece hazırlanan egemen güçler ve işbirlikçilikte kural tanımayan AKP, istedikleri türden bir hükümet oluşturmak için süreci gerilimle yönetmeyi sürdürecektir. Suruç katliamı, yalnızca IŞİD’in caniliği olarak görülmemeli; bir bütün halinde egemen güçlerin halkları istedikleri gibi yönetip sömürmek için hiçbir vahşetten kaçınmayacaklarının, her türlü silahı kullanabileceklerinin göstergesi olarak okunmalı, dost-düşman ayrımı doğru yapılmalı ve halk güçlerinin farklarıyla ayrıştığı değil, ortak nitelikleriyle bütünleştiği bir süreç örgütlenmelidir.
25 Temmuz 2015
DEVRİMCİ HAREKET