Hatırlanacak olursa, ABD Afganistan’a girdiği zaman da, “Neden Afganistan?” sorusu gündeme gelmiş; meselenin “Terör”, “El Kaide”, vb. kamuflajlara rağmen özünün Hazar petrolleri ile ilintili olduğu, yaygın biçimde kabul görmüştü. ABD eğer, Asya’nın orta yerine, dağlık bir bölgeye üs oluşturuyorsa, bunun o dağlık bölgeden öte anlamları vardı. Bu tür adımların, bölge denetimi, başka yerlere müdahale için basamak oluşturmak, vb. amaçları var ise de, tayin edici nedenin Hazar petrolleri olduğunu söyleyebiliriz.
Bugüne dek “petrol” denince ilk akla gelen, Basra Körfezi ve çevresindeki petrol kaynaklarıydı.
Ancak, Hazar Havzası ve onu çevreleyen ülkelerdeki petrol yatakları, rezerv anlamında bile çok fazla incelenmemiş de olsa, bu alandaki kaynakların, neredeyse Basra Körfezi ve çevresindeki petrol kaynaklarıyla kıyaslanabileceği ve hatta onun da ötesine geçebileceği konusunda bilgiler vardı. ABD ise, büyük bir olasılıkla bu konuda, kamuoyuyla paylaşılandan da öte bilgiye, istihbarata sahipti. Afganistan müdahalesiyle bölgeye doğrudan yerleşen ve çevredeki ülkelerin hemen hepsinde iktidarlarla yakın ilişkiler oluşturan ABD, kurduğu üslerle varlığını askeri olarak da hissettirmişti. Bu durum, ABD şirketlerine petrol kaynakları üzerinde çok önemli imtiyazlar kazandırdı. Ne var ki petrol şirketlerinin bir bölgedeki petrol kaynakları üzerinde ticari anlamda bir hegemonya kurabilmiş olmaları, o alandaki petrolün kâr getirecek biçimde uluslararası pazara güvenli olarak ulaştırılabilmesine yetmiyor. Bu nedenle bölgede hem egemenliğin güçlendirilmesi hem de uluslararası pazara açılabilme konusunda denetimin sağlanması gerekiyor.
Hazar Havzası’ndaki petrollerin batıya güvenli biçimde ulaşması söz konusu olunca, akla ilk gelen noktalardan biri Gürcistan oluyor. Bunun birinci nedeni, Gürcistan’ın zaten doğrudan taşıma güzergahı üzerinde olmasıdır. İkinci nedeni, projelendirilmiş ve ihale aşamasına gelmiş olan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından bir günde taşınabilecek verimli petrol miktarının kaynaklar karşısındaki sınırlılığıdır. Yıllık 70 milyon ton olarak düşünülüyor ki bu, Hazar Havzası’ndaki kapasitenin çok küçük bir kısmıdır.
Afganistan işgali sonrasında ABD’nin askeri denetimine ve şirketlerinin kazandığı imtiyaza rağmen, sanıldığının aksine, Rusya’nın eski nüfuz alanlarında insiyatifi kaybetmediği ve yaptığı 25-50 yıllık anlaşmalarla bir adım öne geçtiği görüldü. Ve Rusya bu adımla, ABD’nin elindeki kartı adeta çekip almış gibi oldu. Çünkü ABD, petrolün taşınabilmesi konusunda hala önemli avantajlar elde edebilmiş değildir. Ve Rusya ile ABD arasında yakın işbirliği varmış gibi görünse de, gerçekte pek çok konuda bir çıkar kavgasının yaşanmakta olduğu biliniyor.
Gürcistan, bu kavganın dışında bir coğrafya değildir. İşte bu nedenle, Gürcistan’daki son olaylar; Hazar petrollerinin ABD’nin istediği tarzda batıya güvenli taşınmasının araçlarının yaratılması ya da başka bir ifadeyle, Hazar Havzası petrolleri üzerinde ABD’nin egemenliğinin pekiştirilmesi kavgasıyla doğrudan ilintilidir.
Anımsanacak olursa ABD, Irak operasyonunun ilk etabında Türkiye üzerindeki konumlanmaya çok önem vermiş, Karadeniz’de dahi üs talebinde bulunmuş ve talep ettiği hava koridorlarıyla, Kafkasya’ya yönelik hesaplarının da olduğu izlenimi vermişti. O hesaplar bugün farklı araçlar üzerinden dışavurmuş görünüyor. Zamanlama açısından ise, Gürcistan’a yönelik bu müdahaleyi, ABD’nin Irak’taki fiyaskosu ile de ilişkilendirmek mümkün. Irak’ta adeta boş bir kuyuya taş atmış duruma düşen ve başarısızlıkla anılır hale gelen ABD, özellikle seçimler öncesinde, böyle biçimsel bir başarıya ihtiyaç duymuş olabilir.
Gürcistan’da yukarıda çerçevesini çizdiğimiz dinamikler üzerine oturan olay, genelde ABD sermayesi, özelde Soros’un oluşturduğu fondan finanse edilerek gerçekleşmiştir. Bu operasyon için güçlü miktarda para aktarıldığı, gerek Şevardnadze gerekse batılı büyükelçilikler tarafından doğrulanmıştır.
ABD’nin, pek çok ülkede, uygun araçlar oluşturup mevzilendiği ve gerektiğinde harekete geçerek, hükümetler devirdiği, hükümetler kurdurduğu ve bu tür adımlara kitlesel destek sağlamak üzere, yönlendirilebilir sivil toplum kuruluşları oluşturduğu bilinmektedir.
Gürcistan’daki operasyon ile Yugoslavya’da Miloseviç hükümetine karşı düzenlenen Ekim 2000 darbesi arasındaki benzerlikler, Gürcistan’da harekete geçen kitlelerin, haklı talepler içerse de hareketinin spontane olmadığını ve hatta emperyalist amaçlarla sömürüldüğünü gösteriyor. Örneğin bugün ABD’nin Tiflis Büyükelçisi olan Richard Miles, 1996’dan 1999’a kadar, yani Yugoslavya’daki darbenin hazırlık aşamasında, Belgrad’ta diplomat sıfatıyla bulunmuştur. ABD’nin adeta “darbelerden ve kaos üretmekten sorumlu bakanı” gibi hareket eden Miles’in Yugoslavya’da kurdurduğu Otpor (Direniş) adlı örgüt ile bugün Gürcistan’da ortaya çıkan ve ambleminden sloganlarına kadar hemen her şeyi aynı olan Kmera (Yeter); ABD’nin Irak’taki tarzla yetinmediğini ve paranın gücüyle “algı yönetimi”ni birleştirerek sonuç almaya çalıştığını gösteriyor.
Pentagon, “algı yönetimi”ni şöyle tanımlar: “ duygularını, güdülerini ve muhakemelerini etkilemek amacıyla, yabancı izleyicilere, seçili enformasyonu ve sinyalleri taşıyan ya da inkar eden faaliyetler… Farklı durumlarda, algı yönetimi, gerçeğin gösterimini, operasyonların güvenliğini, aktarmayı, aldatmayı ve psikolojik harekatları birleştirir. ” Kendisini bir “algı yöneticisi” (perception manager) olarak tanımlayan, Amerika’da yasal bir halkla ilişkiler şirketi olan Rendon Group, Irak’taki propaganda işini kendisine vazife edinmiş ve Ahmet Çelebi’nin INC’sinin kuruluşundan, kitle imha silahı yapımını “itiraf” eden mühendisler ortaya çıkarmaya kadar pek çok yalanın ve onun devamı olan kurumlaşmanın altına imza atmıştır. Bu sadece bir örnektir. ABD’nin, hedefe varmak için her yolu mubah gördüğü; bunun için yalana, paraya ve şiddete başvurmaktan kaçınmadığı biliniyor.
Amerika’nın Gürcistan’daki çiçeği burnunda temsilcisi Mikhail Saakaşvili de, USAID (Amerikan Kalkınma Ajansı) tarafından desteklenen “Özgürlük Enstitüsü”nin başkanlığını yapmaktaydı.
Ve “darbe”yi, Büyükelçi Richard Miles ile beraber organize ettiği hemen herkesçe biliniyor.
Gürcistan’daki gelişmeler, yine çeşitli kesimlerce sosyalizme fatura edilecektir. Gerçekte ise bugün gerek Rusya’da gerek Gürcistan veya bir başka eski Sovyet Cumhuriyeti’nde karşımıza çıkan bürokratikleşme, burjuvalaşma, yolsuzluk, vb. öğeler, kimi çevrelerce istismar edilip, sosyalizme karaçalma gerekçesi yapılsa da sorun, sosyalizmde değil, onun bir döneminin kayarak farklı bir zemine oturmuş biçimindedir. Bugün sadece Gürcistan’da değil, Rusya’da da geçmiş dönemdeki parti aristokrasisi, karşımıza yeni burjuvalar, yeni devlet yöneticileri olarak çıkıyor.
RUSYA BÖLGENİN ETKİLİ AKTÖRLERİNDEN BİRİ OLMAYI SÜRDÜRÜYOR
Aslında Gürcistan’da diplomasinin görünen yanından çok görünmeyen yanında daha etkili gelişmeler yaşanıyor. Rusya, kısa vadede önleyemeyeceği Gürcistan’daki olayların kanlı biçimler alarak kontrolden bütünüyle çıkmasındansa, zamana yayılmış bir süreçte etkili olabilmeyi bağrında taşıyan bir olasılığı tercih etti. Dikkat edilirse, olaylar boyutlanınca Rus Dışişleri Bakanı Tiflis’e alelacele indi ve her iki tarafla görüştükten sonra, Şevardnadze’yi istifaya, karşı tarafı da Şevardnadze’nin can güvenliğinin sağlanmasına ikna etti. Ayrıca Rusya’nın oradaki birlikleri de Şevardnadze için bir güvence ve farklı gelişmelerde rol almak üzere saklı bir dinamikti. Bu adım, Şevardnadze’nin yarın tekrar bir politik güç olarak kullanılabilmesinin elde tutulması anlamına geliyordu.
Gürcistan, gerek Hazar Havzası’na yakınlığı gerekse de etnik parçalanmışlığın odak noktası olması sebebiyle önemli bir konuma sahiptir. Aslında orada sular durulmuş değildir ve Rusya’nın kozları da küçümsenmeyecek boyutlardadır. Bugün bir anlamda geri çekilen ve sorunu uzun vadeye yayarak aşma eğiliminde olan Rusya’nın kaşıyabileceği sorunlardan biri de, bir bölümü Rusya’da diğer bölümü Gürcistan’da kalan Osetya Özerk Cumhuriyeti’dir. Rusya, bu cumhuriyette bulunan Pankis Vadisi’nde Çeçen militanların barındığı iddiasıyla sık sık Gürcistan’ı uyarmış ve Kuzey Osetya’da Çeçen militanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerden Gürcistan’ı sorumlu tutmuştur.
Çeşitli halkların yaşadığı Gürcistan’da bölgesel nüfus yoğunlukları söz konusu. Acerya’nın kuzeyindeki verimli topraklarda yoğunlukla Gürcüler bulunurken, Kafkasların güney eteklerindeki dağlık bölgelerde diğer halklar yaşıyor. Gürcülerin yaşam standartları diğerlerinden daha iyi. Rusya’nın hesabı, varolan çelişmelerden yararlanıp, uzun vadede sonuç almaya yöneliktir. Rusya, ABD’nin orada hiçbir sorunu çözemeyeceğini, halkların beklentilerini karşılamayacağını çok iyi biliyor. Dolayısıyla süreci zamana yaymakla ilerde rahatlıkla üzerinde politika yapabileceği başka bir muhalif dinamiğin oluşabileceğinin ve ABD’yi teşhir etme fırsatı doğacağının beklentisini taşıyor. Tabii bu arada bilinmek durumundadır ki, ABD’nin Gürcistan hakkındaki düşüncesi ne denli emperyalist politikaysa, Rusya’nın Gürcistan hakkındaki politikası da o denli emperyalisttir.
GÜRCİSTAN’IN SAHİP OLDUĞU MADDİ ÜRETİM POTANSİYELİ SOVYETLER DÖNEMİNDEKİ MERKEZİ PLANLAMANIN ÜRÜNÜDÜR
Sovyetler döneminde merkezi bir planlama vardı. Bu merkezi planlama genellikle halkların birbirine rağmen değil, birbirleriyle birlikte yaşamasını hedef almakta ve halklar arasındaki ortak noktaların, ideolojik motifleri aşıp maddi yaşama dair paylaşımda somutlanmasını amaçlamaktaydı. Ve o sosyalist planlamada mesela, bir ürünün farklı bölümlerinin farklı ülkelerde üretilmesi, bir işbölümün yapılması; her ülkede coğrafi koşullar, altyapı, vb. göz önüne alınarak oralarda bütün Sovyetler’in ihtiyacını karşılayabilecek ürünlerin planlanması tarzında bir projelendirme vardı.
Sovyetlerde ekonomi, plan dahilinde bir bütün olarak düşünülüyor; sıcak iklim bitkilerinin de üretilebileceği tarzda topraklara sahip olan ülkelere, özellikle tarım ve tarıma dayalı sanayi konusunda öncelik tanınıyordu. Bunların başında Bulgaristan ve Gürcistan geliyordu.
Gürcistan’ın, özellikle Kafkaslar’ın güneyinde, pamuk dahil pek çok ürünün yetişebileceği geniş ovalarla birlikte tarımsal ürünün değerlendirilmesine yönelik çok ileri bir sanayi mevcuttu. Ayrıca Kafkaslar’ın güneyinin çok yoğun biçimde doğal maden kaynaklarına sahip olduğu biliniyor. Bunların çıkarılması ve işlenmesine dayalı bir sanayi politikası zaten eskiden beri orada uygulanıyordu. Bu yönüyle Gürcistan, öteki Sovyet Cumhuriyetleri ile kıyaslandığında
Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’dan sonra gelebilecek bir maddi üretim potansiyeline sahipti. Bu potansiyele, bugünkü yaygın söyleniş biçimiyle “zenginlik” demek yerine, ”üretim potansiyeli” demek daha uygun düşmektedir. Çünkü sosyalizmde zenginlikler eşit olarak paylaşılmaktaydı. Ayrılma sonrasında bu üretim potansiyelinin önemli bir kısmı Gürcistan’da kaldı. Bu nedenle; Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve doğal kaynaklarca zengin Kazakistan’dan sonra beşinci “zengin ülke” konumundadır. Ama Gürcistan’da, şimdilik bilindiği kadarıyla petrol yok.
GÜRCİSTAN’IN BİR DİĞER ÖZELLİĞİ DE KARADENİZ’E SINIR OLMASIDIR
Karadeniz’e dair ortaya atılan yeni bilgi ve iddialar, Karadeniz’e kıyı olmanın önemini arttırmış durumdadır. Petrolün oluşumunun 400-500 milyon yıllık bir geçmişi olduğu ve ancak o dönemlerde deniz olan topraklarda petrol bulunduğu düşünülürse; Karadeniz’in güney kıyılarından 50 km. içerde olan kesimlerin yaklaşık 1 milyar yıldır deniz olması sebebiyle, petrol içermesi büyük bir olasılıktır. Ayrıca, Karadeniz’in tabanında, yeryüzündeki ilk canlı örneklerinin, yani oksijensiz ortamda yaşayan canlıların örneklerinin yaşadığı biliniyor. Bu mevcut veriler, Karadeniz’in tabanında petrol olması gerektiğini gösteriyor. Ve zaten son yapılan araştırmalar, bu bilgiyi doğrulayan sonuçlar veriyor. Rezerv hakkında kesin bilgiler yoksa da, Hazar Havzası’yla kıyaslanabilecek düzeyde petrolün olma ihtimalinden söz ediliyor. Gürcistan’a yönelik emperyalist ilginin nedenlerinden biri de bu olabilir. Karadeniz’in bir diğer özelliği de Hazar petrollerinin ve doğalgazının batıya taşınması anlamında sunduğu olanaklardır. Karadeniz’e sınır olmak, bu olanakların kullanılması açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır.
BÖLGEDE SULARIN DURULMAMASI İÇİN HALA ÇOK SEBEP VAR
Eğer söz konusu olan, Hazar petrollerinin batıya güvenli biçimde taşınmasıyla ilgili uygun bir mekanizma oluşturmaksa, ABD’nin yaptığı hamlenin yeterli olduğu söylenemez. Çünkü bugün artık sözleşme yapılırken en az 25 yıl sonrası güvenceye alınıyor. Örneğin Rusya, Çin’e 25 yıl süreyle 15 milyar dolarlık petrol vermeyi garanti ediyor. Ayrıca Türkmen doğalgazını Türkmenistan’dan alıp batıya taşıma konusunda da 25 yıllığına güvence veriyor. Hatta herhangi bir aksamayı kendi doğalgazı ile karşılamayı taahhüt ediyor. İşte bu kadar uzun erimli anlaşmaların yapıldığı bir dönemde, Kafkasya gibi belirsiz bir coğrafyada güvence, bir sorun olmaya devam ediyor. Mesela Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla ilgili güven sorunu sebebiyle hala pek çok şirket buradan petrol alımı için talepte bile bulunmuyor. Ve bu nedenle bu hat için “ölü doğmuş bir hat” yakıştırması yapılıyor.
ABD’nin müdahalesinin, büyük oranda Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını canlandırmayı, güven sorununu aşmayı veya alternatif yeni hatlar oluşturmayı amaçladığı söylenebilir. Ancak bölgede zemin öylesine kaygan ki, ABD’nin bu garantiye alma eğilimine, başka bir güç, engelleyici/bozucu bir politika ile müdahale edebilir. Ve bunun da araçları oldukça zengindir. Çünkü orada Ermenistan var; çözülememiş bir Karabağ sorunu var. Aynı şey Azerbaycan için de geçerli. Haydar Aliyev’in oğlu, iktidarda yeni ve henüz hangi dengelerin üzerine oturacağı belli değil. Gerçi geçtiğimiz günlerde, oldukça önemli bir Amerikan üssünün kurulmasını onayladığı haberi basında yer aldı. Bu da ABD’nin ilgisinin Gürcistan’la sınırlı olmadığını gösteriyor. Ancak bölgede hiçbir şey “kadife elli yumuşak hamlelerle” aşılabilecek cinsten değil. Paylaşılacak pastanın büyüklüğü, çatışmaları da büyüten bir faktördür. Rusya’nın direnç kabiliyeti hafife alınmamalıdır. Gürcistan’da her şey daha yeni başlıyor.
Sayı 12
(Şubat – Nisan 2004)