Bir süredir politik söyleminin odağına Kürt karşıtlığını koymuş olan Erdoğan, AKP’nin Elazığ kongresinde Nihal Atsız şiiri okuyup, Afrin operasyonundan bahsetti. Daha sonra da “Türkiye olarak tüm samimiyetimizle bölge politikalarımızı yine de Amerika ile yürütmek istiyoruz” dedi, devamında Hulusi Akar ve Hakan Fidan Moskova’yı ziyaret etti ve kısa bir süre sonra Afrin’e yönelik saldırı başlatıldı.
Bu toplam tablodaki durum, ABD ve Rusya’yı, hangi açıklamayı yaparlarsa yapsınlar, süreçte aldıkları roller itibariyle sorumluluktan kurtarmıyor. Bunun yanında, genelde Türkiye egemenlerinin, özelde Saray rejiminin operasyona dair gerek iç siyasete gerekse ülke dışına yönelik olarak özgün hesaplarının olduğunu söylemek mümkün.
Yapılan kimi değerlendirmelerde bazen ele alınan kesitin/olgunun önem sıralaması, Suriye’nin bütününden veya örneğin Rusya’nın veya ABD’nin önceliklerinden koparılarak yapılabiliyor. Halbuki Suriye, büyük resim içerisinde, aktörlerin toplam duruşu/amaçları bağlamında değerlendirildiğinde görülür ki sahaya göre ittifaklar da olgunun önemi de hatta kırmızı çizgiler de değişebiliyor.
Unutmamak gerekir ki bugün çeşitli aktörlerce tutulan alanlar ve atılan adımlar kalıcı değilse de sonuçta Suriye için kurulacak nihai masada etkili olacaktır. Suriye’de henüz her şey bitmiş değil. Örneğin, Deyr ez Zor’un doğusundaki petrol sahaları gibi ekonomik açıdan stratejik önemi bulunan bölgelerin ABD’yle ittifak halindeki Kürt örgütlülüğünün inisiyatifinde olması, Rusya/Suriye tarafından kolay kabul edilecek gibi görünmüyor.
Türkiye’nin Astana’ya katılıyor olsa da batıda Rusya ve Suriye’ye rağmen süreci tayin edecek roller üstlenmesi de pek gerçekçi değil. Mevcut veriler, Türkiye’nin, hem İdlib vb. noktalardan yönelecek göç dalgasının ülkeye girmeden karşılanabileceği (derinliği tartışmalı) bir tampon bölge temenni ettiğini, hem de ay sonunda Soçi’de yapılacak ve muhtemelen Kürt temsilcilerin katılacağı toplantıya etki etmeyi umduğunu gösteriyor.
Bunun yanında Erdoğan’ın/AKP’nin, Afrin saldırısına, iç siyasete yönelik olarak yüklediği önemli roller var. Bunlardan en öncelikli olanı, güç gösterisi yapmaktır; sanki dünyaya meydan okuyor, onu kimse durduramıyor ve Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler karşısında sessiz kalmıyor görüntüsü eşliğinde, özellikle milliyetçi kesimlere mesaj vermektir.
Suriye’deki her bölgede atılacak hemen her adım, ABD-Rusya kutuplaşması bağlamında değerlendirilebilir; söz konusu gerilimle şu veya bu biçimde ilişkilendirilebilir. Bu, Afrin saldırısı için de geçerlidir. Ancak yine de Afrin saldırısının, ABD-Rusya kutuplaşması bağlamında tayin edici bir öneme sahipmiş gibi ele alınması doğru olmaz. Çünkü Suriye’nin son tablosunda ABD’nin, tüm hesaplarını/oyunlarını Fırat’ın doğusu üzerinden kurduğu görülüyor. Dolayısıyla da Türkiye’nin Fırat’ın batısında yer alan bu hamlesini, ilişkilerinin gereği olarak soruna dönüştürmüyor. Hatta bir başka bağlamda söylersek, gerek parçalı bir Suriye gerekse PYD’nin ABD’yle daha da sıkı ilişkilere gitmesi için bu türden adımlar/tehditler gerekçe oluşturuyor.
Rusya’ya gelince, Türkiye’yle Astana süreci dahilinde bir ilişki yürütüyor. Ve bu bağlamda İdlib’de rolünü yitiren ve bundan rahatsız olan Türkiye’nin, belirli oranlarda da olsa Afrin müdahalesine izin veriyor. Hatta bu süreçte Suriye ordusunun İdlib operasyonunu sonuç alma olasılığı daha yüksek olacak şekilde başlatmış olması, belirli anlaşmalar/tavizler karşılığında Afrin operasyonuna göz yumulduğunu düşündürüyor. Kaldı ki hemen bugün bile Suriye’de pek çok alana ve soruna aynı anda yoğunlaşmış olan Rusya’nın tek meşguliyet noktasının Afrinmiş gibi görülmesi de doğru olmaz; yanıltıcı değerlendirmelere sebep olur.
Suriye’deki güç dengeleri, özgün durum vb. nedenlerle gelişmelere dair net tanımlamalar yapılamasa da Türkiye’nin de PYD’nin de ABD’yle ilişkilerinde makas değiştirme noktasına gelmeyeceğini, benzer şekilde ABD’nin ne Türkiye’den ne de PYD’den vazgeçmeyeceğini bilerek süreç okuması yapmak gerekiyor.
Erdoğan’ın “HDP istediği gibi at oynatamayacak” veya “meydanlara çıkma yanlışını yapanlar olursa, bedelini çok ağır öderler. Bu milli mücadeledir.” biçimindeki sözleri, iktidarın bu saldırıyla eş güdümlü olarak nasıl bir Türkiye amaçladığının işareti olarak okunabilir. Ve hatta bu süreçte, savaşın gölgesinde TTE’nin (Tek Tip Elbise’nin) uygulanmaya başlanması dahil hak gaspları vb. yönde çeşitli adımların atılması muhtemeldir. Bu bağlamda, Bahçeli’nin “Ya Afrin yıkılsın ya teröristler yakılsın” dediği bu saldırıya CHP’nin desteği, kurmaylarının niteliğini ve politika yapış şeklini, “muhalefet partisi” olarak bir anda nasıl varlık nedenini ortadan kaldırdığını bir kez daha açığa vuran bir turnusol olarak değerlendirilmelidir.
Savaş+OHAL iklimi
Devrimci demokratik güçler, Afrin saldırısını kimi noktalarda farklı değerlendirse de bu hamlenin iç siyasete ve hatta seçim hesaplarına yönelik boyutunun olduğu konusunda hemfikirdir. Sonuçta OHAL koşullarının daha da ağırlaşacağı, hiçbir muhalif sese izin verilmeyeceği, hatta bunun daha hoyratça, kuralsızca yapılacağı birkaç günlük uygulamalardan ortaya çıkmış durumdadır.
Önümüzdeki günlerde, kamçılanan milliyetçilik eşliğinde, savaş iklimi içinde muhalif seslerin bütünüyle susturulması yönünde adımlar beklenmelidir. Sermayeyi/tekelleri memnun eden nitelikte emeğin haklarına yönelik muhtemel yeni saldırılar da temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar da buna dahildir.
Sanıldığından da öte sıkışmış olan Erdoğan/AKP iktidarının, yedeklediği milliyetçi oylar eşliğinde bu olağanüstülüğü baskın bir erken seçim için değerlendirmesi sürpriz olmayacaktır. Hatta diyebiliriz ki artık Erdoğan/AKP için hemen hiçbir adım, seçim hesaplarının dışında değildir.
Bu koşullarda ne yapılması gerektiği, tüm muhalif kesimlerin en öncelikli sorusudur. Bu konuda, bildik araç ve yöntemlerin anımsatılması veya genel geçer sözler, sınıflar mücadelesinde ihtiyacı karşılamaya yetmiyor. Süreç, tüm imkânları, deneyim ve üretkenliği olduğu kadar yaratıcılığı da kolektifleştirmeyi ihtiyaç haline getirmiş durumdadır. Savaş/OHAL ikliminin, sözünü ettiğimiz kolektifleştirmeyi güçleştiren tüm öznellikleri eriteceğini umut ediyoruz.
Bu topyekûn saldırı, topyekûn bir karşı duruşu gerektiriyor. Onlar kralların, padişahların, diktatörlerin mirasçısıdır; faşist rejimlerden süzülmüş deneyimleri güncellemektedir; biz ise halkların emeğinden ve mücadelesinden süzülmüş tüm birikimlerin mirasçısıyız; Spartaküs’ten Mahir’e, Mahir’den bugüne uzanan deneyim ve birikimi güncelliyoruz. Onların kaybetmek için çokça sebebi var; bizim ise kazanmak için…
23 Ocak 2018