“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
Akar suyun
Meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı. ”
(Nazım Hikmet)
Her yer suç mahalli her yer direniş alanı
Nazım’ın bu dizeleri yazdığı 1945’li yıllardaki tahribatların da ötesine geçtik. Akbelen’de yaşananlar bir süredir gündemin ön sırasında yer alsa da insana ve doğaya yönelik bu ölçüsüz saldırganlığın, gerek değerlendirme gerekse fiili olarak sahiplenme (bütünlüklü kolektif duruş) anlamında hak ettiği karşılığı aldığını söyleyemeyiz. Çünkü ancak sınıf gözlüğü ile görülebilecek bağlar, ağlar ve gerçeklikler vardır. Bugünkü gelişmeler, sınıf ilişki ve çelişmeleri doğru değerlendirilemediğinde, ihtiyaç duyulan araç ve yöntemlerde de bir isabet oluşmuyor.
Bugün artık gelinen aşamada sermayenin fiili tablosu, kendi hukukunun da kendi meşruiyet tanımlarının da reddidir. Bu konuda kafası karışanlar, “bu kadar da olmaz bu kadarını yapmazlar” diye düşünenler varsa Akbelen’deki resmi biraz daha büyüterek bakmalı; sürecin bu aşamaya nasıl geldiğini incelemelidir. Kısaca anımsatmak gerekirse genelde sermayenin ve talanın özelde Limak’ın buradaki varlığı yeni değil, hukuksuzluk ise AİHM dahil her boyutta tescil edilmiş olmasına rağmen artık daha sık gördüğümüz ve göreceğimiz gibi hukuk, sermaye ve iktidarı tarafından yok sayılarak yağmaya devam edilmekte, doğa katliamlarının çapı büyütülmekte, insanlığa karşı işlenen suçların sayısı ve niteliği artmaktadır. Artık deyim yerindeyse her yer suç mahalli her yer direniş alanı. Tam da bu nedenle, bugün artık sorunlarının bilincine vararak işçiden işsize, köylüden memura, ezilen cinsten ezilen ulusa kadar geniş yelpazede bir araya gelebilmek, insanlığın ve doğanın kaderini/geleceğini sermayenin vahşiliğinin insafına bırakmamak, bir avuç egemen dışında herkesin öncelikli gündemi olmalıdır.
Kapitalizm ve sermaye gerçekliği
Bilinir ki kapitalizmde yasalar da askeri ve polisiye tedbirler de mülkiyet düzenini korumak ve devamını güvenceye almak içindir. AKP döneminde anayasa ve yasalar defalarca, sömürü düzeninin devamı ve derinleştirilmesi, işleyiş kolaylığı vb. amaçlarla değiştirildi.
Son 40 yılda, özellikle de 20 yılda sermayenin etkinliği ve ülkenin emperyalizm ile bağları güçlendirildi. Bunun önündeki kurumsal engeller, fren sistemleri vb. ortadan kaldırıldı. Türkiye’deki tabloda şu an örneğin muhtemel bir seçim kazanılsa dahi halk yararına ancak moral anlamda bir takım değişimler yaşanabilir. Tam da bu bağlamda bugün, seçimler dahil pek çok şey yanlış tartışılıyor. İnsanlar, zor olan ve büyük emek gerektiren şeylerden uzak duruyor, ürküyor veya gerekli sabır ve emeği göstermiyor; sistemin yerine bizzat kendileri rıza üretiyor. Mücadele dili, ehlileşip köreliyor; uzlaşma, mücadelenin yerini alıyor; Halbuki kapitalizm, insanın insanlığını yok eden bir sistemdir. Kişi, ne kadar küçülürse kapitalizme o kadar yaklaşır. Ve giderek onun tarafından yutulup bir parçası haline gelir. Benzer şekilde içerik ve dil zayıf düştükçe, değerlendirmeler ya kahvehane sohbetine dönüşür ya da bilimsellikten uzaklaşır.
Sermayenin sınıfsal niteliği, dolayısıyla da kar hırsı ve bu bağlamda içinde barındırdığı canavar anlaşılmadan, sermayenin neden kötülüklere, katliamlara ve yıkımlara devam edeceği, bunun için her yola başvuracağı anlaşılamaz. Akbelen’de gördüğümüz iktidar gücü ve sermayenin yüzü, ormanların yakılmasında, toprağın siyanürle zehirlenmesinde, bina yapılırken malzeme çalınmasında gördüğümüzden farklı değildir. Hatta aynı yüzü, Amazonların yakılmasında, buzulların erimesine yatırım yapılmasında vb. gördük. Bunlar, uluslararası nitelik kazanmış aynı sermayenin sınıfsal nitelikleridir.
2022 Haziran’ında Fas-İspanya sınırında öldürülen göçmenlerin bir çöp gibi üst üste yığıldığını gösteren fotoğraf yeni sürece dair çok şey anlatıyor. Benzer bir fotoğraf da aynı tarihlerde Erzincan’dan Fırat’a siyanürün karışması ve bunun normalmiş gibi karşılanmasıdır.
Sermaye için her yer Akbelen
Böyle anlarda itiraz etmek, vazgeçmemek, ağaca sarılmak; çocuğunu, geleceğini, vatanı savunur gibi dişle tırnakla direnmek çok önemli. Ama en az o kadar da bağlamlar kurup bu vahşiliğin kapitalizmin doğasında olduğunu ve her gün her saat başka Akbelenler yaşandığını görmek de önemlidir.
Önemlidir çünkü o aşamada direnişin başka nerelere, hangi güç ve kesimlerle genişletilerek büyütülmesi gerektiğinin ayırdına varılacak; bunun nedeni de geçmişi de görülecektir.
Marx, yıllar öncesinde Kapital’de “Kapitalist toplumda, her türlü yola başvurularak kâr elde etmek hedeflenir. Bu toplumda doymak bilmeyen bir canavar gizlenmektedir.” demişti. O günden bugüne söz konusu canavar, büyüdü, çoğaldı ve çeşitlendi. Her türlü yola başvurularak kâr elde etme hedefi de küreselleşerek yaşamı ve hatta gezegenin geleceğini tehdit eder hale geldi.
Yine Marks’ın ifadeleriyle söylersek, ekonomik etkinliği yaşamın temeli, ana hedefi haline getirmek; insanı, doğadan ve ahlaki değerlerden kopardı. Ve bugün gelinen aşamada artık azami kar hırsı sınır ve kural tanımaz boyutlara ulaştı. Daha da önemlisi, Terry Eagleton’un dediği gibi “kapitalizm, normalde gözle görülmeyen soluduğumuz hava aslında, onu nesneleştiremiyoruz.” Nesneleştirememek, sorunun kaynağını görünür kılmayı güçleştirirken, yaşanan yabancılaşma oranında hedef şaşırmaya ve hatta bilerek veya bilmeyerek kapitalizmin devamına hizmet etmeye sebep oluyor.
Akbelen’de iki boyutlu tablo
Akbelen’de bir yanıyla sevindirici bir yanıyla da üzücü bir tablo söz konusu. Sevindirici çünkü direnenler, sayılarının ve imkanlarının sınırlılığına bakmaksızın haklılıktan aldıkları güçle hem sorunu görünür kılmakta hem de bu türden talanların tüm devlet imkanlarına ve iktidar ısrarlarına rağmen kolay olmayacağını göstermektedir. Üzücü çünkü bu denli meşru bu denli kayıtsız kalınamayacak ve ülkenin dört bir yanında benzeri bulunan bir yağmaya karşı güç birliği oluşturulamamakta; direnç, birinci derece muhatapların ve bu konuda duyarlılık taşıyan sınırlı sayıda insanın imkanları ile sınırlı kalmaktadır. Kaldı ki bu parçalılık, duyarsızlık ve yabancılaşma salt çevre/doğa talanında değil, geleceksizliği ve güvencesizliği, yokluk ve yoksulluğu büyüten, değersizleştirme ve hiçleştirmeyi yaygınlaştıran, dolayısıyla da muhalif kesimlerin gündeminde olması gereken hemen her konuda gözlenmektedir.
Sermayenin küreselleşen etki alanları, yağma ve saldırganlık biçimleri, dünyanın dört bir yanında halkların sorunlarını benzer kılarken, buna paralel bir direnç ortaklığından/benzerliğinden ne yazık ki söz edilemiyor.
Bugün artık genelde muhalif kesimlerin özelde emekçilerin, yaşam alanlarının her boyutunda ortaklaşacağı zaman ve mekanları örgütlemek -objektif koşulların uygunluğunun tersine- giderek güçleşmekte, deneyim kazanan iktidar sahipleri karşısında etkili ve sonuç alıcı barikatlar oluşturulamamaktadır. Bunun elbette lokal veya genel birden çok nedeni var. Bu gerçeklik, Ernst Bloch’un “Arayışın kolektif sonuçları bilinçlenmenin kolektif bilgisini besler” sözünde olduğu gibi kolektif arayışları gerektirirken aynı zamanda da tekil her alanın kendi özgünlüğü içinde bir çabayı gerektirmektedir.
Mücadelenin sınıfsal ve dönemsel nitelikleri
İnsanlar, bir taraftan binlerce yıllık sınıfsal pası sökme iddiası taşırken, diğer taraftan alışkanlıklarını aşma konusunda bile zorlanıyor, edilgen kalıyor, sorumluluk almıyor. Gerçekte bu türden edilgenlik ve alışkanlıklar, sistemin devamını sağlayan toplumsal zincirin parçalarını oluşturur. Çünkü kapitalizmin güvencesi silahtan, üniformadan veya yasadan ibaret değil.
Bilinir ki kapitalizmin gücünü tüfekten ibaret zannedenler ideolojik mermilerle daha kolay vurulurlar. Bu, bir yanıyla da perspektif sorunudur; insan başarıya inanmadan koşuyorsa ruhu ayaklarından önce yorulur. İnsanlarda giderek yaygınlaşan sevgisizlik, hırçın ve şiddet yüklü olmak, sınıflı toplumun genetiğinde vardır; haksızlık, kutuplaşmayla beraber var olunca hak aramanın her biçimi kavga/gerilim sebebi oluyor. Bu doğaldır. Doğal olmayan, bu gerilimin hak arama zeminleriyle sınırlı kalmayıp genelleşmesi ve insanların büyük çoğunluğunun girdiği hemen her ilişkide gergin, mesafeli ve sevgisiz davranmasıdır.
Bugün artık yabancılaşmanın çeşitlenmesi, gündelik hayatın tüm düzeylerinde varlık göstermesi, sistemin tek tek her bireyde içselleşmesini ve görünmez gardiyanlarla güvence altına alınmasını beraberinde getiriyor. Bu durum, örgütlenmeyi de mücadelenin dönemsel ihtiyaçlarına göre yöntem ve araç geliştirmeyi de güçleştiren olgulardan/nedenlerden biridir. Ancak halkların karşısında içsel veya dışsal, ideolojik-kültürel veya kurumsal ne kadar mücadele ve örgütlenme engeli geliştirilirse geliştirilsin, insanlığın bugüne dek ürettiği her türlü değer ve güzelliği boy hedefi haline getirmiş olan sistemin “normalleşerek” sorunsuz biçimde devam etmesi mümkün değildir. Akılların çelmelenmesi de biriken öfkenin yapay yöntemlerle boşaltılması da insanların “Truva Atları” ve yanılgılarla aldatılarak yönetilmesi de geçicidir. Kendi yasalarını dahi çiğneyerek ölçüsüz bir saldırganlık halinde olan sermaye güçleri de bunun farkındadır. Önemli olan, birleşik mücadelenin giderek artan önemini hemen her adımda dikkate alan, taktiksel veya güncel adımlarla yetinmeyip stratejik hesaplar da yapan ve bunun örgütsel gereklerini yaratıcı bir üretkenlikle geliştiren, maya ve pusula işlevi gören örgütlenmelerde ısrar etmektir.
Devrimci Hareket
15 Ağustos 2023