HALKIN GELECEĞİ EVET-HAYIR İKİLEMİNE SIKIŞTIRILAMAZ
Devrimcilerden beklenen,
düzeni seçenek olmaktan çıkarmaktır!
Bir üst yapı kurumu olarak hukuk, her zaman egemen sınıfların çıkarlarını güvenceye alan metinlerden oluşmuştur. Yalnızca hukuksal metinler değil, aynı zamanda yargı kurumları da egemen olan sınıfların ihtiyaçları çerçevesinde düzenlenmiştir. Tarihsel süreç içerisinde üretim ilişkilerindeki değişiklikler, üst yapı kurumlarını da yeniden şekillendirmeyi zorunlu kılmıştır. Örneğin, feodal toplumdan kapitalist üretim ilişkilerine geçişte hukuk kuralları da yenilenmek durumunda kalmış, her şey egemenliğini ilan eden burjuvazinin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiştir.
AKP tarafından uzun süredir gündemde tutulan anayasa tartışmaları da bu çerçevede ele alınmalıdır. Emperyalizmin girmiş olduğu kriz, dünya genelinde yeni arayışlara yönelmesine sebep olmuştur. BOP kapsamında, Ortadoğu’da daha aktif kullanılacak olan Türkiye’de, tüm kurumlar yeniden biçimlendirildi. Yeni sürece uygun olmayan devlet kurumları, demokratikleşme demagojileri eşliğinde değişime zorlandı. Kısacası faşizmin uygulayıcısı durumundaki devlet kurumları tasfiye edilmedi, tam tersine egemen sınıfların ihtiyaçları çerçevesinde yeniden düzenlendi.
Egemen sınıflar arasındaki iktidar kavgasının belki de son raundu anayasa değişikliğinde gerçekleşmektedir. Yürütülmekte olan bu kavga halkın çıkarlarını temsil etmemektedir. Halk burada sermaye gruplarına payanda yapılmak istenmektedir. Yakın geçmişte laik-şeriatçı kutuplaşması nasıl ki halkın sınıfsal çıkarlarını ifade etmediyse, bugünkü anayasa oylamasında evet-hayır karşıtlığı da emekçilerin çıkarlarına denk düşmemektedir. Her iki sonuçta da sistem, yönetilenlerin desteğini tazelemiş olacaktır.
AKP’nin referandumda sol kavramları öne çıkarmasının nedeni, solun gücünden ziyade kitlelerdeki potansiyel demokrasi ve özgürlük arayışını avlamaya yönelik bir kurnazlıktır. Bu kurnazlık, geçmişinde solda dururken bugün liberal kulvarda boy gösterenler dışında kimseyi etkileme şansına sahip değildir. AKP ve yanında saf tutan siyasal aktörlerin en çok kullandığı argüman, değişim ve demokrasi olmuştur. Bu kavramlar kullanılarak bilinçler bulandırılmaya çalışılmaktadır. Oysa emperyalizmden bağımsızlık sağlanmadıkça, faşist devlet yapısı bertaraf edilmedikçe gerçek bir değişimden ve demokrasiden söz edilemez.
Sürmekte olan sermaye çatışmasının bir yansıması olan anayasa oylamasının diğer bir ucunda da hayır oyu kullanacağını açıklayan gruplar bulunmaktadır. Evet ve Hayır sözcük olarak bir karşıtlığı ifade etse de, burada daha çok sermaye grupları arasındaki çıkar çatışmasına denk düşmektedir. Bilindiği gibi egemen sınıflar, devlet olanaklarını kullanarak sermaye birikimi sağlar ve egemenliğini devlet kurumlarını elinde tutarak sürdürür. Bugün egemen sınıflar arasındaki çatışmanın özünde devlet kurumlarını ele geçirme çabası yatmaktadır. Dolayısıyla devlet kurumlarının olduğu gibi kalması bir sermaye grubunun işine gelirken, değişime uğraması çatışmanın diğer ucundaki sermaye grubunun çıkarına olacaktır.
Solda duran kimi yapı ve partilerin, AKP karşıtlığını sistem karşıtlığına dönüştürmeyi esas almak yerine; düzene olan öfkeyi AKP karşıtlığında düzen içi arayışlara sürüklemeye çalışmaları, devrime olan inancın yitirildiğinin göstergesi olarak anlaşılmalıdır. AKP’yi durdurma adına başka bir burjuva seçeneğin peşine düşmek, düzen içileşmenin son noktasıdır. AKP karşıtlığı üzerinden yürütülen “hayır” kampanyaları da sonuçta halkı düzene yedekleyici bir seçeneği ifade etmektedir.
Sonucu ne olursa olsun referandumun temel amacı, yöneten ile yönetilen arasındaki çelişkiyi gizlemek, yönetilenleri yönetime katıyormuş gibi göstermektir. Oysa hazırlanışının hiçbir aşamasında halkın bulunmadığı ve egemenlerin ihtiyacı olan değişikliklerin oylandığı sandıklara gitmek, anayasayı meşrulaştırıcı bir amaca hizmet edecektir.
İKİ YANLIŞTAN BİRİNİ SEÇMEK ZORUNDA DEĞİLİZ!
Referandum sürecinde devrimcilere düşen görev; gösterileni değil, saklananı açığa çıkarmaktır. Halkın özlemlerini ve emekçilerin özgürlüğünü ifade eden bir programı etkili bir şekilde anlatmaktır. Devrimciler, mevcut dayatmaları reddederken yerine koyacakları seçenekleri de günlük dile tercüme ederek halkla buluşmalıdır. Referandum süreci, halkın ekonomik ve demokratik taleplerinin daha yüksek sesle dile getirildiği bir süreç olarak değerlendirilmelidir.
Halkın içinde mücadeleyi örgütlerken, var olan sistemi eleştirmenin yanında alternatif bir yaşamı tarif etmek kaçınılmaz bir görevdir. Bu nedenle, demokratik bir anayasanın ancak demokratik halk iktidarında mümkün olacağını, etkili yöntemlerle anlatmak devrimci sorumluluklarımız arasındadır. Halka, sandığın çare olmadığını çözümün devrimden geçeceğini açıklayabilmemiz gerekmektedir. Bunun için, devrimden çıkarı olan tüm sınıf ve katmanların taleplerinin ortak noktada buluştuğu programı, geleceğin çekim merkezi haline getirmek gerekmektedir.
Bu programı, demokratik halk anayasası biçiminde de anlatmak mümkündür. Demokratik halk anayasası, aynı zamanda sistem eleştirisi anlamına da gelecektir.
Biz, ufkumuzu sahte ikilemlere sıkışmayacak kadar geniş tutuyoruz. Bu nedenle, referandumda sandık başına gitmeyerek, “evet-hayır tercihinin” faşist anayasanın makyajını tazelemekten öte bir anlamı olmadığı gibi, sonrasında halka karşı işlenecek suçlara da ortak olmama çağrısı yapacağız. Bu çağrı, elbette ki bir öneri olarak kalmayacaktır. Mevcut anayasayı da, değiştirilmiş halini de, kısaca sistemi bir bütün olarak niçin reddettiğimizi ve yerine nasıl bir ülke tasarladığımızı; devrimci kimliğimize ve ilkelerimize yakışan yöntem ve araçları kullanarak halkımızla buluşmayı önümüze hedef olarak koyduk.
24 TEMMUZ 2010
DEVRİMCİ HAREKET