Mine Yılmaz
Sınıflı toplumların bağrında ataerkil sömürü ilişkilerinin gelişimi
Kadın ve erkek arasında bin yıllardır var olan sömürü ilişkisine dair karşımıza çıkan yaygın tartışmalardan biri, sömürünün kaynağında yatanın kapitalizm mi yoksa ataerki mi olduğu sorusudur. Eşitsizliğin kaynağını salt kapitalizmle açıklamak, ataerkinin kapitalizmden çok daha köklü bir geçmişe dayandığı gerçeğini görmezden gelmeye yol açmakta, bununla beraber ataerkiyi, mevcut üretim tarzı ve sömürü biçimlerinden arınmış şekilde ele almak, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin sınıflı toplumlarda nasıl farklı dinamiklere sahip olduğunu tahlil etme noktasında eksik kalmaktadır. Bu yazıda, önce ataerkinin farklı üretim tarzlarıyla eklemlenerek kadınların sömürülmesine nasıl zemin sağladığını, daha sonra ise ataerki kapitalizmin ev içi emek sömürüsünde kesişerek, nasıl bir bağımlılık ilişkisi kurduklarını açıklayacak ve kadın özgürlük mücadelesinin merkezine konması gereken temel hedefin ne olduğunu tartışacağız.
Kısaca tanımlamak gerekirse ataerki, (patriyarka ya da erkek egemen sistem) erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına dayanan, iktisadi-kültürel-siyasal ilişkiler sistemidir. Ataerkil sömürünün özünde kadınların sadece emeklerinin değil cinselliklerinin de denetim altında tutulması yatar. Bu sömürü ilişkisinin devamlılığı, hem şiddet tehdidi gibi zor yoluyla hem de yaygın ideolojik kabullere dayanan rıza mekanizmalarıyla sürdürülmektedir. Marksizmde kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği irdeleyen ilk isim Marksizmin kurucularından Friedrich Engels’tir. Engels, tarihteki ilk sınıf çatışmasının kadın ve erkek arasında gerçekleştiğini söylediği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı yapıtında; ataerkil sistemin, mülkiyetin ortaya çıkışı ve erkek elinde toplanmasına bağlı olarak, sınıflı toplumlara paralel gelişim gösterdiğini belirtir.1 Yine bir başka Marksist önder Clara Zetkin de kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği, erkeğin özel mülkiyete sahip olup kadınların olmayışında görmektedir2
Yukarıda belirttiğimiz gibi ataerkiyi tek başına bir üretim tarzı olarak ele almak mümkün olmasa da, onun farklı üretim tarzlarına eklemlenerek tarih boyu çeşitli dönüşümler geçirdiğini söyleyebiliriz. Burada ayırt edici nokta, ataerkil sistemin eklemlendiği üretim tarzı içinde kadınların bir cins olarak sömürülmesine zemin sağlamasıdır. Bu zeminin ataerki olmadan sağlanamayacağı aşikardır. Örneğin günümüzde kadınların yaygın biçimde erkeklerden daha düşük ücretlere çalıştırılıyor olmasını ya da ev işlerinin “kadın işi” olarak görülmesini açıklamada kapitalizm tek başına yetersiz kalmaktadır. Ataerki ve mevcut üretim tarzının birbirinden bağımsız halde bulunamadığını söyleyen ABD’li feminist Heidi Hartman’a göre köleci toplum da, feodalizm de, kapitalizm de ataerkil sistemlerdir ve arada keskin bağlar olmasa bile birindeki değişimin diğerini etkilemektedir.3 Örneğin Antik Yunan demokrasilerinde kadınların kölelerle bir tutularak özgür yurttaş kabul edilmemesi ataerkinin köleci üretim tarzıyla kurduğu ilişkinin en belirgin örneklerindendir. Bunun yanında mevcut üretim ilişkisinin ataerkil sömürüyle birleşmesi, erkek egemenliğin her seferinde yeni biçimler alıp güçlenmesiyle ve sağlamlaşmasıyla sonuçlanmış,4 ataerki devlet politikalarında, yasalarda, eğitim sisteminde, erkek egemen ideologların yazılarında somutlaşarak toplumun kılcallarına kadar işlemiştir.
Kapitalist süreçte kadın emeğinin dönüşümü
Sanayi kapitalizminin gelişim sürecine baktığımızda, kadınların fabrikalar sayesinde toplumsal üretime katılmasının mevcut ataerkil ilişkileri zedelediğini söyleyebiliriz. Bu zedelenme nedeniyle ataerkinin kapitalizme eklemlenme biçimi önceki üretim tarzlarına nazaran çok daha özgün şekilde gerçekleşmiştir. Kapitalizm tarafından toplumsal üretime katılan kadınlar, ataerki ve kapitalizmin ev içi emek sömürüsünde ortaklaşmasıyla beraber yeniden toplumsal üretimden soyutlanmıştır.
Süreci başından ele alacak olursak, öncelikle kapitalizmi o güne kadarki mevcut üretim tarzlarından ayıran çizgilerden biri, üretimin esas olarak kullanım değil değişim için yapılıyor olmasıdır. Kısaca tanımlamak gerekirse kullanım değeri, bir ürünün, üreticinin mevcut ihtiyacını karşılama noktasında sahip olduğu değer, değişim değeri ise piyasada sahip olduğu değerdir. Örneğin feodalizmde, kullanım amacıyla üretilen bir ürünün pazara sürülmesi istinai durumdur. Aile, derebeye verdiği payın haricindeki ürünü ev içi tüketimi için üretir ve ürün fazlasını, evde üretemediği ihtiyaçları karşılamak için takas eder ya da satar. Bunun yanında feodalizmde ailenin kendisi başlı başına üretim birimidir ve toplumsal üretim hane içinde gerçekleşir. Ataerkil ilişkiler baki olmakla beraber kadın ve erkeğin toplumsal üretime katkılarındaki ayrım kapitalizmdeki kadar keskin ve somut değildir, diğer yandan toplumsal üretim kapitalizmdeki kadar kitleselleşmiş değildir.
Kapitalizmde ise kitlesel hale gelen üretim toplumsallaşmış ve fabrikalara taşınmıştır. Emeğin kullanım değerinden ziyade değişim değeri üretmesi amaçlanır. Kısaca, ürün satılmak için üretilir. Yeni üretim tarzının ihtiyacı sonucunda ortaya çıkan olan bu gelişme, kadınların toplumsal üretimdeki rollerini, hem karşılığında ücret almaları hem de kamusal alanda erkeklerle aynı işi yapmaları bakımından somutlaşmıştır. Feodalizmde temel üretim hane içinde gerçekleştiği için herkes üretime belli ölçüde katkıda bulunur, ancak kapitalizmde üretimin merkezinde bulunan “emekçi” tanımı çok daha keskindir.
Engels’in çözümlemesi: Proleter kadın ve erkek eşit midir?
Burada, üzerinde durmamız gereken önemli isimlerden biri, proleter kadınların toplumsal üretime erkeklerle eşit şekilde katılımını, erkek egemen sistemin çözülmesinin anahtarı olarak gören Engels’tir. Engels kadın ve erkek arasındaki sınıfsal farkın iki tarafın da mülksüzleşmesiyle yani proleterleşmesiyle kalkacağını öne sürmüştü. Ona göre kapitalizm bireylere ayırdığı toplumda kadını da erkeği de eşit şekilde mülksüzleştirir ve sınıfsal konumlarını eşitler. Proleterlerin tek eşli evliliği, çocuklara bırakacak mülkiyet mirası olmadığı için klasik tek eşli evlilik dayatmasından ayrılır. Kadının ekonomik özgürlüğe sahip olması ve erkekle aynı işi yapabilmesi onu erkek egemen iktisadi boyunduruktan da kurtarır.5
Engels bir adım daha ileri giderek, toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki bu çözülmenin, sınıfların tamamen ortadan kalkacağı sosyalizmde doruğa ulaşacağını ve sınıfsız toplumda kadın ile erkek arasındaki sınıf ayrımının da yok olacağını söyler. Kadınların ev içi emeklerini tamamıyla görmezden gelmeyen Engels, kadının toplumsal üretime katılımıyla beraber ev işleri yükünün kadının omuzlarından kalkacağını, kalıntıların da sosyalizmde yok olacağını, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti sonrası özel ev ekonomisinin toplumsal sanayiye dönüşeceğini ve çocuk bakımının kamu işi olacağını var saymıştı.6 Dönemin son derece ilerisinde olan bu fikirlerin gerisinde kaldığı temel nokta ise ataerkil sömürü ilişkilerinin ideolojik-kültürel boyutları gereği proleter aileler içinde de devam ediyor olması ve ev içi emek sömürüsünün, ataerki ve kapitalizmin temel kesişim noktasını oluşturarak yeni bir boyut kazanmasıdır.
Sınıfı bölen kadınlar değil, ataerkidir
Kadınların toplumsal üretime atılması ataerkil ilişkileri zedelerken, eşitsiz cinsiyet ilişkilerinin bir diğer sonucu da kadınlara daha az maaş verilmesi şeklinde oldu. Ucuz iş gücü haline gelen kadınların emek piyasasındaki konumlarına ilk tepki, piyasada rakip gösterildikleri erkeklerden geldi. Bu süreçte pek çok proleter erkek, kadınların ekonomik özgürlüğünü elinden alan aile ücreti uygulamasını talep ederek kendi sınıflarından kadınlarla karşı karşıya gelmiştir. Hartmann’ın üzerinde durduğu bu durum, kadın mücadelesinin sınıfı böldüğü yönündeki yanlış kabule de cevap niteliği taşır, sınıfı bölen, erkek egemen sistemin kendisidir.7
Kadınların emek piyasasına girişi, kapitalizmin işine gelmekle beraber, ataerkil denetimi aşındıran pek çok handikap barındırıyordu. Nitelik kadınların yasal hak taleplerinin, artık üretimdeki rollerinin görünür hale geldiği dönemde yükseltmesi tesadüfle açıklanamaz. Kapitalizm ve ataerkinin yaşadığı çıkar çatışmasına çözüm ise kapitalizmin ev içi emek sömürüsünden artı değer elde etmesi oldu. Kadınların evde ücret almadan yaptığı ev işi, yaşlı/çocuk bakım işleri gibi piyasada dolaşıma sokulmayan ve bu nedenle karşılığı verilmeyen emek “görünmeyen emek” şeklinde adlandırılmaktadır. Kadınların toplumsal üretime katılmaları yerine özel alanda, işçinin ertesi gün iş başı yapabilmesi için gereken bakım ihtiyacını (emek gücünü kullanarak) ücretsiz şekilde karşılaması ve yeniden üretime katkıda bulunması kapitalizm ve ataerkinin birbirine eklemlenmesi sonucu meydana getirdiği özgül bir sömürüdür. Kapitalizmin görünmeyen emekten artı değer elde etmesi, işçinin işe devam edebilmesi için gerekli bakım harcamaların kapitalistin cebinden çıkacakken ücretsiz şekilde kadın tarafından sağlanması sayesinde gerçekleşmektedir. Kadınların, kamusal alandan soyutlanıp yeniden eve kapatılmasıyla sonuçlanan bu yeni düzen, var olan eşitsizliği derinleştirerek ataerkiyi pekiştirmiştir. Kadın emeğinin piyasada dolaşıma sokulmaması, “emekçi” statüsünden çıkarılmalarına neden olduğu için, kadınların sınıfsal konumu noktasında kafa karışıklığı yaratabiliyor. Ev emeğinin değersizleşmesinin altında, emek gaspının yattığı unutulmamalı ve “emekçi kadın” kavramı sadece çalışan kadınlarla sınırlı tutulmamalıdır. Bunun yanında kadınlar, sadece kadın olmalarından kaynaklı cinsel, duygusal, bedensel sömürüyle de karşı karşıyadırlar ve iktisadi sömürü ile cinsel sömürüyü birbirinden ayrı düşünmek kadınların erkekler karşısındaki eşitsiz konumlarını eksik tahlil etmeye neden olmaktadır.
Ev içi emek sömürüsü
Elbette ev içi emek sömürüsünün kapitalizme özgü olduğunu söyleyemeyiz. Kölecilik ve feodalizm de dahil olmak üzere her üretim tarzında, üretimi gerçekleştirenlerin ertesi gün de emek sarf edebilmesi için yeniden üretimin sağlanmasına ihtiyaç duyulmakta, kadınlar binlerce yıldır emek gücünün yeniden üretiminde üretici güç olarak yer almaktadır.8 Kapitalizmde ise ev içi emek ve toplumsal üretim arasındaki fark keskinleşmekte ve kapitalizm ev içi emek sömürüsünden artı değer elde etmektedir. Kapitalizm ve erkek egemen sistem arasındaki ilişkinin ev içi emekten artık değer elde etmeye dayandığını vurgulayan Paddy Quick, kadınların kendileri için gerekli görülenden fazla talepte bulunması, egemenlere kazandırdığı artık değerden kısmak olacağı için, devletin erkek egemen politikalar yürüttüğünü söylemiştir. Ek olarak kadın emeğinin yeniden üretiminin nasıl sağlanacağı sorusuna da açıklık getiren Quick, bu görevin erkeğe verildiğini belirtir. Erkek kadın için gerekli ihtiyaçları temin ederek, onların fazlasını talep etmesini önlemekle yükümlüdür.9 Bu bağlamda, özellikle yeni sömürge ülkelerde hukukun erkeklerden yana işlemesi, devlet politikalarının kadınlara karşı saldırgan tutum izlemesini erkeğin bu talepleri önlemede yetersiz kaldığı noktalarda ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Eril tahakkümün en önemli denetim mekanizmalarından biri olan “şiddet” mekanizması, kadınların yeniden emek üretimi için gereken ihtiyaçlarının karşılanamadığı durumlarda, bu ihtiyaçların kapitalizmden talep edilmesini engellemek için farklı biçimlerde kendini gösterir.
Ev içi emek yabancılaşmış emek midir?
Ev içi emeğe dair üzerinde uzlaşma sağlanamamış tartışmalardan biri de onun kullanım değeri mi değişim değeri mi ürettiği ve buna bağlı olarak yabancılaşmış emek olup olmadığıdır. Ev içi emeğin yabancılaşmamış olduğunu söyleyen Lisa Vogel, bu tezini ev içi emeğin kullanım değeri üretiyor oluşuna dayandırır10. Ancak yukarıda belirtildiği üzere, kapitalizmin ev içi emekten artık değer üretiyor oluşu, onu kullanım değeri sınırlarının dışına taşımaktadır. Yani ev içi emek piyasadan görünürde tamamen soyutken, dolaylı olarak değişim değeri üretmektedir. Yabancılaşmayı mekansal açıdan ele alan Ann Foreman ise kadınların duygusal hayata hapsolmalarına sebep olan evi başlı başına bir yabancılaştırma unsuru olarak görür. Ona göre işçinin üretim alanı nasıl fabrikaysa kadınınkini de evdir. Yabancılaşmayı kadının erkeğe olan bağımlılığı ve toplumdan üretimden soyutlandığı ölçüde değerlendiren Dalla Costa’nın yanı sıra Feminist Teori kitabının yazarı Josephine Donovan, kadınların ev içinde fabrikadaki bir işçiden daha fazla denetime sahip olmasını göreli bir yabancılaşmama olarak tanımlar.11 Marx’a baktığımızda ise yabancılaşmayı, insanın doğal duruma yabancılaşmasının yanı sıra ürettiği nesneye yabancılaşması şeklinde ele aldığını görmekteyiz. Emek ürünü bir nesne içinde somutlaşarak emeği nesneleştirmiştir.12 Ev içi emeğin ürettiği değeri nesneleştiren ise hem kapitalizm hem ataerkidir. Üretilen değer, kapitalist yeniden üretim ilişkisinin ücretsiz olarak sağlanmasına neden olduğu için dolaylı olarak değişim değerine sahiptir ve sömürülür. Bu bağlamda her ne kadar ev kadının emeği üzerindeki denetimi ev içinde, fabrikadaki işçiye göre daha fazla olsa da burada bir yabancılaşma söz konusudur. Üstelik, kadının ev içi emeği, piyasada karşılığı olmadığı için değersiz kabul edilmekte ve bunun toplumsal karşılığı kadınların erkek egemenliğinin pekişmesine katkı sağlamaktadır. Bunun yanında özel alan olması bakımından ev, kadınlar için fabrikadan bile daha hapsedici bir yerdir çünkü işçi fabrikada diğer işçilerle sosyalleşme imkanına sahipken kadınlar evde soyutlanmış bir üretim gerçekleştirirler.
Kadınların yeniden üretimde oynadığı diğer önemli rol çocuk doğurmak ve yetiştirmektir. Çocuk yetiştirmek, sadece biyolojik değil toplumsal ve ideolojik bir süreci de kapsar ve ataerki, sorumluluk yükünü anneye vermiştir. Eğitim seviyesinin düşük olduğu ve kadınların çalışmadığı ailelerde bu görev dağılımı daha belirginken, iki tarafın da çalıştığı görece eğitimli ailelerde de çocuğun bakımına dair duygusal yükü üstlenen kişi genellikle annedir.
Sonuç yerine: Her kadın erkek egemen sistemin eşitsizliğiyle karşı karşıyadır
Sonuç olarak kadın ve erkek arasındaki sömürü ilişkisinin; saf halde kapitalizm gibi mevcut üretim tarzı ya da saf ataerkiyle açıklanması yerine, ataerkinin mevcut üretim tarzıyla eklemlenmesiyle açıklamak mümkündür. Marksizme göre kökenleri sınıflı topluma dayanan ataerki, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin temelini oluştururken mevcut sömürü düzene eklemlenerek hem onu besler hem ondan beslenir. Ataerkil sistemin kodları baki olsa da sömürü yöntemlerinin her üretim tarzında kendine has dönüşümler geçirdiğini söyleyebiliriz. Kapitalizmde ise ayırt edici nokta, ev içi emek ve toplumsal üretim arasındaki ayrımın keskinleşmesi ve ev içi emekten ataerkinin yanı sıra kapitalizmin de kar etmesi olmuştur. Söz konusu ataerkil sömürü olduğunda kadınları bir sınıf gibi ele almış olsak da elbette kadınların da sınıfsal farklılıklara sahip olduğunu ve aynı düzeyde emek sömürüsüyle karşı karşıya olmadıklarının üzerinden atlayamayız. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, ataerki kadın cinsini erkeğin tahakkümü altına alır ve her ne kadar farklı düzeylerde olsa da, iş yerinde, sokakta, okulda, ailede her kadın erkek egemen sistemin eşitsiz düzeniyle karşı karşıyadır.
Bugün kadın özgürlük mücadelesi verirken politik hattımızı doğru kurmak için, mücadelemizin merkezine neyi almamız gerektiğini vermek son derece önem taşımaktadır. Kadın ve erkek arasındaki sömürü ilişkisini çözümlerken ataerki ve kapitalizmi birbirinden bağımsız iki sistem olarak ele almak mücadele yollarını yanlış şekillendirmeyle sonuçlanmaktadır. Kapitalizmin ortadan kalkmasının, ataerkiyi direkt olarak ortadan kaldırmayacağı bilinmeli, bununla beraber ataerkinin ortadan kalkacağı zeminin, kapitalizmle birbirini besleyen pozisyonu gereği ancak sınıfsız bir toplum düzeninde mümkün olacağı unutulmamalıdır. Bu bağlamda ataerkiye karşı mücadelenin, devrimci mücadeleyle kesiştiği noktaları, kadınlar arasındaki sınıf farklılıklarını inceleyeceğimiz bir sonraki yazımızda ele alacağız.
1 Engels, Friedrich: Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni, Çev.: Kenan Somer, Sol Yayınları, 9.bsk, y.y., t.y. s 70.
2Vogel, Lise: Marksist Teoride Kadın, Çev. Mine Öngören, Pencere Yayınları, 2. Bsk Y.y., 2003, s.132-133.
3 Hartmann, Heidi: “Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evlilği,” Kadının Görünmeyen Emeği, Der.: Gülnur Acar-Savran, Nesrin Tuna Demiryontan, 3. Bsm., Y.y., 2016., s. 177.
4 KAYNAK: Acar Savran Gülnur, Yaman, Melda: “Kapitalizm ile Ataerkinin Kesişiminde Kadın Emeği”, Praksis, No: 52, 2020-1, s. 13.
5 Engels, a.e., s. 76-79.
6 Engels, a.e., s.76-80.
7 Hartmann, Heidi: “Marksizmle Feceminizmin Mutsuz Evlilği,” Kadının Görünmeyen Emeği, Der.: Gülnur Acar-Savran, Nesrin Tuna Demiryontan, 3. Bsm., Y.y., 2016., s. 183.
8 KAYNAK: Acar Savran Gülnur, Yaman, Melda: “Kapitalizm ile Ataerkinin Kesişiminde Kadın Emeği”, Praksis, No: 52, 2020-1, s. 15.
9Vogel, Lise: Marksist Teoride Kadın, Çev. Mine Öngören, Pencere Yayınları, 2. Bsk Y.y., 2003, s.147.
10 Donovan, a.e. s.152.
11 a.e., 156-159.
12 El yazmaları s,62.