Bir dilim ekmeği çoğaltmak için, bardaktaki suyu ağız tadıyla içebilmek için, çocuklarının yarını için çıktı sokağa işçiler. Eşit ücret dediler. Emeğimizin karşılığı dediler. Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları dediler. Köleliğe, taşerona hayır dediler. Kan kırmızısı güller gibi aktılar memleketin sokaklarına. Ellerini değdirdikleri, ayaklarını bastıkları yerde sıcak ekmek kokusu bıraktılar.
Onlar ki uçaklardan arabalara, yollardan köprülere, çocuk oyuncaklarından okullara değin yaşamdaki herşeyi hünerleriyle ortaya çıkaranlar. Demiri eriten, demiri döken, demire şeklini verenler. Günün aydınlık, yarının ferah olmasını isteyenler.
Ekmek, huzur ve insanca bir yaşam isteyince işçi, rahatsız oldu emek katilleri, gelecek hırsızları. ‘Milli Güvenlik’i tehdit etmiş oldu işçi. Vatan hainliğinin sınırlarına girmesine ramak kaldı ki, patronlar hemen gerekeni yaptı. İlk önce grev oylaması yapılacak dedi. Yapıldı ve %90’a yaklaşan bir iradeyle sahip çıktı işçi greve. Yetmedi, fermanı verdi devlet: Grevin 60 gün ertlenmesine…
Kralın çıplak olduğu bir kez daha görülmüş oldu. MESS-Bakanlar Kurulu-Yargı-Polis kuvvetleri bir anda tek yumruk oluverdiler işçiye karşı. Malum, ‘milli güvenlik’ konusu bu. Başka şeye benzemez. Oysa açsak anayasayı, grev, sendika hakkı, örgütlenme-ifade özgürlüğü, demokrasi vb. hepsinden ziyadesiyle vardır kitapta. Ama söz konusu üretimin (yani sömürünün ve sermaye birikiminin) devamlılığı, kapitalizmin selameti olunca hepsi rafa kalkar bir anda. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi. Tıpkı Halit Narin’in dediği gibi.
Belki bizim genç kuşağımızdan arkadaşların hepsi bilmez kimdir Narin. O dönemin patronlar örgütünün başkanı. Ne demişti Halit Narin? “Bugüne kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde.” Halit Narin’ler 12 Eylül’den bugüne gülüyor. 12 Eylül’ün bugünkü devamcıları, patronların yüzünü güldürmeye devam ediyor.
Araçlar değişiyor sadece. Vitrinde ufak-tefek düzenlemeler yapılıyor. Tank yerine TOMA ve kardeşi AKREP, asker yerine Çevik Kuvvet, Özel TİM, Diyarbakır Zindanı yerine F Tipleri, plastik mermi vb. Kurşun olduğu yerde duruyor, Nihat Kazanan’lar, Ceylan Önkol’lar için.
Nasıl ki darbeciler de işbaşına geldiklerinde, ‘milli güvenlik’i korumak için geldiklerini söyledilerse, bugünküler de aynı argümana sarılıyorlar.
Bu ne menem milli güvenliktir ki, ne zaman öğrenci ücretsiz eğitim, köylü toprak, işsiz iş, kadın eşitlik, alevi inanç özgürlüğü, kürt kimlik, işçi emeğinin karşılığını istese hemen tehlikeye giriyor. Bu ne menem ‘milli’ güvenliktir ki, finans sisteminin %85’i yabancı sermayenin kontrolünde. Bu ne menem ‘milli’ güvenliktir ki doğan her çocuk binlerce ‘dolar’ borçlu. Bu ne menem ‘milli’ güvenliktir ki derelerimizin suyu uluslararası tekellerinin himayesinde.
IŞİD çeteleri memleketin sokaklarında kaleşnikoflarla gezip ‘ihtiyaç’larını karşılarken, esnafı tehdit edip dükkanları yağmalarken, NATO, CIA işkencecileri cirit atarken, tırlar dolusu silah savaş meydanlarına taşınırken, komşu halkın topraklarında kan pazarlıkları yapılırken, milyonlarca insan çoluk-çocuk yurtlarını terk ederken, 1 milyon 700 bin mülteci sokaklarımızda dilenirken, Kürt illerinde her hafta ana sütünden yeni kesilmiş bir bebe kurşunlanırken, Abdullah Cömert Davası’nın izlenmesi dahi yasaklanırken, ormanlar-dereler çatır çatır satılırken, her yıl bin beş yüz işçi cinayetlere kurban edilirken ‘milli güvenlik’ sapasağlam yerinde durur.
Desenize şu sizin ‘Milli Güvenlik’, söz konusu patronların karı olduğunda tehlikeye girer. Yalana, soyguna, hırsızlığa ve sizin deyiminizle “kul hakkı” yemeye dayanan bu düzenin çarkı elbet birgün kırılır. Güneşi balçıkla sıvamaya kalkanlar o balçıkta boğulur. Ne Bakanlar Kurulu’nuz ne de efendiniz MESS, emekçinin öfkesini durduramaz. Üretenin yöneten olduğu bir düzen Haziran’ca kurulur. Ferman sizin, grev çadırları, sokaklar bizimdir.
Cevahir Aslan