Türkiye Devrimci Hareketi’nin bugüne kadarki süreci, pek çok araştırmayı, tartışma ve saptamayı içererek gelişmiştir. Gelinen aşamada, çeşitli siyasal yoğunluklar açısından tercihler büyük oranda tamamlanmış ve bir çeşit saflaşma yaşanmıştır. Bu saflaşma sonrasında, temel teorik tezlerin yaşama izdüşürülmesindeki farklılıklar, tartışma gündemlerinin üst sıralarını işgal etmeye başladı.
Devrimci Yol’un temel teorik tezlerindeki tutarlılık, bu tezlerin taşıyıcılarını her dönem avantajlı kılmıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi, bu geleneğin içerdiği yöntem ve kazandırdığı perspektif sebebiyle, Devrimci Yolcular için ne dün, ne bugün, ne de gelecek; bir belirsizlik/çözümsüzlük hali yansıtmadı. Sorunlar ne kadar karmaşık olursa olsun, çözümün devrimcilerden geleceğinin bilincinde olan bizler; bir taraftan güne dair gelişmelerin aydınlatıcılığında rol alırken, diğer taraftan “aşılmış” olarak görsek de kimi konuları, bugünün sorunları ile bir kez daha gündeme almayı uygun gördük.
Bu tür çalışmalar,kendi yoldaşlarımız içerisinde de temel teorik tezlere yaklaşım ve yorumlama yetersizliği taşıyanlar için yaralı/öğretici olacaktır. Aşağıdaki soru-yanıt çalışması, bu amaca hizmet etmektedir.
SORU: Bir ülkenin iktisadi yapısına dair tanımlama yapılırken, yöntemimiz ne olmalıdır; hangi verilerden hareket edilmeli ve ölçü ne olmalıdır?
YANIT: Bir ülkedeki iktisadi yapı ile ilgili tanımlama yapılırken, maddi hayatın üretimindeki “egemen üretim biçimine”ne bakılır. Pazar için üretimin egemen olduğu ekonomik yapı(toprak mülkiyetinin önemli oranda feodal nitelik taşıdığı durumlarda bile) kapitalizm olarak tanımlanır. Siyasal üst yapıda feodalizmin taşıdığı etkinlik ya da ekonomik alanda sınırlı oranda varlığını sürdüren feodal nitelik, temel iktisadi yapının tespitini değiştirmez. Önemli olan, çeşitli biçimlerde de olsa Pazar için üretimin egemen bir nitelik kazanmış olmasıdır. Sermayenin birikim düzeyi, işçi sınıfının nicel ve nitel konumu, burjuvazinin siyasal gücü,… gibi faktörler bu temel tespiti güçlendirir; fakat, onu belirlemez.
SORU: Metropol ülkeler ile, egemen üretim biçiminin kapitalizm olduğu yeni sömürge ülkeler; iktisadi temel ve üst yapısal şekillenme açısından hangi farklarla birbirinden ayrılır?
YANIT: Metropol ülkelerde kapitalizm, kendi iç dinamiği ile gelişmiştir. Bu gelişme ile birlikte, sermayenin birikimi, teknolojik gelişme, maddi altyapının(ulaşım, haberleşme, enerji gibi) hazırlanması, ana ve hammaddelerin üretimi-pazarlama,… gibi kapitalist üretimin bileşenleri bir bütünlük içinde gelişmiştir. Siyasal, sosyal, kültürel üstyapı kapitalist gelişimin önünü açacak şekilde biçimlenmiştir.
Sermaye birikimi, sermaye ihracını zorunlu kılacak biçimde gelişmiş ve giderek az sayıda tekel grubuna dağılacak kadar merkezileşmiştir. Metropol ülkeler açısından emperyalist olmak bir tercih değil, sermayenin merkezileşme düzeyinin zorunlu bir sonucudur.
Yeni sömürge ülkelerde, kapitalizm, egemen bir üretim biçimine gelmekle birlikte, burjuvazinin ekonomik ve siyasal gücü, istenilen düzeyde değildir. Ekonomi, kendi içinde bütünlükten yoksun şekilde emperyalist tekeller tarafından şekillendirilmiştir. Sermaye ve teknoloji yetersizliği, maddi altyapıdaki yetersizlikler, ana ve hammadde eksikliği, ekonomik alanlardaki temel sorunlardır. Bu sorunlara, burjuvazinin siyasal güçsüzlüğünden kaynaklanan nedenlerle siyasal, sosyal ve kültürel üstyapıda, kapitalist gelişimin önünü açacak bir ortam yaratılamaz. İktidarı paylaşan sınıf ve katmanlar arasında bir dizi çatışma sürekli yaşanır.
Metropol ülkelerde yaşanan rekabetçi kapitalizm ve burjuva demokrasileri ile, burjuvazi; siyasal, sosyal ve kültürel üstyapıda tam bir egemenlik kurmuştur. Emperyalizm çağında ekonomik güç, az sayıda tekele kadar daralmasına rağmen(oligarşik nitelik) siyasal yapıda burjuva demokrasisi ve onun kazanımları büyük oranda korunmaktadır.
Yeni sömürge ülkelerde, kapitalist gelişim beraberinde demokratik bir gelişime eşlik etmemiştir. Ekonomik ve siyasal güçsüzlük, tekelci burjuvazinin açık zora dayalı olarak egemenliğini sürdürmesini zorunlu kılıyor. sürekli faşizm, bir tercih değil zorunluluk haline geliyor.
SORU: Türkiye’de, ekonomik alanda feodalizmin tasfiye edilmişliğinden de hareketle demokratik devrimin tamamlanmış olduğu saptamasında bulunan kesimlerin yaklaşımında nasıl bir yanılgı söz konusudur? Feodalizm Türkiye’de hangi boyutlarda tasfiye olmuştur? Demokratik devrim tamamlanmış olsa, hangi değişimler gözlenirdi?
YANIT:Türkiye gibi ülkelerde “demokratik devrimin tamamlanması” ile “ekonomik alanda feodalizmin tasfiyesi” birbiri ile pek fazla ilintili değil. Ekonomik alanda feodalizmin tasfiyesine beraberinde bir demokratikleşme eşlik etmiyorsa, burjuva demokratik devrim tamamlanmış olmaz.
Bu genel bakış ile
Ekonomik alanda feodalizmin varlığından bahsetmek neredeyse olanaksız. Küçük aile işletmelerinde, kendi ihtiyacı için yapılan sınırlı tarımsal üretim dışında feodal üretim sayılabilecek hiçbir şey yok. Feodallerin mülkiyetindeki geniş tarım alanlarında bile Pazar için üretim egemen. Ekonomik alanda kapitalizmin gelişimi ile toprak mülkiyetini ellerinde bulunduran feodaller, kısa zamanda tarım kapitalistlerine dönüşecektir. GAP, bu süreci daha da hızlandıracaktır.
Demokratik devrim, siyasal, sosyal, kültürel üst yapıda feodalizmin tasfiyesini sağlar. Siyasal gericiliğin yerini, demokratik değerler alır. Bireylerin ve sınıfların siyasal olarak kendilerini ifade etmelerinin önündeki engeller kalkar. Burjuvazinin prekapitalist katmanlar ve feodallerle sürdürdüğü zorunlu ittifak sona erer, kapitalist üretimin önü açılır. (Burada bahsedilen “demokratik devrim”, burjuva demokratik devrimdir)
SORU: Bilindiği gibi, Türkiye’yi gelişmiş kapitalist ülke olarak tanımlayan siyasal çevreler var. Türkiye’nin, böyle bir yanılgıya sebep olan özgünlüğü var mıdır?
YANIT: Türkiye yeni sömürge ülkeler arasında ithal ikameci sanayileşme modelini en uzun süre benimsemiş ülkedir. Bu özellik, ülkemizde çok farklı sanayi kollarının -daha başlangıçtan itibaren tekelci nitelikte de olsa- gelişmesine neden olmuştur. Sanayi ve imalat kesimlerinde inanılmaz bir çeşitlilik yaşanmıştır. Az sayıda ürünün bol miktarda üretimini hedefleyen yeni sömürgecilik ilişkisi içinde Türkiye bu yönü ile bir ayrıcalık oluşturmaktadır. Büyük enerji kaynakları ve geniş pazar alanlarına yakınlık, Türkiye’deki kapitalizmin gelişiminin önünü açmaktadır. Ancak, sermaye birikimindeki yetersizlik, teknolojik gerilik, yetersiz altyapı gibi nedenlerle kapitalizmin gelişimi frenlenmektedir. Bu genel belirlemeler yanında kapitalist gelişimin gösterdiği olabilecek ölçüler açısından da Türkiye çok geri bir durumdadır. (GSMH, kişi başına düşen yıllık gelir, tüketim kalıpları ve düzeyi, eğitim, sağlık gibi hizmetlerden yararlanma…)
SORU: Türkiye’nin gelişmiş kapitalist bir ülke olmasının önündeki engeller nelerdir?
YANIT: Ülkemizde kapitalist gelişmenin önündeki engellerin çoğu bizzat emperyalizm tarafından yaratılmaktadır. Emperyalist sömürü ve tahakkümün olmadığı koşullarda ülkemizde kapitalizmin çok daha hızlı boyutlarda gelişmesinin koşulları vardır. Ancak emperyalizm, ülkede kapitalizmin kendi iç dinamiği ile gelişimini engellemektedir. Ekonomi, büyük bir ürün çeşitliliğinden; az sayıda ürünün -emperyalist işbölümü gereği- bol miktarda üretimine yönelmektedir. Sermaye ihtiyacı emperyalist tekellerin sermaye ihraçları (dış krediler) ile karşılanmakta, ülkenin dış borç yükü sürekli artmaktadır. Teknolojik gerilik ve bağımlılık giderek artmakta, Ar-Ge ve bilimsel çalışmalar her geçen gün daha da gerilemektedir. Ekonomi, altından kalkılamayacak düzeyde bir silahlanmayı finanse etmek zorunda bırakılmaktadır. Bu koşullarda, emperyalizmin iyi bir işbirlikçisi olunur; ama gelişen kapitalist ülke olunamaz.