Zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bu zorluk, tehlikeleri doğru okumayı olduğu kadar, dost-düşman ayrımını da doğru yapmayı ve üsluptan fiziki duruşa kadar hemen her konuda dikkatli olmayı gerektiriyor. Ne var ki solda genel kabul gören bu vurgumuzun gereğinin yeterince yerine getirildiği söylenemez. Nedenleri farklı/çeşitli olsa da sonuçta dostluk sınırlarını da akıl ve mantık ölçülerini de zorlayan kimi değerlendirmelerle karşılaşıyoruz. Bu konuda düşülen hataları ve ölçülerin nasıl zorlandığını göstermek için, EHP’li dostumuz Hakan Öztürk’ün “Ancak seçimler düzeltir” başlıklı değerlendirmesini bu yazımızda çeşitli açılardan ele alacağız.
Neden Hor Görülsün?
Seçimleri, alışılmışın dışında bir ölçüyle önemsediğini özellikle son yazılarında çeşitli biçimlerde ortaya koyan Hakan Öztürk, ele alacağımız yazı kapsamında bu kez, seçimi önemsemediğine inandığı kesimlere yönelik, kullandığı zorlama yakıştırmalarla dikkat çekiyor. Aslında tek başına önem konusu bile; neye göre, ne kadar, nasıl, hangi bağlamda gibi sorular gerektiriyor. Ancak velev ki önemsenmemiş olsun. Bu, neden önemsemeyen yapılar için “felaket” anlamına gelsin ki?
Hakan Öztürk, felaket yakıştırması yapmakla kalmıyor, birilerinin seçimi “hor gördüğüne” inanarak, gerçekte ise kendi yaptığı yakıştırmadan sonuç üreterek “Bunu hor görmeye kalkışmak, sıradan insanları hor görmeye kalkışmak anlamına gelir. (…) Sıradan insanları hor görenler en sonunda boylarının ölçüsünü alırlar.” değerlendirmesini yapıyor. Bu türden, zorlama yorum ve yakıştırmalar yazının çeşitli noktalarında tekrar ediyor. Örneğin “Sıradan insan okey oynarken çok sevimli ve doğal bulunup, oy kullanırken çok kötü ve yanlış yola girmiş bulunuyorsa bu saçmalıktır.” cümlesi, insana bu da nereden çıktı dedirtiyor. Seçime atfedilen önem veya önemsizlikten öte, çok zorlama ve anlamsız bir sonuca varılıyor. İnsan okey oynarken neden sevimli, oy kullanırken neden çok kötü olsun ki? Bunlar, yapılar arasındaki çalışma tarzı farkına da örnek oluşturamayacak zorlama yorum ve kıyaslamalardır. Hatta Öztürk, daha da ileri gidip “Yüz kere daha fazla tercih edilmesi gereken oy kullanmasıdır.” deme ihtiyacı duyuyor. Hakikaten okey oynamayı oy kullanmaya tercih edenler mi var; yoksa dostumuz çarpıcı olsun diye mi bu örneği seçmiş, bilemiyoruz.
İnanılması Güç Kıyaslamalar
“Seçimler eski zamanlarda bile önemliydi ama şimdiki zamanlarda daha da önemli. Çünkü sistem meclise doğru yürüyenleri 1905 Rusya’sında olduğu gibi kitlesel olarak katletmiyor. Öyle bir iş yapanları gazla-copla dağıtıyor ama sonra seçim yapıyor.” diyor Hakan Öztürk.
Evet, Çarlık Rusyası’nda insanlar, Çar’ın resimlerini taşımalarına ve “Çar baba”ya yakaran sloganlar atmalarına rağmen kurşunlandı. Ancak 2015’in Türkiye’sini 1905 Çarlığıyla kıyaslayacaksak, diktatörlüğün ve ülkemizde faşizmin sınıfsal özünü koruyarak giderek inceltildiğini, kamufle edildiğini görmek durumundayız. Hele ki Mahir’in izinden gidildiği iddia ediliyorsa veya Devrimci Yol’da devamlılıktan söz ediliyorsa; sömürge tipi faşizm, örtülü faşizm gibi kavramlardan haberdar olunmalı, dolayısıyla da “o kurşunluyordu ama bu gazlayıp coplasa da seçim yapıyor” denmemelidir. Hele ki Roboski’den, Soma’dan veya Berkin’den, Ethem’den, Ali İsmail’den sonra bu tür cümleler kurarken birkaç kez düşünülmelidir.
Evet, görüntüde insanların seçme özgürlüğü var. Ancak dikkatle incelendiğinde bunun çalışmama özgürlüğünden yani özgür kölelikten öz itibariyle bir farkı olmadığı görülür.
Sol, Problemli İlan Edilip Düzeltilmesi İçin Her Derde Deva Seçim Öneriliyor
Solu sorunlu ve düzeltilmesi gereken kesimler olarak gören Hakan Öztürk, bunun için ya Gezi gibi bir direniş ya da seçim öneriyor. Aksi takdirde solda düzelme umudu görmüyor. Solcuların gözlerine baktığında kazanacağına inançsızlık ve yenilgi psikolojisi görüyor. Ve “Bu nedenle aslında politik olan her şeye küsmüştür. Sorun budur. Yaptığı konserleri, piknikleri politika zannetmektedir. Oysa bütün sorun tam tamına budur. Konser yapmak, piknik yapmak, panel yapmak kesinlikle politika yapmak değildir. Bunlar politika düşmanlığıdır. Apolitizmin şaheserleridir.” değerlendirmesini yapıyor.
Panel, konser veya piknik gibi etkinliklerin politik çalışmanın yerine konulmamasını veya bunlarla yetinmemek gerektiğini söylemek varken, bunların “politika düşmanlığı” olarak görülmesi ne anlama geliyor? Neden “apolitizmin şaheserleri” olsunlar? Tersine, insanların politikleşmesinde temel önemde olmasa da olumlu bir rolü olan bu tür etkinliklere karşı bu sertlik niye? Seçimin önemini anlatmak için, bu türden araçları “düşman” ilan etmek şart mı? Gerçekte birbirini tamamlayan araçları karşı karşıya getiren bu tarzla; konser, panel vb. çalışmaların alınan oyda şu veya bu oranda etkisinin olduğu yadsınmış olmuyor mu?
Politika Neden Pis Bir İş Olsun?
Hakan Öztürk’ün solu bir çırpıda mahkum etmeye niyetli yazısının bir diğer değini konusu, politika…
“Solcularla biraz derin sohbet edin, size politikayı sevmediklerini söyleyeceklerdir. Politikanın pis bir iş, sonuçsuz bir iş olduğunu çok rahat anlatabilirler. İlk solcu olunduğu zamanlarda sizi vazgeçirmeye çalışan akrabaların, “siyasetle uğraşma” uyarısından çok uzakta değillerdir.” (Hakan Öztürk)
Doğrudur, ilk solcu olunduğunda bu türden maksatlı veya cahilce müdahaleler oluyor. Ama bilinçli her solcu/devrimci, devrimci politikanın değil burjuva politikanın pis bir iş olduğunu bilir. Aksine devrimci politika, sisteme itirazın olduğu kadar güzelleştirici alternatif çabanın da aracıdır. Bu konuda böylesine olumsuz bir yakıştırma yapmak neden icap etti bilemiyoruz. Ama politikadan yalnızca seçime girmek anlaşılsa da mevcut durum, bu mahkum edici ve hoyrat dili gerektirmiyor.
Elbette, “Politikada kaybeden, kültürde kazanır diye bir hayat akışı yok” ancak politika ile kültürü karşı karşıya getirmeye de gerek yok. Aslında Marksizmin; empresyonizm, ekspresyonizm vb. ile karıştırılmaması için yöntemsel disiplinine içerilmiş çok güçlü dayanaklar vardır. Yeter ki stratejik ufuk günü kurtarma hesaplarına feda edilmesin ve yeter ki temel torik tezler an’a taşınırken öznellik aynasında kırılmasın.
Bu Negatiflenmenin Geçici Olmasını Umut Ediyoruz
Sonuçta “Eğer Gezi Direnişi ayarında bir gelişme yoksa sol grupları hiçbir şey düzeltemez.” diyen, solun Türkiye haritasına bile bakmadığını, bir kez bile program yapmadığını, ittifak diye asla hiçbir sorunu olmadığını düşünen Hakan Öztürk, soldan umudunu kesmiş görünüyor. Bir başka değerlendirmeyle, kendisinde örtük halde bulunan bu köklü umutsuzluğu, HDP’nin sandıktaki başarısının açığa çıkardığı da söylenebilir. Ancak sebebi her ne ise, bir Haziran bileşeninin sola dair bu denli karamsar olmasına, yoldaşlık hissi içinde olması gereken sol gruplara karşı bu denli negatif bir pencereden bakmasına hem şaşırdığımızı hem de üzüldüğümüzü belirtiyor ve bunun geçici olduğuna inanmak istiyoruz.
Haziran Hoşgörüdür; Sabır ve Kapsayıcılıktır
Haziran, ezilenlerin tüm farklarına rağmen ortaklaşabilme zeminidir; eğilimlerin, seslerin tekleştirilmesi değil uyumudur. Bunun bir çırpıda olamayacağının, mülkiyet ilişkileriyle malul alışkanlıkların aşılmasının zaman alacağının bilincindeyiz. Bizlerin, nedeni ne olursa olsun, dostlarımızı değerlendirirken bardağın dolu tarafını yok sayıp boş tarafını gösterme lüksü yoktur.
Mesele seçimse, eleştirilerimizi saklı tutarak dostlarımızı kutluyor ve hâlâ aynı iddiayı taşıyoruz. Ezilen kesimlerin, devrimci demokratik güçlerin sandığı aşan boyutta ilk
eli ve programlı birliğini gerçekleştirebilmemiz halinde, 7 Haziran’da sandıkta sağlanan başarının çok daha ötesinde başarılara imza atmak, AKP’yi sadece geriletmek değil, onunla ifade edilen sistemi bir bütün halinde değiştirmek mümkün hale gelir.
Bugün AKP’nin hükümetten, iktidarın meclisten ibaret olmadığını, sandık sonucunun abartıldığını, AKP’yle ifadesini bulan düzenin varlığını olduğu gibi koruduğunu anlatamamak; mevcut düzeni tepeden tırnağa yıkıp yeniden kurma adına, sahip olunması gereken stratejik ufuk adına üzücüdür; parlamentarist duruşun devrimci duruş karşısında sesini yükseltmesi bağlamında bir şeylerin ters döndüğünün göstergesidir.
Dikkat edilirse, AKP ve 13 yıllık icraatları, bu icraatların sistemleşmiş biçimiyle hesaplaşma; kimilerince 4 bakanın yargılanmasına veya AKP’nin tek başına hükümet olup olmamasına indirgenmiş durumda. Mevcut meclisin demokratikleşme bağlamında kurucu rol oynayabileceğine inananlar veya ülkeyi hükümetsiz bırakmama amacını öne çıkaranlar, bunu istikrar ve normalleşme olarak yansıtanlar var. Bunlar, elbette önemli farklardır; hatta hesaplaşma ile uzlaşma arasındaki çizginin giderek inceldiğine, dolayısıyla devrim ufkunun yitirilmekte olduğuna dair işaretlerdir. Buna rağmen, devrimci-sol yapılar arasındaki ilişkilere, “ya hep ya hiç” ikilemiyle yaklaşılmamalı; ideolojik mücadele, ortak hareket etme zeminlerini yok eden bir işlev görmemelidir.
Acelemiz yok, bugüne dek anlaşılamayanın veya sözle anlatılamayanın, sınıflar mücadelesinin sübjektif öğelerle eğilip bükülemeyen gerçekliğiyle yüzleşildiği oranda anlaşılacağına inanıyoruz. Bu nedenle Haziranca sabrımızı koruyacak, dostlarımıza karşı negatiflenmemeye özen göstereceğiz; çünkü Haziran, seçimi bir araç olarak yadsımayan ama sandığa sığmayan bir yürüyüşün ve değerler toplamının adıdır. Onlar, sandık sonucunu abartıp üslupta hoyratlaşsa da biz, yanlışa yanlışla cevap vermeyecek, bu yabancılaştırıcı ve mesafe açıcı tarzları tercih etmeyeceğiz.
26.06.2015
DEVRİMCİ HAREKET