Geçtiğimiz günlerde Küba’nın Bolivya’ya bağışladığı hastanelerde çalışan yüzlerce Kübalı doktorun, çatışmada yaralanıp yakalandıktan sonra 9 Ekim günü CHE’ye onu öldürmek üzere ateş eden emekli astsubay Mario Teran’ı, yeniden görmesini sağlamak amacıyla ameliyat ettiklerine ilişkin haberler yayımlandı. Evet diğer bir ifadeyle CHE’yi öldüren astsubay, Kübalı doktorların eline düşmüş ve onlar da emekli astsubayı iyileştirmek için elinden geleni yapmış. İ şte devrimcilik böyle bir kimliktir.
Halka yönelik hiçbir kötülüğün kötülük sahiplerinin yanına kar kalmayacağı bilinç ve inancıyla hareket etmekle bağışlayıcılık aynı kimlikte bir arada bulunur. Hesap sorma bilinci intikamcı güdülerle değil, sınıf bilincinin toplam değerleriyle büyütülür. Bu nedenle devrimciler öfkelenir ama kin tutmaz. Sevgi yüklü olarak dövüşmek, sevgi için dövüşmek beki zordur, ama tüm kavgalardan daha anlamlıdır.
Hemen herkesin değersizlikten, hiçlikten bahsettiği, geleceksizlik ve çözümsüzlük halinin günübirlik hesapları öne çıkardığı dolayısıyla da devrimci zeminlerde dahi kapitalizmin ağırlığını hissettirdiği günümüz koşullarında, tek yolun devrim olduğunu bilenlerin dahi bu yolda ısrarlı olamadıkları görülüyor. Ruh ve beden yorgunluğuna iç acıtıcı türden teslimiyet örnekleri eklenince; eski yol arkadaşlarının dün itibar etmedikleri varlıklılık halini bugün bir üstünlük gibi kullandıklarına ve “bir yaraya merhem olmayı” dahi reddettiklerine tanık olunca, bugünün devrimcilikte ısrarlı özneleri bir çınar gibi dik durmak gerektiğini bildikleri halde zorlanabiliyor.
Bilinir ki devrimcilik aynı zamanda duygu işidir; ama duygusallık devrimciyi zayıf düşürür. Yaşanan sayı ve nitelik düşmesi giderek çıta düşmesine de sebep olur. Genele uymak (sıradanlaşmak) yaygınlaşır. Devrimciliğe yakışık düşecek nitelikler değil, bireysel çıkar çerçevesi etkili olmaya başlar. İnsanlar örgütlü olsa da örgütsüzmüş gibi davranır. Bu aynı zamanda sistemin zor kullanmadan kaleyi içten fethetme başarısıdır.
Sistemin sıradanlaştırdığı (hizaya soktuğu) insan, öğretildiği ve alıştırıldığı üzere sevgisizdir; hırsı aklını gemleyecek denli öndedir; bencildir; bu nedenle ilişkileri de uğraşı da çıkar değişmesine bağlı olarak hızla değişebilir; hafızasızdır; dün değer verdiğini bugün kolaylıkla tekmeler; “ya ben ya hiç” diye düşünüp yapıcılıktan yıkıcılığa geçiş yapmaya eğilimlidir.
Bugünün devrimcisi eğer kalıcı ve istikrarlı bir duruş açısından kendini otokontrol altında tutmak veya bir çeşit iç sınav yapmak istiyorsa, öncelikle bu saydığımız nitelikler açısından kendini mercek altına almalıdır. Aksi takdirde ne bütün halinde devrimcilerin ne de görüş mesafemizdeki tek tek devrimcilerin yaşamakta oldukları geri düşüş anlaşılamaz; çözüm üretilemez.
Evet bugün belki emperyalizm, sahip olduğu konjonktürel üstünlükleri başarılı şekilde değerlendirip sonuç alabiliyor. Toplumsal dinamiklere temel oluşturan çelişmeler yumuşatılarak veya örtülerek algılara müdahale edilebiliyor. Ama tüm bunlara rağmen kim kapitalistle işçinin, ağayla köylünün, sömürgeciyle sömürgenin, kadınla erkeğin, ezen ulusla ezilen ulusun, azınlıkla ezen halindeki devletin; kısacası ezenle ezilen arsındaki çelişmenin çözüldüğünü, ortadan kalktığını söyleyebilir?
Eğer günde 2 dolardan az parayla geçinen 2,8 milyar insanın yani dünya nüfusunun %45’inin açlığını, önümüze atılan sus payı kırıntılar karşılığında yok sayıp tok insan oyunu oynamayacaksak; bugüne kadar öğrendiklerimizin toplamı olan doğruları öznel hesaplarla çalımlayıp kendimizi kandırmayacaksak; sevgi üzerine bina edilmiş, insanı insan yapan gerçek aşklar/ilişkiler yerine huzursuz, mutsuz ve aşksız yaşamayı, risk almaya değişmeyeceksek; “y aşamda azla yetinmek boyun eğmektir” diyerek başkaldırıyı insanlaşma koşulu göreceksek; bize, bugüne kadarki toplam teorik ve pratik referansların gösterdiği gibi devrimcilik yakışır; Devrimci Yolculuk yakışır.
Bizleri devrimcilik dışı bir yaşama/tercihe çekmek üzere elbirliği etmiş tüm ilişkilere, ayakbağı ve engellere rağmen devrimcilikte ısrar ettiğimizde; ayağı tökezleyen yoldaşlarımızın yerini hiçbir sızlanma belirtisi göstermeden ve yeterlilik tartışmasına girmeden doldurmaya aday olduğumuzda; tersi tüm söylemlere rağmen, devrimciliğin içerdiği potansiyel çözümleri açığa çıkarmış, güzelliğin dokuyucusu ellerde nöbet değişimine örnek teşkil etmiş oluruz. Çünkü Dev rimci Yolculuk, hata çetelesi tutmak yerine gelişmelerden ders çıkarıp yola devam etmeyi gerektirir.
Bugün eğer bedel ödeme sırası kendine geldiğinde kaçak güreşmeyi veya sahayı terk etmeyi seçen örneklere daha sık rastlıyorsak; devrimcilik yerine küresel sermayenin ihtiyaçları dahilinde ehlileşmiş sol için çaba harcayanların sayısında günden güne bir artış gözleniyorsa; tüm solu toparlamak iddiasıyla 11 yıl önce kurulan partinin dünkü kurucu yoldaşları bugün şahsileşmiş hesaplar çerçevesinde kongreye adeta kılıç kuşanarak hazırlanıyorsa; bu, ekilenin biçildiğinin ve tasfiyeciliğin bir bumerang gibi gelip sahibini vurduğunun göstergesidir. Devrimci Yolculuk, 11 yıl önce nasıl o planlı tasfiye sürecine peşinen tavır koyarak tükenmenin mimarları arasında yer almamayı gerektirdiyse, bugün de tükenişin son perdesinin dışa vurduklarına aldırmadan dün-bugün diyalektiği içinde yola devam etmeyi gerektirir.
Evet yoldaşlar, zor bir süreçten geçiyoruz. Sebebi içsel veya dışsal olsun yaşadığımız her kayıp, bize yönelen yıpratıcı her hamle, omuzlarımızdaki yükleri çoğaltmaktadır. Ancak birer hareket emekçisiolarak bizlere zoru başarmak ve zebanilerin hevesini kursağında bırakmak yakışır.
Bulgaristanlı yoldaşlarımız, 1944 Eylülünde zafere ulaştıklarında, 1923 yılında almış oldukları yenilgiyi anımsayarak, “Eğer 1923 Eylül’ü olmasaydı ikinci Eylül 1944’ün Eylül’ü olamazdı.
Tarihi olarak bu mümkün değildi .” derler.
Bizler biliyoruz ki;
Gökyüzünün
Yıldızlarını erken gönderdiği Mavi bir günde
Türkülerini
Yer ile göğün kardeşliği için yakanlar Yıldızsız kalmazlar
Işık gereken yerde Ateşböcekleri Yıldızlaşarak çoğalırlar…
8 Ekim 2007 Devrimci Hareket
Sayı 25 (Aralık 2007 – Şubat 2008)