DOĞUM NE KADAR SANCILI OLURSA OLSUN; ANANIN AKLINDA BEBEĞİNİ KUCAĞINA ALDIĞI AN KALIR
Paris Komünü’nden bugüne pek çok doğum sancısı, doğum ve ölü doğum gerçekleşmiştir. Çoğumuzun aklında sadece doğum anları kalır. Paris Komünü 71 gün yaşamasına rağmen 1789’dan itibaren pek çok sancı; yenildikten sonra ise adı umut olan koskoca bir çocuk bırakmıştır.
Kimi olguları durağan haldeyken incelemek yanıltıcı sonuçlar verir. Ait olduğu ortamdan, ilişkilerden koparılarak yapılan bir değerlendirme, doğruyu değil istenilen sonucu verir. Nasıl ki sonuçları önceden bilinen piyango şans olmaktan çıkar ve hileye dönüşürse; herhangi bir tarihsel süreçte ait olduğu zaman ve koşulları göz ardı ederek yapılan değerlendirmeler de aynı akıbete uğrar.
Bugünün Çin’ine bakarak geçmişe dair analizler yapmak yanılgı ihtimalini güçlendirir. İnsanların yaşamında olduğu gibi devrim süreçlerinde de eksikler, hatalar olur/olacaktır. Nasıl ki yaptığımız hataları yaşamımızda iz bırakmadıkça pek hatırlamıyorsak, devrimler incelenirken de ilkesel olmadığı sürece “hatalar” abartılmamalıdır.
Çin devrimini ve Mao’yu incelerken yapılan küçük hatalarda fırtınalar koparmak ne kadar yanlışsa küçük başarıları abartıp üzerine bina inşa etmeye çalışmak da o kadar yanlıştır. Her başarıyı kişilerle açıklayamayacağımız gibi başarısızlıklarda da kişileri tek suçlu ilan edemeyiz. Olayları kişiselleştirmek iki yanı keskin bıçak gibidir.
Feodalizmin (ekonomik anlamda aşılsa da) kültürel izlerinin devam ettiği ülkelerde insan ilişkileri çarpıktır. İnsanlar bir yandan geçmişe özlem duyarken diğer yandan bugünü yaşamakla yüzyüzedir. Gerçekle düş, iç içe olduğundan; birbirinden ayırmak, sağlam bir temele oturtmak zordur. Çin devrimini incelerken düşülen hata ya toptan reddetmek ya da her şeyin merkezine oturtmaktır. Mao incelenirken de bir sözünden yola çıkarak kitaplar yazmak kadar, marksizmin büyük ustalarından olduğu gerçeğini görmezden gelmek de yanlıştır.
Sözün özü, bir şeyin aslı bilinmediğinde, onu baş tacı etmekle kulak arkası etmek arasında çok fark yoktur.
Devrim tarihine altın harflerle yazılan başarıları bugüne izdüşürmek kadar, yaşanan olumsuzluklardan gerekli dersleri çıkarmak da önemlidir. Şablonculuğa kaçılmadığı ölçüde dünyanın neresinde olursa olsun her deneyimi incelemek dün olduğu gibi bugün de sorumluluğumuzdur.
DEVRİMİ DAHA BÜYÜK KAVGALARIN STARTI SAYANLAR KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLARI GÖĞÜSLEMEDE TEREDDÜDE DÜŞMEZLER
Çin Halk Devrimi yüzyıllık bir mücadele sonucu başarıya ulaştı. ÇKP’nin tarihi, yenilgiden zafere uzanan uzun bir maratondur. 1927’de Guomindang’a yenilen Kızıl Ordu 1934’te yok olma aşamasına gelmişti. Japon işgaline karşı savaşta adeta küllerinden doğdu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra iç savaşta çelikleşti.
Devrimden hemen sonra 4 Şubat 1950’de Çin-SSCB dostluk anlaşması imzalandı. Askeri ve ekonomik alanda yapılan anlaşmayla dış politikada da uyumlu işbirliği sağlandı.
1950’de toprak devrimi sürdürülerek tarımda dönüşüm yasası çıkarıldı. Büyük toprak sahiplerinin ve tapınakların mülkiyetine tazminatsız el konuldu. Aynı şekilde iş hayvanlarının, tarımsal aletlerin, binaların ve besin maddelerinin fazlasına el konuldu. Uluslararası anlaşmalar, gümrükler kaldırıldı. Büyük burjuvazinin mülkiyetine el konuldu.
NATO (16 Ülke) ve ABD’nin Kore’ye müdahalesi sonrasında Çin Halk Gönüllüleri Ekim 1950’den sonra savaşta fiilen yer aldı. 1952 yılında 30 bin işgal askeri yok edilerek çok önemli bir zafer elde edildi. 1951’de Tibet Çin’e bağlandı.
1951 sonlarında devlet dairelerinde “üç kötülüğe” (yiyiciliğe, savurganlığa ve bürokrasiye) karşı mücadele başlatıldı. 1952 başlarında ise kapitalistlere yönelik olarak “beş kötülüğe” (rüşvet, vergi kaçakçılığı, devlet mallarının çalınması, devlet sözleşmelerinde sahtekarlık, iktisadi bilgilerin çalınması) karşı mücadele başlatıldı.
Ekonomik alanda hızlı iyileşmeler yaşandı. Köylülerin tüm borçları, (kira, faiz, kredi) iptal edildi. 1953 yılında 450 milyon topraksız ve az topraklı köylü 47 milyon hektar toprak elde etti.
” Sanayi üretiminde devletin payı 1949-52 arası % 43,8′ den % 67,3′ e; kooperatif ve perakende ticarette % 44,4’ten %62,9’a çıktı. Makine imalatı 1949-53 arası % 1273 oranında arttı. Tahıl üretimi 1,5 kat, pamuk üretimi ise 3 kat arttı. İşgünü 14-16 saatten 8-10 saate indirildi. Reel ücret % 71 arttı” (Halk Demokrasisi- A. Sobolev, H. Minç)
1953 yılında bürokrasiye karşı mücadelede önemli mesafeler kat edilmiş; bugün bile örneğine az rastlanacak kararlar alınmıştı. “…Birincisi, doğum günü kutlamalarının yasaklanması. İkincisi, armağan verilmesinin, hiç olmazsa partide yasaklanması. Üçüncüsü, şerefe kadeh kaldırmayı asgaride tutmaktır… Beşincisi sokaklara ve meydanlara kişilerin isimlerinin verilmesinin yasaklanmasıdır. Altıncısı, Çin’li yoldaşları Marks, Engels, Lenin ya da Stalin ile eşit tutmanın yasaklanmasıdır. Bizim onlarla ilişkimiz öğrenci-öğretmen ilişkisidir ve böyle olmalıdır. Bu talimatlara uyulması alçakgönüllülüktür..” ( Mao, 12 Ağustos 1953)
Tüm bu tedbirler işçi-köylü ittifakının sağlamlaştırılıp zorlu bir mücadeleye hazırlanmasını sağlıyordu. İçerde her türden gericilikle mücadele edilirken dışarıda “Emperyalizmin kâğıttan bir kaplan ” olduğu tüm dünyaya bir kez daha kanıtlanıyordu.
Ekonomik gelişmeler üst yapı kurumlarınca (hukuk, siyaset, sanat vb.) desteklendiğinde başarıların kalıcılaşması da kolaylaşır. Çin’de yaşanan yeni anayasa tartışmaları da böyle bir ihtiyacı gözetiyordu. 10 Eylül 1954’te halka açık, isteyenin dahil olabildiği, birçok aşamasında toplantı, seminer vb. yollarla halkın dahil edildiği 8 binin üzerinde uzmanın çalışmalarına 5.900’ün üzerinde öneri de eklenerek belki de Sovyetler Birliği’nden sonra en kapsamlı anayasa tartışmaları yaşanmıştı. Yine bu anayasa ile kadın-erkek eşitliği güvenceye alındı. Bugün ülkemizde içeriği hakkında hiç kimsenin bilgisinin olmadığı ama aylardır üzerinde fırtınalar koparılan hayali anayasa bunun yanında nasıl da cüce kalıyor!
HALKA GÜVEN HALKIN DA GÜVENİNİ KAZANDIRIR
Mao, kitle siyasetinde ustaydı. İşleri talimatlarla değil kampanyalarla yürütürdü.
Sovyetlerde, sancılı geçen kooperatifleşme, çıkarılan dersler ve kampanyalar sayesinde Çin’de sancısız tamamlanabilmişti.
KOOPERATİF SAYISI KOOPERATİF ÜYE SAYISI
1.Beş Yıllık Plan (1953-57) SSCB’nin yardımıyla tarımda kolektifleştirmeyi, hammadde kaynaklarını geliştirmeyi ve hızlı sanayileşmeyi kapsıyordu. Başarıyla da uygulandı.
Mao teoriye herkesin anlayabileceği bir yalınlık katmada ustaydı. Sağ ve sol sapmayı açıklarken de halkın anlayabileceği bir dil kullanmaya özen göstermiştir.
“Sol nedir? Zamanın çok ilerisinde gitmek, bugünkü gelişmenin ilerisinde olmak, eylemde ve ilke ve siyaset meselelerinde aceleci olmak, mücadelede ve tartışmalarda herkese birden vurmaktır; bütün bunlar sol sapmalardır ve iyi şeyler değildir. Zamanın gerisinde kalmak, gelişmeye ayak uyduramamak ve mücadeleci ruh eksikliği sağ sapmadır” (Mao, 21 Mart 1955) “tek yanlılık yanlıştır: birleşmeksizin mücadele etmek sol’ sapmadır; mücadele etmeksizin birleşmekse sağ’ sapmadır ” (25 Eylül 1956, abç)
Mao 1956 yılında “Yüz çiçek açsın yüz düşünce yarışsın” kampanyası başlattı. Ekonomik ve kültürel gelişmenin önünü açmak için başlatılan kampanya sanatın, bilimin ve sosyalist kültürün yerleşmesini amaçlıyordu. Zaman içerisinde burjuva unsurların demokratik ortamı kullanarak karşı devrimci fikirleri yaymaya çalışması kampanyayı sulandırmış, 1957 Şubat’ında tartışmalara sosyalizme hizmet etme zorunluluğu getirilmiştir.
Mao teorik alanda halk sözcüğünün içinin doldurulup herkesin anlayabileceği bir sadeliğe kavuşmasına yardımcı olmuştur. “…Japonya’ya karşı direnme savaşı sırasında, Japon saldırganlara karşı çıkan bütün sınıflar, tabakalar ve toplumsal gruplar halk sınıflamasına giriyordu… kurtuluş savaşı sırasında, ABD emperyalistleri ve onların uşakları halkın düşmanıydı, bu düşmanlara karşı çıkan bütün diğer sınıflar, tabakalar ve toplumsal gruplarsa halk sınıflamasına giriyordu…” (Mao, 27 Şubat 1957)
1957 yılına gelindiğinde tarımda “dört zararlı” hayvanın ortadan kaldırılması kampanyası başlatıldı. Bunlar fareler, serçeler, sinekler ve sivrisinekler olarak tanımlanıyordu.
Mao, komünizm ve gelecek toplum konusunda da dönemini aşan fikirlere sahipti. “Gelecekte dünyadaki bütün emperyalistler yıkıldıktan sonra ve sınıflar ortadan kaldırıldıktan sonra da hala devrimler olacak mıdır; ne dersiniz?…Üretim ilişkileriyle üretici güçler arasında ve üst yapıyla ekonomik temel arasında çelişmeler olacaktır. Üretim ilişkileri uygun olmaktan çıkınca bunları yıkmak gerekecektir.
…Bundan on bin yıl sonra da mahkemelerin gerekli olacağı anlaşılıyor. Çünkü sınıflar ortadan kalktıktan sonra da hala ileri olan ile geri olan arasında çatışmalar olacak, hala halk içinde mücadeleler ve dövüşler çıkacak ve hala çeşitli karışıklıklar olacaktır.” (Mao, 15 Kasım 1956)
Dünya sosyalist hareketi Kasım 1957’de toplandı. Stalin’in ölümü, SBKP’nin 20. Kongresi, Macaristan ve Polonya olayları vb. yoğun bir süreç yaşanıyordu. Kruşçev, toplantıdan kendi tezlerini geçirmeyi istiyordu. Stalin’i barışın önünde en büyük engel görüp “Barış içinde bir arada yaşama ” tezini sulandırarak kendi ” Barış için de yarış” düşüncesini kabul ettirmeye çalışıyordu. Kruşçev, toplantıda içinde Çin’in de bulunduğu muhalefet sonucu düşüncesini ortak çıkan bildiride kabul ettiremedi. Sonradan bildiriyi sulandırarak istediği politikaları uygulayacaktı. “Barış içinde yarış” emperyalist ülkelerle çatışmak yerine ekonomik alanda onları geçme ve o ülkelerde yönetim değişikliklerinin kendiliğinden olacağı düşüncesine dayanıyordu.
2. Beş Yıllık Plan (1958-62) Sovyet tipi sanayi ağırlıklı modelin bir kenara bırakılarak kırsal kesimde tarımı geliştirmeye yönelik büyük projeleri kapsıyordu. Mao’nun çağrısıyla “Büyük İleri Atılım” kampanyası başlatıldı. Kitle insiyatifi artırılarak 750 bin kooperatif 27 bin “halk komünü” halinde birleştirildi. Köylerde eritme fırınları kurularak çelik üretiminin arttırılması ve tarımda dönüşüm amaçlanıyordu; ancak hedefler tutturulamadı. Birincisi; merkezi planlama ile kitle insiyatifini öne koyan “halk komünleri” hareketi kaynaştırılamadı. İkincisi; köylerde kurulan eritme fırınlarından elde edilen çelik çoğu zaman kullanılamayacak kadar kötüydü. Üçüncüsü; üç yıl boyunca sürecek olan kuraklık ve tabii afetler Çin’i sarstı. (1960 yılında ekili 110 milyon hektarın 60 milyonu felakete uğradı) Dördüncüsü; SSCB’nin girdiği revizyonist yolun eleştirilip aralarındaki çatışmanın derinleştirilmesi, Çin’e yapılan ekonomik yardımların ve teknisyenlerin geri çağrılmasıyla sonuçlanıyordu. Teknisyenler geri dönerken156 sanayi projesini, plan ve dökümanları da yanlarında götürdüler.
Tüm emek ve çabalara rağmen yaşanılan başarısızlık ÇKP içinde bazı değişikliklere yol açtı. Cumhurbaşkanlığına Mao’nun yerine Liu Şao-şi getirildi. Deng Şiaoping ise ÇKP Genel Sekreter’liğine yükseldi.
25 Kasım 1960’da Çin-SSCB arasındaki anlaşmazlıklar temelinde konferans toplandı. 6 Aralık’ta ise 81 komünist partinin ortak bildirisi yayınlandı. 31 Ekim 1961’de SBKP 22. Kongresi’nde Kruşçev’in Sovyetler’de sınıf mücadelesinin bittiğini ima ederek SBKP’yi bütün halkın partisi ilan etmesi, girilen revizyonist yolu belgeliyordu.
17 Ekim 1962’de Çin ile Hindistan arasındaki sınır anlaşmazlığı çatışmaya dönüştü. Emperyalist güçlerden cesaret alan Hint gericiliği, Çin topraklarını topa tutup işgale kalkıştı. Kızıl Ordu Hint birliklerini kısa bir sürede darmadağın etmekle kalmayıp binlerce askeri de esir aldı. İyi niyetini göstermek için tekrar eski pozisyonuna geri döndü. Kızıl Ordu’nun gücü tüm dünyada şaşkınlık yarattı.
Mao, 1962’de devlet içindeki çürümüşlüğe ve bırakınız yapsınlar’ anlayışına karşı “Sosyalist Eğitim Kampanyasını” başlattı.
15 Ekim 1964’te Kruşçev görevden alındı. 16 Ekim’de ise Çin, ilk atom bombası denemesini başarıyla gerçekleştirdi. 5 Ağustos 1964’te ABD Vietnam’a savaş açtı. 7-8 Şubat 1965’te ise hava bombardımanı başladı.
Mao, felsefe alanında yaptığı pek çok çalışmayla diyalektik materyalizme eşsiz katkılar sağlamıştır. Teori ve pratik kitabında, incelediği zıtların birliği yasasının anlaşılmasında ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
STALİN KUSURSUZ DEĞİLDİ; ANCAK YAŞAMI, BİLİMSEL OLMAYAN HİÇBİR ELEŞTİRİYE PRİM VERMEYECEK KADAR DA YALINDI
Ekim devrimiyle başlayıp II. Dünya savaşında faşizmin ezilmesiyle birlikte dünyanın her yerinde SSCB sosyalizmin anayurdu, Stalin ise babası olarak görülüyordu. O, düşmanlarının bile saygı duyduğu bir kişilikti.
“Bu büyük ve harika insana saygı duyuyorum…Dünyada pek az insan dakikadan kısa bir süre içinde, birçok aylardır içinde bocaladığımız kanıtları, bir anda anlayabilirdi”(Churchill, Anılar)
SBKP’nin 20. Kongresi’ne (Şubat 1956) kadar Stalin’e dair en ufak bir eleştiri dahi yoktu. Kongrede Kruşçev “gizli rapor” ismiyle Stalin’i karalayan bir konuşma yaptı. Sonuçları bugüne kadar uzanan bir süreci de böylece başlatmış oldu.
Stalin’in ölümüyle (1953) birlikte partiyi 9 kişiden oluşan Prezidyum yönetiyor, Genel Sekreterliğe ise Kruşçev getiriliyordu. O, elde ettiği yetkiyle Prezidyum’u boşa çıkaracak bir yol izledi. Kamuoyuna yaptığı açıklamaları ya da uluslararası ilişkileri Prezidyum üyeleri çoğu zaman basından öğreniyordu. 1955 Şubat’ında yapılan Prezidyum toplantısında Kruşçev’in görev ve yetkilerinin kısıtlanması ya da görevden alınması oylandı. 7 üye (Malenkov, Kagonoviç, Molotov, Voroshilov, Bulganin, Pevvukhin ve Suborov) kararın lehinde, 2 üye (Mikoyan ve Kruşçev) ise aleyhinde oy kullandı. Prezidyum toplantısı sürerken Kruşçev GPU (istihbarat) ve savunma bakanlığı (Genel kurmay) aracılığıyla tüm merkez komite üyelerini uçaklara bindirerek zorla toplantı salonuna getirtti. Salonda bir yanına GPU başkanı Serov, diğer yanına ise Genel kurmay başkanı Zhukov’u alarak darbe yaptığını ilan etmiş oldu.
Toplantı sonucunda Molotov, Kagonoviç ve Sepilov Prezidyum’dan atıldı. Kruşçev tüm parti organlarına kendi adamlarını getirtti.
SBKP XX. Kongresi sonrasında AEP (Arnavutluk Emek Partisi), ÇKP (Çin Komünist Partisi) dahil pek çok komünist partisi Stalin’i karalama kampanyalarına dahil oldu.
İstenen çizgiye gelmeyen partilerde ise karışıklıklar çıkarıldı. 1956 Martı’nda Macaristan’da önce karşı devrimci bazı kişilerin itibarı geri verilip, Nisan ayında da 30 bin karşı devrimci serbest bırakıldı. Haziranda Rakosi görevden alınıp Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Ekim’de patlak veren isyan Sovyet ordusunca bastırıldı. Kasımda ikinci bir isyan daha bastırıldı.
Polonya’da ise Haziran ayında isyan çıkartılıp karşı devrimci Gomulka iktidara getirildi.
1957 yılına gelindiğinde ilk uzay mekiğinin atmosferin dışına fırlatılışının yarattığı heyecan, Kruşçev’in iktidarını pekiştirmesini kolaylaştırdı.
Stalin’in kusursuz olduğunu iddia etmek en başta ona haksızlık olur. Marksizm’in hiçbir önderi de böyle bir putlaştırmaya rıza göstermezdi. Ancak sorun ilkesel konular olduğunda, olaylar arasındaki ilişkiler doğru değerlendirilip objektif sonuçlar çıkarılmalıdır. Yüzeysel değerlendirmeler gerçeği değil gösterilmek isteneni görmemize yol açar.
Mao’nun Stalin konusundaki tavrı eleştiriye açıktır. Pek çok makalesinde tartışmaya açık, subjektivizm ağırlıklı yan öne çıkar. Çetele tutar gibi Mao’nun tüm eserlerini didiklemek yerine ana hatlarıyla birkaç eleştirisini inceleyelim.
Mao, SBKP XX. Kongresi öncesinde Stalin konusunda değil eleştiri, imada bile bulunmamıştı. Aksine Marks, Engels, Lenin ve Stalin’i birçok eserinde öğretmen, kendilerini ise onların öğrencileri olarak görüyordu. Kongre’nin hemen sonrasında “…Merkez komitesinin görüşü, Stalin’in hatalarının, bütünün yalnızca %30’unu, başarılarının ise %70’ini oluşturduğunu ve bir bütün olarak değerlendirildiğinde Stalin’in büyük bir Marksist olduğu yönündedir…”
(Mao, 25 Nisan 1956) diyen Mao, makalenin devamında “hataları” incelemektedir.
Kitabi olmak, gerçeklerle değil varsaydığı doğrularla hareket etmek öznelciliktir.“…Stalin niçin hata yaptı?çünkü onun bir çok meseledeki öznelci düşünceleri nesnel gerçeklere uymuyordu..” (Mao,30 Ağustos 1956)
Yapılan belirlemenin, tespitin somut karşılığı yoksa kişinin, eleştirdiği konuma düşmesi olağandır.
Yine benzer bir makalesinde daha önce marksizmin eşsiz eserleri arasında saydığı SBKP/B Kısa ders kitabı için “Stalin de önemli ölçüde metafizik vardı ve birçok kişiye metafiziği öğretti…” (Mao, Ocak 1957) diyerek makalenin devamında Stalin’in savunduğu diyalektiğin 4 temel yasasını eleştirmiştir.
Yapılan eleştirilerde yer, zaman, olay vb. belirtilmediğinde belki ilginç şeyler söylemiş olursunuz, ancak söylenenlerin bilimsel karşılığı olmaz.
Mao, Çin devrimini ele aldığı pek çok makalesinde yenilgi dönemlerinin faturasını Stalin’e çıkarma eğilimindedir. Eleştirilerini daha kapsamlı ifade ettiği makalesinde “…Çin’in devrim yapmasına izin vermediler; bu 1945’te oldu. Stalin, iç savaşa girişmememizi ve Çan Kay-şek’le işbirliği yapmamızı, aksi halde Çin milletinin yok olacağını söylüyordu, Çin’in devrim yapmasını önlemek istedi. Fakat biz onun söylediklerini yapmadık. Devrim zafer kazandı. Devrimin zaferinden sonra ise Çin’in bir Yugoslavya olacağından, benim de ikinci bir Tito haline geleceğimden endişe etti. Daha sonra Çin-Sovyet ittifak ve karşılıklı yardımlaşma anlaşmasını imzalamak için Moskova’ya gittiğim zaman, başka bir mücadeleden daha geçmemiz gerekti.
Bir anlaşma imzalamak istemiyordu. İki ay süren görüşmelerden sonra, en sonunda imzaladı. Stalin ne zaman bize güven duymaya başladı, 1950 kışından itibaren ABD’ye karşı direnme ve Kore’ye yardım kampanyası sırasında. O zaman bizim Tito olmadığımıza, Yugoslavya olmadığımıza inanmaya başladı” (Mao, 24 Eylül 1962)
Başka bir makaleden;
“Stalin…bizim devrimimize ve iktidarı ele geçirmemize karşı çıktı.” (Mao, 18 Ağustos 1964)
Parti içinde yaşanan hataları dahi Stalin’e bağlama yaklaşımı zorlama, mızrağı çuvala sığdırma çabası olarak görülmelidir. Stalin, Çin Devrimi’nin her aşamasında eşsiz yardımlarda bulunmuştur. Hiç hata yapmadığını söylemiyoruz ancak başarıyı kendine başarısızlığı başkasına maletme anlayışının hiç de objektif olmadığını belirtmeliyiz.
İç savaş döneminde Sovyetlerin Japon’lardan kurtardığı bölgeleri Çin Kızıl Ordusu’na bırakması, silah, cephane vb. yardımları, Çin Kızıl Ordusu’nun zayıf olduğu yerlerde ise ekonomik tesislerin düşmanın eline geçmemesi için sökülüp götürülmesi vb. SSCB Kızıl Ordusunun başlıca yardımlarıdır. İç savaş döneminde ise Stalin’e atfedilen “suçlamaları” ÇKP bizzat uygulayarak devrime ulaşmıştı. Hatırlanacak olursa; Mao, 1949 başında (devrimin arifesinde) Guomindang’a barış önermiş, bu süreç devrime kadar da sürmüştür. Çin-SSCB ittifak ve karşılıklı yardımlaşma anlaşmasına gelince, devrimin ilanından kısa bir süre sonra imzalanması bu eleştirilerin de abartılı olduğunu gösteriyor. Kaldı ki Yugoslavya tecrübesi ve II. Dünya savaşının yıkıntıları arasında Stalin’in ihtiyatlı davranmasını anlamak zor olmasa gerek.
Mao’ya haksızlık etmemek için belirtelim; Stalin’e yapılan saldırıların şuursuzca sürdürüldüğü bir ortamda Kruşçev’i Stalin konusunda eleştirmekle kalmayıp Tien An-men meydanına Stalin’in resmi konulmuştur. Mao, tüm eleştirilerine rağmen, Stalin’i hiçbir zaman marksizmin diğer ustalarından ayırmadı.
Mao’nun dışında ÇKP kararlarında ve resmi yayın organlarında Stalin’e yönelik eleştiriler hakaret boyutuna vardırıldı. Yazımızın kapsamına girmediği ve bir tarihsel döneme ait olduğu için bu iddialara çok fazla değinmeyeceğiz ancak tarihin ironisini gözlemleyebilmek adına bazılarına yer veriyoruz: “…Uluslar arası komünist hareket içinde bir dizi hatalar yaptı, özellikle Yugoslavya sorununda yanlış karar verdi” (Halkın Gazetesi, 5 Nisan 1956) ayrıca “Yugoslav yoldaşların Stalin’in hatalarına karşı özel bir kin duymaları anlaşılır bir şeydir.” (Halkın Gazetesi, 22 Aralık 1956) Aynı gazetede 1,5 yıl sonra tam tersi bir yaklaşım görüyoruz: “…Marksist-Leninist prensiplere özenle saygı göstermeyecek olursanız, devrimci yoldan uzaklaşmak ve Yugoslavya misali bir düzensizlik ve oportünizme düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız.”(Halkın Gazetesi, 5 Mayıs 1958)
ya da”şimdi Moskova…Çin’e bütün Marksis-Leninist partilere karşı ABD emperyalizmi, Hindistan gericiliği ve dönek Tito kliği ile ittifak kurmuştur.”(Halkın Gazetesi, 6 Eylül 1963)
Görüldüğü gibi Stalin’i karalamak için seçilen yöntem, gelip kendini vuruyor.
Bir başka eleştiri noktası despotizmdir. “…SBKP XX. Parti Kongresi Stalin’in hatalarının derinliğini ortaya koyar, Stalin etrafında yaratılan kişiye tapınmayı yıkar ve hataların etkilerini ortadan kaldırırken büyük bir cesaret ve kararlılık göstermiştir…”(Halkın Gazetesi, 22 Aralık 1956)
Stalin eleştirilmez değildir, ancak olgulardan değil de “kişilik” üzerinden yapılan değerlendirmeler niyet ne olursa olsun çıkmaz sokaklara girildiğinin bir göstergesidir. Stalin, halka karşı son derece yumuşak, halk düşmanlarına karşı ise bağışlamaz bir insandı. Enver Hoca anılarında Stalin’le stadyumda koşu müsabakalarını izledikleri bir sırada şiddetini artıran yağmura rağmen sonuncu da olsa yarışı bitirmek için çabalayan koşucuyla şakalaşmasını şöyle anlatıyor: “…Stalin, yüzünde bir baba duygusu sıcaklığıyla sonra sanki hiç düşünmedenmiş gibi bağırdı: azizim, evine git, dinlen, kendine iyi bak, bir başka kez gelirsin, başka koşu mu kalmadı..” (Enver Hoca Stalin’i anlatıyor)
Stalin’e saldırmak adına ÇKP yayın organlarında girişilen karalama kampanyasına en iyi cevabı tarih veriyor “…sabahları işe başlamadan önce Başkan Mao’dan alıntılar yüksek sesle okunur; mitinglerden önce ise Başkan Mao’ya uzun ömür ve sağlık dolu yıllar temenni edilir. Bilimsel buluşların, tıbbi ilerlemelerin, işçilerin, köylülerin ve askerlerin kahramanlıklarının hepsinin de Mao’nun doktrinine bağlı olduğu söylenir…” ( Çin Kültür Devrimi Tarihi, Jean Doubier- Umut yayıncılık) Burjuva yazarların, devrimci önderlerin şiddetle karşı çıktığı eğilimleri tam tersi bir yöntemle çarpıtarak onlara mal etmeye çalıştıklarına sıkça tanık olmuşuzdur.
Bu durum Stalin için ne kadar gerçekse Mao veya bir başkası için de böyledir. Karşıtlarının kalemini değil devrimin kalemini tutan insanlar bu durumu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdır.
Son olarak sıkça Stalin’e atfedilen tek adamlık, diktatörlük suçlamasını ele alalım. “…birçok namuslu komüniste ve SSCB vatandaşına karşı haksızlık etti ve bu ağır kayıplara yol açtı.” (Halkın Gazetesi, 22 Aralık 1956)
Bahsi geçen bu namuslu’ kişilerin kim oldukları ve ne için haksızlığa’ uğradıkları belirtilmeden Stalin’e saldırmak için boş sözler edildiği açıktır. Aynı mantıkla, Çin devriminin başkomutanı Çu Teh, Cumhurbaşkanı Liu Şao-çi, ÇKP_MK başkanı Deng Siaoping, Çin’i uluslararası toplantılarda temsil eden Savunma Bakanı Peng Çeng, Kültür Devriminden sorumlu Cen Bo-da, Politikbüro daimi üyesi Kang Çeng, Mao’nun varisi gözüyle bakılan Lin Biao… Çin devrim tarihine çok büyük katkıları olan bu insanların siyasal kadavraya dönüşmesi nasıl açıklanır acaba?
BÜYÜK KÜLTÜR DEVRİMİ
Mao bir yandan devlet ve parti içinde bürokrasiye, yozlaşmaya ve sağcılaşmaya karşı çıkarken diğer taraftan halkın siyasetten uzaklaşması, coşkunun azalmasına karşı tabandan gelen büyük bir kitle mücadelesi başlatıyordu. Kültür devrimi sürecinde görülebileceği gibi kadro, bürokrat, asker veya sokaktaki herhangi biri aynı koşul ve imkanlara sahipti. Mao tepeden inme müdahaleler yerine insiyatifi kitlelere vererek, halkın pusulasının şaşmayacağını, devrime sahip çıkacağını biliyordu. Kültür devrimi insanların beğenmedikleri, karşı çıktıkları vb. kişi ve kurumları eleştirdikleri duvar yazıları/afişleri biçiminde ortaya çıkmıştır.
25 Mayıs 1966’da ilk duvar afişi Pekin Üniversitesine asıldı. 3 Haziran’da Pekin Üniversitesi başkanı Lu Ping kovuldu. Pekin il komitesindeki görevinden alındı. Çalışma grupları parti tarafından her tarafa gönderildi. Her çalışma grubu mahalli yetkililer tarafından seçiliyordu. Bunların yönetimi Cumhurbaşkanı Liu Şao-şi ile ÇKP Genel Sekreteri Deng Siaoping’e verildi. Çok sayıda insanın görevinden uzaklaştırılması ve oluşan örgütlülükleri dağıtarak Kültür Devrimini söndürmeye çalışmaları büyük hoşnutsuzluklara yol açtı. Mao 1 Ağustos’ta çalışma gruplarını dağıtıp öğrenci ve öğretmenlerin öncülüğünde Kızıl Muhafızları örgütledi. Aynı gün Mao kendi afişi olan “Karargahı Bombalayın” ile burjuva yöneticilerin hakimiyetine son vermeyi amaçlıyordu. ÇKP-MK’nın 16 maddelik kararının yayınlanmasıyla birlikte mücadele yeni bir ivme kazanmış oldu. Ekim ayında Liu Şao-şi ve Deng Siaoping’i hedefleyen duvar afişleri yaygınlaştı.
1967’de Kızıl Ordunun da dahil olmasıyla mücadele yaygınlaştı. Halk Çin’in her yanında sürece katılıyordu. 5 Şubatta Şanghay komünü kuruldu. Devrimci komiteler her yanda boy göstermeye başladı. Bu komiteler Mao’ya yakın parti kadroları, halkın seçtiği temsilciler ve Kızıl ordu temsilcilerinden oluşuyordu. 20 Temmuz’da Vuhan eyaletinde karşıt grupların çatışması ölümlere ve yaralanmalara varan mücadeleleri getiriyordu. 5 Ağustos’ta Liu Şao-şi parti önünde ve hoparlörlerden halka açık özeleştiri verdi. Sağ sapmayla mücadele sürerken bu kez sol sapma ortaya çıkıyordu. 20 Ağustos’ta Kanton’da şiddet olayları yaşandı. Pekin’de Çu En-lay’ı hedef alan duvar afişleri boy göstermeye başladı. Buna Çu Teh’i hedef alan afişler de eklendi. 22 Ağustos’ta İngiliz Elçiliği yakıldı.
1968’de Vuhan devrimci komitesi kuruldu. 18 Mart’ta “sol” sapmanın askeri liderlerinden Yang Çong-ve, Yu Li-cin ve Fu Çunç-pi kovuldu. 8 Eylül’de Sinkiang ve Tibet’te devrimci komiteler kuruldu.
ÇİN, MAO’NUN ÖNDERLİĞİNDE ZORLUKLARA RAĞMEN YÜRÜMESİNİ BİLDİ
1 Nisan 1969’da IX. Kongre toplandı. Merkez Komite’de büyük oranda Mao’nun siyasal ve ideolojik önderliği pekişmişti.
Çin ekonomisi zikzaklar çizmesine rağmen başarılıydı. “1952-78 arası GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) 5 kat artarken tarımın payı %45,7’den %25,4’e gerilemiş, sanayi ve ulaşım %27,4’ten %52,2’ye çıkmıştır”.
Çalışan sayısı ise 1957’de 42 milyondan 100 milyona çıkmıştır. “1952-78 arası elektrik üretimi 36 kat, kömür 9,5 kat, petrol 260 kat, çelik üretimi ise 32 kat artış gösteriyordu.” (Samir Amin, Maoizmin Geleceği)
23 Ağustos – 6 Eylül 1970’te Luşan’da yapılan IX. MK toplantısında hiç beklenmeyen bir şey oldu. Mao’nun ardılı gözüyle bakılan Lin Biao ve Kızıl Ordu içinde yüksek rütbeli subaylar parti politikalarında anlaşmazlığa düştü. Lin Biao’nun dışındaki subayların hepsi de Siyasi Büro üyesiydi. Huang Yung-şang Genelkurmay başkanı; Vu Fa-sien Genelkurmay başkan yardımcısı; Li zo-peng Deniz kuvvetleri birinci siyasi komiseri; Çin Huy-zo genel kurmay başkan yardımcısı; Li Süeh-feng Pekin askeri bölgesinin siyasi komiseri; Çeng Vey-şen Pekin askeri bölge komutanı.
Lin Biao’nun ABD ile girilen ilişkilere karşı çıktığı iddialarının karşısında resmi açıklama darbe girişiminde bulunduğu biçimindeydi. 1971 yılında ise SSCB’ye kaçarken bir uçak kazasında öldüğü açıklandı.
1971 yılında Çen Bo-da uzun süredir Kültür Devrimi siyasi bürosunun başkanıyken aşırı sol olduğu gerekçesiyle görevden alındı. Kang Çang ise gözden düştü.
ABD-Çin arasında başlayan sıkı diplomasi sonucu ABD Başkanı Nixon’un Çin’i ziyaretinde Mao’nun karşılamasıyla ilişkiler sıcaklaştı. Çin Birleşmiş Milletlere kabul edildi.
1975’te Çu En-lay başbakan oldu. Deng Siaoping Genel Kurmay başkanı ve partinin ikinci başkanı oldu.
1976 Çin için acı bir yıl oldu. Ocak’ta Çu En-lay öldü. Hua Goufeng başbakanlığa getirildi. Temmuz ayında devrimin generali Çu Teh öldü. 9 Eylül’de Mao yaşama gözlerini yumdu.
Sayı 25 (Aralık 2007 – Şubat 2008)