Çin-Sovyet kutuplaşması bir tarihsel döneme ait olduğu, yaşandığı süreçte tarafların düşüncelerini olgunlaştırdığı; üzerine daha fazla bir şey söylemenin gereksizleştiği ve bugün, güncelliğini yitirmiş bir konu olduğu düşünülebilir. Sosyalizmin bir tarihsel döneminin sona erdiği, halkların gönlündeki eski sıcaklığının kalmadığı günümüz dünyasının sorunlarının çok daha farklı olduğu da söylenebilir.
Üzerinden 30 yıl geçmiş, aktörlerinin büyük oranda tarih sahnesinden çekilmiş olduğu bir konunun eski güncelliğini/ sıcaklığını korumadığı doğrudur. Kimin haklı kimin haksız olduğunu tespitten öte mücadele biçimleri (ideolojik, politik, demokratik) arasındaki ilişki doğru kurulamadığında dost-düşman ayrımı muğlaklaşmaya, yanlış bir mücadele tarzı fiili karşı karşıya gelişlere yol açabiliyor. Sosyalist ülkeler arasında ideolojik zeminde süren tartışmalar (modern revizyonizm) kısa süre sonra yapay politik çatışmalara (sosyal emperyalizm- sosyal faşizm) dönüşüyordu. Kazananın emperyalizm; kaybedenin sosyalist kamp olduğu bir süreç böylece tamamlanmış oldu.
Dünya’da ve ülkemizde önceki kadar keskin olmasa da benzer nitelikle kavrayış yanlışlıklarına sıkça tanık oluyoruz. Herhangi bir ülkedeki devrimci mücadele abartılarak, ona büyük anlamlar yüklenirken diğer taraftan o süreçleri uzun yıllar önce geçmiş Küba, Vietnam ve Kore gibi ülkeler pek çok eksikliğine rağmen hak etmediği dozda eleştirilere muhatap olabiliyor.
Türkiye’de de ideolojik zeminde yürütülen sol içi tartışmalarda karşılaştığımız üslup, yöntem yanlışlıkları çeşitli bölgelerde fiili karşı karşıya gelişlere (çatışma) yol açıyor. Bizim kadar olayın muhatabı çevreleri de üzen, savunulamayacak sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Düşmana bile uygulamakta tereddüt edilen saldırılar dost, siper yoldaşı dediğimiz çevrelere reva görülebiliyor.
İdeolojik mücadelenin dost ve kardeş yapılar arasında sürmesi, üzerinde düşünce üretilmesi, gerekli sonuçların çıkarılması hepimizi ileriye taşır. Ancak dost, kardeş sıcaklığı terk edilip süreç fiili karşı karşıya gelişlere evrildiğinde böyle bir olayın tarafı olsak da, olmasak da kaybeden devamlı devrimciler olacaktır. Çalışma yaptığımız her yerde halk olumsuzlukları sadece olayın tarafı olan yapılara değil solun tamamına fatura ediyor.
MODERN REVİZYONİZM
Ekim devrimi yeni bir tarihsel dönemin başladığının ilanıdır. Gücünü sadece Sovyetler’den değil tüm dünya proletaryası ve ezilen halklardan almıştır. Devrime başlangıçta birkaç haftalık ömür biçen emperyalizm kısa sürede yanıldığını anlayıp önce iç savaş ve açık işgalle yok etmeye çalışmış, işe yaramadığını görünce abluka ve tehditle sindirmeye yönelmiştir. Görünüşte devrim ve savaş Sovyetler coğrafyasında sürüyor olsa da aslında tüm dünyaya yayılmıştı. Cephede askerler silahları bırakmış, işçi sınıfı silah sevkiyatını reddetmeye ve fiilen engel olmaya başlamış, Sovyetleri desteklemek için sayısız miting, boykot, gösteri, işgal her coğrafyaya yayılmıştı. Sovyetlerin, işçi sınıfının ve halkların kalbi ve beyni olduğu kanıksanmıştı. İkinci Paylaşım Savaşı’nda ölüm ve yıkımlar karşısında adeta akıl sağlığı bozulan kitleler sakin ve huzur dolu bir hayatı özlemişti. Savaşta kaybedilen milyonlarca kadronun yerinin doldurulamamasının yanı sıra devrimini yapmış ülkelere de yardım kaçınılmaz bir sorumluluktu. İşin çok kadronun az olduğu ortamda her renkten mücadele kaçkını ve bireyciler parti ve devlet kademelerine sızmaya başlamış, Stalin zamanında kontrol altında tutulmalarına rağmen ölümünü fırsat bilip saklandıkları deliklerden çıkmaya, karşı devrimci faaliyetlerine hız vermeye başlamışlardır. Macaristan ve Polonya olayları bu durumun en uçlaşmış biçimleriydi. Stalin karşıtı kampanya kan ve can pahasına oluşturulan değerlerin
hedef tahtasına konmasına yol açmış, karşı çıkan kadrolar hızla tasfiye edilmiştir. (Molotov, Kaganoviç vb.) Arnavutluk ve Çin gibi ülkelerin uzun süre sessiz kalmaları sonrasında gösterdikleri tepkilerin cılız kalmasının, kapsayıcılığının sınırlı olmasının sebebi çok geç kalmalarıydı.
SBKP 20. Kongresi (1954) ile girilen süreç Stalin şahsında Lenin’in hedef tahtasına konulmasıydı. SBKP’nin girdiği revizyonist yolun teşhiri haklı ve meşru idi. Bu durum sosyalizmin ana yurdu sayılan Sovyetler Birliği’ne koşulsuz desteğin, güvenin sarsılmasına, SBKP’nin ciddiyetinin sorgulanmasına yol açmıştı.
SBKP 22. kongresi ile birlikte (1961) emperyalist ülkelerle (başta ABD) ilişkiler sıcaklaştırılmaya/ yumuşatılmaya çalışılırken sosyalist bir ülke ile (Arnavutluk) tüm ilişkilerin kesilmesi revizyonizmin zirve noktası olduğu kadar düşüşünün de en tipik göstergesidir.
Çin-Sovyet Kutuplaşması nedir?
Sosyalist Bloğun güçlerini ortak düşmana karşı birleştirmek yerine birbirlerini zayıflatmak için kullanmalarının adıdır.
Çin-Sovyet kutuplaşması neden ve nasıl ortaya çıktı?
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Dünyayı Faşizm tehlikesinden kurtaran Sovyetler, halkların gönlünü kazanırken; Stalin baba (kurtarıcı) olarak görülüyordu. Emperyalist ülkelerde dahi prestiji ve desteği çok yüksekti. Emperyalizm bu süreçte saldıracak güçten yoksun olduğu için kara propaganda ve soğuk savaşı başlattı. Stalin hayattayken çok etkili olmayan bu yöntemler ölümüyle birlikte Sovyet yöneticilerini korkutmaya başladı; tansiyonu düşürme, emperyalistleri sakinleştirme, ödünler verme, ilkelerden vazgeçme gibi yöntemler denenmeye başlandı. Her geri adım yenilerinin atılmasını zorunlu kıldı, her ödün saldırganları daha da cesaretlendirdi. Kontrol kaybedilip dizginler elden kaçınca dost-düşman ayrımı birbirine karışmaya başladı. İlkesizlik, pragmatizm siyaseti belirlemeye, revizyonizm yenilik, değişim adıyla her alana nüfus etmeye başladı.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Çin-Sovyet Kutuplaşmasına yol açan sürecin ana hatlarıyla incelenmesi faydalı olacaktır.
1. Barış içinde bir arada yaşama, barış içinde yarış
Lenin’in Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında gerek iç savaş gerekse emperyalist işgal ve abluka dönemlerinde iki ayrı sistemin (Sosyalizm ve Emperyalizm) bir arada yaşayabileceğini öngören tezidir. SBKP 20. Kongresi bu tezi sulandırarak “barış içinde yarış” haline getirmiştir. Yeni haliyle bu tez silahlanma yarışı sonucu nükleer silahların ortaya çıktığını, bunların kullanılması halinde dünyanın mahvolacağını, bunu engellemek için tansiyonun sürekli düşürülüp mücadelenin savaşla değil ekonomik yarışla sürdürülmesi gerektiğini anlatır.
SBKP’ye göre sosyalizm ile emperyalizm arasındaki mücadele temeldir. Her şey ikisi arasındaki mücadeleye tabi olmalı, atılacak her adım onu gözetmelidir. Kısacası ulusal kurtuluş mücadeleleri, kapitalist ülkelerdeki devrim mücadeleleri hep bu ihtiyaca göre konumlanmalı. Küçük bir kıvılcım termonükleer savaşı başlatabilir, o yüzden emperyalistleri kızdırıp çılgınca işler yapmaya itecek olaylardan özenle kaçınılmalı vs. SBKP’nin başlangıçta sosyalizm ile emperyalizm arasındaki çelişme (baş çelişki) tezi giderek ABD ile SSCB
arasındaki çelişmeye indirgenmiş, ve her şey ikisi arasındaki yarış ve rekabete bağlanmıştır.
2.İleri demokrasi ve kapitalist olmayan yol
Sovyetler birliği yöneticilerine göre emperyalizm ile sosyalizm (ABD ile SSCB) arasındaki mücadelenin sonucunu ekonomik yarış belirleyecektir. Dünyada soğuk savaş engellenip yumuşama ortamı yaratılmalıdır. Sosyalist ekonominin üstünlüğü ortaya çıktıkça kapitalist ülkelerde demokrasi gitgide gelişerek ileri demokrasiye (sosyalizme) evrilecektir.
Kapitalizmin tam olarak gelişmediği kalkınmakta olan ülkelerle ilişkiler geliştirilip sosyalist ekonominin üstünlüğü benimsendikçe kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçecekleri varsayılmaktadır. İleri demokrasi ve kapitalist olmayan yol projelerinin işlemesinin tek engeli dünyayı mahvedecek termonükleer savaş olacaktır. Bilimsellikten uzak bu teoriler revizyonizmin saplandığı bataklığı gözler önüne serer.
Stalin Meselesi
SBKP yöneticileri Stalin’in ölümünden itibaren kara propaganda ile kamuoyu oluşturmaya,
Stalinist saydıkları yönetimleri (Polonya,Macaristan vb.) devirmeye başlamış, karşı
devrimcilere önce “itibar”larını iade edip hızla yükselmelerini sağlamış, 20. kongre ile birlikte ise Stalin’e her türlü küfür hakaret, iftira yağdırılmıştır. 22. kongrede (1961) aynı tarz sürmüş daha da ileri gidilip Stalin’in cenazesi yerinden çıkartılıp yakılmıştır. Başlangıçta bu süreci kısmen onaylayan Çin-Arnavutluk cephesi özellikle 22. kongre ile birlikte kesin tavır alarak karşı çıkmaya, Stalin’i sahiplenmeye başlamıştır.
Yugoslavya Sorunu
SBKP yöneticileri 3. Enternasyonel tarafından revizyonist, işbirlikçi vb. ilan edilen YKP (Yugoslavya Komünist Partisi) ile ilişki geliştirmeye başlamış, sıkıştıkça ilişkileri dondurup süreç içinde tekrar tekrar tazelemiş; devamlı “itibar”larını iade etmiştir. Çin-Arnavutluk tarafı bu konuyu da başlangıçta Sovyetlerin iç meselesi olarak görmüş ancak Macaristan ve Polonya’da karşı devrimci ayaklanmaların arkasında Yugoslav revizyonistlerinin (ABD) olduğu ortaya çıkınca açıktan tavır almışlardır.
Arnavutluk Sorunu
SBKP Yöneticileri 1960 Bükreş toplantısına kadar aralarının iyi olduğu AEP’i Çin’e tavır alma konusunda ikna edememiş, ilişkiler hızla bozulmuştur. 81’ler toplantısında (1960) gergin olan ilişkiler 22. Kongre’nin Arnavutlukla her türden ilişkiyi kesme kararı almasıyla kopmuştur.
“Bütün halkın devleti, bütün halkın partisi”
SBKP 22. kongresi programında “SSCB’de proleterya diktatörlüğü artık gerekli değildir. Proleterya diktatörlüğü devleti olarak ortaya çıkmış olan devlet, içinde bulunduğu yeni bugünkü aşamada tüm halkın devleti haline gelmiştir” deniliyor. Devlet, marksizmin en sade, kolay anlaşılır konularından biridir. Gerek Engels gerekse Lenin devletin sınıflı toplumların bir ihtiyacı olarak ortaya çıktığını ve yine sınıfların ortadan kalkmasıyla sönüp gideceğini söylemişlerdi.
Burjuvazi iktidarını maskelemek için her dönem devletin tüm halkın devleti olduğu yalanını ortaya atmıştır. Ancak sosyalist toplumdan sınıfsız topluma (Komünizm) geçmek için kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kalkması yetmez; (Sovyetlerde böyle bir süreç hiç yaşanmadı) emperyalizmin de bir tehdit olmaktan çıkıp sınırlı bir coğrafyaya hapsedilmesi zorunludur.
Programın devamında 22. kongre kararları daha da ileri gidip “20 yıl içinde komünist bir toplumun esas olarak inşa edilmiş olacağını” ilan ediyordu. Bu anlayış yaklaşık aynı sürede bırakalım komünist toplumun kurulmasını sosyalizmin yıkılışına yol açmıştır.
Sonuç olarak SBKP içinde revizyonizmin geliştiği bu durumun sosyalizm mücadelesine darbe vurmakla kalmayıp gerek halk kurutuluş mücadeleleri gerekse emperyalist-kapitalist ülkelerde işçi sınıfının iktidar mücadelesini gerilettiği açıktır.
Sosyalist ülkelerarası rekabet
SBKP önderleri sosyalist bloğun hem ekonomik hem de siyasal olarak ortak hareket etmesini (kendi önderliğinde) savunurken ÇKP devrimlerin ulusal karakterini öne çıkarıp farklılıkları abartmıştır. Her devrimin özgünlüğü olduğu doğrudur ancak farklar ayrışma değil zenginlik olarak algılandığında avantaja dönüştürülebilir. Eleştiri silahı devrimciler için önemlidir. Ancak özeleştiri olmadığında yapıcı değil yıkıcı sonuçlar doğurur. SBKP emperyalizm (ABD) ile mücadeleyi ekonomik mücadeleye indirgeyerek hata yaptığı kadar Çin tarafı da her an teyakkuz halinde olma talebinde hatalıdır.
ÇKP’nin her yapılanı eleştirmesi, memnuniyetsizlik hali, sosyalizmin yaramaz çocuğu intibaını bırakmıştır. Küba devrimi sonrası ABD işgale yeltenince SSCB füze sistemi yerleştirmiş, fiili saldırı durup anlaşma yapıldıktan sonra füzeler çekilmişti. Çin füzeler yerleştirildiğinde de çekildiğinde de eleştirmiştir. Ancak aynı dönemde Çin’in pratikte herhangi bir girişimde bulunmadığı için eleştirileri yapay ve cılız kalmaktaydı. Aynı tavır ABD’nin Vietnam işgali (1964) döneminde de tekrarlanmıştır. SSCB yardım miktarının azlığı konusunda Çin tarafınca acımasızca eleştirilmiş, Sovyetlerin gizlice ABD’yi desteklediği ileri sürülmüştü. Aynı dönem Çin’in hangi yardımları, ne oranda yaptığı da ayrı bir tartışma konusudur.
Sonuç olarak SBKP her şeyin merkezine kendini koymak istediği için haksızdır. Çin tarafı ise ortak paydaları büyütmek yerine farklılıkları kaşıyıp, devrimlerin ulusal karakterini abartarak bölünmelere, kamplaşmalara zemin hazırlamıştır.
“SOSYAL EMPERYALİZM”
SBKP ile Çin-Arnavutluk arasında süren polemik 1964 yılında Kruşçev’in iktidardan düşmesi ve yerine Brejnev’in geçmesi ile yeni bir aşamaya girmiş oldu. SBKP polemiği tırmandırmayı bırakmış AEP’e Varşova Paktı’na tekrar dönmesini önermiş ama red cevabı almıştı. ABD’nin önce Küba’ya saldırmaya kalkması (1963) ardından Vietnam’ın işgali (1964) yaşanırken herkesin gönlünden geçen emperyalizme karşı ortak bir duruşun sergilenmesiydi. Çin’in ilk atom bombasını patlattığı (1964) AEP’in 5. Kongresini topladığı (1966) dönemde beklentilerin karşılanması bir yana SBKP ile ilişkiler koptu. ÇKP-AEP tarafı Sovyetler Birliği’ni “Sosyal Emperyalist” olmakla suçlayıp ABD ile birlikte baş düşman ilan etti.
“Sosyal Emperyalizm” nedir?
Sovyetler Birliği’nde üst yapıda proletaryanın, iktidarı burjuvaziye kaptırması sonucu sosyalizm, devlet kapitalizmine dönüşür.
“Sosyal Emperyalizm” SSCB’de ne zaman ortaya çıktı?
SBKP’nin 20. Kongresi (1956) başlangıç, Çekoslovakya’nın “işgali”ne (1968) kadar ki dönem ise sosyal emperyalizmin tamamlandığı süreç olarak görülür.
Sovyetler Birliği’nde “Sosyal Emperyalizm” in göstergeleri nelerdir?
Revizyonizm’in iktidara gelmesiyle SSCB’de “Sosyal Emperyalizm”e geçilmiştir. Bu tespit, birincisi; üst yapıda meydana gelen değişikliklerle alt yapının da değişeceğini varsaymasıyla yanlıştır. İkincisi direnen unsurları ve proletaryayı hesaba katmadığı için yanlıştır. Üçüncüsü sosyalizmden kapitalizme geçişi düz bir çizgi olarak değerlendirdiği için yanlıştır.
Devlet Kapitalizmi ya da “Sosyal Emperyalizm”e dönüşüm sosyalist bir ülkede mümkün müdür?
Sosyalizm’den Komünizm’e geçilebileceği gibi kapitalizme de geri dönülebilir. Sosyalizm bir geçiş toplumudur. Başlangıçta kapitalizmden devralınan kurumlar (hukuk, sanat vb.) ihtiyaca göre düzenlenip kullanılabildiği gibi sosyalizmin ileri aşamalarında ihtiyaç olmaktan çıkıp sönmeye başlar. Sosyalizm aşamasında karşılaşılan zorluklar ve uygulamalar sonucu kapitalizme geri dönüş de mümkündür.
“Sosyal Emperyalizm”e geçiş bu kadar kısa sürede mümkün olabilir miydi?
Sovyetler Birliği gibi sosyalizmin kurulmasının on yıllar sürdüğü bir toplumda geriye dönüş de bir çırpıda olmaz. Bugün bile eski sosyalist ülkelerde sosyalizmin kazanımlarının ( sağlık, eğitim, ulaşım, barınma, ısınma vb.) kolayca halkın elinden alınması mümkün görünmüyor.
AEP-ÇKP, “Sosyal Emperyalizm” tezlerini desteklemek için Varşova Paktı’nın NATO kadar tehlikeli olduğunu COMECON (Sosyalist Ülkeler Arası Ekonomik Birlik) aracılığıyla da diğer sosyalist ülkelerin sömürüldüğünü/ yağmalandığını ileri sürmüşlerdir. “Sovyetler birliği COMECON ülkelerine karşı tipik bir yeni sömürgeci siyaseti gütmektedir… Varşova Paktı Sovyet Sosyal Emperyalizmi’nin baskı, şantaj ve silahlı müdahale siyasetine yarayan saldırgan bir askeri paktır.” (Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca)
Sovyetler’ de kapitalizm olduğunu göstermek için bürokrasinin burjuvalaştığı ve artı-değer sömürüsünün olduğu ileri sürülmüştür. Maddi teşvik, pazarla piyasa ilişkisi gibi uygulamalar sosyalist toplumda da vardır. Bunlar komünizme yaklaştıkça ihtiyaç olmaktan çıkar. Sovyetlerin cüzi faizle diğer sosyalist ülkelere kredi vermesi, tarım aletleri ve sanayi tesisleri kurması, satması ya da almasını sömürü ile açıklamak yanlıştır. Sovyet yönetim kademelerinde ortaya çıkan yozlaşmayı burjuvalaşma olarak tanımlamak da eksiktir. Çünkü bu yalnızca revizyonizmin gelişmesine, kök salmasına yol açar.
“Sosyal Emperyalizm” tespiti anti bilimsel ve anti Marksist’tir. Delil olarak sunulan pek çok veri Sovyetlerin kuruluşlundan beri vardır. Aynı uygulamalara Çin-Arnavutluk’da da rastlamak mümkündür. Benzerliklerden, görünüşten yola çıkarak yapılan çıkarsamalar hata payını artırmış, sorunların aşılmasına değil düşmanlığın kök salmasına yol açmıştır. Sosyalist cephede açılan yara kangrenleşmiştir.
“ÜÇ DÜNYA TEORİSİ”
1972 yılında ABD-Çin arasında ping pong diplomasisi denilen görüşmeler sonucu ilişkiler sıcaklaşmış Çin Birleşmiş Milletler daimi temsilciliğini ( 5 üyeden biri) elde etmişti.
“Sosyal Emperyalizm” tespitinde ABD ile Sovyetler baş düşman ilan edilip ikisine de belirli bir mesafe konulmuştu. 1974 de Deng Siao ping “Üç Dünya Teorisi” adıyla anılacak yeni tespiti
açıkladı. Buna göre ABD ile SSCB birinci dünyayı, gelişmiş kapitalist ülkeler ikinci dünyayı, geriye kalan diğer ülkeler ise üçüncü dünyayı oluşturuyordu. Çin bu tespitinde iki süper güçten (ABD-SSCB) Sovyetler Birliği’ni baş tehlike olarak görmesiyle AEP’ ten ayrılmış oldu.
AEP neden “Üç Dünya Teorisi” ne karşı çıktı?
AEP, bu ‘teori’nin; ABD-Çin yakınlaşmasının bir sonucu ve asıl amacın SSCB’ye karşı bir ittifak olduğunu düşünüyordu. Ayrıca bu “teori” Yugoslav Revizyonizmi’nin “bloksuz dünya” teziyle hemen hemen aynı şeydi. Sosyalist bir ülkenin krallık ve prenslikle yönetilen ülkelerle aynı kategoriye ve kampa konulması doğru değildi. Bu Çin’in ilgili ülkelere şirin gözükmek, yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için attığı bir adımdı. Son olarak bu “teori” halkların demokratik hak ve özgürlükleri kazanmak ve sosyalizm için verdikleri mücadeleyi reddetmek anlamına geliyordu.
“Üç Dünya Teorisi” den çıkarılacak dersler ve sonuçlar nelerdir?
a.) Burjuvazi ve Proletarya arasındaki çelişmeyi yok saydığı için Şovenist ve Sosyal Emperyalist bir teoridir.
b.) Halklara ve devrimcilere ABD ve özellikle SSCB’ye karşı birleşmeleri, hükümet ve iktidarlarını desteklemelerini öğütlediği için gerici bir içeriğe sahiptir.
c.) Ezilen uluslarla emperyalist güçler arasındaki çelişkiyi yok saydığı için gericidir.
d.) Sosyalist sistemle emperyalizm arasındaki çelişkiyi içermediği için gericidir.
e.) Ülkeleri sadece ekonomik gelişmişlik düzeyine göre grupladığı için gericidir.
f.) AET (AB) ve NATO’nun desteklenmesini savunduğu için gericidir.
g.) Sovyetlerden yardım alan ulusal kurtuluş savaşlarını düşmanca karşıladığı için gericidir.
“Üç Dünya Teorisi” ile gelinen nokta emperyalizm dururken silahı birbirine doğrultup ateşlemenin sonucudur. Emperyalizmin en önemli özelliği böl, parçala, yönettir. Önce Yugoslav revizyonizmini Sosyalist bloğu bölmek için kullanmış; ardından SBKP ve ÇKP-AEP arasındaki çelişmeleri derinleştirmek için uğraşmış, ABD-Çin görüşmeleri ile parçalamış ve yönetmeye başlamıştır.
Savaşın bilinen kuralıdır. Dost cepheyi geniş, düşman cephesini dar tutacaksın. Hedefi vurmak için odaklanacaksın. Her yöne rasgele yumruklar sallamak yerine uygun zamanı kollayıp öyle harekete geçeceksin.
Sosyalizmin bir tarihsel dönemi kapandı. Bugün bizlere düşen; gerekli dersleri çıkarıp emperyalizmin, bölüp parçalamasına ve yönetmesine izin vermemektir. Kapitalizm yeryüzünden silinmedikçe insanlık tehlikededir.
ARNAVUTLUK FIRTINALI BİR DENİZDE YOL ALMANIN ADIDIR
Hiçbir devrim modeli ithal edilemeyeceği gibi indirgemeci bir yolla tekrar da edilemez. Arnavutluk deneyimi şablonculuktan uzak bir bütün halinde incelendiğinde faydalınılacak, ders çıkarılacak pek çok uygulama göze çarpar.
İşgal’den harap bir şekilde çıkan ülke kısa sürede toparlanmakla kalmayıp şaşırtıcı gelişmeler göstermiştir. Dış destek (Sovyet- Çin vb.) sıçrama yaşanmasında yardımcı olmuşsa da asıl etken özgücüne güvenen, halkı bir çok yolla kurulaşa dahil eden bir anlayışın hayata geçirilmesidir. AEP ve Enver Hoca sorunları kararnameler yoluyla çözmek yerine kitle siyasetini benimsemiş kampanyalar yoluyla halkın katılımını önemsemiştir. Ekonomide 5 yıllık kalkınma planları halka anlatılıp/açıklanıp katılımı sağlanmış, gelen öneriler değerlendirilip uygulamalara öyle geçilmiştir.
Bürokratizme karşı gerek devlet kadroları gerekse parti kadroları sürekli uyarılmakla kalmayıp belli sürelerle başka çalışma alanlarına gönderilip bilgi sahibi olmaları, kırtasiyecilikten, masa başı devrimcilikten kurtarılmaya çalışılmıştır.
AEP’in halka olan güveni seçimlerde karşılığını bulmuş halkın da AEP’e güvendiğini çeşitli defalar göstermiştir. Yapılan pek çok seçim hem katılım hem de verilen destek açısından dikkate değerdir. Hemen her seçimde Demokratik Cephe adaylarının %100’e yakın oy alması g erçekleşmesi zor bir başarıdır.
Bugün Arnavutluk devrimi yok, orada artık kapitalist ilişkiler hüküm sürüyor. Ancak sonuca bakarak yenildi o zaman yanlıştı türü çıkarsamalar anlayıştaki kabalığı, düşülen sığlığı gösterir. Evet sonucun böyle olmasında AEP’in de bir payı vardır ancak sosyalist kampın çözüldüğü bir dönemde ayakta kalmanın zorluğu da göz ardı edilmemelidir.
Her devrim ezilen halkların kalbinde yerini alırken, yaşanan her yenilgi bilinçleri çelmelemiş, adeta hafıza yitimine yol açmıştır. Gerekli dersler çıkarıldığında yenilgiler de öğreticidir. Dünya devrim hareketi için çözülmenin/dağılmanın ne zaman başladığı her dönem tartışma konusu olmuştur. Burjuva yazarlar Lenin’e, Troçkistler Stalin’e atıfta bulunmuş sosyalist cephede ise çeşitli olaylar ve tarihler sayılıp dökülmüştür.
Yenilgiden Lenin’mi sorumlu yoksa Stalin’mi? Şaka bir yana burjuva ve Troçkist “yazarlar”ı bir kenara bırakırsak sorunun tek bir cevabının olmadığını görürüz. Başlangıçla bitiş arasındaki mesafe ve duraklar katedilen yolun özelliklerini belirler. Neden ile sonuç arasındaki bağ, yaşanan süreci doğru analiz etmekle kurulabilir.
SOSYALİST KAMPIN PARÇALANMASI
Paris komününden beri eşitlik, kardeşlik ve özgürlük, sosyalizmin temeli kabul ediliyordu. Toplumsal statüsü ne olursa olsun herkes aynı haklara sahipti. Modern revizyonistler Çin ve Arnavutluk’la ilişkilerini kesip aç kurtlar gibi fırsat kollayan emperyalistlerin önüne atmışlardı. Emperyalist ya da faşist rejimlerle dahi bu kadar rahat ilişki kesemezken kardeş ülkelere reva görülen bu tutum nasıl açıklanmalı?
Modern revizyonistler bir taraftan devrimci değerleri öğütürken diğer taraftan karşı çıkanları çeşitli biçimlerde cezalandırıyordu. Çin ve Arnavutluk’la ilişkilerin kesilmesi dünya halkları gözünde bardağı taşırmış, özelde Kruşçev genelde Sovyetler Birliği’nin itibarının irtifa kaybettiği dönem başlamıştı. Kruşçev’in hızla alçalışı 1964 yılında yere çakılmasına ve iktidarı Brejnev’e kaptırıp siyaset sahnesinden çekilmesine yol açmıştı.
Sosyalist kampın karşısında iki seçenek vardı; ya etle tırnak gibi birleşip emperyalizmin karşısına dikilmek ya da kendi küçük kamplarını kurarak kolay lokmalar haline gelmek. Tarih bize ikincisinin tercih edildiğini gösteriyor. Anlaşmazlıklar aşılmaya çalışılmak yerine sorunlar mutlaklaştırılıp kardeş kavgasının önü açıldı.
Emperyalizm kardeş kavgasının bitmemesi için elinden geleni yaptı. Sovyetleri sıkıştırmak için Çin kartını, Çin ve Arnavutluğu sıkıştırmak için Sovyet kartını her zaman masada tuttu.
Sovyet revizyonistleri kötü bir miras yedi gibi sosyalizmin ana yurdu, dünya devrimci hareketinin kumanda merkezi imtiyazını kısa sürede harcadılar. Sovyetler Birliği ve SBKP sıradanlaştı. Çin-Arnavutluk bloğu ise revizyonizme karşı mücadele sürecinde haklı olarak elde ettiği sempatiyi uzun süre koruyamamış, rekabet hırsı topuzun ayarının kaçmasına, emperyalizmle mücadelenin adeta ikinci plana atılmasına yol açmıştı. Sovyet revizyonistleri 1965 yılı ocağında Arnavutluğun Varşova Paktı toplantılarına tekrar katılmasını istediğinde AEP; ilişkilerin kesilmesinden beri tüm maddi zararların karşılanmasını, Sovyetlerin özür dilemesini, yokluğu sırasında alınan tüm kararların birer örneğinin verilmesini şart koştu. Görüleceği gibi gemiler artık yakılmış kavga tohumları çiçeklenmeye başlamıştı.
AEP’in 5. kongresi 01.11.1966 tarihinde toplandı. Kongre kararları sosyalist kampın dağıldığını, köprülerin atıldığını, adeta dönüşü olmayan bir yola girildiğini gösteriyordu. “Bugü n revizyonist cephe, temelinden sarsılmış durumdadır; revizyonist cephe birbirlerini parçalamaya hazır bir aç kurt sürüsüne benzemektedir…”(Enver Hoca,5. kongre rapor)
Kongrede ayrıca ilk defa emperyalizmle modern revizyonizmin aynı derecede tehlikeli ve düşman olduğunun ilanına tanık olundu. “Birleşik emperyalist-revizyonist cepheye karşı, bütün dünya haklarının devrimci birleşik cephesi kurulmalıdır.”(Enver Hoca 5. kongre raporu)
Kongre öncesinde Çin heyeti ile yapılan konuşma gidişatın yönünü açıkça gösteriyordu. “Mode rn revizyonistler kapitalist burjuvadırlar… ancak bir silahlı devrimin patlak vermesi bu ülkelerdeki kötüye gidişi durdurabilir ve tersine çevirebilir”(Leninist parti ve kadrolar-Enver Hoca Çu En lay ile bir konuşma-1966)
SOSYALİST ÜLKELERLE İLİŞKİLER
2. Paylaşım Savaşı’ndan sosyalizmin galip çıkması emperyalizmi zor duruma düşürmüş ancak amaçlarından asla vazgeçirmemişti. Savaştan adeta karla çıkan ABD Marshall yardımları adı altında Avrupa’da kapitalizmi tekrar restore etme yolunu tutu. Devrimini yapmış ancak yalpalayan Yugoslavya gibi ülkeler üzerinden de sosyalist cephede gedik açmanın çabası içindeydi.
YUGOSLAVYA
ABD Marshall yardımları ve Kızılhaç üzerinden pek çok ülkeye ajan, provokatör, asker vb. yoluyla ilgili ülkelerin yöneticilerini satın almaya, yönlendirmeye çalışmıştır. Kızılhaç yoluyla gelen yardımlar ilgili ülke yetkililerine teslim edilmiyor ya da onlarla birlikte nasıl dağıtılacağı kararlaştırılmıyordu. Yardımı yapacak emperyalist ülkelerin asker, bürokrat, ajanları tarafından tamamen keyfi, kendi amaçları doğrultusunda ve yardımı alacak kişilerle irtibat kurularak veriliyordu. Yardım adı altında ilgili ülkelerde yöneticiler satın alınmaya, dize getirilmeye çalışılıyordu. Pek çok sosyalist ülke (Arnavutluk dahil) Bu “yardım”ların amacını bildiği için kabul etmezken Yugoslavya kucak açmış, ilişkileri her zaman sıcak tutmuştu. Yugoslav yöneticiler iki kampa da göz kırparak pragmatist(faydacı) siyaset gütmeye çalışıyordu.
Yugoslavya Arnavutluk ile birleşmek üzereyken Enformasyon Bürosu’nun (Dünya Komünist Partileri Danışma Konseyi) 1948 yılında Yugoslav yöneticilerini hainlikle suçlayıp dışlamasıyla bu plan suya düşmüştü. Stalin’in ölümü ardından Kruşçev, Belgrad’ı ziyaret edip (1955) Yugoslavya’nın “itibar”ını iade etmiştir.
Yugoslavya, Macaristan ve Polonya da karşı devrimci ayaklanmaların örgütlenmesinde önemli roller alarak emperyalizmin Truva atı olduğunu birkez daha kanıtlamıştır.1957 Komünist partiler toplantısında ve 1960 yılındaki toplantıda tekrar tekrar teşhir edilip mahkum edilmişlerdir.
Enver Hoca Yugoslav Revizyonizmi hakkında şöyle diyor ” Yugoslav keşmekeşi, iktidar mücadelesi, şoven rekabetlerinde, onların da geleceğini, içinde son bulacakları lağımı gösteriyor” (Enver Hoca – Modern Revizyonizm,1966)
SOVYETLER BİRLİĞİ
Sovyetler ile ilişkiler 1960 Komünist partiler toplantısına kadar küçük pürüzler dışında iyi gidiyordu ancak 22. Kongreden (1961) itibaren koptu. AEP, Sovyetler Birliği’nde 1956’dan itibaren revizyonizmin iktidara geldiğini öne sürdü. AEP 5. Kongre’sinden itibaren (1966) ise Sovyetleri Sosyal Emperyalist olarak tanımlamakta ve emperyalizmle aynı kefeye koymaktaydı. “…birleşik emperyalist cepheye karşı bütün dünya halklarının birleşik devrimci cephesi kurulmalıdır” devamında “Revizyonistleri bu cepheye (anti emperyalist) katmak demek, 5. kolu, Truva atını cepheye sokmak ve onu içinden baltalamak demektir.” (5. Kongre Enver Hoca, 1966)
İlerleyen yıllar ilişkilerin koptuğu, mücadelenin sertleştiği, söylemlere kavga tonunun hakim olduğu bir dil getiriyordu. AEP 7. kongresi (1976) gelinen noktayı özetliyordu “… ne Sovyetler Birliği’nde ne de diğer Doğu Avrupa ülkelerinde artık proletarya diktatörlüğü yoktur. Buralarda yalnızca tek bir diktatörlük, kapitalist ve faşist diktatörlük vardır.” devamında” somut koşullar ve eylemler, objektif gerçekler, bizi günümüz dünyasında 2 süper devlet ABD ve SSCB nin, tarihin gördüğü en büyük ve en tehlikeli saldırgan emperyalist devletler olduğu sonucuna götürmektedir…” (Enver Hoca -7. Kongre, 1976)
Bu ton ve üslupta süren karşılıklı mücadele çok geçmeden dünyada da karşılığını buluyordu. Sosyalist kamp emperyalizmi bırakıp birbirinin boğazına sarılıyor, kardeş kavgaları yaşanıyordu. Türkiye o dönemi en sıcak yaşamış ülkelerden biridir. İdeolojik mücadelenin bilimsellikten kopması, demagojik söylemlerin revaçta olmasına, politik mücadelenin adeta freninin kopup kontrolden çıkmasına yol açıyordu.
AVRUPA KOMÜNİZMİ
2. Paylaşım Savaşı sırasında Fransız , İtalyan, İspanyol vb. Komünist partileri faşizme karşı iyi sınavlar vermiş, dünya halkları gönlünde yer edinmişlerdi. Savaştan sonra ise bir çoğu iktidar/sosyalizm hedefinden sapmış reformist ya da revizyonist partilere dönüştüler.
İtalyan Komünist Partisi Genel Sekreter Togliatti “çok merkezcilik” tezini 1962 yılında açıklamıştı. Ona göre komünist ve işçi partilerinin güçlerini birleştirmek yerine bölgesel kalması tercih edilmeliydi. İlerleyen yıllarda işi son noktaya taşıyan İtalyan Komünist Partisi “…Avrupa’daki ve tüm dünyadaki barışın sürdürebilmesinin bir garantisi olan güçler dengesinin korunması gereği İtalya NATO’da kalmalıdır” diyordu. (Avrupa komünizmi anti komünizmdir- Enver hoca , 1979)
İspanya Komünist Partisi de 1978 yılındaki kongrelerinde Marksist-Leninist bir parti olmadıklarını “Marksist demokratik devrimci” bir parti olduklarını “Leninizm’in” günümüzün marksizmi sayılamayacağını ilan etti.
Fransız Komünist Partisi Maurice Thorez yönetiminde uzunca yıllar doğru bir çizgi izledi. İkinci paylaşım savaşında , Marshall yardımları, NATO, Vietnam, Stalin meselesi vb. konularında iyi sınavlar verdi. İlerleyen yıllarda onlar da revizyonizme kaydılar. 22. kongrelerinde “…sosyalizm e, sınıf mücadelesi vermeden ve burjuvazi mülksüzleştirilmeden geçileceğini ve proletarya partisinin yönetici rolünün zorunlu olmadığını” söylediler.
AET (AB) parlamentosunda ve diğer organlarda da çalışmaya sıcak bakan Avrupa “komünist”lerinin 1979’lardaki sloganları ‘Emekçiler Avrupası’nın yaratılmasıydı. Bugün ülkemizde devrim mücadelesinden kaçıp çözümü AB’ye girmekte arayanların akıl hocalarının kimler olduğu anlaşılıyor. ‘Emeğin Avrupası’ sloganının ise 30 yıldır bayatlamış, gerçek sahiplerinin dahi hatırlamadığı patlak bir can simidi olduğu görülüyor.
ÇİN
SBKP 22. kongresinde (1961) ilişkilerin kesilmesi ardından Çin, Arnavutluğun yardımına koştu. Ekonomik, teknik, teknolojik hiçbir yardımdan kaçınmadı. Böylece ideolojik alanda süren birliktelik (1957-60) her alana yayılmış oldu. Çin’de büyük proleter kültür devrimi başladığında Arnavutluk da buna paralel adımlar attı. İlişkilerin sıcaklığı kongrelere de yansımıştı.
“Bugün başında ABD’nin bulunduğu emperyalizme, başında Sovyet önderleri olan modern revizyonizme karşı verilen mücadelenin en önünde, önderliğini seçkin Marksist- Leninist, Mao Zedung yoldaşın yaptığı ÇKP ve Yüce Çin Halk Cumhuriyetinin güçlü ve metin olarak durması, inkar edilemez tarihi bir olgu ve halklar ile uluslararası komünizm için büyük bir tarihtir.” (Modern Revizyonizm ile Mücadele, Enver Hoca 1966)
Çin- Arnavutluk ilişkileri Mao Zedung’un ölümüne kadar bazen aksasa da sıcak bir tonda sürmüştü. “Çin halkının şanlı devriminde ve sosyalizmin inşasında kazandığı tarihi zaferler, yeni halk Çin’inin yaratılması ve onun bugün dünyada sahip olduğu büyük itibar, büyük devrimci Mao Zedung yoldaşın adına, öğretilerine ve önderliğine doğrudan bağlıdır.” (Modern Revizyonizm ile Mücadele, Enver Hoca 1966)
Mao’nun ölümü ardından Çin “üç dünya teorisi”ni daha üst perdeden dillendirip dış politikanın ana eksenine oturtmuştu. Çin’in emperyalizmle (ABD) ilişkileri geliştirip sosyalist cepheyi (özelde SSCB) baş tehlike (baş düşman) olarak görmesi Arnavutluk’la ilişkilerin soğumasına, 1978’den itibaren de kopmasına yol açtı. Daha önce Çin’in görüşlerini sorgulamadan kabul eden AEP şimdi sorgulamadan reddediyordu. Siyasetin sert tonda yapılması kulvar değişikliğini zorlaştırıyor; AEP’in ortaya attığı yeni tezlerin sorgulanmasına yol açıyordu. Özellikle Mao sonrası Çin konusunda AEP’nin savundukları haklı olmasına rağmen süreci Çin devriminin başlangıcına kadar götürüp tamamını mahkum etmesi kafaları karıştırıyordu.
“… Mao’nun hayatta olduğu tüm dönem boyunca Çin siyaseti genel olarak yalpalayan bir siyasetti; içinde bulunulan durum ve koşullara göre değişiyordu; Marksist- Leninist omuriliği yoktu. Önemli bir siyasal soruna bugün başka, yarın başka bir biçimde yaklaşılıyordu…”(Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca 1978)
Büyük Proleter Kültür Devrimi konusunda da toptancı davranılmış, o dönem övülüp Arnavutluk’ta benzer uygulamalara gidilmiş, sonuç da alınmıştı. Ancak artık o da hedef tahtasındaydı. “olayların akışı gösterdi ki büyük proleter kültür devrimi ne bir devrimdi, ne büyüktü ne de kültüreldi ve özellikle zerre kadar proleter değildi… bir saray darbesiydi.” (Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca 1978)
Bugün dahi geçerliliğini koruyan Halk Savaşı Stratejisi de eleştirilerden nasibini almış, Çin’e karşı çıkmak adına yok sayılmıştır. “… Mao’nun ‘halk savaşı’ teorisi… anti- Marksist, anti- Leninist ve bilim düşmanı niteliği açıkça ortaya çıkar…” (Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca 1978)
AEP, ilişkiler kesildikten sonra Çin yöneticilerini emperyalistlikle suçlamış ve ağır eleştirileri getirmiştir. “Çin sosyal emperyalizmi, eski ve yeni Çin kapitalist burjuvazisini halk üzerinde egemenliğini güvence altına alacak bir örgütlenme oluşturmak için mücadele etmektedir. Çin revizyonizmi bu örgütü ve bu egemenliği faşist yolla, kırbaç ve baskı ile yerleştirmeye çalışmaktadır…”( Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca 1978)
KÜBA
Sovyetler Birliği sosyal emperyalist ilan edildikten sonra hangi sebeple olursa olsun onunla diyaloga giren, ilişkiye geçen her ülke mahkum ediliyordu. Küba da bu
eleştirilerden nasibini almış, hak etmediği bir dille saldırıya uğramıştı. “Sovyetler Birliği’nin ve Küba’lı paralı askerlerin Angola’ya müdahalesi bu niteliktedir. (sömürgeleştirme)… Kübalı paralı askerler Sovyetler Birliği tarafından gönderilen sömürge ordusudur” (Emperyalizm ve Devrim- Enver Hoca 1978)
İRAN VE AFGANİSTAN
Arnavutluk yalnızlaştıkça dış siyasette kaosa sürüklenmiş; düştüğü durumun intikamını almak için Sovyetler Birliği’ni hedef tahtasına koymuştu. “Bu nedenle, İran proletaryası ve halkı hem Amerikan, İngiliz ve Fransız emperyalizmine ve hem de Sovyet Sosyal Emperyalizm’ine karşı tetikte olmalıdır, çünkü “TUDEH” partisi tekrar canlandırılmış olacak ve Sovyetler Birliği İran’da ‘demokratik’ bir hükümet kurarak iktidara gelecek bir Bahtiyar ya da onun gibi birini bulmaya çalışacaktır.” (Orta Doğu Üzerine Düşünceler- Enver Hoca 1979)
Ayetullah rejiminin niteliği bilinmesine rağmen TUDEH, Halkın Fedaileri gibi marksist yapılar yerine tercih edilmesi gidilen yolun yönünü ele veriyordu.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da iktidara gelen ilerici güçleri desteklemek adına işgale girişmesi yanlış bir adımdı. Başında ABD’nin bulunduğu emperyalistler Pakistan üzerinden gerici güçleri CIA eliyle örgütleyip , silahlandırmış şeriat adı altında girilen her yerde katliamlara girişilmişti. Çin yöneticileri Pakistan yoluyla Afgan gericilerine destek veriyordu. AEP böyle bir süreçte fiili olarak desteklemese de Sovyetler Birliğine karşı çıkmak adına bu girdaba kapılmıştı.
“Ateş, yabancı işgalcilere sürekli ateş!” (Orta Doğu Üzerine Düşünceler- Enver Hoca 1979)
“raporları okurken veya TV’de sık sık Afganlı savaşçıların Sovyet işgalcilerine karşı eylemlerinden bölümleri izlerken, kar, buz, yağmur ve diğer güçlükler arasında ve yalnızca tüfekleriyle nasıl kayadan kayaya atladıklarını görünce şanlı ulusal kurtuluş savaşımıza geri gider ve halkımızın cesareti, yiğitliği ve fedakarlığını hatırlayalım…” (Orta Doğu Üzerine Düşünceler- Enver Hoca 1979)
HALKA GÜVEN HALKIN DA GÜVENİNİ KAZANDIRIR
Dış politika da tartışmalı/ çatışmalı süreçler yaşanırken ülke içinde işler iyi gidiyordu. Halkın siyasal yaşama katılımı üst düzeydeydi. Ekonomik alanda sürekli gelişme yaşanıyor, pek çok proje halkın doğrudan katılımı, inisiyatif almasıyla hazırlanıyor ve uygulamaya konuluyordu.
13-20 Şubat 1961 yılları arasında AEP 4. kongresi toplandı. 1960 yılına kadar sosyalist sektörün ekonomi içindeki ağırlığı hızla arttı. Tablolardan görüleceği gibi özel mülkiyet büyük oranda tasfiye edilmiştir. Sınıf bileşeninde önemli değişiklikler olmuş, devrim öncesi adeta sıfıra yakın olan işçi sınıfı toplumun neredeyse
¼ ini oluşturmaya başlamıştır.
Ayrıca 1960-65 yıllarını kapsayacak 3. beş yıllık plan kabul edildi. Kongre sonrası SBKP ilişkilerin kesilmesine yol açacak süreci hızlandırdı. İlişkilerin kopması sonrası Arnavutluğun toplam dış ticaretinin yaklaşık yarısını SSCB ile yapmasından kaynaklı ekonomi zor bir döneme girdi. Yardımların kesilip uzmanların geri çağırılması pek çok projenin yarım kalmasına, halkın çektiği sıkıntıların artmasına yol açtı. Modern revizyonistlerin AEP ile halkın arasını açmak, Arnavutluk’u dize getirmek için her yolu denemesi sonuç vermemiş 3 haziran 1962 yılında yapılan halk meclisi temsilci seçimlerine katılım %100 ü bulmuştu. Oyların tamamına yakını demokratik cephe adaylarına verildi
1962 yılında Çin Arnavutluğa krediler, teknisyenler vb. göndererek yardımlarda bulundu. Çin’de büyük proleter kültür devrimi başlatıldığında Arnavutlukta da paralel adımlar atıldı. Dini gericiliğe karşı başlatılan kampanyalar yoluyla halkın bilinçlendirilmesi çalışmaları hızlandı. Bürokratizme karşı kampanyalar başlatıldı. Kadroların uzun süre aynı mevkide kalmaktan kaynaklı yozlaşmasını önlemek için çeşitli görevlere kaydırıldı. Mevcut kadroların %25’i köylük bölgelere üretime katılmaya gönderildi.
Aydın ve akademisyenlerin her yıl bir ay süre ile köylük bölgelerde çalışmaya katılması sağlandı. Öğrenim gençliğinin de çeşitli üretim alanlarında gönüllü çalışması teşvik edildi. Orduda rütbeler kaldırılıp siyasi komiserlik sistemi getirildi. 1962 ve 66 yılları arasında meclis seçimlerinde halk %100’e yakın bir oyla AEP’e olan desteğini göstermiş oldu. AEP 5. kongresi 1966 Kasım’ında toplandı. Kongre ideolojik ve kültürel alanda atılım kararı aldı. Bürokrasiye karşı mücadele başlatıldı. Tarımın kolektifleştirilmesi 1966 Mart’ında tamamlandı. Devlet görevlileri (partili, asker, öğretmen, sanatçılar vb.) erkeklerde yılda bir ay kadınlarda 15 gün olmak üzere üretim sürecinde çalışacaklardı.
Kadının üretime katılmasında da gelişmeler yaşandı. 1967 yılında işçilerin %42’sini kadınlar oluşturuyordu. Pek çok olumsuzluğa rağmen Arnavutluk ekonomisi gelişmiş, halkın yaşam koşullarında büyük ilerlemeler sağlanmıştı. Tarım ülkesi bile sayılmayan Arnavutluk devrimden sonra hızla sanayileşme sürecine girmiş parlak başarılar elde edilmişti. Devrimden sonra tarım üretimi de 2-3 kat artış göstermiştir. Ekonomi sağlamlaştıkça milli gelir ve ücretlerde gözle görülür iyileşmeler sağlanmış oldu. 1974 yılında savunma bakanı Bekir Balluki darbe girişiminde bulunduğu iddiasıyla görevden alındı 1976 yılında 7. kongre toplandı. Kongre önemli kararların alındığı ve başarıların elde edildiği bir dönemde toplandı. Arnavutluk Sosyalist Halk cumhuriyeti olarak ülkenin adı değiştirildi
Ülkemizde milyonlarca insan okuma yazma dahi bilmiyor. Hastane kapılarında rehin kalan, vergi ve diğer borçlar yüzünden intihar eden, hapishaneye düşen binlerce insan vardır.
Arnavutluk 1976’larda tüm bu sorunları kökten çözüme bağlamıştı. “Sosyalist Arnavutluk, yeryüzünde bütün vergileri kaldıran ilk ülke oldu. Eğitim ve sağlık hizmetleri şehir ve köylerdeki nüfusun tümü için parasızdır.”(Enver Hoca 7. kongre-1976)
Dünyada ve ülkemizde kadınlar ya eve hapsedilmiş, ya da çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılmıştır. Arnavutlukta yine o dönem kadının erkekle eşit şartlarla yan yana mücadele ettiği ortam hazırlanmıştı. Bir yandan çocuk yuvaları, kreşler vb. yapılırken diğer yandan kadın üretime doğrudan katılıyordu . “bugün kadınlar, ülkemizdeki emekçi halkın %46’sını oluşturmaktadır.” ( Enver Hoca 7. kongre-1976)
Türkiye de elektriksiz ve telefonsuz köy kalmadığından dem vurulalı 15-20 yıl oluyor. Elektrik ve telefon “gelişmenin”, “çağ atlamanın” birer göstergesi olarak anlatılıyor. Eleştirilen, yoksul, gelişmemiş görülen Arnavutlukta bu sorun yaklaşık 35 yıl önce çözülmüştü. “bütün ülkenin elektriğe kavuşmasının ardından, bütün köylerde telefon bağlantısı kurulması sağlanmıştır.”( Enver Hoca 7. kongre-1976)
1978’lerde Çin’le ilişkilerin kesilmesi Arnavutluğu iyice yalnızlığa itti. Diğer sosyalist ülkelerle ilişkileri büyük oranda kopuk olması sıkıntıları büsbütün arttırıyordu. 1980 başları içe kapanmanın zararlarının su yüzüne çıktığı, artık mücadelenin, kavganın içeride verildiği yıllar oldu. Enver
Hocadan sonra devrimin mimarı sayılan, yaklaşık 35 yıldır başbakanlık düzeyinde çalışan Mehmet Şehu yabancı ülkelerin ajanı suçlamasıyla 1981 yılında görevden alındı. Bazı yöneticiler idam edildi. 1982 yılında ise Mehmet Şehu’nun intihar ettiği söylendi. Tam deprem atlatıldı, sular durulacak derken 1982 yılında Mehmet Şehu’nun yerine başbakanlığa getirilen Adil Çarçani’nin ABD, SSCB ve Yugoslav gizli servislerine 2. dünya savaşından beri ajanlık yaptığı ileri sürüldü
DEVRİME ADANMIŞ BİR YAŞAM
4 Kasım 1985 yılında Arnavutluk devriminin önderi dünya sosyalist hareketine sayısız hizmetlerde bulunmuş Enver Hoca öldü.
Enver Hoca onlarca yıl Arnavutluk siyasetine yön vermekle kalmayıp dünyada adından devamlı bahsedilen kişiydi. İlkesel konularda tavizsiz, mücadelenin, kavganın en sert yaşandığı anlarda kararlı duruşuyla düşmanında bile saygı uyandırmıştır. Sonuçları çok kötü olsa da doğru bildiğini söylemekten asla çekinmezdi. Arnavutluğun simgesi kartal belki de en çok onun kişiliğinde karşılığını buluyordu.
İnandığı, güven duyduğu kişilerin karşısında adeta çocuklaşırdı. Çıkarsız, temiz, duru bir heyecanı hep içinde taşırdı . Stalin’le görüşmek için gittiği Sovyetler Birliğinde sanki bir devletin başkanı değil de bir çocuğun ruh halini taşıyordu. “Moskova’ya bu ziyaret için, parti merkez komitesince seçilen arkadaşlarım ve ben, büyük Stalin’le karşılaşacağımız için anlatılmaz bir sevinç duyuyorduk. Marksist- Leninist teori ile ilk tanıştığımızdan beri gece gündüz, Stalin ile karşılaşmayı düşlemekten vazgeçmemiştik…” (Enver Hoca Stalin’i anlatıyor)
Yazımızda Arnavutluk’ta yapılan hatalar ve doğrulara değinmeye çalıştık. Hiçbir devrimcinin olmadığı gibi Enver Hoca’da hatasız değildir. Amaç hatalarından dolayı yerden yere vurmak olmadığı gibi başarılarından yola çıkarak azizleştirmek de olmamalıdır. Her başarıdan olduğu gibi başarısızlıktan da öğrenmesini bilmeliyiz.
Enver Hoca yaşamda doğru bildiklerinin arkasında korkusuzca, gözünü kırpmadan giden büyük bir devrimciydi. Gülümsemenin en çok yakıştığı insanlardan biriydi.
Sayı 28 (Mayıs – Temmuz 2009)