Bahadır DENİZ
Devrimci ilişkiler, arkadaş gruplarından, aile ilişkilerinden çok farklı bir temel üzerine kurulur. Bu ilişkilerin tanımladığı duruş, bütünüyle gönüllü bir tercihe dayanır. Kardeşlikte bile zorlamalar, gönülsüzlükler vardır; yoldaşlıkta yoktur. Sözünü ettiğimiz şey, tercihin niteliği ile ilintilidir.
Bu; hukuksuzluk, denetimsizlik anlamına gelmez. Ortak olarak kabul edilen, hatta taşınan kimliğin ve başarının güvencesi sayılan ilkelere uyum için, elbette ki bir hukuk, bir denetim vardır/olmalıdır.
Yapılan işin önemi ve dolayısıyla güzelliği kavrandığında; bu işin içinde olan tüm yoldaşlara duyulması gereken sevginin, niteliği de büyüklüğü de kavranır. Bunun ayırdına varmak, sahiplenmeyi beraberinde getirir. Kişi, çok sevdiği bir şeyi ölümüne gözetir; ona zarar verenlere karşı tepkisi de sevgisi oranında büyür. Bunu yaparken, duygusal davranmayıp gereken tavrı takınmak da devrimcilikte olgunlaşmış bir kimliğin gerekleri arasındadır.
Tüm siyasal yaşamı boyunca; ayrılıklarla, kamplaşmalarla; sürtüşme, didişme ve entrikalarla mücadele etmek zorunda kalan Lenin’in; ilişkilerde kişiselleştirici tutum ve tercihlerde -en zor anlarda bile- bulunmaması, örnek bir kimlik olarak anılmalı ve ondan öğrenmeye devam edilmelidir.
1908-1911 yılları arasında yaşanan parçalanma döneminde, Vperyod grubuna karşı yoğun mücadele yürüten Lenin, 1912 Kasım’ında Vperyod’cuların Pravda’da çalışma önerisinde bulunduklarını ve geri dönmek istediklerini Pravda’dan öğrenir. Bu konuyla ilgili olarak Gorki’ye yazdığı mektup, her yanıyla öğretici nitelikte bir metindir:
“Eğer… evet eğer, yazdığınız gibi, ‘Machizm, tanrı yapıcılığı ve buna benzer şeyler ebediyyen geçmişte kaldıysa, ‘Vperyot’cuların geriye dönmeleri üzerine duyduğunuz sevince yürekten katılmaya hazırım. Eğer bu doğruysa, eğer ‘Vperyot’cular bunu anladılarsa ya da şimdi anlıyorlarsa, onların geri gelmeleri karşısında duyduğunuz sevince yürekten katılıyorum. Ancak ‘ eğer ‘ sözcüğünün altını çiziyorum, çünkü bu şimdilik bir gerçek olmaktan çok bir dilektir… Bogdanov, Bazarov, Volski (yarı Anarşist), Lunaçarski ve Aleksisnki’nin 1908-1911 yıllarının çetin deneyimlerinden ders çıkarıp çıkaramayacaklarını bilmiyorum. Marksizm‘in, gözüktüğünden daha ciddi ve derinlikli bir mesele olduğunu, onun, Aleksinski’nin yaptığı gibi alaya alınamayacağını, ya da diğerlerinin yaptığı gibi ölü bir şeymiş gibi ele alınamayacağını kavradılar mı acaba? Eğer bunu kavradılarsa, onları bin kez selamlarım ve bütün kişisel çatışmaları (mücadelenin sertliği kaçınılmaz olarak bunu beraberinde getirdi) anında unutacağım. Ama eğer bunu kavramadılarsa, hiçbir şey öğrenmedilerse, kimseden hoşgörü dilenmesinler: burada dostluk hiçbir işe yaramaz, kozları paylaşırız. Marksizm’i hor görmeye ya da İşçi Partisi’nin politikasına karışıklık taşıma denemelerine karşı ölüm-kalım mücadelesi veririz“
Krupskaya, Lenin’in davayı her şeyin üzerinde tutma konusundaki ustalığından şöyle söz eder: “İlkesel görüş ayrılıklarını entrika ve kişisel çatışmalardan ayırmayı ve davayı her şeyin üzerinde tutmayı bilmek, Lenin’in özelliklerinden biriydi. Plehanov kendisine ne kadar sövüp saymış olursa olsun, davanın çıkarı onunla birleşmeyi gerektirdiğinde, hemen bu yolu tutmuştu Lenin. Şimdi de Aleksinski, bir zamanlar grubumuzun yaptığı toplantıya girip çirkin davranışlarda bulunmuş olsa da, bugün büyük bir gayretle ‘Pravda’da çalışmanın, Tasfiyecilerle mücadele etmenin, Parti’den yana çıkmanın zorunlu olduğu düşüncesine vardığında Lenin bundan gerçekten hoşnut olmuştu. Buna benzer birçok örnek gösterilebilir. Herhangi bir hasmı Lenin’e saldırdığında, buna çok öfkelenir, acımasızca direnir, görüşlerini savunurdu. Fakat yeni görevler önüne çıktığında ve hasımlarla işbirliği yapmanın olanaklı olduğu anlaşıldığında, dünkü hasmına yoldaşı gibi davranmayı bilirdi Lenin. Ve bunun için kendisini zorlamaya kesinlikle ihtiyaç duymazdı. Lenin’in üstünlüğü burada yatıyordu işte. İlkesel açıdan çok dikkatli olmasına rağmen, insanlarla ilişkilerinde çok iyimserdi. Bazen yanılırdı, ama genelde iyimserliği dava için her zaman çok yararlı oldu. Ama ilkelerde anlaşma olmadığı sürece kişisel barışmalar da olmazdı .” (Krupskaya; Lenin’den Anılar, s:237)
Dikkat edilirse Lenin; daha önce, çirkinliğe varan tutum ve saldırılar, ilkesel görüş aykırılıkları, vb. sebeplerle bütünüyle yolunu ayırdığı insanların bile, geri dönüşlerine yürekten sevineceğini söylüyor. Ama, kıstasları çok net; en ufak bir kişisellik, duygusallık yok. İşte bugün solun başaramadığı ve bu nedenle çokça zararını gördüğü şeylerden biri de budur. Kimlik kazandırma işi de ilişki kesme meselesi de hafife alınamayacak önemdedir. Kişi, “gelirken”de “giderken”de öznel, tutarsız davranabilir; dün övdüğüne, bugün sövebilir; bunun nedenlerini açıklamak da, muhtemel zararlarını bertaraf etmek de mümkündür; ama bunu, örgütsel irade adına hareket edenler yapıyorsa, yani bu bir örgütsel nitelik halini almışsa, asıl vahim olan odur.
Devrimcilerin, kolay kazanma lüksü de kolay kaybetme lüksü de yoktur. Tüm inşa çeşitlerinden daha titiz olmayı gerektiren devrimci mimarlık, ölçek seçiminde de ölçeklere uyum konusunda da tam bir ustalık gerektirir. Hareketi oluşturan bireylerin hiçbir şeye itiraz etmemesi, her şeyi olduğu gibi kabul etmesi, verilenle yetinmesi biçimindeki “barışıklık”, ilk bakışta hareket için bir güvence gibi görülebilir. Gerçekte ise, bu tür barışıklıklar konjonktüreldir; salt buna güvenerek hareket edilirse, herhangi bir özel saldırı, zorlanma, vb. durumunda, örgütsel bütünlüğü korumak olanaksız hale gelebilir.
Hareketle ilişkide bağlılık, sevgi çok önemlidir. Ne var ki bu, geçici olgulara, çıkara, vb. değil; aynı değerlerin taşıyıcısı olmaktan beslenen, özel bir paylaşıma dayanmalıdır.
Hiçbir şeyi aceleye getirmeye gerek yok. “Şimdi yeni bir binanın temellerini atıyoruz, çocuklarımız binayı tamamlayacak ” (Lenin) diyorsak; temeli sağlam atmak durumundayız. Sabırsızlıkla, rekabetle, küçük-burjuva hantallıkla malul ülkemiz solunun; günlük yaşamda, karşılıklı ilişkilerde dışavurduğu aceleci kültürün veya sebep olduğu itekleyiciliğin etkisine girmeden, öncelikle kendimize/değerlerimize güvenerek yol almalıyız.
Devrimci potansiyeli, geçmişte devrimci zeminlerde bulunmuş insanlardan ibaret görmek, onlar olmayınca, bu işin yürümeyeceğini düşünmek, bir özgüven eksikliğidir. Böyle bir yaklaşım, yeni insanlar kazanma iddiasından yoksundur. Gerçekte ise, üzerinde yaşadığımız coğrafyada, çok güzel insanlar var; önemli olan, onlara ulaşma yöntemini bulmak ve gerekli sabrı göstermektir. En yakınımızdaki insanların bile, hâlâ neden örgütsel duruşumuzu paylaşmadığını, mekanlarımıza bile çoğu kez uğramadığını düşünür, buna kafa yorar ve aradaki mesafeyi kapatma amacıyla işe, yanı başımızdakilerden başlarsak; “her insanın yapabileceği bir şey, koyabileceği bir katkı mutlaka vardır” diyen hareketimizin bu önermesini rehber alırsak; artık “fosilleşmiş” olan kimi ilişkilerle aynı koordinatları paylaşmıyor olmayı bir eksiklik olarak görmekten kurtuluruz.
Bir zamanlar alev alev yanan bir volkanın sönmüş hali, tepkisiz ve kıpırtısız duruşu, insana garip bir hüzün verir. Aynı şey, devrimciliğini yaşam yolunda çoğaltmayı becerememiş ve giderek tüketmiş olan “eski devrimci”ler için de geçerlidir. Bunların, sisteme karşı edilgenliği ve uzlaşmanın küçültücülüğü karşısındaki rahatlığı, insanda hüzünle karışık farklı duygular uyandırır.
Her hücresi irin kokan bir sistemle barışmak ve ölçülerini benimseyerek yaşamak, gerçek anlamda yaşamak değilse de bu, insana giderek kabul ettirilir. Önüne büyümeyi koyan; kendi geçmişiyle, alışkanlıklarıyla, katmer katmer çoğalmış ve yaşamda çürük tat bırakan bencilliğin bozucu etkisiyle kıyasıya dövüşen bir insan için çelişkiler, güzellikten yana çözülecek; yenileştirici olan, çürütücü olana üstün gelecektir. Önüne küçülmeyi koyanlar ise, amacını bu şekilde ifade etmese de, sistemin en pis kokularına bile giderek alışmanın yolunu tutmuş olurlar. Sistemin adım adım kazandırdığı alışkanlıklar, vücut kokusu gibidir; giderek rahatsızlık vermemeye başlar.
YOLDAŞLIKTA GÜVEN, GEÇİCİ VE BİÇİMSEL NEDENLER ÜZERİNDE DEĞİL, SAĞLAM BİR TEMEL ÜZERİNDE VE ÖZE DAİR NEDENLERLE OLUŞUR
Devrimcileri, diğer toplum kesimlerinden ayıran özelliklerden biri de, göğüs kafeslerinin içini gösterircesine açık/samimi olmalarıdır. Bu açıklık, bütün bir yaşamını ortak amaçlar etrafında şekillendiren, kapitalizm koşullarında kapitalizmin etki alanının dışına çıkabilen, insandışılaşmanın kaynağına inerek, insanlaşmaya giden gerçek basamaklarla tanışabilen öznelerde oluyorsa; dokusunu sevgi ve güvenin oluşturduğu, aşındırılması güç bir ilişki ortaya çıkar. İşte, birbiri ile ilişkilerini yoldaşlık olarak tanımlayan kişilerin; birbirini kolay kırması, tahammülsüz ve sekter davranması, yukarıdaki tanıma uymadıklarını, o kaliteyi/seviyeyi yakalayamadıklarını gösterir. Çünkü yoldaşlık, bırakalım günlük yaşam kesitlerindeki küçük ayrıntılara yenik düşmeyi, çok daha zor sınavları atlatmaya elverişli bir ilişki biçimidir. Yoldaşlık, ortak değerler üzerine bina edilir ve tüm yoldaşlar, bu değerlerin taşıyıcısı olarak kabul edilir. Bu nedenle, yoldaşlık; özel bir kardeşleşme şeklidir; bu kardeşlikte herkes aynı ölçüde değerlidir.
Kişiselleştirici tutumlar, bozucu bir etki yapar. Yoldaşlıkta oluşan güven, diğer başka ilişkilerde rastlanan, yapay ve zorlama nedenlere dayanan ve bu nedenle içi boş olan güvenden öz olarak ayrılır. Böyle bir güveni bozmak, ona gölge düşürmek zordur. Karşı-devrim güçlerinin, devrimcileri karalamak üzere ortaya attığı iddialar düşünülecek olursa; gerçekte devrimcilerin kendine ve yoldaşlarına güveni karşısında çok basit/anlamsız kalır. Ne var ki, devrimci kimlik ve dolayısıyla yoldaşlık, gerektiği biçimde oluşmamışsa, aşındırıcı çabalar sonuç alabilmektedir.
Örneğin sorgu süreçlerinde polis, devrimcilerin moral dünyasında gedikler açmak için, “kullanılıyorsunuz, sömürülüyorsunuz; sizi kullananlar lüks içinde yaşıyor.” gibi, basit ve hatta komik araçlarla saldırır. Var olan ilişki, gerçekten yoldaşlık ilişkisiyse; bu tür saldırılar, sahibini komik duruma düşürür ve devrimciler bu basit saldırılar karşısında kendilerini daha da güçlü hissederler.
Yoldaşlıkta sahiplenme refleksi güçlü olmalıdır. Yoldaşlarla ilgili yanlış anlaşılabilecek bir haber veya görüntü karşısında da bu refleks korunmalı, her yanıltıcı işarette olumsuz kanaatler geliştiren felaket tellalları ile aramızda nitelik farkı olmalıdır . Mesela, yaşamındaki her şeyi devrim amacına göre düzenleyen Lenin, Finlandiya’da kaldığı köy evinde sıkıntılı ruh halleri içinde olduğunda, köy evinin tüm sakinleri oturur iskambil oynar, onu da oyuna katardı. Geçici olan bu duruma tanık olunması halinde olumsuz bir kanaat geliştirmek, Lenin’i tanımamak anlamına gelir.
Devrimci çalışmada hangi taşların kullanılacağı, hangi taşın, bir diğerini tamamlamak üzere üstüne oturacağı, bunların nasıl bir harçla birleştirileceği konusu; bir hareketin çalışma alanlarına dair yaklaşımında gizlidir. Bütün bir yaşamı, hemen her ayrıntıyı, biçim ve rengi dikkate alarak örgütleyen; güne ve geleceğe dair iddialı olan; entelektüel-akademik bir çabanın yaşama dayatılmasıyla değil, yaşamın bizzat kendisinin kavranmasıyla elde edilen sonuçların ön açıcılığı ile ilerleyen Devrimci Hareket için, insana ve yaşama ait hiçbir sorun çözümsüzlük sebebi değildir.
Devrimci Hareket -bırakalım her alanı ve her sorunu- en genel problemler için bile, genel-geçer kalıplar oluşturmaz. Önceliği, olguların özünü/iç hareketini kavramaya verir. Böyle olunca, sorunların eski veya yeni olması, benzer veya farklı olması, legal veya illegal alana ait olması bir bocalama sebebi oluşturmaz. Hayata ezberle yaklaşanların ezberinin bozulma ihtimali her an vardır . Yöntemini, olguları kavrayarak çözüm üretmek biçiminde geliştirenler ise, sorunların karşısına ezberin değil, yöntemin donanımıyla çıkar.
Bugün, hareketimizin bağrında birikmiş olan kavrayış ve beceri; yoldaşlarımız tarafından alanlara, aslı aşındırılmadan taşınabilirse; rahatlıkla söyleyebiliriz ki, sorunlar ne denli büyürse büyüsün, çaresizlik hali yaşanmayacaktır.
Mücadeleye, belirli kalıpların sınırlayıcılığında yaklaşmayanlar, hareket halindeki yaşamın yenilenme ve öğreticilik potansiyeli ile tanışma, değişme ve değiştirme etkinliğine açık olma fırsatı bulacaktır. Bilindiği gibi, yolgöstericiliğin en rafine biçimini kendi şahsında toplamış “önder ler mücadele içinde doğarlar, mücadele içinde olgunlaşırlar, güçlerini mücadeleden alırlar.” (Krupskaya).
Düzenli yaşam, çok amaçlılık, dolu dolu yaşamak, vb. nedenlerle pek çok faaliyet alanına el atmak, hobilerde çeşitlilik sıkça rastlanan bir durumdur. Ne var ki, kişinin boş zamanları gibi dolu zamanlarını da belirli bir amaç dahilinde, öncelikleri dikkate alarak düzenlemesi; emeğini belirli bir alana doğru yoğunlaştırması, kimi etkinlikleri ihmal etmeyi ve seçici davranmayı zorunlu kılıyor.
Yaşamın diğer kesitleri ile ilişkilendirmeden, bağımsız olarak düşünüldüğünde; kendinden zararlı olmadığı sürece pek çok uğraş alanı gerekli/cazip görünür. Örneğin satranç, futbol, seyahat, dil kursu, vb. için durduk yerde karşı çıkmayı gerektirecek bir durum yoktur. Ancak, yaşamdaki duruş sebebiyle, söz konusu etkinlikler, “gereksiz, fazla veya oyalayıcı” olabilmektedir. Örneğin Lenin, ” İnsanın çok zamanını alıyor, bu da çalışmaya zararlı diyerek satrancı; ” Beni yoruyor, çabuk uykum geldiği için pek iyi ders çalışamıyordum diyerek pateni; “öteki derslerini engellediği için” de Latince çalışmayı bırakmış. Buradan çıkaracağımız sonuç; yabancı dil çalışmanın, spor yapmanın veya kültürel faaliyette bulunmanın yanlışlığı değil, öncelikler etrafında biçimlenmiş bir program dahilinde hareket etmek gerektiğidir.
Hareketimiz, insanları sınırlamak için değil, zengin bir ufuk kazandırarak özgürlüğün gerçek tonlarıyla tanıştırmak için vardır. Bizler için güzellikler, “vaadedilmiş bir gelecek”te değil, bütün bir süreçte içkindir. Ve yolun güçlüklerinin veya uzunluğunun gölgeleyemeyeceği cinstendir.
Sayı 9 (Mayıs-Temmuz 2003)