KESK’E BAĞLI SENDİKALARDA BAŞLAYAN GENEL KURULLARA
DEVRİMCİLER NASIL YAKLAŞMALIDIR
KESK’e bağlı sendikalarda genel kurul süreci başladı. Bu dönemlerde yaşananların artık bir ezber oluşturduğunu söylersek sanırız abartı olmaz. Hiç kimse, yaşanacak tekrarlara şaşırmamaktadır.
Hatta neredeyse herkes, umudun bu kadar kolay tüketilmesini de kanıksamış gözükmektedir. Umudun bu denli tüketildiği ortamlarda devrimcilere düşen görev, gidişata soldan müdahale etmektir.
Yanlışı Görmeyenlerin Değiştirme Şansı Yoktur!
Mevcut duruma, doğru ve dönüştürücü müdahalede bulunabilmek için, öncelikle gerçekliği tüm çıplaklığı ile tanımlamak gerekiyor. Ortaya çıkacak olan tablo can sıkıcı olsa da ilk yapılması gereken budur. Gidişatın rotasını değiştirmek için mevcut durumu çözümlemek tek başına yeterli olmayacaktır. Bununla birlikte, yerine konulacak olan işleyişi tanımlamak da ikinci bir zorunluluktur. Mevcudun yerine alternatifini tarif edemeyenler, sonuçta var olana teslim olmaktan kendini kurtaramaz. Genel kurullarda bugüne kadar yaşadığımız ve içimizdeki sistem olarak tanımlayabileceğimiz yöntemleri köklü bir eleştiriye tabi tutmadan, kararlı adımlar atabilmek mümkün değildir.
Genelde sendikalarda özelde ise KESK içerisinde genel kurul denildiğinde seçimler akla gelir oldu. Oysa genel kurullar sendikal sürecin değerlendirildiği, geçmiş eleştirisinin yanında geleceğe yönelik politikaların belirlendiği süreçler olarak bilinir. Genel kurulların aynı zamanda hesaplaşmanın yaşandığı en yetkili organlar olduğu da unutulmamalıdır. Gelin görün ki uzun bir zamandır, yaşanan yönetim zaafları dahi, enine boyuna değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır. Bunun en önemli nedeni ise hakim olan grupların aynı yanlışlara sürekli ortak olmalarıdır. Öyle ki bir genel kurulda seçim işbirliğine giden iki grup, bir sonraki genel kurulda rakip listelerde yer alabilmektedir. Ortaklaşmanın da rakip olmanın da inandırıcı hiçbir politik gerekçesinin olmadığı herkesçe bilinmektedir. Çünkü programlı bir yan yana geliş söz konusu değildir. Seçim yöntemi olarak burjuvaziden ödünç alınan ve delegasyona dayalı olan uygulama, sistemdeki benzer çürüme durumunu saflarımıza da taşımıştır. Sistemde halk ile devlet arasındaki yabancılaşma, sendikalarda yönetim ile taban arasında yaşanıyor. Dolayısıyla sandık üzerinden şekillenen demokrasi, ancak sistemin demokrasi anlayışı kadar oluyor.
Sendikalardaki grupların gücü delege sayılarıyla ölçülür hale gelmiştir. Oysa bir sendikal grubun gücü, sokağa taşıdığı kitlenin niceliği ve niteliğiyle ölçülmelidir. Mücadele sahnesinde karşılığı bulunmayan güç tanımı, olsa olsa burjuva bir ilişkilenme biçimine denk düşer. Söylemek istediğimizi açacak olursak; genel kurulda yönetime seçilen liste, en az % 50 iradeyi temsil ediyor demektir. Şubelerde en az 250 delegenin oyunu alan yönetim kurulu, kendisine oy veren delegeleri dahi eylem süreçlerine taşıyamamaktadır. Eylemlere taşınan kitle gerçeğin ta kendisidir. 26 Mayıs “genel grevi” bu konuda herkesin ne kadar örgütlü olduğunun göstergesidir. Yaşanan bu zayıflığın sebepleri araştırılırken ilk ele alınması gereken genel kurul süreçlerinin nasıl tüketildiğidir. Programsız seçim iş birlikleri, telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açmaktadır. Mücadele programı veya siyasi eğilimler üzerinden şekillenmeyen iş birlikleri, bu tarz birliği tercih edenleri de hızlı bir şekilde eksen kaymasına itmektedir.
Akıllara durgunluk verecek seçim iş birliklerine tanık olmaktayız. Örneğin, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini temel alan bir grup anlayışı ile demokratik özerkliği güncel hedefleri arasında sayarak buna muhalif olan bir grubun seçim iş birliğini nasıl açıklayabiliriz?
Küçük Hesaplar Sahibini Küçültür!
Süreci örgütleme anlayışının yerini, kendini örgütleme kolaycılığı alınca, siyasal kaygıların yerini de faydacılık alıyor. Yalnızca kendini örgütleme gayreti, salt grupların kendini değil aynı zamanda sendikaları da güçten düşürmektedir. Mücadeleyi örgütleme anlayışının yerini grubu her şart altında yönetime taşıma anlayışı alınca, faydacılık burayla da sınırlı kalmamaktadır. Eskiden grup içindeki bireylerden söz edilmezdi. Hatta bireysel hatalar dahi grubun politik duruşuyla açıklanırdı. Şimdi ise siyasal grup isimleri yerini, kişiler etrafında kümelenmiş topluluklara bırakmıştır. Bu kişiler, kendilerini yönetimlerde konumlandırabilmek için çeşitli bölünmeleri dahi göze alabilmektedir. Bu çerçevede ortaya çıkan sıkıntılara, KESK Genel Merkezi’nde yaşanan istifalar etkili bir örnektir. Seçim iş birliği yapan grupların ilkesizlikleri ortalığa saçılmıştır. Ve adeta şapka düştü kel göründü durumu yaşanmıştır. Yan yana gelerek KESK GMYK’na seçilen beş grup, bir birinin kusurlarını ancak istifalar sonrası açıklayabilmiştir. Bu demektir ki istifalar yaşanmasaydı bir birinin kusurlarını örtmeye devam edeceklerdi. Ayrıca bu olay özelinde bir kez daha görülmüştür ki programsız birliktelikler sürece tahmin edilenden daha fazla zarar vermektedir. Yöneten- yönetilen ilişkisinde burjuva yöntemlerin tercih ediliyor olması, kapitalizme özgü hastalıkların saflarımıza taşınması anlamına gelmektedir. Uygulanmakta olan seçim sisteminin en büyük tahrifatı, tabanın edilgenleşerek sürecin dışına düşmesidir.
Tüm bu yaşanan olumsuzlukları nasıl ki tek tek kişilerin hatalarıyla açıklayamazsak, çaresini de kişi veya grupların iyi niyetleri ile üretemeyiz. Bu hastalıklar birer sonuçtur. Bu sorunlara kaynaklık eden sebeplerle mücadeleyi esas almak gerekir. Sebebi ise egemen sınıfların kültürel hegemonyasında aramak gerekiyor.
Düşüncelerin Çarpışmasından Gerçekliğin Netliği Doğar!
Sık sık solun ve dolaysıyla emekçilerin birliğinden söz edilir. Bu, yakıcı bir gerçekliği ifade etmesinin yanında eksik anlaşılan bir konudur. Sorunların tanımından mücadelenin araç ve yöntemlerine kadar, bir dizi temel soruya ortak cevaplar üretmeden oluşturulacak birlikler aldatıcı olduğu kadar aşındırıcı da olmaktadır.
Kişiler niyetleri üzerinden yan yana gelişleri yaşayabilir. Ancak toplumsal sorumluluğu olan yapıların birlikteliği iyi niyeti aşan bir sistematiğe dayanmalıdır. Bunun yolu da amaçlı ve disiplinli bir tartışma ortamının yaratılmasından geçer. Sendikal grupların hangi sorun karşısında ne tutum geliştirdiğinin dahi bulanıklaştığı şu ortamda, yürütülecek tartışmalar birliğe yol açmasa bile, en azından farklılıkları netleştirir ki bu da kazanım olarak görülmelidir. Sendikal mücadele programı tartışması, kimlerin yakın düşündüğünü açığa çıkartacağı için güç birliklerinin de önünü açacaktır. Burada samimiyetin ölçüsü, etkilemeye olduğu kadar etkilenmeye de açık olabilmektir.
Yürütülmesini önerdiğimiz mücadele programı tartışması, aynı zamanda politik seviyeyi de yükseltecektir. Farklı fikirlerin aynı ortamda dile getirilmesi, fikir sahiplerini geliştirmeye de hizmet edecektir. Mücadele programında anlaşabilmek her konuda aynılaşmak anlamına da gelmez. Bir siyasal yapı içinde dahi farklı düşüncelerin olduğu gerçeğini hatırlarsak, bu farklı düşüncelerin korkulacak bir durum olmayacağı da anlaşılır. Program birliğinin yakalanamadığı koşullarda gereksiz rekabetler ve aşınma yaşanmaktadır. Aslında buna bizzat KESK örnek olarak verilebilir. KESK içerisinde (bir- iki istisna dışında) bütün sol anlayışlar vardır. Ancak bu, tek başına emekçileri harekete geçirmeye yetmiyor. Farklı önceliklerin öne çıkıyor olması ve rekabet havası emekçilerde güvensizliğe yol açmaktadır. Demek ki tek başına solcuların yan yana dizilmesi birlik anlamına gelmiyormuş. Aslolan neyi, nasıl yapacağını tarif eden bir program etrafında ortak dili yakalamaktır.
Emekçilerin birliğini dert edinenler, öncelikle onlara güven verebilecek bir duruşu sergilemekle yükümlüdür. Ancak böylesi bir durumda en geniş cephenin yolu açılabilir. Netleştirilmiş talepler ve bu taleplere ulaşmak için kullanılacak araç ve yöntemleri açığa çıkarmak ertelenemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Ülkemizde sendikal mücadele de dahil olmak üzere; toplumsal mücadele alanlarının hiç biri, emperyalizmi ıskalayarak doğru bir duruş sergileyemez. Günümüzde emperyalizmin yaşamakta olduğu kriz, onu yeni arayışlara itmiştir. Bu çerçevede Türkiye’ye biçilen yeni roller açığa çıkmıştır. Emperyalizmin bölge politikalarında Türkiye’nin aktif rollere soyunması, ülkemizde emekçilerin çemberinin daha da daraltılacağı anlamına gelmektedir. Bir devlet biçimi olan faşizmin önümüzdeki dönemde daha da saldırganlaşacağını görmek artık zor değil. Emperyalist tekellerin talepleri doğrultusunda çıkartılan saldırı yasalarının, potansiyel olarak emekçilerde itirazlara sebep olacağını iyi bilen egemenler, 20-30 yıllık hesaplar yapmaktadır. Bu anlamda emekçilerin olası tepkileri, geliştirilecek yanıltıcı yöntemlerle yine sisteme yedeklenmeye çalışılıyor. O zaman yapılması gereken gayet açıktır. Bu oyunu bozmak!
Emek düşmanı sistemin programını bozmak için emekçilerin programını inanılır bir yapıya kavuşturmak gerekir. Bu devrimcilikte ısrar edenlerin omuzlarında duran bir sorumluluktur. Nitelikli bir cephe yaratıp güçlü çıkışlarla sarsıntılar oluşturmak gerekmektedir. Gündemin peşinden koşan değil, güç biriktirip gündem yaratan çıkışlar gidişin yönünü değiştirme potansiyeline sahiptir. Cılız basın açıklamalarıyla günü kurtarmayı değil, devletin saldırı yasalarını püskürtecek güçlü çıkışlara ihtiyaç duyulmaktadır.
KESK’e bağlı sendikalarda başlayan genel kurullar bu anlayışla örgütlenirse, umudu diriltme başarısını yakalayabiliriz. Aksi halde bu ablukayı dağıtma şansı gözükmemektedir.
Önümüzdeki dönem kendini örgütleyenlerin adıyla değil, süreci örgütleyenlerin adıyla anılacaktır. Çünkü süreci örgütleme becerisini gösteremeyenlerin, kendilerini koruma şansları da olmayacaktır.
Rekabet Böler Mücadele Birleştirir!
Yaşasın Devrimci Eylemin Birliği!
15 OCAK 2011
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN