Sovyet bilim insanı İvan Pavlov fizyoloji ve psikoloji dallarına çok önemli katkılarda bulunmuştur. Pavlov’un hayvanlar üzerinde yaptığı klasik koşullanma ( şartlı refleks) deneyleri ünlüdür.
Laboratuar’da gerçekleştirilen deneylerde köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. Köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Ancak et vermeden sadece zil çalarak süren deney bir süre sonra köpeğin zile tepki vermemeye başlamasına yol açmıştır. Şartlı ya da şartlandırılmış refleks denen olay da budur. Hayvanlarla (Kedi, kuş vb.) iç içe olan insanlar şartlı refleks deneyinin çeşitli versiyonlarını sürekli gözlemleyebilir.
Şartlı refleks deneyi, canlıların zaman içinde karşılaştıkları sorunlara çeşitli tepkiler verdiğini ve koşullar değiştiğinde ise tepkilerin de değiştiğini gösterir. Günümüzde egemen sınıflar bu bilimsel bilgiyi, insan davranışlarını yönlendirmekte kullanmaktadır. Sıkça manipülasyon (hileli yönlendirme) olarak kullanılan kavram da kaynağını bu deneyden almaktadır. Ve aynı zamanda egemen sınıflar, insan davranışlarını yönlendirme/yönetme işini sistemli bir araçlar bütünüyle yürütmektedir. Okul, din, medya vb. ise bunun en bilinen araçlarıdır. Kapitalist pazarda satılmak istenen metalar ise, insan sağlığına, doğaya ne kadar zararlı olursa olsun, çeşitli reklam, pazarlama teknikleri ve ambalajlama yöntemleriyle adeta kapışılır hale gelmektedir. Hamburger, Cola, Cips vb. genetiğiyle oynanmış, çeşitli kimyasal süreçlerden geçirilmiş zararlı gıda ürünlerinin, koparılan gürültü ve imaj bombardımanıyla satış rekorları kırması da bunun göstergesidir. Gıdanın dışında giyim, oyuncak, temizlik vb. yaşamın en özel alanlarına dahi giren kapitalizm, insanların ne giyeceğinin belirlendiği modadan, yılın çeşitli günlerine yayılmış tüketim günlerine; gidilecek filmlerden okunacak kitaplara kadar hemen tüm alışkanlıkların belirlenmesinde de uzun bir mesafe kat etmiştir.
Algılama, kavrama ve tepki verme anlamında adeta uyuşturulmuş, hipnotize edilmiş insanların karşı çıkma refleksi de zayıflar. Eskiden yalnızca, kapitalist sistemin işine yaramayacak hale geldiği kabul edilen akıl hastaları çeşitli yöntemlerle (müzik, ilaç, terapi vb.) uyuşturularak zararsız hale getiriliyordu. Psikolojik rahatsızlıkların büyük bir çoğunluğunun kaynağı olan
kapitalist sistemin, bu rahatsızlıkları çözmesi de mümkün değildir. Ancak büyük oranda yalnızca psikolojik rahatsızlıklar için kullanılan uyuşturarak zararsız hale getirme yöntemi artık toplumun tamamını kapsayacak biçimde geliştirildi. İnsan için bazı yerlerde sosyalleşmiş hayvan tanımı kullanılır. Kabalaştırılmış bu tanım tamamen haksız da değildir. İnsanı insan kılan en büyük özelliklerden biri sosyal bir canlı olmasıdır. Milyonlarca yılı kapsayan insanlaşma sürecinin yaklaşık %95’inde paylaşım, dayanışma, sevgi sayesinde insan; ayakta kalmış, ilerlemiş, çevreye adapte olabilmiştir. Sınıflı toplumlara geçişle birlikte ve özellikle kapitalist sistem tarafından bireycilik, bencillik öyle bir düzeye gelmiştir ki insan; sadece topluma yabancılaşmakla kalmayıp; en yakınındaki arkadaş, akraba, sevgili ve hatta kendisiyle bile rekabet edip, kavga eder duruma düşürülmüştür. Kendine bile yabancılaşmış insanların mücadele etme, alternatif geliştirme derdi de gücü de yoktur. Özgürlüğü hiçbir şeyi ve hiç kimseyi önemsemeden yaşamak olarak tanımlayanların her saniyesi çölde serap görür gibi geçer. Gerçekte düşüncelerinden eğlencesine, giyimine, gıdasına ve sevgisine kadar hemen her şeyinin kapitalist sistem tarafından dizayn edildiği açık cezaevinde yaşadıklarını bilmezler. Esaretin en tehlikelisi farkında olmadan yaşanılandır.
Hiç kimse özgür olduğunu zannedenler kadar tutsak değildir.
İnsanlaşmanın önündeki son engel olan kapitalist sisteme muhalif olmadan, alternatif geliştirmeden karşı durmak mümkün değildir. Bireysel tavır alışlar, tepkiler tabii ki önemlidir. Ancak düzeni değiştirmek, çürüyeni atıp sağlıklı olanı geliştirmek için çok daha fazlasına ihtiyaç var. Egemenlerin elindeki fiziki zor aygıtı (ordu, polis, hapishaneler vb.) istedikleri sonucu alabilmekte etkilidir ancak kesin, kalıcı ‘başarı’ için fiziki zorun yanına, ideolojik zoru (aile, okul, medya vb.) da eklemeleri gerekmektedir. İdeolojik temeli ve etki gücü olmayan hiçbir baskı aygıtının ömrü uzun olmaz. Burjuva ideolojisinin başarısı, kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarıymış gibi gösterme becerisinde yatar. Burjuvazi elindeki tüm imkanları devreye sokarak halkın bilinçlenmesini, kaderini kendi ellerine almasını engellemeye çalışır.
Kapitalist sistemi yıkıp yerine eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliği koymaya çalışan devrimciler, içinde bulunduğu toplumun davranışlarını, tepkilerini anlayıp acılarına ve sevinçlerine ortak olma biçimindeki bir kaynaşmayı sağlayacak birikimde olmalıdır. Devrimciler halk denizini mayalayacak öznelerdir. Toplumu anlamanın yollarından biri de Sosyal bilimler (Sosyoloji, Psikoloji vb.) konusunda yetkinleşmektir.
Sosyal Bilimlerin diğer bilim dallarında olduğu gibi kesin yargılara varması zordur ve çoğu zaman genellemelere dayanır. Toplumsal yaşamda insanların en dar (basit) faaliyetlerinde bile pek çok olgu işin içine dâhil olur. Birden çok insanın ortak faaliyetinin sonucunu kestirmek ise daha zordur. Sosyal bilimlerde kesin yargıların olmaması hiçbir şeyin bilinemeyeceği, önceden planlanamayacağı anlamına gelmez. Trafiğin yoğun olduğu bir şehirde yarım saatlik mesafedeki bir randevu için 45-50 dakika önce yola çıkmak geç kalma riskini minimuma indirir. Ancak bu bile bir planlama gerektirir.
Toplumsal faaliyetlerde çeşitli olasılıklardan yalnızca biri gerçekleşir. Hangi olasılığın gerçekleşeceği şansa, kadere değil; hedeflenen sonuca, ona ulaşmak için topluluğun göstereceği tavra göre belirlenir. Amaç (kısa veya uzun) ile onu gerçekleştirecek özneler arasında planlama, uyum, birlik ve kararlılık olduğu sürece hedefleneni başarmak mümkündür.
Hedef büyüdükçe hesaba katılması gereken olgu sayısı da artar ve iş karmaşıklaşır. Böyle durumlarda planlama ihtiyacı daha fazla hissedilir. Burjuva ideolojisinin toplum üzerindeki çeşitli etkilerinin kırılması ve yerine alternatif yaşam biçiminin konulmasının hedeflendiği bir çalışma için yalnızca pratikte ustalık yetmez teorik yetkinlik de gerekir. Çalışma yürüttükleri alanlarda teorik olarak bütünlüklü bir kavrayışa, bakış açısına ve yönteme sahip olmayan devrimcilerin karşılaştıkları sorunlara kapsamlı çözüm üretebilme şansı da yoktur.
Bir devrimcinin girdiği ortamda kendini sevdirmesi, sıcak karşılanması önemli ve gereklidir. Ancak yeni bir yaşam biçiminin mimarı olması gereken devrimcilerin, toplumun beklentilerine, sorunlarına ve sorularına doyurucu cevap verememesi, bütünlüklü bir duruşa ve inandırıcılığa sahip olamaması zaman içinde ilişkilerin sıradanlaşmasına ve güven yitimine yol açar.
Marksizm bir eylem kılavuzudur. Teori deyince yalnızca kitap okuma veya hareketin temel teorik tezlerinin ezberlenmesi anlaşılmamalıdır. M arksist literatürün sabırlı ve sistemli bir şekilde okunması devrimci teorinin oluşmasında temel öneme sahiptir. Hiçbir kitapta, pratikte karşılaşılabilecek sorunların çözümüne dair hazır reçeteler yoktur. Marksizm’in öğrenilmesi için gösterilecek çaba ve sabır, devrimci faaliyetlerde karşılaşılacak sorunların çözümü için diyalektik yönteme sahip olunmasını sağlar.
Diyalektik yönteme sahip olabilmek için Marksizm tükenmez bir kaynaktır. Sırf Felsefe, Ekonomi veya Siyaset üzerine yazılmış kitaplar yoktur ve her Marksist eser içinde hepsini bulundurmaktadır. Engels’in “Konut Sorunu” kitabına benim konutum yok ya da şu an kiracı-ev sahibi ilişkisini incelemek istemiyorum biçiminde yaklaşmak yanılgıya götürür. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm Marksist Klasiklerin ruhunda vardır. O yüzden hangi kitap incelenirse incelensin bu durum rahatlıkla görülür.
Marksist Klasikleri okurken diğer kitapların yanında “Felsefenin Sefaleti”, “Ütopik ve Bilimsel sosyalizm ”,“Doğanın Diyalektiği”, “Anti Dühring”, Lenin’in “ Felsefe Defterleri ”, “Ampiriokritisizm”, Stalin’in “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” ve Mao’nun “Teori ve Pratik” kitapları felsefi anlamda derinleşmek için başucu kitaplarıdır. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”, Lenin’in “Devlet ve Devrim”, “Nisan Tezleri ”Dimitrov’un “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” ve Mahir Çayan’ın “ Toplu Yazılar” kitapları
okunmadan devlet hakkında bütünlüklü bir bilgiye ve algıya sahip olunamaz. Siyasetin ABC’si olan bu temel olmadan hiçbir bina inşa edilemez.
Siyaset alanında “Fransa’da Sınıf Savaşımı”, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumieri ”, “Fransa’da iç Savaş ”, “Almanya’da Köylüler Savaşı”, “Alman İdeolojisi”, “Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim”, “Ne Yapmalı”, “SBKP Kısa Tarih” vb. sınıf mücadelesini kavramak ve devrimci mücadelenin imkân ve olanaklarını öğrenmek için başucu kitaplarıdır.
Marksist Klasikler üzerine söylenecek çok şey var ancak bir devrimcinin asgari bir formasyona sahip olabilmesi için Marks’tan Engels’e; Lenin’den Stalin’e; Mao’dan diğer ustalara ve son olarak Türkiye’de Marksizm’in ustası Mahir Çayan’a uzanan bütünlüklü bir teorik çalışma zorunludur. Bu işin olmazsa olmazıdır. İnsanlığın baharı olan sosyalist dünya görüşünü
anlamanın ve hemen şimdi hayata geçirmenin yegâne yolu budur. Marksist Klasikleri okumak bir angarya gibi görülmeyip devrimlerin en büyüğünün içimizde yapılan olduğu kavranmalıdır.
PRATİĞİN İÇERİĞİ SİYASETİN DÜZEYİ VE İHTİYAÇLARI TARAFINDAN BELİRLENİR
Devrimciler bulundukları ortamda somut koşulların somut tahlillerinden yola çıkarak mevcut ortamdaki sorunları tespit ederler ve faaliyetleriyle bulundukları ortamı değiştirirler. Devrimcilerin pratik faaliyetleri edilgen değil etkendir, içinde bulundukları ortamın geri yönlerini sahiplenen değil dönüştüren konumunda olmalıdır. Devrimciler belirli bir plan ve program çerçevesinde hareket ederler. Öznesi olduğu yapının önüne koyduğu siyasal hedeflerin gerçekleştirilmesi için çaba sarf ederler. Siyasal hedeflerle teorik çalışma ve pratik faaliyetler uyumlu olmak zorundadır. Devrimciler kapitalizmin pislikleriyle mücadele etmek adına karşısına ilk çıkan sorunun girdabına kapılmamalıdır. Böyle bir durumda hem siyasal hedeflerden uzaklaşma riskiyle karşılaşılırken hem de Donkişot’un yel değirmeniyle savaşması gibi enerjisini sonuç getirmekten uzak bir hedefe yöneltmiş olur.
Devrimcilik öncelikler sıralamasıdır. Pek çok kitabın okunması gerektiği gibi pek çok pratiğin de sürdürülmesi gerekir. Bir yapının gücü varsa (ekonomik, kadro, teknik vb.) günlük, haftalık, aylık çeşitli gazete ve dergiler yayınlaması veya kitaplar çıkarması, eğitim seminerleri düzenlemesi doğrudur ve gereklidir. Ancak yeterli gücün ve imkânın olmadığı koşullarda bunları istemek, beklemek veya bu yönde çabaya girmek eldeki olanakların da kaybedilmesiyle sonuçlanır. Çok sayıda kurum ve kuruluşlara sahip olmak, faaliyet alanlarında çok sayıda kadro bulundurmak, kadroları çeşitli işlerde uzmanlaştırmak vb. güzel, kulağa hoş gelen ve kimsenin hayır diyemeyeceği taleplerdir. Ancak kişinin veya yapının gücünü aşan faaliyetlere girmek, kısıtlı imkânları henüz hazır olunmayan pratiklere yönlendirmek yorar, yıpratır ve ileriye değil geriye doğru bir adım olur.
Devrim gibi bir hedefi önüne koymuş olan devrimciler, onun zorluklarını da gereklerini de bilir ve yerine getirmek için var gücüyle çalışır. Mahir Çayan “Devrim süreçleri hem Deterministtir hem de Volantarist ” derken
emperyalist-kapitalist sistemin mutlaka yıkılacağını ancak ne zaman ve nasıl yıkılacağını ise halkın mücadelesinin belirleyeceğini kasteder. Hareketle birey arasındaki ilişkide yapı bireyin gelişimi için olması gerekenleri (teorik- pratik) somut biçimde koyarken, birey ise gelişimini ne zaman ve nasıl tamamlayacağını kendi çabasıyla, kararlığıyla, inancıyla yine kendisi belirler.
Harekette gönüllülük ilişkisi esastır. Hiç kimse birbirine zorla, emir veya komutla iş yaptıramayacağı gibi buna ihtiyaç da duymaz. Yoldaşlık ilişkisindeki maya, yapının da bireyin de sağlıklı bir düşünme ve eyleme geçme sürecinin güvencesidir. Beyinleri ve gönülleri fethetmeyen hiçbir oluşumun uzun süre hayatta kalma şansı yoktur. Hareketle bireyin ilişkisi iki sevgilinin birbirinin gözlerinde erimesi gibidir. Ne yapı bireye istemediği bir işi zorla yaptırmayı düşünür ne de birey yapması gereken işi boş verir. Her devrimci bilir ki kendimizin yapmadığı her iş yoldaşlarımızın omzunun daha fazla acımasına yol açar.
Her Hareket’in bir çalışma tarzı, örgütlenme anlayışı, kısa ve uzun vadeli plan ve projeleri olur. Bireyler toplamı olan hareket önüne koyduğu işler üzerinden ilerler. Bireylerin gelişimi hareketi daha ileri taşırken; hareketin gelişimi de bireyleri daha ileri taşır. Ağacın gövdesi, dalları, yaprakları ne kadar gelişmişse meyveler de o kadar güzel olur.
Siyasal ihtiyaçlarla, teorik-pratik faaliyetlerin uyumu ve eşgüdümünü sağlamak tek tek bireylerin gücünü, imkan ve olanaklarını fazlasıyla aşan bir aşamanın yakalanmasına yol açar. Gücün yoğunlaştırılarak belli noktalara yönlendirilmesi karanlığa yumruk sallamak yerine hareketin ışığında hedefe konulan sistemin yenilmesiyle somut karşılığını bulur.
DEVRİMCİ HAREKET
26 HAZİRAN 2011
Sayı 34 (Ekim – Aralık 2011)