Devrimci Yol, Türkiye’nin bir tarihsel döneminde, sürece müdahalesi, mevcudu tahlil kabiliyeti, çelişmelere getirdiği çözüm önerileri, vb. niteliklerle iz bırakmış, yol göstericiliği bugün için de rehber olabilecek, bu bağlamda da konjonktürel olmayan, devrimci bir harekettir.
Kızıldere sonrasında, 1974’le beraber yeni olarak tanımlanabilecek sürecin niteliklerinden biri de arayıştı. Tüm darbe, yenilgi, sarsıntı dönemlerinin ortak özelliği olan fikir ve sorun çeşitliliği 1974’te de vardı. Marksizm’in teorik ve pratik birikimleri böylesi dönemlerde daha özel ve zorlu sınavlara sokulur ve sınıflar mücadelesi laboratuarlarında doğru testler gerçekleştiren kesimler de, basite kaçan ve derinlikten yoksun kesimler de ortaya çıkar. Dünyadaki deneyimleri, araya karbon kağıdı koyarcasına taşımak, kendine güvensiz ve araştırma tembeli insanların işidir; ama, yenilikçi bir eğilim taşıyıp araştırma yapan insanların da gerçeklikten uzaklaşma, sapma olasılığı vardır. Sosyal bilim alanında doğru yolu gösteren bir zorunlu istikamet oku yok ise de, içinde bulunulan tarihsel kesitte yaratıcı bir üretkenlikle olguları ele almak ve ön açıcı çözümler üretmek mümkündür. Bu, diyalektik ve tarihsel materyalizm kapsayıcılığında bilimsel önermeleri ana izdüşürebilmeyi gerektirir. Aksi taktirde Deniz’lerin mücadelesini ve idamları, Mahir’lerin mücadelesini ve Kızıldere’yi anlamak olanaksız hale gelir.
Antiemperyalistlik, alınan gerilla eğitimi, solun reformizme açıklığı, devrim pratikleriyle girilen ilişkiler, vb. sürece ait parametrelerdir ve tek başlarına, bütünlükten kopuk bir anlam taşımazlar. Sürecin bolca inkar veya tekrar üretmesinin sebebi, kavrayıştaki tek yanlılıktır. Sonradan Devrimci Yol adıyla bütünlüklü bir siyasal özne olarak halkların karşısına çıkacak olan bir eğilim, 1974 sonrasında kavganın ihtiyaçlarına en gerçekçi çözümleri üretmiş olmakla iz bıraktı.
Devrimci Gençlik, “antifaşist mücadelede ön saflara!” şiarıyla konum alırken, sürecin antiemperyalist nitelikten antifaşist niteliğe dönüşen karakterini tanımlıyor, mücadelenin seyrini çiziyor ve Çin-Sovyet kutuplaşmasının yapay ve dağıtıcı etkilerinden uzak duruyordu. Mevcut ideolojik karmaşa ve duruş bulanıklığından sıyrılıp Devrimci Gençlik örgütlenmesini gençliğin bütünlüklü ve tutarlı iradesinin adı olarak tarihe yazdırmak, yaratıcı ve inandırıcı bir önderliğin ürünü olmuştur. Emperyalizmin o gün de beyinleri çelmeleme gayretleri vardı. Ancak bu, özgürlük talep eden potansiyeli devrimci bir yolda akıtmaya engel olamadı.
1977’de Devrimci Yol, yaptığı dünya ve ülke tahlilleriyle, getirdiği çözüm önerileriyle, THKP-C’nin yaşayan adı olmuş, fikri üretkenlikte ve eylemde donmaya izin vermemiş, somuta özgü üretkenliğiyle hızla halkın gönlünü kazanmıştır.
Güne/somuta dair politika üretebilme, çözüm getirebilme kabiliyeti bir hareketten halkın bekleyeceği en temel niteliktir. Dünya devrim tarihi ne denli zengin deneyimlerle dolu olursa olsun; farklı tarihsel kesitlere ve farklı coğrafyalara ait sorunlara özgü ortak çözüm şablonları üretmez. Bu nedenle her ülkenin devrimcileri Marksist doğruları ülkelerine taşırken, yeniden üretim başarısı göstermeli, yerelin/somutun rengini ortaya koymalıdır. Devrimci Yol’un Türkiye’nin Marksizmi olarak anılması bu bağlamda önemli ve anlamlıdır.
Marksizm, hareketlerin genel çizgilerle tanımlanmış programlarını belirlerken; ayrıntıyı, alt başlıkları, yerelliği hareketlere bırakır. Devrimci hareket, uzak hedeflerden çok somuta özgü çözüm önerileriyle, önerdiği örgütsel formlarla ve oluşturduğu ideolojik ağırlıkla 1980 öncesi dönemde Türkiye’de devrimci normların ağırlıkta olduğu, yaşamın hemen her alanında örgütlü duruşun sergilendiği bir genel tablonun oluşumunda etkin rol oynamıştır. Dün hemen her aydının kendini devrimci kimlikle yansıtma ihtiyacı duyması ve bunu onur sebebi sayması, oluşan genel kabulün sonucudur. O gün, devrimcilik dışı sol, sol sayılmazdı; yükseltilen çıta, tanımlanan ölçekler; solda ölçeksizliğe de bulanıklığa da izin vermezdi.
Önerilen Direniş Komiteleri; üretilen yerinde yönetim örnekleri, Fatsa deneyimi, Tariş direnişi, Yer altı Maden-İş süreci, vb. deneyimler, bir başka ülkeden taşınmayan, daha önce yaşanmış olması zorunlu olmayan pratiklerdir. Ve zaten deneyim, ancak onu doğru okuyup ileriye tarihsel diyalektik içinde taşıyabilenlerin yol göstericiliğinde yeniden üretime kaynaklık eder.
Deneyim devrimciler için süzme ve biriktirme etkinliğidir
“Bizim topluluğumuzda üstler, şefler yoktur. Herkes neyi varsa onu alıp getirir; kimi zamanını, kimi eylemini, kimi özverisini. Herkes kendine ait neyi varsa onu getirirken çok getirenle az getiren arasında kesin bir eşitlik vardır .” (Kombolt, “Makinist İşçisi”, Enternasyonal’in 3. kovuşturulmasında savcıya verdiği yanıttan. 22 Temmuz 1970)
Yukarıdaki tanımlama bizlerin steril ortamda bulunan, hastalanmayan, yanlış yapmayan özel insanlar olarak algılanmasına yol açabilir. Gerçekte ise yukarıdaki tanım, varolandan çok amaçlananı tarif etmektedir. Bazen vurgular, yukarıdaki gibi eksiksiz yapılmaz; aksine, gerçeğin salt bir yanını öne çıkarır. Örneğin Lenin “ Kadınlar olmadan Gerçek Kitle Eylemlerinden söz edilemez .”der.
Gerçekte ise kadınlar olmadan da kitle eylemi olabileceğini Lenin de biliyor bizde biliyoruz. Buradaki vurgudan amaç kadının rolünü anımsatmak, öneminin altını çizmektir.
Marksist eserler incelendiğinde yukarıdakine benzer, binlerce vurguya rastlamak mümkündür. Bu, söz konusu eserlerin önemini ve onları dikkate alma ölçümüzü zayıf düşürmüyor. Zaten yazılı ürünlerle ilişki hiçbir nedenle, zaman ve mekan dışı yani koşullar üstü biçimde kurulmamalıdır. Aksi taktirde, bir kitabı kendi kendiyle veya bir başka kitapla çeliştirmek kolaylıkla mümkün hale gelir.
Devrimcilerin kitaplarla ilişkisi, bir din adamının Kur’an’la ilişkisinden çok farklıdır. Devrimciler, Marksist yazarın, yazım sürecinde olgularla diyalektik bir ilişkilenme içinde olduğunu varsayar, kendileri de okuma sürecinde kitabı bir dogma olarak görmez. Devrimci önderlerin içinde bulundukları tarihsel dönemi anlattıkları ürünler veya yaptıkları süreç tahlilleri, “değiştirilemez, yorumlanamaz mutlak doğrular” olarak alındığında en büyük haksızlık o önderlere yapılmış olmaktadır. Hiçbir devrimci önder, bugün yazdığı bir metnin, yıllar sonra farklı koşullarda bir ezber olarak uygulanmasını istemez. İşte tam da bu noktada, aynı teorik-pratik birikimler karşısında neden kırk çeşit yorumun ortaya çıktığının ipucu beliriyor.
Günümüz devrimcileri; farklı ülke pratiklerini, değişik zaman ve mekanların ürünü birikimleri dikkate alırken, kendi tarzını geliştirmek; bugünkü çelişmelerin çözümüne uygun yazılar üretmek zorundadır. Ülkemizde 30-40 yıl önce geliştirilmiş önermeleri, yapılmış politik tahlilleri, içindeki Osmanlıca ağırlıklı dili dahi koruyarak bugünün açıklayıcısı olarak görmek, onlarla yetinmek; halkın soru ve ihtiyaçları üzerinde bir arpa boyu dahi geliştirici etki yapmaz.
Her zaman için yaratıcı/üretici olmak, sürece kendi gözüyle bakıp kendi diliyle yanıt bulmak durumunda olan devrimciler için bugün bu yükümlülük çok daha yakıcıdır. Bir ideolojik bütünlük olarak yıllarca burjuva ideolojisinin ilerisinde giden, hayatın sorduğu sorulara verdiği yanıtlarla taşıyıcılarına güven ve yol göstericilik yükleyen Marksizm, özellikle son çeyrek yüzyıldır bir duraklama yaşamış ve burjuva ideolojisine, düştüğü çukurdan çıkarak tekrar boy gösterme fırsatı vermiştir.
Marksizm, yaşayan bir kılavuz olduğu için buradaki sorumluluk, külliyatın bizzat kendisine değil, günümüz taşıyıcılarına aittir.
Marks’ın Fransa’da Sınıf Savaşımları’nı doğru aktarması, Engels’in Marks’ın etkisini tamamlayan ve artıran rolü, Lenin’in Ekim Devrimi’ne adını yazdırması, Stalin’in tüm sosyalizm deneyimlerinin en özgün ve dönemi içinde en başarılı inşasına önderlik etmesi, Mao’nun Marksizm’e Çin üzerinden katkıları, Che’nin enternasyonalizmi, Giap’ın askeri dehası, vb. bugün, bizlerin doğru okuyup doğru yürümesi için yetmeyebilir; bu, sosyal bilimde bilinen bir durumdur. Önermeler, deneye dayalı bilimlerde olduğu gibi bitmiş-tamamlanmış kanıtlar olarak alınıp uygulanmaz. Sadece bir örnektir; ondan ders çıkarılır, benzerlikler kurulur, an’ın yorumlanmasında yardımcı olması sağlanır.
Kısacası, 2005 Türkiye’sinde devrimcilerin içsel problemlerine de halkın karşı karşıya bulunduğu soru ve sorunlara da hazır yanıtlar veren bir kitap yoktur. Bu yanıtları verme sorumluluğu taşıyan devrimcilere yardımcı olacak kitaplar vardır. İşte bugün karşı karşıya olunan sıkıntı, söz konusu kitap ve deneyimlerden bugünün ihtiyacı olan yanıtları süzebilme kabiliyetindeki düşmedir. Deneyim, devrimciler için süzme ve biriktirme etkinliğidir.
Sosyal bilime konu olan deneyimler, belirli sonuçlar ortaya koysa da bunlar kesinlik içermez. Tüm yazılı ürünlere rağmen, deneyim taşıyıcı kişilerin an’ı yorumlama kabiliyetine her zaman ihtiyaç duyulur. Deneyim eksiğinin yaşandığı yerlerde bir karar alınırken adeta her kafadan bir ses çıkması, kuramsal doğrular ile fiili durum arasında kurulacak ilişkinin hazır formül biçiminde bulunmamasındandır. O durumda herkes hata yapmama kaygısıyla, bildiği örneklere tutunur. Kimi tarihsel dönemlerde kopukluklar yaşamış devrimci hareketlerin, aynı gerçekliği farklı dönemlerde yeniden üretmek durumunda kalması, yazılı ürünlerin yetersizliğindendir.
Sovyet devrimcileri de 1917 arifesinde, 1905 deneyimini yaşamış deneyim taşıyıcı kadroların, an’a doğru insiyatif için yol göstericiliğine ihtiyaç duyar. Aynı şekilde bugün ülkemizde devrimci yapıların önünde duran sorunlara çözüm üretirken dünü bugüne katacak istikrarlı taşıyıcılara şiddetle ihtiyaç olmaktadır.
Burada altını çizdiğimiz “taşıma”, düne ait yöntem ve araçları bugünün ihtiyaçlarını gözetmeksizin an’a dayatmak değildir. Aksine, Marksizm’i rehber edinerek yol almış olan devrimciler, içinde bulunulan tarihsel kesitte mevcut ilişki ve çelişmeleri, sınıf ve tabakaların durumunu, devlet-toplum ilişkisini ve varsa konjonktürel özgünlükleri saptayarak sürece müdahalenin en doğru biçimini üretirler. Bu yapılabildiği oranda kitlelerle bütünleşme olasılığı artar. 1977-80 döneminde Devrimci Yol’un kitleselliğinin nedeni ağırlıkla budur. Bugün için de Devrimci Yol, dünden bugüne uzanan birikim ışığında kavganın ihtiyaçlarının yeniden üretilmesidir.
Sınıflar mücadelesinin kesintiye uğraması, taşıyıcı kadroların fiziki veya ideolojik olarak etkisiz kılınması sonucu kuşak kopmasının yaşanması, kavgayı sadece kesintiye uğratmaz; kayıpların büyüklüğü/önemi oranında geri de götürür.
Günlük hay huy içerisinde işlerin şarkılarla, marşlarla, slogan ve coşkulanımlarla yürüdüğü, her şeyin yolunda olduğu yanılsaması yaşanabilir. Veya çok dar, çok öznel kazanımlar, işin yolunda gittiği kanaatiyle çözüm aramayı gereksizleştirebilir. Deneyimler, ister başarıyla, ister başarısızlıkla sonuçlansın, önemli olan bilinmesi değil, geleceğe öğretici bir kavrayışla taşınmasıdır. 1871’i veya 1905’i bilmek yetmez; 1905’e 1871’in yeterince taşınamadığını da görebilmek gerekiyor.
Benzer örnekler, yakınımızda yaşanan veya bizzat kendimizin yaşadığı pratiklerde de içkindir. Örneğin bir açlık grevi veya ölüm orucunda, hakların eksiksiz alındığı firesiz başarılar yaşanabildiği gibi bütünüyle kayıp ve başarısızlıklarla dolu örnekler de olabilmektedir. Bu örnekler dikkatle ve görmeye gayret ederek incelendiğinde başarının da başarısızlığın da önceden kendini çeşitli biçimlerde haber verdiği görülür.
Sınıflar mücadelesinde kayıp vermeden yürümek olası değildir; böyle steril bir biçim/yol yoktur. Önemli olan görülebilir olanı görmek, önlenebilir olanı önlemektir. Tek başına hiçbir şey ifade etmeyen araçların, amaçla ilişkilendirilmeden tartışılması, siyasal yapılar arasındaki farkların burada aranması, siyasal kültür eksiği içinde olan kitlelerin kolay tetiklenebilir yanlarının kaşınması ile kitleselleşme yolunun tercih edilmesi; bu tercihin sahiplerini uzun vadede her açıdan geri düşürecek, telafisi olanaksız sonuçlar doğuracaktır.
Bugün devrimciler, zor ve vakit alıyor da olsa, çatısı altındaki herkesin dürtülerle değil, alışkanlıklar veya tezahüratlarla değil bilinçle hareket etmesini sağlamak zorundadır. Bu aynı zamanda kazanılanın kaybedilmesini de önleyecek, bir çeşit kan kaybı yaşayan yapıların sorunlarına da çare olacaktır.
Salt ajitasyonla düne dair başarı örneklerini göstererek, duygulara hitap ederek veya genel kalıplarla yetinerek yetiştirilecek kadroların konjonktürel başarı sağladığı görülmüştür; ama, bunun devam ettiği, kalıcılık ve istikrar ürettiği görülmemiştir. Aydının duruşunun bulandığı, egemen projelere yedeklenmeyi “ayıp” saymaz hale geldiği, devrimci kimliğin halkın nezdinde itibar kaybettiği, örgütsüzlüğün çaresizliği veya mafyavari çözümleri büyüttüğü, sistemden yara alan kesimlerin devrimci yol göstericilik eksiği sebebiyle düzen partilerine yedeklendiği, toplumu bir bütün halinde tehdit eden kültürel kanserleşmenin önünün alınamadığı günümüz koşullarında Devrimci Yol, zorunlu ve acil bir ihtiyaçtır.
Devrimci Yolculuk; edilgenliği, bananeciliği, bireyci ve örgütsüz duruşu reddeder. Devrimci Yolcu; “az olsun benim olsun” demez; devrimin ihtiyaçlarını zorunlu olmayan (ikincil) ihtiyaçlarla ikame etmez; enerjisini doğru yere akıtır; düzen labirentlerinde boğulanların aksine, mutluluğu alternatif yaşam biçiminde arar.
Bizler, sosyalizm umudunun öldüğü, devrimin bir hayal olduğu telkinlerine aldırmadan devrimci şarkılar söylemeye devam edeceğiz. Yüzlerindeki tüm ışıkları yakarak yaşayabilenler, karanlığa da karanlık telkinlere de aldırmazlar. Biz, birileri kutlasın, “aferin” alalım diye devrimcilik tercihinde bulunmadık. Ve zaten gösteriş, devrimcilikte içkin olmayan bir niteliktir. Bugün temel siyasi görev Devrimci Yol’u örgütlemekse; atılacak her adım bu göreve tabi olmalıdır. Devrimci yolculuk bunu gerektiriyor. Bu görevin yerine getirilmesi için harekete geçen ve imkansızlıkları gerekçe etmeden yürüyen Devrimci Yolcuları bir rekabet halinin öznesi veya mirasyedi olarak göstermek; ya maksatlı bir tutumdur ya da Devrimci Yol’a yabancılaşmanın dışavurumudur. Bu tür yakıştırma ve ayakbağlarına aldırmadan yürümek ise, Devrimci Yolcu kimliğin bugünkü gereklerindendir.
Devrimci Yol bir nostalji öğesi veya birilerinin mülkü değildir
Geçmişi bir askerlik anısı olarak görmek, Devrimci Yol’u bir nostalji öğesi olarak anmak, ya devrimci niteliğini yitirmiş ya da bu sürece nokta koymak isteyen insanların işidir. Bugün Devrimci Yol’da ısrardan rahatsız olmak ise, Devrimci Yol’u kendi şahsi mülkü sananların işidir. Böyle bir kavrayış, böyle bir duruş; bırakalım Devrimci Yolculuğu, normal akıl ve tutarlılık ölçüleriyle dahi bağdaşmamaktadır.
Bizler, yıllar sonra yıldızlaşan yumruğu göndere çektiysek; bunu ”özel mülk” edinmiş olmadık ve bu duruşumuz, gereğini yerine getirdiği sürece, hiç kimsenin aynı tercihi yapmasının önünde bir engel değildir.
”Devrimci Yol dün çok büyüktü, adını dağa taşa yazdırmıştı” deyip sonra da bizlerin mütevazılıkta ve temizlikte örnek duruşuna saldırmak yakışıksız bir tutumdur. Bizlerin ÖDP önderlerine yönelik eleştirisi, ideolojik mücadele zeminindedir. İddia ediyoruz ki, bize argo bir üslupla saldırıp asılsız yakıştırmalarda bulunanlar, yayınlarımızı dahi doğru dürüst okumamakta, kimi dedikodu veya küçük hesapların etki alanından dışarı çıkamamaktadır.
Gerçi devrimciliği, Devrimci Yolculuğu bilen her kişi, bu tür saldırıların bir bumerang gibi dönüp sahibini vurduğunu da bilir. Ancak biz yine de hatırlatalım dedik.
”Geçmişte aynı mücadele zemininde bulunup bugün farklı tercihlerde bulunan kişi veya yapılara yönelik olarak yaptığımız değerlendirmeler/eleştiriler kimi dostlarımız tarafından yanlış anlaşılmakta ve sanki mücadelenin değil de bizim ihtiyacımızmış gibi algılanmakta ve bir çeşit didişme sayılmaktadır. Bu, eleştiri konusu yaptığımız yapıların niteliğinin ve özellikle sebep oldukları tahribatın yeterince anlaşılamamış olmasının ürünüdür. Hatta biz, eğer eleştirileceksek, ÖDP’ye yönelik yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan dolayı eleştirilmeliyiz. Bu konuda yer yer geri durmamızın (muhatap almamamızın) sebebi, 1997’de çıkan ilk sayımızda da belirttiğimiz gibi ‘ÖDP’nin antisi, karşıtı, ona göre şekilleneni’ olarak algılanabilecek olma kaygısıdır.
Gerçekten kimi dostlarımızın da belirttiği gibi ÖDP’nin yüzü büyük oranda açığa çıkmıştır. Ancak yine de biz ÖDP’nin tam olarak işlevinin ne olduğu, sebep olduğu tahribatın boyutu vb. açıdan henüz yeterince anlaşılmadığını, kimi iyi niyetli kişi veya çevrelerce ‘ailenin bir parçası’ bağlamında hala hoşgörüldüğünü düşünüyoruz. İnanıyoruz ki ÖDP’nin nasıl bir tasfiye hareketi olduğu ve bunun bilerek ve isteyerek yapıldığı yeterince kavrandığında; bunu ilk günden beri gören/sezen bizlere, neden daha gürültülü biçimde karşı çıkmadığımıza, sert tutumlar almadığımıza dair eleştiri yöneltenlerin sayısı çok daha fazla olacaktır.
Tabii mesele sertlik, yumuşaklık meselesi değil. Bizler, farklı bir hareketiz. Kendimize ait bağımsız bir programımız var. ÖDP’yi kendimize bir uğraş öznesi yapamazdık. Ancak, 25 sayılık dergi arşivimiz incelendiğinde, vaktinde ve gerekli biçimlerde sol kamuoyunu uyardığımız, yeterli ve gerekli oranda yer verdiğimiz görülecektir. Ve eğer bu tasfiye sürecinin sorumlularından hesap sorulacaksa, bunun salt bizim sorunumuz olmadığını, hatta öncelikle gönülleri ve beyinleri çelmelenen, beklentileri istismar edilerek bugün ÖDP’nin mağduru haline gelen binlerce insana bu konuda görev düştüğünü düşünüyoruz.
Tüm solu toparlama, gökkuşağı projesi oluşturma, farklılıkların birbirine nasıl aynı çatı altında tahammül edebildiğini kanıtlama/gösterme iddialarıyla yola çıkan ÖDP’de bugün, bu projenin baş sorumluları ve onların homojen çevresi kalmıştır. Bir miktar TKP’li ile hala yoldaş kalabilmeyi hazmetmeleri, arada herhangi bir farkın kalmamış olması ile ilintilidir.” (Devrimci Hareket, sayı: 12)
Devrimci Hareket, sadece Devrimci Yol zemininde değil, hiçbir devrimci yapı ile didişme/tırmalama düzeyinde bir polemik yaşamamıştır. Hele ki devrimci zeminde şu veya bu şekilde varlık gösteren kişilerin deşifre edilmesi gibi bir tutumdan her zaman kaçınmış, hatta bunu ancak İP gibi yapılara yakışık görmüştür. Bir kişinin bir gazetede yayınlanan bir yazısına veya o çerçevede açık bir duruşuna atıfta bulunup yanıt vermek deşifre etmek değildir. Daha da önemlisi, bizlerle bu alanda mücadele etmek isteyenleri, Indymedia gibi kirli ve provokatif zeminlerden çıkıp, normal zeminlerde tartışmaya davet ediyoruz.
Sol artık (özellikle Devrimci Yolculuk iddiasında olanlar) halkın nezdinde üslubuyla da duruş ve tutarlılığıyla da eski saygınlığını kazanmak zorundadır. Devrimci algılayışı, refleks ve duruşu yitirmeyen hiç kimse, Devrimci Hareket’in gelişiminden büyümesinden rahatsız olmaz. Çünkü biz Lig’de yukarı doğru tırmanan bir futbol takımı değiliz. Kazanımlarımız, yüreği halktan yana atan herkesin kazanımıdır.
Dünden bugüne Devrimci Yol zemininde yaşanan bilinçli tasfiye ve tahribata göz yummak; Devrimci Yol’a bugüne dek ne tür zararlar verildiğini, nasıl bilinçli ellerce tüketildiğini görmezden gelmek; sonra da bu tasfiyeden rahatsız olan ve adeta yoklukları damıtarak alternatif geliştiren bizlere saldırmak; sistemin akılları ne denli çelmelediğinin de göstergesidir. Devrimcilerin bugün her zamankinden daha çok bilimselliğe, tutarlılık ve samimiyete ihtiyacı vardır.
Bizler bu sürecin engelli olduğunu, engellerin salt sistemden gelmeyeceğini, pek çok güçlükle karşılaşılacağını biliyorduk. Ama Devrimci Yol’un tekrar, hem de ”bir daha hiç olmaz” sanılan bir dönemde sahneye çıkışının yaratacağı mutluluğu ve görkemli sonuçları da biliyoruz.
Küçük hesaplar sahibini küçültür. Biz Devrimci Yolcuyuz; büyük düşünüyoruz. Dedikodularla, akıl fukaralığı ürünü iddia ve yakıştırmalarla vakit kaybetme lüksümüz yok. Bu zemin, yıldızlaşan yumruk sevdalılarının zeminidir. Tekelcilik, bize değil bizi çelmeleyenlere yakışır.
Devrimci Yol gereklidir
1980 öncesinde solun çocukluk çağını yaşadığı dönemde, büyümenin ifadesi olan; devrimci kimliği tanımlayan normlar bütünlüğünün oluşumunda üretkenliği ve seçiciliğiyle tayin edici rol oynayan Devrimci Yol; bir ölçek bulanıklığının, rota sorununun ve özgüven eksiliğinin yaşandığı günümüz koşullarında, yeri doldurulamaz acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Devrimci Yol, varlık göstermeye aday olduğu zeminde çeşitli dost yapıların olduğunun bilincindedir. Ancak, aynı Devrimci Yol, yapılarla ilişkisini hiçbir zaman rekabet üzerine bina etmediği için, birbirini çelmeleyen konumda olmadığı sürece, bu yapı çokluğunu hiçbir zaman bir sorun olarak görmemiştir.
İçe kapanmak, daralmak, üretim eksikliği, gelişmeleri kavrayıp çözüm üretme kabiliyetindeki düşme; halkın devrimcilere olan güvenini aşındırmış ve arada küçümsemeyecek bir mesafenin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Belki bu süreci tersine çevirmek, özne olarak salt Devrimci Yol’ la mümkün değildir; ama, eğer aşılmak isteniyorsa, Devrimci Yol zorunlu bir ihtiyaçtır .
Dünya ölçeğindeki gelişmelerle beraber Türkiye’de de sol düşüncenin yeri ve gücü görülmedik düzeyde düşmüştür. Bu durum, devrimci yapıların nitel ve nicel gücünde olduğu kadar, birbiriyle ilişkilerin de de zayıflatıcı bir rol oynamıştır. Bugün sol düşüncenin tekrar toplum içinde mayalanması ve birleştiricilik için; iddialı, üretken ve güven verici bir yapıya ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Devrimci Yol, katalizör maya işlevi de görecektir.
Sık sık belirttiğimiz gibi solda dahi AB’ye ve hatta yer yer ABD’ye güzelleme yapılabilmesi; MHP, İP gibi yapıların anti-emperyalizm söylemiyle varlık göstermesi; çeşitli çalışma ve yaşam alanlarında tüm emekçi halkımızın sorunları karşısında yaşadığı çaresizlik ve sonuçta egemenlerin saldırı ve sömürüdeki cüreti, büyük oranda, devrimci yol göstericilik eksiği seb ebiyledir. Yukarıda yaptığımız ihtiyaç tanımı, bu açıdan da değerlendirilirse; duruşumuzun mütevazılık dışı olmadığı görülecektir. Bunun anlaşılması için, yüreği solda atan herkesin bir an için de olsa; öznellikten, alışkanlıklardan, rekabet kültüründen sıyrılıp sürece ve yazdıklarımıza objektif bir gözle bakmasında yarar görüyoruz. Böyle bir objektiflik sonrasında, Devrimci Yol’un kendisini ihtiyaç haline getiren eksiklikleri, yukarıdaki tanımlardan da öte görebilmek mümkün olacaktır.
Devrimci Yol meşrudur; 1989 sonrasında sosyalizmin dünya ölçeğinde uğradığı prestij kaybı, emperyalizmin yalan üretme mekanizmalarının bu yöndeki gayretleriyle ve kimi konjonktürel karşı dinamiklerle büyümüş; yer yer devrimcilerin dahi meşruiyetini tartışma konusu yapabilmiştir. Devrimci Yol, bu bulanık koşullarda dahi halkın gönlündeki yerini koruyabilmiş, meşruiyet tartışmalarına prim vermemiş, kimi kesintilere rağmen, sahneye tekrar çıktığında aynı barışıklıkla, heyecan dolu bakışlarla ve destek için atan yüreklerle karşılanmıştır. Bu, Devrimci Yol’un zamanın aşındırıcı gücüne direnebilen niteliğinin sonucudur.
Devrimci Yol’da meşruiyetin ölçüsü, yasallık değildir. Halka seslenirken örtük kavramlara dahi ihtiyaç duymamak, meşruiyetini halkın gönlündeki destekten almak, yasaya karşı direncin haklılıktan geçtiğini bilmek; güvencenin tek yolunun da “saklanmak” olmadığını öğretiyor.
Örgüt fobisinin hiçbir dönem olmadığı denli büyüdüğü; örgütlerin, güvenceyi “sosyal kulübe” dönüşmekte veya kitle örgütlerinin arkasına saklanmakta bulduğu bu koşullarda, Devrimci Yol; ana temayı koruyarak var olabilmenin de adı olacaktır.
Sendikayla, dernekle, odayla, vakıf veya müzik topluluğuyla aşılamayacak sorunlar vardır. Bunların çözümü, kitle örgütlerinin de çabasının akacağı ana nehirlerin belirleyicisi bağımsız siyasal örgütlenmeyi var etmekten geçer. Bu, Marksizm-Leninizm’in devrim için evrensel kabul ettiği; yere ve zamana göre değişmeyen bir ihtiyaçtır. Sisteme karşı beliren irili ufaklı tüm tepki ve çabaları aynı yatağa akıtıp, sistemi silip süpürecek güçte bir nehre dönüşmenin de koşulu budur; bu nedenle, süreç Devrimci Yol’u göreve çağırıyor. Ve bu nedenle bugün, temel siyasi görev Devrimci Yol’u örgütlemektir.
Sayı 19 (Kasım ‘2005 – Ocak ‘2006)