Hamza Doğan
Formüllerin soyutluğu (soğukluğu) anlaşılmasını da güçleştirir. Altyapı-üstyapıyı belirler; üst yapı da altyapıyı etkiler formülü de çoğumuzda aynı soğukluğun oluşmasına yol açar. Formüller yaşam içerisinde sınandıkça doğruluğunun anlaşılması da, kavranması da kolaylaşır.
Sanat, yaşamdan alınan tadın dışa vurumu, toplumla paylaşılmasıdır. İnsan doğayla girdiği savaşı kazandığında sadece zorunlu ihtiyaçlarının peşinde koşmak yerine yaşamın tadını da çıkarmaya başlamıştır. Sanat işte bu koşullar da doğdu. Sanat; müzik, dans, resim, süs eşyası veya takı gibi pek çok alanda hızla yayıldı. Bir topluluğun yaşama biçimi hangi düzeydeyse sanatsal etkinlikler de o düzeyi yansıtır. İlkel bir toplulukta mızrağa yapılan desen/süs sanatsal bir ürün olabilir. Çanak-çömleğe yapılan figür de, kadının taktığı yiyeceklerden oluşan gerdanlığın da sanatsal bir değeri vardır. Zevk ve beğeni toplumsal yaşama göre değişeceğinden yerlinin taktığı kemikten kolye bize anlamsız gelse de özünde incelmiş bir zevk duygusunu yansıtır.
Sınıflı toplumlara geçiş sanat anlayışında da sanatçıda da değişiklikler yapmıştır. Toplumsal zenginliklerin küçük bir azınlığın elinde birikmesi, kültüründen ahlakına; yasasından sanatına kadar her şeyi değiştirmiştir. Sanat kişisel uğraş olmaktan çıkıp azınlığın mutluluğunu artıracak bir uğraş haline gelmiştir. O yüzden bugün dünyanın yedi harikasından sayılan Mısır Piramitleri, Nemrut heykelcikleri ve Babil’in Asma Bahçeleri vb. toplumun gözyaşı/kanı üzerinde yükselmiştir.
Toprak mülkiyetine/rantına dayanın feodalizm de üst-yapıyı kendine göre tekrar düzenlemiş; acı, gözyaşı topluma, zevk ve sefa saraylara layık görülmüştür. Saraylar sanatı da sanatçıyı da kendi içine hapsetmiş, toplumdan soyutlamıştır. Halkın içinden çıkan sanatçılar ise çoğu zaman başkaldırının, direnişin sembolleri haline geldiler.
Kralların, toprak beylerinin ve din bezirganlarının saltanatına dayanan feodalizm içinden doğan kapitalizm güçsüzlüğünü eşitlik ve özgürlük sloganlarını kullanarak aşma yoluna gitmiş; halkı işçi (işsizlik) potasında eşitleyip emek gücünü satıp-satmama konusunda özgürleştirmiştir! Kapi talist sistemde herkes dilediğini yapmakta özgürdür!
Kapitalizm insani ilişkileri de paraya tahvil etmiş, her şey alınır-satılır hale gelmiştir. Sanatta bu girdaptan kendini kurtaramamış; yaşarken sefalete itilen sanatçı ölünce baş tacı edildiği gibi, sağlığında değersiz görülen eserleri öldüğünde milyon dolarlara alıcı bulmuştur.
Yaşadığı toplumdaki adaletsizlikleri, baskıları, acıları konu edinen sanatçı tekelleşme süreciyle birlikte işlevini hızla terk etmeye zorlanmıştır.
Paranın egemen olduğu kapitalist sistemle emeğin egemen olduğu sosyalist sistem arasında uçurum vardır. Kapitalizm; zifiri karanlığı, sosyalizm; şafağı anlatır. Üstyapı kurumları da sisteme göre belirlenirken aynı zaman da ait olduğu sistemi besler. Sosyalizm sanatçının özgürce üretmesinin önündeki engelleri kaldırır. Sanatçı aç kalma kaygısı taşımaksızın ürün verir.
SANATÇIYLA ESERİ ARASINDAKİ YABANCILAŞMA KAPİTALİZMİN ÜRÜNÜDÜR!
Sanat insanoğlunun tırmanışının zirvesidir. Sanat yaşam doludur, halkın içinden gelir tekrar halka mal olur. Sanat sanat için midir, toplum için midir tartışmaları yapaydır. Sanatçı ürün verirken beğendirme kaygısı gütmez ama yaşadığı toplumun sorunlarına da gözünü ve beynini kapatamaz. Halktan beslenmeyen, iç içe geçmeyen hiçbir sanat dalı yoktur. Ortaya çıkan ürünler de kalıcılaşmak istiyorsa halka geri dönmek zorundadır. Sanatçı sosyal bir ortamın ürünüdür. Toplumun içinde bulunduğu durum onu da kapsar ama sanatçı sorunlara dikkat çekmekle kalmaz eserleriyle yol da gösterir. En çok karıştırılan noktalardan biri de eserle sanatçıyı eşitleme çabasıdır. Ya sanatçıya bakıp eseri ya da esere göre sanatçıyı değerlendiririz. Ahmet Kaya yaşamıyla pek çok eleştiri almasına rağmen eserleriyle bugün bile beğeniyle dinlenen sanatçılardandır. Veya resmi incelersek; İspanyol ressam Goya faşizmi desteklemiştir ama bazı resimleri muhteşem. Mozart klasik müziğin dehalarındandı ama aynı zamanda gericiydi vb. Bazen eser kişiyi aşıyor. Sanatçı içinden çıktığı toplumun bir parçası olduğu için gerçeklerden kopamıyor. Çıkarları başka bir duruşu gerektirse de sanatı yalnız gerçeği anlatmak zorunda. Sosyalist sanatçı sözkonusu edilecekse tabii ki sanatçıyla eser arasında paralellik aranmalıdır. Devrimciliğin doğası gereği sanat yaşamın bütününe yedirilir.
Devrimciler yaptıkları diğer işlerin yanı sıra sanatın pek çok dalıyla da iç içedir. Şiir yazmak, resim yapmak veya enstürman çalmak devrimcilik için yeterli olmadığı gibi devrimcilerin tek uğraş alanı da olmazlar. Sanatın bir dalında yetenekleri belirgin şekilde ortaya çıkan yoldaşların kendini ve yoldaşlarını yeni güzelliklerle tanıştırmak için yaşadığı yoğunlaşma içinde bulunduğu yapıyı ileri taşıdığı gibi belirli bir hedef temelinde yapılmayan, sistemsiz çalışmalar da çaba sahibinin diğer uğraşlara ayıracağı zamanı kısalttığı gibi yaşamın başka güzellikleriyle tanışma fırsatını da kaçırmasına yol açar . Bazen yaşam bir ressamın tuvaline kadar daralabilir. Bütün uğraşı resim haline gelen ressam taşıdığı ufuk genişliğine rağmen yaptığı resmin esiri olabilir. Doğası gereği yaşamdaki tutsaklıkları özgürleştiren resim, ressamı tutsağı yapabilir.
Sanat hayatın içinden doğar tam da bu yüzden her insanda sanatçı bir yön vardır. Sanat yaşamı kavrama biçimidir. Hepimiz sanatın en az bir dalına ilgi göstermişizdir. Çocukluk insanın yaratıcılığının, hayal dünyasının belki de en gelişkin olduğu dönemdir. Kişiliğimizin/ ruhumuzun daha sakatlanmadığı, üreticiliğin en verimli olduğu dönemdir. Çevremizdeki gelişmelere ilgisiz kalmadığımız, hep merak içinde olduğumuz için sanat yaşamımıza bir biçimde girmiş, açık denizlere yelken açmamızı sağlamıştır. Yaşama savaşında mağlup olmamak için çırpınışlar çoğu zaman insanoğlunun ruhsal olarak incelmesinin de önüne geçer. Sanattan uzaklaştırılan insan çoğu zaman edilgenleşmekle kalmayıp, damak tadında da daralma yaşamıştır.
Tiyatro deyince komediyi, müzik deyince Halk Müziğini,Pop’u anlar hale gelmiş; henüz tanışmadığı güzelliklere karşı gard alma ihtiyacı hissetmiştir.
İnsan tanımadığı, bilmediği şeylerden korkar/ürker. Resim galerisi dolaşmamış bir insanın resme bakışı da çarpıklaşır. Klasik müzik ya da bale dendiğinde yüzümüzde bir şaşkınlık veya tebessüm beliriyorsa bu onu tanımadığımızın, ne yapacağımızı bilememenin verdiği bir hüzündür aynı zamanda.
Her sanat dalının kendine has özgünlükleri vardır. Şiir tek kişiliktir. Şair içinde yaşadığı toplumu kendi aynasından yansıtır. Heykel de öyle. Bazı sanat dalları ise kolektif irade gerektirir. Klasik müzik buna en güzel örneklerdendir. Orkestra içinde yakalanacak uyum tadı damağımızda kalacak ürünler ortaya çıkarabildiği gibi, uyumsuzluk kulakları tırmalayan, ruhu kırbaçlayan sonuçlar doğurur. Her müzik aletinin özgünlüğü (özgürlüğü) yakalanan uyum oranında artar. Kendini öne çıkarmaya, diğerlerinin özgünlüğünü yok saymaya varan yaklaşım orkestrayla birlikte kendini de vurur. Ortaya çıkan depremin altında kendisi de kalır. S osyalist kişiliklerde de her bireyin özgürlüğünü geliştirmesi/genişletmesi ait olduğu topluluğu ileriye taşır, zenginlik katar. Oysa yoldaşlarının özgürlüğünü hesaba katmayan, topluluğun gelişimini dikkate almayan yaklaşım kendisiyle birlikte herkesi tehlikeye atacaktır.
İşlerin daha mükemmel yürütülmesi için orkestra şefinin dışında her çalgı grubunun da içinde düzenlemeler yapılır. Hangi enstürmanın hangi aşamada, ritm ve tonla esere dahil olacağı, planlama gerektirir. Esere erken veya geç dahil olmak, istenmeyen sonuçları doğurur. Bunu engellemek için mimikle veya işaretle ikaz edilen enstürmanlar zamanlama sorununu aşar.
Nasıl ki orkestrada şefin veya çalgı grubunun sorumlusunun müdahaleleri eserin daha keyif verici olmasını sağlıyor, orkestra üyelerini de rahatsız etmiyorsa devrimci yaşamda da yoldaşların ihtiyaç halinde yaptıkları müdahaleler özgürlükleri kısıtlamadığı gibi bireyin özgürleşmesinin önündeki engellerin temizlenmesine hizmet eder.
Kapitalizmin tahribatı çevreye olduğu kadar insan ruhuna da yansır. Doğada yarattığı felaketlerin belki daha da büyüğünü insanın kişiliğinde gerçekleştirir. O yüzden bugün adeta kişilik enkazıyla karşı karşıyayız. Sosyalizmin embriyonu olan devrimci yapılar bu topraklarda kök saldığından ister istemez steril kalamaz. Sorun böyle kişiliklerin gelmesinde değil, değişime uğramadan hatta içinde bulunduğu yapıyı geriye düşürmesinde aranmalıdır. Bazen sorunlar bu kadar uçlaşarak yaşanmaz. Kapitalizm kişiyi her yönüyle çürütemez ama kişiliğinde tahribatlar yapar.
Tamiratın süresi tahribatın büyüklüğünün dışında, istek ve harcanacak emekle belirlenir.
ÖZGÜRLÜK SEVMEYLE BAŞLAR
Yaptığı işi sevmeyen insan o işten tat alamaz. Sevgili ilişkisi için de aynı şey geçerlidir; karşısındakini sevmeyen, değer vermeyen, paylaşmayan insan girdiği ilişkiyi de tahrip eder. Sevgi eylemdir. Yaşamın içinde karşılığını bulmadığı; sözde, düşüncede kaldığı sürece sevgi varolamaz; sözle, mimikle, hareketlerle gösterilmediği ölçüde etkisizleşir. Sevgi emek ister. Karşılık beklemeksizin girişilen çabalar, hatalar da içerse gerekli etkiyi yapar, duyguları harekete geçirir. Paylaşımın büyüklüğü arttıkça kendini yenilemesi, ileriye taşınması da kolaylaşır.
Sevgi; ilişkilerin ileriye taşınmasının temeli, sisteme geri dönüşlerin de panzehiridir. Sorunların çözümünde ön açıcı olarak devreye girer, zayıflığın değil güçlülüğün belirtisidir.
Yaşadıkları sıkıntıları hep beraber omuzlayan, birlikte ölümü dahi karşılamaya hazır ilişkilerde kardeşlikten de öte duruşlar gereklidir.Yoldaşlar arası sorunlar sevgiyle, düşmanla yaşanan sorunlar şiddetle aşılır.
Yoldaşlar arası sorunlarda sevgi temelli çözümler, liberalizmin değil devrimci duruşun gereğidir.
Sayı 23 (Kasım 2006 – Ocak 2007)