Emperyalizm çağında burjuvazinin devrimci niteliğini yitirmesi, demokratik sorunların çözümünü devrim meselesi haline getirmiştir. Burjuvazi ortaya çıktığında; ulusal pazarlarını çizmek, kadın emeğini sanayide kullanabilmek, kilisenin hakimiyetini kırarak inanç sorunlarında laik (!) bir çizgi tutturmak gibi adımları, çıkarı gereği atmıştı. Ancak bizim gibi kendi iç dinamikleriyle gelişmiş burjuvazisi olmayan toplumlarda demokratik sorunlar çözülememiş, aksine soruna muhatap olan halk kitleleri baskı ve sindirme yoluyla susturulmaya çalışılmıştır.
Emperyalizm çağında burjuvazinin gerici niteliği demokratik talepleri karşılamak şöyle dursun bu talepleri katliam gerekçesi yapmıştır. Ülkemizde de Kürt Sorunu, inkar ve imha politikalarıyla bastırılmaya çalışılmıştır.
Ancak son gelişmeler, emperyalizmi bölge politikalarında yeni arayışlara itmiş ve kimi sorunların özüne dokunmaksızın üzerinden atlanması hedeflenmiştir. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talebi kırıntılara indirgenmeye ve örgütlülüğü ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Açılım adı verilen bu süreç kafa karıştırıcı bir şekilde ilerlemektedir.
Gelinen son aşamada DTP, Anayasa Mahkemesi tarafından oybirliği gibi net bir sonuçla kapatılmıştır. Bu gelişmelerin ayrıntıları doğru okunduğu zaman, devletin asıl amaçları daha net ortaya çıkar. Bilindiği gibi AKP hakkında açılan kapatma davasındaki oylamada aynı üyeler, 6 kabul 5 ret oyuyla AKP’yi kapatılmaktan kurtarmıştı. Özellikle Anayasa Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın AKP’ye yakınlığı düşünüldüğünde, kapatma kararındaki oy birliği dikkat çekmektedir. Açılım sürecini yürüten AKP, niçin DTP’nin kapatılması yönünde çaba harcadı? Bu sorunun yanıtını verebilmek için biraz gerilere gidip, devletin kılı kırk yaran hesaplarına bakmak gerekiyor.
Bir taraftan Kürt Açılımı adıyla bir süreç başlatılırken, aynı zamanda DTP’ye yönelik gözaltılar ve baskınlara hız verilmişti. Seçilen kimi hedeflere operasyon düzenleniyor ve kimi DTP’liler tutuklanıyordu. Biz, o zaman yaptığımız açıklamada, bu durumun sürecin bir parçası olduğunu ve açılımı tamamlayan yanına dikkat çekmiştik. Bir taraftan açılım adı altında Kürt potansiyeli sisteme yedeklenmeye çalışılırken diğer yandan buna direnebilecek demokratik güçler Kürt hareketi içinden temizlenmeye ya da en azından etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Kürt hareketi içerisinde milliyetçi ve demokratik güçlerin iki kanat olduğu bilinmektedir. Devlet burada milliyetçi güçleri elde tutarken, demokratik kanadı zayıflatmayı gelecek kurguları açısından önemli görmektedir. DTP’nin kapatılmasında AKP’nin ulusalcılarla aynı yönde davranması, bir rastlantı değil yapılan ince hesapların ürünüdür. Çünkü her kapatma sonrası kimi kırılmalar hatta ayrılıklar ortaya çıkar. İşte DTP’nin oybirliğiyle kapatılmasının arkasında böyle bir niyet olduğunu yorumlamak sanırız abartı sayılmaz.
Tüm bunlara rağmen kurumsal hatta bölgesel parlamento niteliğine bürünen Demokratik Toplum Kongresi (DTK), bölgesel güç ve dengelere göre kararlar alıyor. Burada alınan kararlar ise bir eğilimden ziyade Kürt Hareketi’nin temel politikası olmaktadır. Eğer DTK, Kürt Halkının ortak sesi olma noktasında tutarlı adımlar atabilirse, devletin Kürt hareketini bölme/zayıflatma hesaplarını bozma başarısını yakalayacaktır.
KÜRT HALKININ KURTULUŞUNUN ANAHTARI EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜKTÜR
Kürt halkının diğer tüm uluslar gibi eşitlik ve özgürlük hakkının güvenceye alınması, aynı zamanda halkların kardeşliğinin de güvencesidir. Eşitlik talebi ancak bir arada yaşama arzusu olanların talebidir. Bir arada olmak istemeyenlerin eşitlik sorunu da olmaz. Ama yalnızca bir arada yaşamı savunmak, eşitliği zorunlu kılmaz. Dolayısıyla içeriği belirsiz, kimin ağzından çıkıyorsa ona göre şekillenen bir söylemdir. Siyasal değil, sivil toplumcu bir niyete denk düşer.
Kürt halkının özgürleşebilmesinin önündeki engeller kalkmadıkça özgürlük talebi de var olmaya devam edecektir. Diğer demokratik sorunların kaynağı olan emperyalizm ve faşist devlet yapısı varlığını koruduğu sürece eşitlik ve özgürlüğün filizlenmesini ummak siyasal bir körlüktür.
Her gün sokak ortasında insanları kurşunlayan, cezaevlerinde tutsakları öldüren, direnen emekçilere azgınca saldıran, işsizlik fonunu sermayeye peşkeş çeken, sendikalı işçi sayısını üç milyondan, yedi yüz bine indirmeyi hedefleyen yasayı çıkartan devletten demokratik açılım beklentisine girmek; gelecek düşlerinin tükenmesiyle açıklanabilecek bir hastalıktır. Kriz sürecinde emekçi halklara saldıran devlet, Kürt halkına onurlu bir gelecek vaat edemez.
Kürt ve Türk halklarını ortak çıkarlarda, sistem karşıtı bir platformda buluşturmak zorunluluktur. Elbette ki bunun kolay olmayacağının bilincindeyiz. Ancak niceliksel zayıflığa teslim olmamak gerekir. Yaşamın canlı pratiği çıkış için ipuçları da vermektedir. Önemli olan ipuçlarını doğru okumak ve gerekeni yapmaktır. Dikkat edilirse son günlerde gelişen emek eksenli hareketlenmeler, devletin maskesini düşürüp onun faşist karakterini açığa çıkarmıştır. 25 Kasım KESK Grevi’nde devlet, halk düşmanı yüzünü göstermiş ve tehdit, soruşturma hatta açığa alma gibi yollara başvurmuştur. Halen TEKEL işçilerinin direnişi sürmektedir. Devletin kolluk güçleri, 17 Aralık’ta TEKEL işçilerine azgınca saldırarak bir kez daha gerçek yüzünü gösterdi.
Devlet, demokratik sorunlarda sahte açılımlarla halka demokratik bir dönüşüm yaşandığı izlenimi verirken, medyanın ve liberal solun da desteğini alarak demokratik taleplerin ve sol söylemlerin içini boşaltmakta, aynı zamanda emekçilerin sınıfsal mücadelesinde azgınca saldırmaktadır. Bunun karşısında devrimcilerin ne yapması gerektiği de açığa çıkıyor.
Devrimciler, ezilenlerin taleplerini ortaklaştırıp bir programda ifade edebildiği oranda başarılı olur ve mücadeleyi büyütebilir. Toplumsal zeminde, demokrasi mücadelesi ile emek mücadelesi bir bütünün parçalarıdır. Ancak kimi zaman demokrasi talepleri öne çıkarken bazen de işçi ve emekçilerin hak talepleri öne çıkar. Günümüz koşullarında emekçilerin sınıfsal çıkarlarında yan yana gelmeleri aynı zamanda halkların kardeşliğini de sağlayacaktır. Bu birliktelik iktidarın maskesini düşürüp gerçek yüzünü açığa çıkarma görevini de yerine getirecektir. Hemen belirtelim ki Kürt halkının özlemleri, Alevilerin laik bir yaşam çabası, ekmek mücadelesinden daha az önemli değildir. Ancak devletin bu kesimleri maniple etme oyununu bozmanın yolu, devletin gerçek yüzünü göstermekten geçer. Egemenler tarafından oluşturulan halklar arasındaki mesafe, bu eksen üzerinde kapatılabilir ve gerçek bir kardeşleşme tesis edilebilir. Bu noktada tüm sorunların kaynağı olan sistem yerinde durdukça, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talebini kavga sebebi yapan devrimciler yoluna devam edecektir.
23 ARALIK 2009
DEVRİMCİ HAREKET