“Gazeteciler önemlidir. Onları ve patronlarını satın almak, devşirmek ve kullanmak için her şey yapılmalıdır.” Goebbels
Hegemonya ve yayılmacılık demek olan emperyalizm, asimilasyon ve ehlileştirmeyi de içerir. Bu, renkte de yaşamsal duruş ve tercihte de tekleşme demektir. Faşizm, bunun en sert ve hoyrat biçimlerde ülke koşullarına göre yeniden üretilmesidir.
Faşizm, yalnızca çıplak şiddet değildir; tek tip insan, tek tip yaşam biçimidir; insanın, sermayenin ihtiyaçları paralelinde biçimlendirilmesidir. Din de, kültür ve sanat da bu amaç için kullanılır; insanın yaşam tercihleri, estetik beğenileri ve inanç eğilimi yönlendirilerek biat, kanaatkârlık ve teslimiyet amaçlanır.
Faşizm, gelişip kurumlaştıkça, araç ve yöntemlerini de geliştiriyor, zenginleştirip inceltiyor. Hayatın kılcallarına dek sızabilmenin yolu, imkanları bu şekilde oluşuyor, çeşitleniyor. Bu, bazen estetikten yoksun ama büyüklüğüyle heybetli bir yapı, bir “çılgın proje” bazen de ortaçağ katedrallerinin toplumu yönlendirici ve hatta ezici rolünü üstlenmiş bir mimaridir; insanın inancının da giyiminin de beğeni-tercih ve düşüncesinin de yönlendirilmesidir.
Faşizm, toplumun terörize edilmesidir. Bunun bir yanını OHAL, diğer yanını yargının sopa gibi kullanılması ve etkisizleştirilmek istenen herkesin, her duruşun kriminalize edilmesi oluşturur. Suskun ve teslim alınmış bir toplum, faşizmin sisteme yönelik her türlü tehdidi köklü biçimde bastırma/önleme amacıyla ilintilidir.
Faşizm, basın-yayın, propaganda, sanat vb. etkinlikleri bütünüyle yok etmez, kontrolüne geçirir; sansür de çeşitlenmiş yasaklar da bu paralelde geliştirilir. Örneğin Naziler, 10 Mayıs 1933’te kütüphaneleri ve kitapçıları basıp 25 binden fazla kitabı yaktıklarında meşalelerin görselliğinde şarkılar söylediler.
Kitle psikolojisi, faşizmin en temel ilgi alanlarından biridir. Bu nedenle fikri dünyanın dolayısıyla basının yönlendirilmesi, yandaşlaştırılamayanın etkisizleştirilmesi, temel önemdedir. Nazi iktidarının Almanya’da bütün ulusal ve yerel gazeteleri, Propaganda Bakanlığı’nın tam denetimine bağlaması, kısa sürede kültürel ve entelektüel faaliyet dünyasına “otosansürü” yerleştirmesi bir tesadüf değildir.
Tarihten güncelliğe faşizmin dili de yöntemleri de benzerdir. Nazilerin propaganda (veya yalan) bakanı Goebbels, “Size karşı yapılan suçlamaları görmeyecek ve duymayacaksınız. O yalancılar için gerekenler bağımsız Alman yargısı tarafından yapılacak ve cezasını bulacaktır” der. Evet, Can Dündar tarafından yapılan suçlamalar görülmedi, duyulmadı ve “bağımsız” Türk yargısı gerekeni yaptı…
Dünya, 1915’i anımsatan biçimde gerilmiş; yeni güç dengeleri, yeni bloklaşmalar ve pazar paylaşımları, çatışmalar eşliğinde yaşanıyor. Bu kapışmanın en sıcak sahası Suriye, öyle ısındı ki kimi aktörlerin erimesi, kimi taşların yeniden dizilmesi gündeme gelecek.
Lenin, asıl anlamıyla diyalektiğin, şeylerin özündeki çelişmelerin incelenmesi olduğunu söyler ve “Gelişme, zıtların mücadelesidir” der. Bu, sınıf bilincidir; süreçte yaşanan sınıf mücadelesidir. Emperyalizmin dünyayı, faşizmin ülkeyi dizaynına tanık oluyoruz. Hem kelepçe, hem kurşun, hem de havuç kullanılıyor. Can Dündar ve Erdem gül tutuklanıyor, Tahir Elçi kurşunlanıyor, “anayasa” vb. denilerek topluma havuç uzatılıyor.
Tüm bu yaşananlar bir kez daha, duygusallıktan ve öznellikten uzak, sınıf bilincini eksen alan bir duruşu, tüm ezilenlerin “Faşizme karşı omuz omuza” vermesini, hızla en geniş zeminde en güçlü kenetlenmeyi amaçlayan adımların atılmasını gerektiriyor.
Faşizm, yenilecek halklar kazanacak…