Kapitalizmin krizi hızla derinleşirken yeni sömürge ülkelerin ihtiyaca göre şekillendirilmesi de o oranda artıyor. Özelleştirmelerden ucuz üretim üssü zemini yaratan istihdam paketlerine, grev yasaklarından tutuklama furyasına kadar birçok yöntem egemenlerin çıkarları çerçevesinde hayata geçiriliyor. Sahneye konulan senaryolar ise manipülatif yöntemlerle zenginleştiriliyor ve algılar egemen yönlendirmeler doğrultusunda şekillendiriliyor.
Bu bağlamda Türkiyeli egemenlerin/AKP iktidarının göz boyayan yeni argümanlarından biri de Ulusal İstihdam Stratejisi oldu. 2010 yılından bu yana aralıklarla kamuoyuyla paylaşılan ve geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ‘işsizliği önlemek’ amacıyla 2012 ve 2023 yıllarını kapsayacak bir istihdam programı yayınlaması, başta işbirlikçi medya olmak üzere burjuva basının “işsizlik artık hayal” türünden manşetler atmasına neden oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ise taslağını hazırladıkları stratejinin işsizliği önleyecek esaslı bir çalışma olduğunu belirterek, bu stratejinin işsizliğin dünyada önemli boyutlara ulaştığı bir süreçte ele alındığını ve bunun bilinciyle böylesi bir çalışmaya yoğun bir tempoyla hazırlandıklarını belirtti. Ancak bu temponun nedeni, metnin kamuoyuna sunulmasıyla birlikte açığa da çıkmış oldu.
Bilindiği gibi meclisten çıkartılan torba yasalarla birlikte, ülkenin emperyalist sömürü anlamında dikensiz bir gül bahçesine dönüştürülmesi karar altına alınmıştı. Çıkarılan yasalarla, istihdamın yeniden biçimlendirildiği bir sürecin adımları atılırken, söz konusu adımların sermaye çevrelerinin ihtiyacını karşılaması hedeflenmişti. Hatta torba yasayla birlikte, salt istihdamın yeniden düzenlenmesi değil, 2B ile orman arazilerinin satışını, afet riskli bölgelerde kentsel dönüşümü, yabancılara toprak satışını, bor madenlerinin özelleştirilerek satılmasını sessizce geçiren bir süreç izlenmişti. Bu sürecin ise ülkeye 400 milyar dolarlık bir gelir getireceği argümanlarıyla, ülke ekonomisinin refah seviyesini artıracağı vurgusu yapılmıştı.
Ülkemizin kamusal yapısının özellikle 90’lı yıllardan itibaren değiştirildiği biliniyor. Özelleştirmeler ve Yap-İşlet programlarıyla birlikte ülkenin hemen her alanı özel sermayenin himayesi ve kontrolüne girmiş durumda. Bilindiği üzere 80 sonrası izlenen politikalarla devletin ekonomideki rolü giderek azaltılmış ve özellikle istihdam yaratacak alanlardan devletin çekilmesi sağlanmıştı.
Son yıllarda yaşanan gelişmelerle birlikte sermaye yapısındaki büyük değişimlerin de küresel sermaye lehine değiştirilmesi yıllardır uygulanan politikaların devamı niteliğindedir. Ve bu durum küresel çapta yaşanan krizin derinleşmesiyle birlikte egemenler tarafından acil önlemlerin alınmasını zorunlu hale getirmektedir.
EGEMENLERİN ‘KATI’ İSTİDİHDAMI ‘YUMUŞATMA’ ÇABALARI
Başta Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi emperyalist mali kuruluşlar olmak üzere emperyalist/kapitalist sistem Türkiye’de halen istedikleri tarzda ekonomik bir alanın yaratılamadığını ifade ediyor. Son dönemlerde Türkiye’nin de içinde yer aldığı dünya ekonomisini ilgilendiren toplantılarda ülkemiz için oluşturulan gündemlerin başında bu olgu yer alıyor. Görülüyor ki kısmen de olsa varlığını sürdüren çalışanların haklarını koruyucu ve düzenleyici yasalar egemenler için katı ve yumuşatılması gereken bir özellik taşıyor.
Bu bağlamda Ulusal İstihdam adı altında ortaya konan projelerin çalışma yaşamını esnekleştiren bir düzenleme olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Söz konusu stratejinin içeriği de doğal olarak “işgücü piyasasında güvence ve esnekliğin sağlanması” anlayışıyla düzenleniyor.
Egemenler her ne kadar istihdam ya da iş yaşamında güvence olarak konuya ilişkin vurgularda bulunsalar da, bu güvenceyi esas itibariyle kapitalistlerin güvencesi olarak algılamak mümkün.
Bu bağlamda stratejinin içeriğine bakmanın önemli olacağını düşünüyoruz.
Ele alınan programın hedefleri arasında belirtilen başlıklar şöyle sıralanıyor
-
İşsizlik oranı 2023 itibariyle % 5 düzeyine indirilecek.
-
İstihdam oranı % 50’ye yükseltilecek.
-
Tarım dışı istihdamın büyüme esnekliği 0.52 düzeyinden, 0.62’ye yükseltilecek.
-
Tarım dışı sektörlerde %29,1 düzeyinde olan kayıt dışı istihdam oranı, 2023 yılında %15’in altına indirilecek. (Bkz. Ulusal İstihdam Stratejisi S: 20)
İlk bakışta kulağa hoş gelen bu hedeflerin nasıl gerçekleşeceğine dair somut öneriler programda yer almasa da (buna hasıraltı da diyebiliriz) yine programda yer alan kimi vurguların gerçek niyeti yeterince ortaya çıkaracağını düşünüyoruz.
Taslak esas itibariyle 4 başlık altında şekillenmiştir.
Bunlar:
“Eğitim-İstihdam ilişkisinin güçlendirilmesi”
“İşgücü piyasasında güvence ve esnekliğin sağlanması”
“Özel politika gerektiren grupların istihdamının artırılması”
“İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi”
Bu başlıklarda önemli olan nokta politika eksenlerinin belirlenmesinde, makro ekonomik politikaların istihdamı teşvik edecek biçimde sürdürülmesi, işgücünün verimliliğinin artırılması, işgücü piyasalarının katılıktan arındırılması gibi konuların önemsendiği belirtilerek, işgücü piyasalarına ve istihdamda yaşanan sorunlara dikkat çekilmektedir vurgusunun yapılmasıdır.
Soruyoruz: İstihdam yaratmayı hedefleyen AKP bu istihdamı yaratırken devletin konumunu/etkisini ne olarak belirliyor? Devlet kurumsal olarak yeni istihdam alanları mı açacak? Ya da istihdam sermayenin/burjuvazinin lehine düzenlenen kanunlarla yine devlet desteğiyle burjuvazinin desteklenmesiyle mi sağlanacak?
Görünen o ki hazırlanan taslakta bu durum özel sermayenin devlet tarafından her anlamda desteklenmesi şeklinde düşünülüyor. Zira bu konuda “işverenler üzerine ek yük getirilmemesi” başlığı önemli bir yer tutuyor. Bu bölümde yer alan “Uygulanacak yeni teşvik politikalarının maliyetleri firmalarca değil, genel bütçe ve işsizlik sigortası fon kaynaklarıyla karşılanmalı, böylelikle işletmelerin rekabet gücü gözetilmelidir.” vurgusu, kaynakların yine devlet eliyle yani halkın cebinden karşılanacağının özetidir.
Eğitim ve İş yaşamı
“Eğitim ve istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi” başlığıyla kastedilen vurgu ise ucuz işgücü yaratmanın sadece bir alanını kapsıyor. Hatırlanacağı gibi Mart ayında 4+4+4 ile ilgili yapmış olduğumuz açıklamada bu duruma dikkat çekmiş ve kesintili eğitimin halkın değil yeniden şekillendirilen devletin ve sermayenin ihtiyacı olduğunu şu sözlerle ifade etmiştik:
“AKP’nin hayata geçirdiği yıkım yasaları artık kendi oy tabanını rahatsız etmeye başladı. Taşeronlaştırma, güvencesiz çalışma, GSS vb. uygulamalar işsizliği ve yoksulluğu artırmaktadır. Halkın algısını ve tercihlerini yönetme konusunda, din üzerinden geliştirilen ataklar egemenleri rahatlatma amacını güdüyor. Bunlara ek olarak, emperyalizmin Türkiye’yi ucuz üretim üssü olarak devreye sokmak istediği de biliniyor artık. Mevcut ücretlerden daha ucuzu ancak çocuk emeği üzerinden sağlanabilirdi. İşte bu eğitim tasarısı, sermayeye bu olanağı da sunmaktadır. Kısacası bu proje ile toplum, biat eden uysal kitleler halinde sisteme ucuz iş gücü olarak hazırlanıyor.” (Bkz.24 Mart 2012 tarihli Devrimci Hareket açıklaması Sayı 36)
Taslakta “İşgücü piyasasında güvence ve esnekliğin sağlanması” adıyla konulan madde ve içeriği ise Türkiye’nin yabancı sermaye lehine ucuz üretim üssü haline getirilmesini ifade etmektedir. Bilindiği gibi Türkiye emperyalist/kapitalist sistemin ihtiyaçları çerçevesinde ucuz üretim anlamında ülke nüfusunun genç oluşu ve stratejik konumu vb çerçevede önemli bir yerde durmaktadır. Bu anlamda Türkiye diğer yeni sömürge ülkeler arasında özgün bir yere
sahiptir. Dolayısıyla ülkenin bu niteliği, emperyalist denklemlerde rol almasını da zorunlu kılıyor. Ve hem uluslararası hem de ulusal anlamda çıkarılan/uygulamaya konulan her yasa ya da önlem paketi bunun bir bileşeni haline geliyor.
Güvenceli Esneklik!
Raporda yine “İşgücü piyasasında güvence ve esnekliğin sağlanması” adlı başlıkta yer alan vurgulardan biri de “güvenceli esneklik” kavramı.
Bu kavramla birlikte Avrupa İstihdam Stratejisi’ne paralel olarak kullanılan güvenceli esneklik vurgusu, işin korunmasını ve aynı işte kalabilme güvencesini ifade eden iş güvencesi yerine istihdamın korunması ve tek bir işverene bağlı olmadan çalışmanın sürdürülebilmesi anlamında ele alınmaktadır. Bu uygulamayla birlikte emekçilerin işsizlikle yüz yüze kalması durumunda hiçbir güvenceye sahip olmamasının zemini hazırlanmaktadır. Yine taslakta bu durum şöyle ifade ediliyor. “İşgücü piyasasının esnekliği artırılırken buna paralel olarak güvencenin de artırılması hedeflenmekte ve esnek çalışanların da standart çalışanlar gibi emeklilik, işsizlik ödeneği gibi sosyal güvenlik haklarından yararlanabilmeleri amaçlanmaktadır.” ( Bkz.Ulusal İstihdam Stratejisi Temel Amaçlar Bölüm 2)
Bu anlamda, mevzuatta yer alan kısmi süreli çalışma, belirli süreli çalışma ve çağrı üzerine çalışmaya ek olarak geçici istihdam büroları aracılığıyla geçici süreli çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı ve esnek zaman modeli gibi yeni çalışma biçimlerinin uygulanması planlanmaktadır. İşgücü piyasasının esnekliği artırılacaktır bölümünde ise özel istihdam bürolarının önünü açan şöyle bir tanımlamaya yer verilmektedir. “Özel istihdam bürolarının geçici istihdam büroları olarak da faaliyette bulunmalarına yönelik düzenlemeler yapılacak; bu kapsamda, geçici olarak çalışanlara yönelik haklar, “Eşit Muamele İlkesine” göre yasayla güvence altına alınacaktır.” (Bkz: UİS Hedefler Bölüm 1)
Bu anlamda, mevzuatta yer alan kısmi süreli çalışma, belirli süreli çalışma ve çağrı üzerine çalışmaya ek olarak geçici istihdam büroları aracılığıyla geçici süreli çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı ve esnek zaman modeli gibi yeni çalışma biçimlerinin uygulanması planlanmaktadır. Ve böylece Özel İstihdam Büroları iş bulmaya aracılık etmekten ziyade işçi kiralama, satın alma, satma bürolarına dönüşeceklerdir. Aynı zamanda bu bürolar işveren rolü oynayacak ve dolayısıyla özel istihdam bürolarıyla kurulan geçici iş ilişkisi neticesinde işçinin sendikal örgütlenmesi engellenecek, toplu sözleşmeden yararlanması kısıtlanacak, grev hakkı etkisiz hale getirilecektir.
Bölgesel Asgari Ücret
Stratejinin bu bölümünde yer alan düşünce, bölgesel asgari ücret uygulaması anlayışıyla belirli alanlarda kölelikle eşdeğer hale gelen çalışma yaşamının daha da yaygınlaştırılması anlamına gelmektedir. Zira bu bölümde işçilik maliyetinden kaynaklanan mali yükleri azaltmanın yolu bölgesel asgari ücret uygulamasını zorunlu kılmayı öngörüyor.
Peki bölgesel asgari ücret nedir?
Hatırlanacağı gibi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek daha önce “Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu Türkiye’nin Çin’i olacak” demişti. (Bkz. 12 Nisan 2012 tarihli gazeteler)
Mevcut asgari ücret düzeyinin bir ailenin geçimini sağlayacak miktarın oldukça aşağısında olduğu biliniyor. Buna göre sadece dört kişilik bir ailenin masrafı hükümet yanlısı sendika Kamu Sen’in verilerine göre 3 bin 82 lira olarak hesaplanıyor. Salt bu rakam bile mevcut asgari ücret uygulamasının insani olmayan yanını ortaya koymaya yetiyor. Kaldı ki bölgesel asgari ücret uygulamasıyla, seçilen bölgelerdeki oranın varolan uygulamadan daha aşağıya çekileceği ifade edilmektedir. Bu oran egemenlerin insana verdiği değerin en tam ifadesidir. Mevcut
uygulamaya göre tespit edilen asgari ücret, zaten açlık ve yoksulluk sınırının altında kalıp, işçinin geçimini sağlamaktan uzakken; asgari ücretin bölgesel olarak belirlenmesi ise söz konusu sefaleti daha da derinleştirecektir.
Geçici İş Sözleşmesi
Taslağın bu konudaki ifadesi de işçi kiralamayı ve kısa süreli sözleşmelerle işçi çalıştırmayı öngörmekte ve yine işverenin ihtiyaçlarını düzenleyecek şekilde ele alınıp tasarlanmış. Ve buna göre “belirli süreli sözleşme esaslı bir neden olmadıkça sözleşme birden fazla yapılamaz ibaresi” maddenin özünü oluştururken iş hukukunda yer alan “süresi belli olmayan sözleşmeler” ibaresi rafa kaldırılmakta ve işçinin tazminatsız işten çıkarılmasının yolu hazırlanmaktadır. Kıdem Tazminatının Fona Devredilmesi.
Kıdem tazminatlarının fona devredilerek işsizlik fonuna dönüştürülmesi çabaları emekçilerin yıllardır en büyük kazanımlarından olan bu hakkın gasp edilmesidir. Egemenler kıdem tazminatının iş güvencesi ve işsizlik sigortasının yerine geçtiği söylemleriyle sanki emekçilere yeni bir hak kazanımı sunduklarını iddia etmektedirler. Egemenler bu durumun teorisini ise şöyle oluşturmaktadırlar; “ülkemizde işsizlik sigortasının ve iş güvencesinin var edilmesinden sonra Kıdem Tazminatına gerek olmayacaktır”. Ancak bilinmektedir ki Kıdem Tazminatı çalışanın ücretinin ileride ödenmek üzere ayrılan bir parçasıdır. Bu nedenle Kıdem Tazminatı ücret dışı işgücü maliyetinin bir unsuru şeklinde görülemez ve rekabet gücünü arttırmak amacıyla azaltılması düşünülen bir ödeme türü olarak ele alınamaz. Bu “uydurulmuş” gerekçe temelden yanlıştır. Çünkü Kıdem Tazminatı ödeme durumu, iş güvencesinin olduğu yerde değil; iş güvencesinin bittiği yerde başlamaktadır. Bu anlamda iş güvencesi ile Kıdem Tazminatı birbirinin yerine geçen değil, güvenceli ve insanca bir çalışma yaşamı için birlikte bulunması gereken iki ayrı düzenleme niteliği taşımaktadır.
AKP’nin hazırlayıp kamuoyuna sunduğu Ulusal İstihdam Stratejisi’nden kısaca ele aldığımız başlıklar böyle. Kaldı ki taslağın bütünü işçi haklarına dair gaspın aritmetiği haline getirilmiş.
Bilindiği gibi kapitalizmin genel karakteristiği emek ve sernaye arasındaki bağımlılığı sermaye lehinde geliştirdiği uygulamalarla biçimlendirmek ve sömürüyü kalıcı hale getirmektir. Bu nedenle emek gücünü tamamıyla denetime almak ister. Ölümü göstererek halkı/emekçileri sıtmaya razı etmek ister. Kriz vb. gibi durumları dahi kendi çıkarına tahvil ederken faturayı onların üzerine yıkar.
Kapitalist sistemin doğasında var olan kriz eğilimi, sermaye birikim sürecinin dönemsel olarak tıkanmasını beraberinde getirmektedir. Bu tıkanıklık, özellikle kriz dönemlerinde, ekonomik ve toplumsal yapıların sermaye birikiminin devamını ve yeniden istikrarlı hale gelmesini sağlamak üzere birtakım yeni düzenlemelerin yapılmasını gerektirir. Bu yüzden de ekonomik krizle ya da resesyon denilen durgunluk dönemlerinde gelişen süreçler sermaye lehine düzenlenirken emekçiler aleyhine gelişen bir seyir izler. Bu aynı zamanda kapitalizmin diyalektiğidir.
Bu bağlamda yeni istihdam senaryolarını ne işsizliğe karşı bir önlem, ne de emekçiler lehine düzenlenmiş, ülke ekonomisini canlandıran ve ülkenin refah seviyesinin yükseltildiği bir dönem olarak algılamamak gerekir.
Tayyip Erdoğan’ın Kasımpaşalı tarzıyla IMF’ye kafa tutar gibi gözükmesi ise tribünlere oynamaktan başka bir şey değildir. Zira yeni çıkan sömürge yasalarının tamamı emperyalistler ve onların kurumları tarafından Türkiye’ye dayatılmakta ve Türkiyeli egemenler de bu konuda onlara hizmet etmektedirler. Emperyalistlerin Türkiye’de istihdam yapısını katı görmeleri yeni bir olgu değildir. Bu durum daha 2000’li yılların başlarında da vurgulanan ve önlem alınması gereken bir konuydu. Hatırlanacağı gibi Türkiye’nin 2002-2005 yılları arasında “18. Stand by”
anlaşmalarında da bu konu özenle vurgulanmış ve daha sonra yapılan “19. Stand by” görüşmelerinde bu konu gündeme tekrar getirilmişti. Bu görüşmeler ne ilk ne de sondur. Türkiye’yi arka bahçesi olmaktan dahi çıkarıp kendi toprağı haline getiren emperyalistler yaşadıkları krizi atlatmak için yeni yeni senaryoları şimdiden planlamaktadırlar.
Torba yasada yer alan yabancılara toprak satışı maddesi bunun en açık ifadesidir. Yine Dünya Bankası’nın direktifleriyle önümüze konulan ve torba yasa içerisinde yer alan bölgesel asgari ücret uygulaması tekellerin daha ucuza üretim yapabileceği bir zeminin yaratılmasının ön koşullarındandır.
Esnekliğin kaldırılmasının özünde ise işçi ya da emekçilerin iradesinin hiçe sayıldığı bir anlayış yatmaktadır. Bu anlayış emekçileri hiçe sayarken kapitalistlerin istek ve beklentilerine de kapı aralayan bir özellik taşımaktadır.
Krizle birlikte küresel sermayenin ihtiyaçları bu saldırıları kaçınılmaz hale sokmaktadır. Bu nedenle sadece ülkemizde değil, dünya çapında emperyalist/kapitalist saldırganlığın boyutları artmıştır. Afganistan işgalinden, Suriye’ye dönük hamlelere kadar yaşanan süreci ve Avrupa’da gündeme gelen kemer sıkma politikalarını ve gelişen işçi hareketlerini de bu minvalde düşünmek gerekiyor.
Bu halka/emekçilere karşı saldırganlığın en açık ifadesidir. Zira sadece ülkemizde 2000 yılından bugüne, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik yapılan saldırılar alt alta sıralandığında dahi, emekçilerin hak kayıplarındaki artışın ürkütücü boyutlara vardığını görebilmekteyiz.
Sayı 37 (Ağustos – Ekim 2012)