Bugün insanlığın bilgi birikim düzeyi ve üretim araçlarının gelişmişlik seviyesi ortakça bir yaşamın, insanın severek emek verdiği ve yaşamın anlamını emeği içinde bulduğu bir toplumu ayakları üzerine dikebilecek durumdadır. Ancak sınıflara bölünmüş günümüz toplumunda hakim sınıf elindeki devlet gücünü de kullanarak bu yönlü bir gelişimi engellemek için elinden geleni yapmaktadır.
İnsanın kendi emeğine yabancılaştığı/yabancılaştırıldığı böylesi bir toplum düzeninde, el emeği ile üretilen bilgi/birikim de hakim sınıflar elinde bir baskı aracına dönüşmektedir. Bilgi bir iktidar gücü olarak kullanılmakta, halkın bilgi ile buluşmasının önünde engeller oluşturulmaktadır.
Devlet ideolojik aygıtlarıyla toplum üzerinde sürekli bir hipnoz etkisini var etmeye çalışmaktadır. Bu ideolojik aygıtlar aile, okul/eğitim, medya ve benzeridir. Yazımızda konumuz gereği daha çok eğitimi ele almaya çalışacağız.
Eğitim ve okulun bugün ideolojik anlamda üstlendiği rol; itaat eden, itiraz kanalları tıkanmış, verili yaşam şeklinin dışına çıkmayan “öğretilen çaresizliğiyle” bir bitki gibi saksısında yaşayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir gençlik yaratmaktır. Böylelikle sistemin istediği “vatandaşa” ulaşılmış olacaktır.
Kişi rekabet kültürünü edinecek, kendi gibi insanlarla yarışacak, “doğası gereği” bencil olacaktır. Tabi ki onu yoldan çıkarmak isteyen “şeytanlar” çevresinde bulunabilecektir. Bunlara karşı kendini “güvende” kılabilmesi için bazı temel kodlar, “şifreler” kendisine. “Bu senin kaderin, herkes kaderini yaşar, alnında ne yazılıysa o olur vb.”
Sorgulayan, özgür bir bireyden korkulduğu gibi böyle bir durumda olanlar insanlık dışı varlıklar/teröristler kategorisine sokulacaktır. (Van’da YGS’deki kopya skandalının protestolarında ön safta bulunan 4 lise öğrencisi gözdağı verilmek için polis tarafından geçtiğimiz günlerde gözaltına alındı.) Dolayısıyla iradesini eline alan bireylerle yan yana gelmesinin ve insanlığın bugüne kadar ürettiği ortak değerlerle buluşmasının önüne, her şeyi kabullenen bir edilgenlik duvarı örülecektir. Özellikle eğitim sistemi bu duvarları oluşturmak konusunda düne oranla bir hayli mesafe kat etmiştir.
Felsefe kitaplarının içerisine 200 yıl önce çürütülmüş orta çağ skolastik düşüncesinin kırıntılarını serpiştirerek, felsefeyi bilinci geliştirme aracı olmaktan çıkarıp bilince kelepçeler takan düşünsel gardiyana çevirmek istemektedir.
Yine biyoloji kitaplarına evrim teorisine karşı –biyolojinin, yaşamın, canlılığın abartırsak evrenin temeli evrim teorisidir- yaradılış teorisini koymaya çalışmak hangi akla hizmettir. Daha doğrusu tabi ki de akla hizmettir. Ancak bu akıl halkın aklı/ halkın çıkarını savunan akıl değildir.
Bugün çocuk kitaplarına baktığımızda din olgusunun yaşamın bütününe içerildiği birçok masal/hikaye görebilmekteyiz. Yediden yetmişe alternatif yaşam alanları yaratmak kendini her geçen gün hissettiren bir sorumluluk haline gelmiştir.
Günlük yaşamda karşımıza çıkan bin bir biçimdeki her soruna Marksizmin bizlere sağladığı imkanlarla, yaşanılan olguyu çok iyi anlayıp çözüm geliştirebilmek mümkündür. Bu nedenle sistemin eğitime bakışını ve eğitimin toplumun geneline yayılma serüveninin kısa bir özetini yapalım.
Eğitim daha önceki toplum biçimlerinde mevcut iktidarın/düzenin kendi kadroları için düşünülürdü. Halkın gündelik yaşamında çok bir yeri yoktu. Toprağa dayalı feodal üretim biçiminde, kast gücüyle gerçekleşen köy yaşamı içerisinde görerek öğrenilen üretim, bir bilgi edinme/mektepli bir eğitim sürrecini gerekli kılmıyordu. Bilgi birikim de bu kadar gelişkin değildi. Kapitalist üretim biçimine geçiş, bilimsel devrim, sanayi devrimi ile birlikte köylerden, toprağa dayalı üretimden kopan kitlelerin eğitimi asgari düzeyde gerekli hale gelmiştir. Fabrikalarda makinelerin kullanımı, aynı zamanda siyasal anlamda ulus ve vatandaşlık bilinci için eğitim bir zorunluluk olmuştur. Bu noktada eğitim toplumun bütününe devlet eliyle hakim sınıfın ihtiyaçları sınırlılığında sunulmaya başlanmıştır.
20. yüzyılda sosyalizmin bir alternatif olarak doğuşu, nitelikli, bilimsel, demokratik, anadilde parasız eğitimin, kamu tarafından sağlanan bir hak haline gelmesi, kapitalist ülkelerde de eğitimin sosyal haklar içerisinde anayasalarda yer bulmasına neden olmuştur. Bugün ise reel sosyalizmin çöktüğü bu tek kutuplu dünyada kapitalizm, sosyalizme tavizlerinin rövanşını almak için sosyal hakları budamakta ve eğitimi de hak olmaktan çıkarıp satılan bir metaya dönüştürmektedir.
Bugün gelinen aşamada öğrenciler okula sürekli para veren birer müşteri olmaya alıştırılmıştır. Gelir durumuna göre şekillenen eğitim sisteminin bütünü bir eşitsizliğe dönüşür. Eğitime daha çok kaynak ayıran öğrenci/müşteri daha iyi koşullarda eğitim alacaktır. Bütünüyle yarış üzerine oturtulan eğitim sisteminde öğrenme değil ders, sınıf ve sınav geçmek temel amaçtır. Bu amaçlarda doğrudan harcadığımız emeğe değil okula, dershanelere ve özel derslere harcadığımız paraya bağlıdır.
Fırsat eşitsizliği sistemin bütününde vardır. Doğası gereği her hücresine içkindir. Bu eşitsizlik “kader” sıvasıyla gizlenmektedir.
Toplum olarak eğitime bu kadar kaynak ayrılmasının veya en yoksul ailelerin bile çocuklarını okutmak için çabalamasının varını yoğunu ortaya koymasının arkasından gelecek kaygısı yatmaktadır. Bu gelecek kaygısını ortadan kaldırma yolu olarak üniversiteyi kazanmak görülmektedir. Kısacası üniversite bugün işsizliğe, güvencesizliğe karşı bireysel kurtuluş kapısı olarak toplum nezdinde “bir umuttur”.
Bugün YGS ‘de ki kopya/şifre iddialarıyla bu beklenti ve umut balonunun patlaması toplumda infial yaratmıştır. Oluşan tepkinin büyüklüğü ve yatışmaması bu nedenledir.
Bizler biliyoruz ki eşitsizlik/kopya/şifre eğitim sisteminin kendisidir. Eğitimin parasız nitelikli ve herkese sunulur bir hizmet olmaması başlı başına bir sorundur. İnsanları elemek ve başarısız ilan etmek için birbiriyle yarıştırıp sınavlı/şifreli parkurlar oluşturmak bu fırsat eşitsizliğinin bir yansımasıdır ve emperyalizmin sömürüsü, istihdam sorunuyla ilgilidir. Nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymaması sınavları doğurmuştur. (Ayrıca bugün gençlik içerisindeki işsizlik oranı hat safhaya varmıştır her geçen günde artmaktadır.)
Bugün asıl önemli olan, YGS’de yaşanan kopya skandalının sistemin DNA’sını gösteren bir saç teli gibi okuyabilmektir. YGS’de yaşananlar aslında sistemin kendi kurallarını bile dolanan bir pervasızlıkta olduğunu çok kolay bir şekilde gün yüzüne sermiştir. Geçen yıl KPSS’de yaşanan skandaldan sonra bu yıl kopya daha nitelikli hale getirilerek şifrelenmiştir. Böylelikle kimlerin kopya çektiği ispatlanamayan bir hale bürünmüştür. Olgu hacı yatmaz gibi karşımızda durmakta sistemin kendi kuralları/yasaları onu tuş edememektedir.
Üniversitelerde siyaset biliminde öğretilen ve faydacılığın temeli olan “sonuca/ iktidara giden her yol mubahtır.” anlayışı iktidarı iktidar kılan temel önermeler arasındadır. Sınav olgusunda da bunu görmekteyiz. Sistem kendi kurallarını hiçe sayarken gelecekte oluşturmayı düşündüğü sistemin kadrolarını şimdiden hazırlamak için şifreleri kendi kadro adaylarına dağıtmış, sürümden olduğu kadar parçadan da kazanmıştır.
Bugün sistemin bir ürünü olan sınavlı, elemeci, yeteneklere göre olmayan bu eğitim sistemine karşı mücadelede kapitalizme karşı mücadeleyi görmemek sürecin eksik algılandığının ifadesidir. Bu nedenle süreci ÖSYM başkanından kopya olayından çıkarıp bütünüyle eğitim sisteminin tartışıldığı bir mecraya çekmek önemlidir. Ancak ne yazık ki gerçekleşen protestoların büyük bir kısmı kopya ve ÖSYM başkanının istifa etmesi üzerine kilitlenmiştir.
Aksine soruyu kopya olmadığında sınav adil mi olacaktı diye sormak bir zorunluluktur..
Bu nedenle biz Liseli Dev-Gençliler fırsat eşitsizliğinin ön kabul olduğu eğitim sisteminin bütünüyle karşısındayız. Nitelikli, parasız, demokratik, anadilde, bilimsek eğitim talebimizi kazanana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Tabi ki bu mücadele de kapitalizmin/sistemin devamlılığından yana çıkarı bulunmayan tüm toplum kesimleriyle birlikte olacaktır.