Bahadır DENİZ
Uluslararası gericiliğin ve yerli işbirlikçilerinin özellikle 90’lı yıllarla beraber başlattığı ideolojik saldırı, devrimciliği bütünüyle tasfiye etme ve tüm dünya coğrafyasından silme iddiası ve gayretiyle sürmektedir.
Bunun karşısında yaşanan “eksik direnç”te, pek çok faktörün rolü var ise de; devrimciliği ehlileştirme, uysal ve sistem sahiplerince kabul edilebilir bir seviyeye çekme gayreti içerisinde olanların rolü, özellikle büyük ve özellikle tehlikelidir. Bunu söylerken sadece PKK’yi kastetmiyoruz. Umudu, düşleri, kendi ayakları üzerinde durma ve kaderini belirleme mutluluğu zedelenen; olağanüstü bedellerle büyütülen değer ve birikimleri çıkar masalarında utanç verici şekilde ucuz hesaplara kurban edilen Kürt halkının yanında, bütünüyle emekçi kesimlerin beklentiyle atan yüreklerini bir kez daha sızlatmamak ve zaten yara almış olan güven duygusunu daha fazla kanatmamak için; devrimcilerin hiçbir dönem olmadığı kadar dikkatli ve ustalıklı biçimde davranması bir zorunluluktur.
Bizler, üzerinde yaşadığımız topraklarda, umudu büyütmenin, insanlığa en yakışan değerleri iktidar kılmanın mümkün olduğunu düşünüp yola çıktığımızda “özgürlüğe giden akıntı durdurulamaz” diyerek nihai hedefimizin rengini tayin ettiğimizde öncelikle kendimize ve halkın bağrında taşıdığı özgüce gücendik. Bu nedenle, hiçbir tasfiye girişimine veya devrimciliği liberal ağızların tavsiyelerine göre yeniden düzenleme gayretlerine itibar etmedik; bundan sonra da etmeyeceğiz. Kendimize güveniyoruz; insanlığın, iyiden ve güzelden yana eğilim belirtme potansiyeline güveniyoruz. Çakalların çoğaldığı konjonktürler, meselelere salt konjonktürel bakanların umudunu kırabilir. Bizler için mevcut gelişmelerin hiçbiri sahneden çekilmeye veya oyunu ehlileştirilmiş figürlerle yeniden düzenlemeye gerekçe değildir.
Bugün, devrimci değerleri eteğinden tutup çekiştiren ve değerlerde erozyonun önünü açmayı kendine vazife edinen çevreler, koşulların, tarihin hiçbir evresinde bu denli ağırlaşmadığını düşünebilirler. Ancak biz biliyoruz ki, sınıflar mücadelesi tarihinde taşlar, “akılalmaz” güçlüler aşılarak döşenmiştir. Ve tarih, değerlerini her koşulda büyütmeyi başaranlar gibi, hiçliği seçenlere de çeşitli coğrafyalarda tanık olmuştur. Örneğin Lenin’in “Rus nihilizmi” olarak nitelediği olgu, nihilizmin bir başka coğrafyada dışa vuran niteliğinden başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda; ufuk daralmasını, değer yitiminin, hiçlik duygusunun sınırları aşan benzerliğine işarettir. Kılıçlarını devrimci örgütlere karşı çeken, örgüt fobisi yaratan kişi veya çevrelerin bu benzerliğine dikkat çekmek, duruşlarındaki kofluğu açığa vurmak açısından önemlidir.
“Rus nihilisti, parti örgütünü ürkünç bir ‘fabrika’ olarak düşünür; parçanın bütüne ve azınlığın çoğunluğa bağlılığını ‘kölelik’ olarak görür; … bir merkezin yönetiminde iş bölümü yapılmasını, insanların ‘çark dişlileri’ haline getirilmesi gibi görür ve bu davranışa traji-komik feryatlarla karşı çıkar. (Leninizmin İlkeleri, s:104-105, Lenin’den aktaran Stalin)
Meseleye bir de devrimci görevlerin yakıcılığı ve oluşturduğu ağır yük açısından bakılacak olursa; aşındırıcı karakterlerin, devrimci yaşamla ne denli uyuşmaz bir yapıya sahip olduğu daha çarpıcı biçimde açığa çıkar. “Yaşamak için acele etmeliyim” ifadesinin, içinde bulunduğumuz tarihsel kesitte “mücadele etmek için acele etmeliyim” biçiminde kavranması gerektiğinin bilincinde olan devrimciler için zaman hep eksik kalır. Devrimcilikte tırmanma son bulmaz. Ulaşılan basamak, bir başka basamağa tırmanmak için yeni bir zemindir. Görevler tamamlanır, yeni görevlerin ucu görünür. Hatta bazen yan yana, üst üste ve iç içe konumlar alır. Bu nedenle, devrimci kimliğin gerektirdiği vericilik, ödünç alınmış erdemle yürümez. Bir devrimci, yorgun ve korunmasız bir halde, imansız bir yağmura yakalandığında, “sıcacık yatağım dururken, benim burada işim ne?” diye düşünmez/sızlanmaz.
Evet yoldaşlar, başkasının mücadeleye “yan çizen” karakteri, edilgen ve teslimiyetçi duruşu bizlere ayakbağı teşkil etmemeli; aksine, kamçılayıcı olmalıdır. Etraftan gelen tahriklere, yalan-yanlış ve aşındırıcı sorulara yanıt vermeye bile ihtiyaç duymayalım. Biz, bugün bu topraklar üzerinde, nerede ve ne kadar varız; ne yapıyoruz? Bu türden soruların da tahrik ediciliğine kapılmaya gerek yok. Attığımız adımların ve döşediğimiz taşların neleri vaadettiğini, samimi gözler bugünden de görebilmeye yeteneğine sahiptir.
İnanın yoldaşlar, önümüzdeki yol, hiç de karmaşık ve bilinmez değildir. Yeter ki, hareketi doğru kavrama çabasında tembel davranmayalım ve her birimizin atacağı her adımın, hareketin bütünlüklü duruşuna önemli katkı sağlayacağı bilinciyle hareket edelim. Devrimci yolcularla bir arada anılması yakışık düşmeyecek sıfatların başında tembellik ve bencillik gelir. Bu nedenle sokakta, yüreği onurla yıkanmış, alnı ak bir şekilde yürümenin koşulu demek olan Devrimci yolcu kimliği taşıyacaksak; uyarılmadan da rol alabilmeyi ve katkı koymayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Belki, “acelesi yok” diye düşünenlerimiz olacaktır; ama, unutmayalım ki, alçaklık sokakları zaptediyor; elimizi çabuk tutmalıyız…