Kapitalizm, 1929 ekonomik buhranından bu yana en ağır krizini yaşıyor. Reel sosyalizmin çöküşü sonrası emperyalizm tarafından tek kutuplu dünya, tarihin, sınıf mücadelesinin sonu vb. üzerinden makyajlanarak sunulan küreselleşme gemisi su almaya çoktan başladı.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası ABD emperyalizminin hegemonyası altında gelişen süreçte göstergeler ilk kez böyle bir geriye gidişi göstermekteydi. Derinleşme eğilimindeki yapısal krizin etkilerini aza indirip rakiplerini saf dışı bırakmak için 11 Eylül sonrası süreçte ABD, “ülkesinin güvenliği” için Afganistan ve Irak işgaline girişti. Bu işgallerle emperyalist-kapitalist sisteme bütünüyle entegre olmamış bölgelerin sisteme dahil edilmesi, enerji kaynak ve yolları üzerinde tam denetim hedefleniyordu.
Böylelikle sistem rahatlatılırken, Çin gibi her yıl milyarlarca dolar dış ticaret fazlası veren rakipler, yumuşak karnı olan enerji üzerinden zayıflatılabilecekti. Ancak Pentagon’daki hesap bölgeye uymadı. ABD bu işgallerde soğuk savaş döneminde yaptığı harcamanın kat be kat fazlasını yapmasına rağmen istediği sonuçları hala elde edemedi.
2008 yılında kapitalizmin yapısal krizi ABD’de finans alanında başlayıp tüm dünya piyasalarını ve reel sektörleri sardı. Yıllara yayılan ağır etkilere sahip krizle birlikte emperyalist ülkelerin büyüme oranları geriledi. ABD’den AB’ye kadar birçok ülke bu süreçten olumsuz etkilenerek çıkarken, başını Çin’in çektiği bir dizi ülke (BRICS) süreçten büyüyerek çıkmayı başardı. Dünya pazarına elindeki cari fazlayla girişini hızlandırdı. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası ilk kez ABD’yi rahatsız etmeye başladı.
Krizi aşmak için birçok burjuva iktisatçı kafa patlattıysa da “Marks haklı mıydı?” sorusunun ötesinde krize bir cevap bulamadılar. Yine oyunu kapitalizmin kuralları çerçevesinde düşünüp güçlü olanın hegemonyasını dayatacağı emperyalist bir reçete ortaya çıktı.
Bugün krizi aşmak için ABD’nin belirlenen yol haritasında elindeki pazarı korumak, genişletmek, sisteme bütünüyle entegre olmamış alanları denetim altına almak ve Çin gibi muhtemel rakipler üzerinde tam saha baskı uygulayarak onları zayıflatmak bulunmaktadır. Bu süreçte siyasi, ekonomik ve askeri zorun at başı gideceği de aşikardır.
2008 krizinin ABD’ye getirdiği mali yük, Afganistan ve Irak işgalinin bütçede yarattığı açık ve hem askeri hem de siyasal alanda ortaya çıkan başarısızlıklar, emperyalizmi yol haritasının uygulanışında yöntem değişikliğine götürdü. Lizbon’da yapılan son NATO toplantısında emperyalizmin daha az bütçeyle, sistemin tıkanan kanallarına dünyanın her yerinde sürekli müdahaleyi içeren yeni konsepti belirlendi. Arap Baharı olarak adlandırılan süreç YENİ NATO KONSEPTİ’ne uygun olarak gelişti. Ülke içinde işbirlikçiler değiştirilerek ya da yenilerini yaratarak bu ülkelerde emperyalizmin istediği rejimlerin tesisi yönünde ilerledi. Arap Baharıyla Ortadoğu’da Çin’in yükselişini önlemeye dönük izlenmesi düşünülen izolasyon politikası da hayata geçirilmeye çalışılıyor. Rusya ve Çin’i rahatsız etse de, Suriye’de işbirlikçiler eliyle rejim devrilmeye çalışılırken İran’a karşı tam saha markaj da devam ediyor. Suriye Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısı olduğu gibi, İran da Çin’in önemli enerji tedarikçilerinden birisidir.
Ortadoğu’da süreç bu şekilde gelişiyor. Gelişmeler karşısında Rusya ve Çin de boş durmuyor.
Afrika coğrafyasına baktığımızda ise Çin’in elindeki fazlanın bir kısmını bu kıtada yatırım olarak değerlendirdiğini görmekteyiz. Sudan’da enerji sağlamak için milyarlarca dolarlık yatırımı söz konusudur. Ancak her defasında ABD, bölgeye yaptığı müdahalelerle Çin’in işlerini bozmuştur. Sudan’ı ikiye bölmüş ve enerjinin taşınma sorunu ortaya çıkmıştır. Bu sadece örneklerden biridir. ABD, Çin ile Afrika’da mücadele etmek için Africom adında özel bir komutanlık dahi oluşturmuştur. Ancak, Ortadoğu’daki veya Afrika’daki mücadele tek başına Çin’i geriletmeye yetmemiştir.
Bu nedenle emperyalizm soğuk savaş döneminde olduğu gibi Çin’i Asya-Pasifik’te çevrelemeyi önüne koymuştur. Ayrıca, Avrupa pazarı daralırken Asya’nın büyüme göstermesi tekellerin bu bölgeyi mercek altına almalarına da sebep olmuştur.
2010 Mayısı’nda ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde ifade edilen Asya-Pasifik Stratejisi, Ocak 2012’de Obama tarafından ilan edildi. ABD, Asya-Pasifik bölgesindeki askeri varlığını arttıracağını duyurdu. Önümüzdeki yüzyılın Asya-Pasifik yüzyılı olacağı resmi ağızlardan deklare edildi.
2020 YILINDA ABD DONANMASININ %60’I ASYA-PASİFİK’TE KONUŞLANMIŞ OLACAK
ABD Savunma Bakanı Panetta, ABD donanmasının % 60’ının 2020 yılı sonuna kadar
Asya-Pasifik bölgesinde konuşlanmış hale geleceğini söyledi. 560 civarında gemi, kruvazör ve uçak gemisine sahip olan donanmanın 300’ü bölgeye kaydırılıyor. ABD bu atakla soğuk savaş sonrası boşalttığı askeri üsleri tekrar canlandırmayı ve bölgeye yerleşmeyi hedefliyor. ABD’nin şuan Japonya’da 50 bin, G. Kore’de 28 bin civarında askeri bulunuyor. ABD’nin 41 bini Almanya’da olmak üzere Avrupa’da 81 bin askeri var. Avrupa’da bulunan 10-15 bin civarında askeri Asya-Pasifik bölgesine kaydırmayı hedefliyor. Geçen yıl bölgede 172 askeri tatbikat yapan ABD tatbikat sayı ve kapsamını arttıracağını açıkladı.
Asya-Pasifik, iştah kabartan önemli bir ticaret alanıdır. Güney Çin Denizi’nde 5.3 trilyon dolarlık yıllık ticaret gerçekleştiriliyor. Yine Doğu Çin Denizi üzerinden ise Çin’in ihtiyacı olan enerjinin %80’i geçiyor. Doğu Çin Denizi’nde 130 milyar varil petrol ve 9 trilyon 300 milyar metreküp doğalgaz olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan bu denizlerden yük gemilerinin %50’si geçerken, dünya deniz ulaşımının da 1/3’ü sağlanıyor. ABD bölgenin bu jeo-stratejik özelliğinden kaynaklı, bu alanı rakibi Çin’e bırakmamaya kararlı görünüyor.
Bölgeye daha kolay ulaşabilmek için yeni stratejisine uygun olarak ABD, Avustralya’yla anlaşarak Darwin üssüne 2016 yılına kadar 2500 deniz piyadesi konuşlandıracağını açıkladı. 250 kişilik bir birlik 2012 başında bölgeye gönderildi. Darwin üssü ABD’ye Güneydoğu Asya ve
Güney Çin Denizi’nde yaşanacak sorunlara hızlı müdahale edebilme kabiliyeti sağlıyor.
Tayland’da bulunan Utapao Havalimanı’nı “meteorolojik araştırma üssü” yapmak için Pentagon kullanmak istiyor. Bu havalimanı 70’lerde Vietnam, Kamboçya ve Laos’u bombalamak için kullanılmıştı.
Bölgede ABD’nin Japonya, G. Kore, Tayland, Filipinler ve Avustralya ile ittifakı; Hindistan, Singapur ve Endonezya ile ortaklık anlaşmaları bulunuyor. Çin ise Myanmar ve K. Kore ile ittifak halinde. ABD bölge ülkelerinin Çin ile yaşadığı sorunlara müdahil olup bölgeye daha fazla yerleşerek kalıcılaşmayı hedefliyor.
ABD, güçlerini bölgeye kaydırma kararı alır almaz, Şubat 2012’de şimdiye kadar bölgede yapılan en geniş çaplı askeri tatbikat olan “Altın Gözlü Yılan 2012”yi Japonya, G. Kore, Tayland, Singapur, Malezya ve Endonezya’nın katılımıyla gerçekleştirdi.
Son dönemde Güney Çin Denizi’nde Spartly ve Paracel Adaları’yla ilgili olarak Vietnam ve Filipinler Çin ile sorun yaşıyor. Yaşanan her sorunda ABD’nin taraf olması, Çin’e karşı bölge ülkelerin hamisi rolüne soyunup Çin’i köşeye sıkıştırmayı hedeflediğini gösteriyor.
Vietnam bölgede yaşadığı gemi krizi neticesinde donanmasını Güney Çin Denizi’ne çıkarmış ve 9 saat süren bir askeri tatbikat yapmıştır. Çin’in egemenlik alanının ihlal edildiğini ifade etmesine karşın 200 millik münhasır ekonomik bölgesini kullandığını ifade etmiştir. Bunun yanı sıra ABD ile Filipinler bölgede Nisan ayı sonunda 11 gün süren bir tatbikat gerçekleştirmişlerdir. Bu tatbikat barışçıl bulunmayarak Çin tarafından protesto edilmiştir. ABD’nin hedefinde kısa vadede olmasa bile Vietnam’daki Kamran ve Filipinler’deki Subik Boy üssüne dönme düşüncesi yatmaktadır. Çin, Malakka Boğazı’nda Malezya ve Singapur’la, Güney Çin Denizi’nde Tayvan, Vietnam ve Filipinler’le, Doğu Çin Denizi’nde de Japonya ile sorun yaşıyor. ABD, Çin’le yaşanan her sınır sorunu üzerinden kendine pay çıkarmaya çalışıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton son gezisi sırasında Myanmar, Vietnam, Laos ve Kamboçya’ya başlangıç için 50’şer milyon dolarlık alt yapı yardımı sözü vermiştir. Bu yardımlar bizlere, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Türkiye’ye yeni sömürge ilişkilerinin tesisi için yapılan Marshall yardımlarını anımsatmaktadır.
Geçtiğimiz aylarda Çin, Japonya ile Senkaku/Diaoyu adalarıyla ilgili sorun yaşamıştı. Çin ve Japonya arasındaki ada krizi dünya gündemini bir hayli meşgul etmişti. Çin “tarihsel zayıflık” dönemi olarak tanımladığı dönemde kaybettiği bu adaları geri almak istiyor. Adalar Çin karasularının genişlemesi için önemli bir olanak sağlıyor. Herhangi bir yerleşimin olmadığı adalar jeostratejik açıdan önem taşımakta, zengin petrol ve doğalgaz yatakları üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca adalar krizi bölgede devam eden hegemonya savaşının da bir yansımasıdır. Eylül ayında bu gerilim sürerken ABD, Çin baskısı altındaki Japonya’dan tereyağdan kıl çeker gibi istediğini almış oldu. ABD Savunma Bakanı Panetta, Japonya’ya ikinci bir füze savunma sistemini yerleştirme konusunda anlaşmaya vardıklarını açıkladı. Türkiye’de bulunan ve Hürmüz Boğazı’nda BAE’nın kurulmasını kabul ettiği füze radar sisteminin bir benzeri Japonya’ya kuruluyor. Hatırlanacağı gibi yaklaşık 6 ay önce dergimizde ABD’nin
Asya-pasifik bölgesine yerleştirmeyi düşündüğü füze kalkanı sistemi için Güney Kore ve Japonya’dan birisini ikna etmeye çalıştığını söylemiş; bunun Çin’i kuşatmak için önemli bir aşama olduğunu ifade etmiştik. Bu adımla bir kez daha ABD’nin bölgesel sorunları birer dama taşı gibi kullanmayı başardığını görmüş olduk.
Bölgede emperyalizm için bir diğer sorun alanı; K. Kore ve G. Kore meselesidir. İki taraf arasında kesilen 6’lı görüşmelerin tekrar başlama ihtimali, lider değişikliği yaşayan K. Kore’yi ikna edebilme noktasında ABD’yi umutlandırmış gözüküyor. ABD’nin hedefi K. Kore’yi, G. Kore ile liberal ekonomi temelinde birleştirme ve kendi boyunduruğu altına alabilmek. Bu noktada Rusya, Çin ve Japonya’nın da bulunduğu görüşmelerle sonuca ulaşmaktan ziyade kendi çözümünü kabul ettirmeyi hedefliyor. Ancak kısa sürede ABD’nin bu hedeflerinin temenni düzeyinde kalacağı görülecektir.
Son zamanlarda bölgede öne çıkan ve sıkça tartışılan ülkelerden biri de Myanmar’dır. Arakan bölgesinde müslümanlara yönelik “vahşet” uygulandığı iddiası Türkiye medyasında da çokça yer bulmuştur. Hatta bu durum Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Emine Erdoğan’ın ziyaretine de mazhar olmuştur. Türkiye, Arap Baharı sürecinde olduğu gibi mezhep ayrılığı üzerinden bölgede kendisine rol biçilir diye, bölgeye nüfuz etmişse de küçük bir azınlığı temsil eden müslüman kesim emperyalizmin uzun vadeli çıkarları için etkin bir özne olmadığından önemsenmemiştir.
Myanmar’ın % 90’a yakını budist, % 4 hristiyan, % 4 müslümandır. Myanmar, Çin’le ittifak halinde olan ordunun uzunca bir dönemdir yönetimde söz sahibi olduğu bir ülkedir. Öz kaynaklarını bütünüyle talana açmamış kapalı bir ekonomik yapı söz konusudur. Son birkaç yıldır enerji alanında belli ölçeklerde yabancı yatırıma izin verilmiştir. ABD ve AB ülkede NLD (Ulusal Demokrasi Birliği) muhalefetini desteklemektedir. Bu yılın başında yönetim NLD lideri Aung San Suu Çii’nin ev hapsini kaldırdı. ABD ülkede sivil yönetime geçilmesini ve Çii’nin ev hapsinin kaldırılıp seçimlere girmesine olanak tanınmasını önemsedi. Yapılan liberal kimi reformlara karşılık Japonya Myanmar’ın 3,7 milyar dolarlık borcunu sildiğini açıkladı. 50 yıl aradan sonra ilk kez bir ABD Dışişleri Bakanı Myanmar’ı ziyaret etti. ABD petrol şirketlerinin açılacak petrol arama ihalelerine katılmalarına yönelik teşviklerde bulundu.
Myanmar en çok doğalgaz ihraç eden ilk 10 ülke arasında. Ayrıca ciddi petrol yataklarına sahip. Bu yatakların büyük bir kısmı da Arakan bölgesinde. Geçmişten bu yana Myanmar Çin’le yakın ilişkilere sahip. Çin, enerji ihtiyacını belli oranlarda Myanmar’dan sağlıyor. Ancak ABD’nin Myanmar politikasında değişikliğe sebep olan asıl mesele Çin’in Malakka Boğazı, Güney ve Doğu Çin Denizi’ni devre dışı bırakacak doğrudan Bengal körfezinden gemilerle gelen petrolü Myanmar üzerinden ülkeye taşıyacak boru hattını bitirmek üzere oluşudur. ABD bu nedenle daha önce Myanmar’a dönük uyguladığı yaptırımlardan vazgeçti ve ilişki kurmayı, diplomasiyi seçti.
ABD bölgedeki sorun alanlarına müdahil olmanın yanı sıra insansız hava araçlarıyla Çin hava sahasında keşif uçuşları yaparak Çin’i taciz ediyor. Nobel ödülü geçen yıl Çin’de cezaevinde bulunan ABD yanlısı muhalif bir kişiye verilmesi sağlanarak, Çin’deki “insan hakkı ihlalleri” tartıştırılıyor. Obama bu “aydın” kişinin serbest bırakılmasını istiyor. ABD, Çin’e karşı Moğolistan’ı destekliyor. Uygur Türkleri’ni kışkırtıyor. Çin’in elinde bulunan ABD devlet tahvillerine karşılık, karşılıksız dolar basacağı tehdidinde bulunuyor. Diğer yandan ısrarla yuanın değerinin arttırılması yönünde baskı uyguluyor. Çin’in uluslararası pazarda kabul gören patent, marka, fikri mülkiyet vb. haklara saygı göstermediğini ileri sürüyor. Geçtiğimiz aylarda Endonezya’nın Bali adasında yapılan ASEAN toplantısında ABD Çin’e yüklenerek katılımcı ülkelerin sonuç bildirgesinde uzlaşmasına imkan bırakmayarak toplantının noktalanmasını sağladı. Çin’i dışarıda bırakarak bölge ülkeleriyle ortak ticaret anlaşmaları oluşturmaya çalışıyor (Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması TPP – ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Vietnam, Malezya, Singapur, Brunie Sultanlığı). ABD saymakla bitiremeyeceğimiz daha birçok alanda Çin’i sıkıştırmaya çalışıyor.
ÇİN DE ABD’NİN ASYA PASİFİK ATAĞINA KARŞI BOŞ DURMUYOR
Çin ABD’nin bölgedeki ataklarına karşılık askeri harcamalarını 3 katı oranda arttırarak 100 milyar dolara çıkardı. 1 uçak gemisini denize indirdi, Rusya’dan almış olduğu uçakları modernize etti, 5. nesil savaş uçaklarını başarıyla üretti. Donanma gücünü bütünüyle elden geçirdi. Uydu vurabilecek füze radar sistemi geliştirdi. İnsansız hava uçağı ve helikopterini başarıyla test etti.
Bölgedeki ABD tatbikatlarına karşılık Çin donanması, Rus donanmasıyla birlikte geçtiğimiz aylarda Sarı Deniz’de geniş çaplı bir askeri tatbikat yaptı. Pekin’de Haziran ayında yapılan ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) toplantısında ABD’nin bölgede artan varlığı da değerlendirildi. Toplantı öncesi, Rusya ve Çin askeri konularda işbirliğinin arttırılması, yeni tatbikatlar düzenlenmesi ve sınır güvenliklerinin arttırılması konusunda uzlaşmaya vardılar.
Çin’in adalar sorunlarıyla ilgili diplomatik atakların yanı sıra, sorun alanlarına dönük askeri seçenekleri de bölge güvenliği açısından devreye soktuğu görülüyor. Spartly ve Paracel Adaları’na yakın bölgede kurduğu Sansha şehrinde, kısa süre önce bir askeri garnizon oluşturdu.
Ayrıca Çin’in enerji ihtiyacına çözüm olacak projelerden biri olan Trans Sibirya Petrol Boru Hattı’nın da ikinci aşaması tamamlanmak üzere. Myanmar’daki boru hattı gibi 2013 yılında faaliyete girmesi öngörülüyor.
Bölgedeki enerji yollarını güvenli kılabilmek için de deniz yolları üzerinde limanlar satın alıyor. Yıllar önce Myanmar donanmasını yenileme karşılığında Myanmar’da bir liman edinmişti.
Pakistan’da Gravadar Limanı’na sahip. Bu limanlar enerji yollarının güvenliği için, Çin’in Pakistan’dan Myanmar’a kadar olan bölgede oluşturmaya çalıştığı “inci şeridi” projesinin parçaları. Çin, Hürmüz Boğazı’ndan Bengal Körfezine kadar İnci Şeridi stratejisiyle enerji yolunun güvenliğini almaya çalışıyor. ABD bu bölgede karşılıklı ortaklık anlaşması bulunan Hindistan’a güvense de, BRİCS ve ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü)’nün özel statülü üyesi olan Hindistan’ın Çin’e karşı ABD yanında saf tutması zor görünüyor.
Sonuç olarak bölge yaşanan kriz ortamında ekonomik anlamda ucuz emek sömürüsüne dayalı büyüme potansiyelini koruyor. Emperyalist ülkelerin iştahını kabartıyor. Önümüzdeki dönem bölge doğrudan Çin ve ABD arasında çatışmaya dönüşmese de sorun alanları üzerinden doğacak kapışmalara sahne olacağa benziyor. Dünya gündemini meşgul edecek gerginliklere gebe bir süreç Asya-Pasifik bölgesini bekliyor. Tabii ABD eskisi gibi soğuk savaş döneminin avantajlarına sahip değil. Ayrıca Çin’le girdiği karşılıklı bağımlılık ilişkileri de söz konusu. Yine bölge ülkelerin her ne kadar Çin’le sorunları olsa da, girdikleri ekonomik (bağımlılık) ilişkiler ABD’ye oranla daha fazla. Süreç birçok çelişkiyi bağrında taşıyor. Enerji yollarını güvensizleştirmeye çalışan ABD’ye karşı Çin’in yakın zamanda alternatif yolları devreye sokacağını düşünürsek; ABD’nin dışsal olan markajı Çin’in içsel olan ucuz işgücü imkanı karşısında ekonomik büyümede ancak geciktirici bir etki yapabilir fakat süreci terse çeviremez gibi görünüyor. Ayrıca ABD’nin bölge ülkeleriyle yürüteceği diplomasi, edinmeye çalışacağı üsler vb. ilgili ülkelerin halklarında tepkiye neden olacağından halk dinamiği de süreci ABD için sorun yumağına çevirebilir. Bölge ülkeleri nezdinde üretimi ucuzlatmak için artacak rekabetin halkların sınıfsal kalkışmasına yol açması da beklenmelidir.
Özgür IRMAK
DEVRİMCİ HAREKET
Sayı:38