Arnavutluk, nüfusu ve yüzölçümü ne olursa olsun bir halkın direnme yönünde karar verdiğinde yenilmeyeceğinin kanıtıdır. Devrim sonrası süreç ise direnmiş bir halkın yıkıntılar karşısında dahi başını dik tutup geleceğe umutla bakma kararlılığının göstergesidir.
Arnavutluk, 2. Paylaşım Savaşı sonrası halk demokrasisini kurmuş her ülke gibi emperyalistler karşısında kararlı davranarak abluka ve fiili müdahaleyi boşa çıkarmakla kalmamış hala eski düzenin özlemini kuran işbirlikçi ve hainlerin heveslerini de kursağında bırakmıştır.
Devrime olan inancını yitirmiş yorgunlar ve yılgınlar olayları anlamaya çalışmak, kafa yormak yerine kendilerini haklı çıkarmak istercesine basit, indirgemeci bir yolla dağarcıklarındaki bilgi kırıntılarıyla kara çalmaya, teslimiyet bayrağını dalgalandırmaya çalışmışlardır. Arnavutluk devriminin zaferle sonuçlanmasını faşizmin başka ülkelerle de uğraşmak zorunda kalmasıyla açıklarlar. Defalarca kanıtlandığı gibi işgalcilerin sayısı ve teknolojik üstünlüğü devrimin süresinde ve şiddetinde etkili olabilir ancak sonucunda asla! Direniş en basit silahlarla da başlasa örgütlü bir halk yenilmez! Arnavutluk devriminin kazanımlarının pekiştirildiği, ileriye taşındığı, sosyalizme doğru evrildiği hatırlatıldığında bu kez de Sovyetler Birliği ve diğer demokratik devrimini yapmış ülkelerin varlığının bu sonuca yol açtığını, Arnavutluk’un tek başına ayakta dahi duramayacağını iddia ederler. Doğrudur bir devrimi ileriye taşırken dost/ kardeş ülkelerin varlığı, koşulları rahatlatır, fakat ilgili ülkenin iç dinamikleri gelişmemiş ve parti de halk içinde yeterince güçlü değilse, geriye gidiş de çöküş de kaçınılmazdır. Ancak halk ırmağının debisini bilen, ona yön veren bir irade (parti) önüne çıkan setleri yıkmasını/aşmasını da bilir.
Küba; reel sosyalizmin çözülüp, sosyalizmin bir süreliğine de olsa halkların gözünde umut olmaktan çıktığı bir tarihsel dönemde, dünyadan yalıtılmış, küçük bir adada adeta tek başına 20 yıldır gülümsemeye devam ediyor.
Felaket tellallarının borazanlarının öttüğü günümüz dünyasında onlarca yıl Alman ve İspanyol hapishanelerinde tek kişilik hücrede tutulan devrimcilerin egemenlerin pişmanlık dayatmaları karşısında gerekirse bir o kadar daha kalabileceklerini açıklamaları umudun hiçbir güç tarafından teslim alınamayacağının en somut göstergelerinden biridir. Umut sürdükçe devrimciler dimdik ayakta ölmeyi de halk denizinde bir damla olmayı da bilecektir. ” yeter ki solmasın sol göğsünün altındaki cevahir“
YIKINTILARIN TEMİZLENMESİ, MOLOZLARIN KALDIRILMASIYLA BAŞLAR
1944’te işgalciler ve işbirlikçileri Arnavutluk’tan kaçarken tüm altın rezervlerini ve değerli eşyalarını da yanlarında götürdüler. Kahramanca dövüşen bir halkın üzerinde kıtlık ve salgın kol geziyor, emperyalistlerin uyguladığı ambargo, durumu daha da güçleştiriyordu. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin açlık ve hastalıklarla pençeleşen Arnavutluğa kendinin de çokça ihtiyacı olduğu halde tahıl yüklü gemileri göndermesiyle sorun aşılmış oldu.
Zorlu bir mücadeleyi başarıyla kazanmış Arnavutluk devrimcileri kendilerini bekleyen daha karmaşık sorunları çözmek için nereden başlamalıydı?
SSCB’nin yardımlarıyla adeta suni teneffüs yapılmışçasına hayata dönen AKP (Arnavutluk Komünist Partisi) savaş sırasında spekülasyon ve karaborsayla büyümüş ve adeta halkın kanını emen tüccarlara “olağanüstü vergilendirme” yoluyla darbe indirdi. Bu asalakların sermayesi devlet bütçesinin yarısına yakındı. Uygulanan sistemle az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınıyordu.
Ekonominin normale dönmesinin, ülkenin ayakları üzerinde durmasının bir başka yolu tahıl ürünlerinde “tek fiyat sistemi”ne geçmekti. Böylece hem vurgunculuğun önüne geçilmiş hem de halkın gıda ihtiyacını uygun fiyatlarla karşılama olanağı sağlanmış oluyordu.
Sefalet içinde yüzen işçi sınıfı ve yoksul köylülük ne olacaktı? Devrimin kazanımlarını hayatlarında ne zaman hissedeceklerdi?
1945 yılında hayati önem taşıyan üretim araçları kamulaştırıldı. Emekçilerin vahşi sömürü sisteminden kurtarılıp, insanca yaşaması için gerekli olan 8 saatlik işgünü yasası kabul edildi. Ayrıca yıllık yıpranmalarını karşılamak, kendilerini yenilemek için gerekli olan 15 günlük izin hakkı tanındı.
Yoksul köylülüğü ağaların, toprak sahiplerinin elinden kurtarmak için 1945 yılı öncesine ait tüm borçları silinerek gelecek yıllar için de toprak kiralarının %75 oranında düşürülmesi sağlanmıştır.
1945 Ağustos’unda köylülüğün sırtındaki yükü hafifletmek, olanaklarını artırmak için “toprak reformu kanunu” çıkarıldı. Kanunla devletin, dini kurumların toprakları ve belli bir oranı aşan özel mülkler, topraksız ya da yoksul köylülere dağıtıldı. Toprağın satılması ya da kiraya verilmesi yasaklandı.
AKP’nin aldığı tüm bu önlemler halkın coşkusunu artırmış, devrime sahip çıkmanın kendi yaşamlarını korumakla eşdeğer olduğunu görmelerini sağlamıştı. Özellikle ABD ve İngiliz emperyalistleri devrimin kökleşmekte olduğunu görerek kışkırtma faaliyetlerine hız verdiler. Büyük elçilikler yoluyla tekrar örgütlenen karşı devrimcilerin kaçtıkları İtalya, Yugoslavya, Yunanistan vb. ülkeler üzerinden gelerek çıkarılan ayaklanmalar orduya dahi gerek kalmadan yerel halk tarafından etkisiz hale getirildi.
Emperyalist kuşatmanın kışkırtmalara, fiili müdahalelere kadar uzandığı böyle bir ortamda AKP, Kurucu Meclis seçimlerinin yapılacağını açıkladı. 2 Aralık 1945’te katılımın %90’ı bulduğu, Demokratik Cephe adaylarının ise halkın %93’ünün oyunu aldığı seçimde, aç kurtlar gibi müdahale için tetikte bekleyen emperyalistler hayal kırıklığına uğratıldı.
DENİZCİLER İÇİN PUSULA NEYSE DEVRİMCİLER İÇİN İDEOLOJİ ODUR
Devrimler tarihi bize göstermiştir ki ezen sınıflar iktidarını kaybetse bile daha uzun yıllar mücadelesini farklı araç ve yöntemlerle sürdürür. Ezenlerin binlerce yıllık iktidar deneyimleri sayıları ne kadar az olursa olsun toplumu adeta ahtapotun kolları gibi kavrayıp kurtulmasını zorlaştıracak olanaklar sağlamıştır. Sovyet devrimi yapıldığında ellerindeki metaları satıp altına çevirerek saklamaktan, üretim araçlarını (hayvan, saban vb) halkın yararlanmaması için yok etmeye, sabotajdan paralı asker tutmaya kadar türlü yöntemlere başvurdular.
Emperyalizm kovulup işbirlikçiler her alanda yenildiği halde Arnavutluk neden Sosyalist Devrime geçmedi?
İşçi sınıfının nicel ve nitel durumu, diğer sınıf ve katmanların süreçteki tutumları ve mücadelenin şiddeti devrimin geleceği için ölçüdür. Arnavutluk gibi demokratik halk devrimini yapmış ülkelerde, gerek açık gerekse gizli işgal koşullarında halkın öncelikli hedefi emperyalizm ve işbirlikçi sınıflardır. Demokratik devrimin kazanımları işçi sınıfı ve köylülük tarafından teminat altına alınmaya başlandıkça, sürece ayaklarını sürüyerek katılmış sınıf ve tabakaların rahatsızlığı artar, bunu temsilcileri aracılığıyla çeşitli yöntemler eşliğinde dışa vururlar. Parti uyanık olduğunda gerekli tedbirleri almakta gecikmez, tıkanıklığı açmasını, halk kitlelerinin akacağı yatağın önündeki pislikleri temizlemesini de bilir.
Büyük bedeller ödeyerek kurulan ülke, emperyalist kuşatma ve içerdeki işbirlikçileri yüzünden tehlikedeydi. Adeta varlık yokluk mücadelesi şeklinde geçen ilk yıllarda başvurulan yöntemler biraz olsun nefes almayı olanaklı kılmış ancak henüz tehlike geçmemişti. Alınan önlemler parti içerisinde rahatsızlıklara yol açmıştı. Siyasi büro üyesi Seyfullah Maleşova önlemlerin azaltılmasını, özel sektörün desteklenmesini ve emperyalistlerle de diplomatik ilişkilerin geliştirilmesini istemekteydi. 1946 Aralık’ında yapılan merkez komite toplantısında Seyfullah Maleşova siyasi bürodan ve merkez komiteden çıkarıldı.
Enver Hoca parti genel sekreteri ve devrimin mimarı olmasına rağmen siyasi büroda azınlıktaydı. Koçi Çoçe (Başbakan ve örgütlenme sekreteri) Pandi Kristo ve Nako Sipuri yönetimindeki hizip ağırlıktaydı. Yugoslavya ile sürdürülen ilişkiler sonucu basınç daha da artmıştı. 1946 Temmuz’unda Arnavutluk ile Yugoslavya arasında “Karşılıklı Yardım ve İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Anlaşmaya göre iki ülkenin para birimi eşitlendi, mal ve hizmet fiyatlarında birlik sağlandı ve gümrükler kaldırıldı. Ayrıca Yugoslav hükümeti 1947 yılı için vaat ettiği 2 milyar lek tutarındaki kredinin yarısını vermediği gibi 1948 yılı için öngörülen tutarı hiç ödemedi.
Enver Hoca YKP (Yugoslav Komünist Partisi)’nin savaş döneminde İngiliz ve ABD emperyalistleriyle ilişki geliştirmesini ve Arnavutluk’ta faaliyet gösteren İngiliz yanlısı karşı devrimci grubu kerhen desteklemesini unutmuyordu. Savaş sonrasında ise emperyalistlerin yardım adı altında Yugoslavya’da cirit atması, diplomatik alanda emperyalistlerle ilişkilerinin sıcak olması, Kosova’nın statüsünde milliyetçi tavır takınması vb. sebeplerle uluslararası ilişkilerde Yugoslavya ile bu derece yakınlaşılmasına karşı çıkıyor, sosyalizmin anavatanı SSCB ile ilişkilerin geliştirilmesinin doğru yol olduğunu savunuyordu. Enver Hoca, SSCB’yi ziyaret ederek aralarında tarımın kolektifleştirilmesini hızlandıracak traktör alımı, sanayiyi canlandıracak işletmelerin Sovyet teknisyen, ekipman vb. yollarla kurulması konusunda ve halk demokrasisini daha da geliştirmek için kredi sağlayan anlaşmalar imzaladı. SSCB ile ilişkilerin geliştirilmesinden rahatsız olan YKP, eleştirilerin dozajını artırıp AKP-SB (siyasi büro) içinde baskın olan Koçi Çoçe grubu aracılığıyla bu işten sorumlu tuttukları Mehmet Şehu’yu AKP-MK (merkez komite) den çıkarttırmıştı.
Koçi Çoçe ve ekibi Yugoslavya ile birleşmeyi sağlayacak adımları hızlandırdı. Enver Hoca’nın ordu içindeki ağırlığını kırmak için Yugoslavya ile tek bir ordu oluşturulması çabalarını da arttırdı.
Yugoslavya’nın da desteğini arkasına alarak AKP-MK içinde istediğini yapacak duruma gelen Koçi Çoçe grubu hedefine Enver Hoca’yı koymuş, yetkilerini sınırlayıp adeta sembolik bir cumhurbaşkanı haline getirmeye çalışmaktaydı. Enver Hoca’nın zor durumda olduğu bir ortamda SBKP’nin YKP’ni suçladığı mektuplar kamuoyuna yansıdı. Bu mektuplarda YKP’nin oportünist çizgisi eleştiriliyor, Leninist kuralların çiğnendiği, küstahlık ve kibirlilik sert şekilde yargılanıyordu.
1948 Haziran’ında Enformasyon Bürosu toplantısında (dünya komünist partileri) YKP’nin revizyonistleştiği, sosyalizme ihanet ettiği ve milliyetçilik yaptığı tespit ediliyordu.
1948 Eylül ayında toplanan AKP 11. toplantısında Koçi Çoçe hizbi partiden atılarak haksız yere cezalandırılanlar eski görevlerine geri döndü.
AKP’nin 2. kongresi 8-22 kasım 1948’de Tiran’da toplandı. 29 bin asıl, 16 bin yedek üyeyi temsilen 862 delege katıldı. Sanayileşme, tarımda kolektifleştirme kararları alındı. Partinin ismi AEP (Arnavutluk Emek Partisi) olarak değiştirilip ilk defa tüzük hazırlanmıştı.
Arnavutluk 1949 yılı başlarında COMECOM (Karşılıklı İktisadi Yardım Konseyi) üyesi oldu.
28 Mayıs 1950’de yapılan meclis seçimlerine katılım %99’u bulmuş, Demokratik Cephe adaylarına ise %98 oy verilmişti. Bir kez daha halk sosyalizm yolunda atılan adımları desteklediğini ilan ediyordu. Parti içinde uygulamalara karşı direnen siyasi büro üyesi Tak Yakova sınıf mücadelesinin yumuşatılmasını talep ediyordu. 1951 Şubat toplantısında siyasi bürodan uzaklaştırıldı. 1955 yılında ise partiden atıldı.
1953 yılında Stalin öldü. AEP’e isim babalığı da yapan Stalin, Arnavutluk devriminin sıkıntılı anlarında hep yanında oldu. Enver Hoca SSCB’ye ziyaretleri sırasında Stalin ile pek çok sıcak anlar yaşadığını anlatır. Bu ziyaretlerinden birinde:
–Daha yüz yıl yaşabilirsiniz Stalin yoldaş” dedim.
–Yüz? Diye gülümsedi hafifçe gözlerini kısarak. “Az. Georgia’de bizde 145 yaşında eli ayağı tutan, gözü gören ihtiyarlar var,
–“Yüz yıl daha” dedim. “Stalin yoldaş, bu bizim halkımızın bir istemi, yüz yıl daha bu yaşınızın üstüne!”
-Tak Harasho! (o zaman iyi)” dedi, şaka yaparak, “böyle olursa iyi, kabul…” Güldük.
(Enver Hoca Stalin’i anlatıyor, Kasım 1949)
1953 yılı sonrasında da SSCB ile ilişkiler iyi gidiyordu. Arnavutluk 1955 yılında Varşova Paktı’na girdi. SSCB’den önemli ölçüde yardım aldı. Vlora bölgesinde ortak bir deniz üssü kuruldu. Denizaltı ve gemiler yerleştirildi.
SBKP 20. KONGRESİ ONLARCA YILLIK BİRİKİMLERİN HEDEF TAHTASINA KONULMASIYDI
Stalin, ölümünden kısa bir süre geçtikten sonra nasıl oldu da hedef tahtası haline getirilmeye çalışıldı? Stalin’i işçi sınıfının ve halkların belleğinden silmeye çalışmaların gerçek amacı neydi?
Stalin işçi sınıfının ve halkların bilinci ve ortak hafızasıydı. 2. Paylaşım Savaşı’nda 50 milyondan fazla insan ölürken, bunun 20 milyonu Sovyet vatandaşıydı. SBKP, 6 milyondan fazla kadrosunu bu savaşta yitirdi. Kağıda döktüğümüzde anlamakta zorlandığımız bu sayıları örneğin Türkiye’deki Kurtuluş Savaşıyla kıyasladığımızda daha iyi
kavrayabiliriz. 90 yıldır Türkiye’de insanlar Kurtuluş Savaşı destanıyla, kahramanlık edebiyatıyla büyütülür. Sovyetler Birliği’nin 2. Paylaşım Savaşı’ndaki kaybı bunun 1200 katından fazladır. Çanakkale Savaşı’nın (250 bin kayıp) ise yaklaşık 100 katı kadar Sovyet vatandaşı katledilmiştir.
Ekonomik kayıplar yine akıl almaz boyutlardadır. Faşistler geçtikleri her yerde canlı namına hiçbir şey bırakmadığı gibi kaçarken de tarlaları, ürünleri, binaları, köprüleri, fabrikaları vb. taş taş üstünde kalmayacak biçimde yaktılar, yıktılar. Türkiye 2. Paylaşım Savaşı’na katılmadı ama dünyada hüküm süren bunalımdan payını aldı. Ekmek karneleri, karaborsa, varlık vergisi, sürgün, hapis vb. Sovyetlerin yaşadığının yanında denizde damla olan bu sıkıntılar savaş sonrası Kemalistlerin 30 yıla yakın tek parti iktidarının sona ermesine yol açmıştır. Bugün bile CHP (İnönü) deyince akıllara hemen kıtlık, açlık ve acı gelir. Sovyetler Birliği savaş sonrası daha yaralarını sarmaya fırsat bulamadan Avrupa’nın yarısından fazlasını da ayağa kaldırmaya, açlıkla, yoksullukla, hastalıkla mücadelelerine omuz vermeye çalışıyordu. Kalan kadrolarının önemli bir bölümünü de o ülkelere göndermek zorundaydı.
Avrupa’nın emperyalist ülkeleri (Almanya dışında) çok zarar görmemesine rağmen ABD’nin “Marshall Yardımları (sermaye ihracı)” sayesinde ayakta durabiliyordu.
Sovyetler savaşta sosyalizmin aydınlık yüzlü çocuklarını kaybettiler. Tanklara karşı molotof kokteylleriyle, bedenleriyle karşı duran, canı pahasına faşizme geçit vermeyen bu insanlar işçi sınıfının, yoksul köylülüğün, gençliğin ve aydınların öne çıkmış gelecek dokuyucularıydılar.
SBKP 20. kongreye nasıl geldi? 20 milyon yüreği, 6 milyon kadroyu kaybeden ülkenin tam bir enkaza, harabeye döndüğü, dışardan yardım almak şöyle dursun dost ve kardeş ülkelerle yokluğun paylaşıldığı dönemler Stalin’in yol göstericiliğiyle bin bir acıya katlanarak atlatılmış, ülke tekrar düzlüğe çıkmıştı.
Stalin sonrası Sovyetler Birliği yöneticileri, emperyalistlerin “soğuk savaş” çığlıklarına, ambargo ve ablukalarına karşı direnmek, mücadele etmek yerine onları ikna etmeye, uzlaşmaya, sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Sosyalist dünyanın büyümesine, (dünya nüfusunun üçte biri) Ulusal Kurtuluş Mücadelelerinin her yerde alevlenmesine rağmen “barış içinde yarış”ı tercih ediyorlardı.
Yorgun düşen halka “barış” çağrıları huzur veriyor, adeta uyuşturuyordu. Siyasetten uzaklaştıracak her yol devreye sokuluyor (uzaya çıkış, ABD ile diplomatik görüşmeler, vb) halkın ilgisi başka yöne çekilip politikadan soğutuluyordu. Böyle bir dönemde yapılan 20. kongre, sosyalist cephede uzunca yıllar sürecek olan mücadelelerin de fitilini ateşliyordu.
1956 Şubat’ında başlayan SBKP 20. Kongre’sinin önemli kararlarını inceleyelim:
SBKP 20. Kongre’sinde ortaya atılan “barış içinde yarış” anlayışı emperyalizmin soğuk savaş stratejisi karşısında geri adımı temsil eder. Birincisi; Lenin’in “barış içinde bir arada yaşama” anlayışı “ya barış içinde bir arada yaşama ya da her şeyi yok edecek savaş” biçiminde tahrif ediliyordu. İkincisi; emperyalistlerle (özellikle ABD) yapılan görüşmeler sosyalist blok tarafından değil onlar adına SBKP tarafından yürütülerek yarışın ABD- SSCB arasında olduğu, diğer partilerin adeta figüran rolüne zorlandığı görülür. Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri ve emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının da devrim için değil, SSCB’nin elini güçlendirmek için mücadele yürütmesi bekleniyordu.
Üçüncüsü;
“barış içinde yarış” ekonomik mücadeleye kadar daraltılarak yeni sömürge ülkelerin sosyalizmin ekonomik gücünü görüp seçimler, parlamento vb. yollardan (devrime gerek kalmadan) sosyalizmi seçeceğini varsayar.
SBKP 20. Kongre’de ortaya çıkan bir başka sorun Stalin meselesidir. Kruşçev revizyonizmi bu “sorun”u kongreden çok daha önce ele almış, bayağı da yol kat etmişti. Birincisi; Stalin’in ölümüyle birlikte hapiste tutulan karşı-devrimciler serbest bırakılarak başlarını ağrıtacağını düşündükleri ülkelerde önce “itibar” ları geri verilmiş ardından mevcut yöneticiler alaşağı edilerek iktidar altın tepsiyle sunulmuştur. Sadece Macaristan’da 30 bin karşı devrimcinin bırakılması, durumu daha iyi açıklar sanırız. 1956 yılında Macaristan ve Polonya’da emperyalizmin Truva atı Yugoslav revizyonistlerinin de katkısıyla karşı-devrimci ayaklanmalar çıkarılmıştır. Macaristan’da Stalinist olduğu gerekçesiyle genel sekreter Rakosi önce Sibirya’ya sürgüne gönderilmiş ardından da Romanya’da uydurma bir mahkemeyle idam edilmiştir.
İkincisi;
“Stalin sorunu”nda ayak direyeceğini düşündükleri diğer ülkeleri çeşitli yollardan ablukaya alarak (şantaj, ekonomik baskı ya da yardım vb.) direnişlerini kırmaya çalışmışlardır. SBKP yöneticileri 1956 yılında Arnavutluk’un birikmiş tüm borçlarını (422 milyon ruble) silip yeni krediler açtılar. Çin’de de benzer yöntemler uygulandı.
SBKP 20. Kongre’sinde Yugoslavya ile ilişkiler de gündeme gelmiş; 1948 yılında Enformasyon Bürosu’nca hainlikle suçlanan Tito yönetiminin de itibarı geri verilmiştir. Yine kongre öncesi (1955) Kruşçev bizzat Belgrad’ı ziyaret ederek Tito ile görüşmüştü.
SBKP 20. Kongresi, öncesi ve sonrasıyla dünya komünist hareketi içinde yıllarca sürecek bir mücadelenin kıvılcımıydı. Kongrenin yapıldığı tarihlerde karşı çıkanlar ya çeşitli darbelerle dize getiriliyor ya da Arnavutluk, Çin gibi ülkelerce SBKP’nin iç sorunu olarak görülüyordu. 3 Haziran 1956’da toplanan AEP 3. kongresi, SBKP 20. Kongre’si kararlarını onayladı. Enver Hoca; ” (Stalin)… partimiz bu meselede genel olarak 20. kongrenin formülünü kabul etti.” (81’ler toplantısında yapılan konuşma, 1960) diyerek istemeyerek de olsa sessiz kaldıklarını ifade ediyordu.
1957 Haziran’ında Kruşçev’e muhalefet eden Molotov, Kagonoviç ve Melankov gibi polütbüro üyeleri partiden ihraç edildiler. O dönemde çok fazla sahiplenen olmadığı gibi bu olay da SBKP’nin iç meselesi olarak değerlendirildi.
Dünya komünist hareketinin sosyalizmin ana yurdu olarak gördüğü Sovyetler Birliği’ne güveni zedelenmeye başlamıştı. Yugoslav revizyonizmini aklamaları (1955), Macaristan ve Polonya’da karşı-devrimciliğin önünü açmaları (1956), SBKP 20. Kongresi (1956), emperyalist ülkelerle yürütülen ilişkiler, Stalin’in aşağılanmaya çalışılması, Stalin’in silah arkadaşları Molotov, Kaganoviç ve Melankov’un uğradığı haksızlık, vb. pek çok neden sayılabilir.
1957 MOSKOVA TOPLANTISI SBKP’NİN ANAYURT OLMAKTAN ÇIKIP SIRADANLAŞTIĞININ BELGESİDİR
1957 Kasım’ında Moskova’da Dünya Komünist ve İşçi Partileri toplantısında anlaşmazlıklar su yüzüne çıktı. Başını Çin ve Arnavutluk’un çektiği partiler eleştirel bir tutum sergiledi. SBKP 20. Kongre kararları tartışmaya açıldı. Geçmiş hatalar dile getirildi. Uzun ve hararetli toplantılar ardından sağlanan geçici uzlaşma ile ortak bir bildiri kaleme alındı.
Öne çıkan başlıklara göz atacak olursak: birincisi; emperyalizmle mücadele konusunda SBKP “barış içinde yarış” tezini savundu ancak Çin, Arnavutluk vb. ülkelerin müdahalesiyle emperyalizmle devrimler ve sınıf savaşımı yoluyla mücadele edilebileceği tezi kabul edildi.
İkincisi; Revizyonizm (Yugoslavya vb.) uluslararası komünist hareket içinde en önemli tehlike olarak kabul edildi.
Üçüncüsü; SBKP 20. Kongre’sinin uluslararası komünist harekette yeni bir dönem açtığı kabul edildi.
Toplantının sonuçları herkese istediği gibi hareket etme serbestliği sağladı. Çin, Arnavutluk vb. ülkeler emperyalizmle mücadele ve Yugoslav revizyonizminin mahkum edilmesini başarı olarak görürken; SBKP yöneticileri 20. kongre kararlarının uluslararası bir toplantıda onaylanmasını kazanç hanesine yazıyordu. Ayrıca İtalyan Komünist Partisi Genel Sekreteri Togliatti de kendi “çok merkezlilik” tezini her yerde savunmaya başladı. Toplantının ilgi çeken bir başka noktası ise AEP’in SBKP 20. Kongre’sini birçok defa onaylamış olmasıydı. (AEP 3. kongresi (1956), ardından 1957 toplantısı vb.)
ARNAVUTLUK EKONOMİSİNİN GELİŞME DİNAMİKLERİ
Aşağıda aktarılan istatistiklere rağmen AEP niye sosyalizme geçmiyordu? Enver Hoca bu kararı neden 1970’lerde açıkladı?
Sosyalizme geçiş hem altyapı (ekonomi) hem de üstyapıda (bilim, sanat, kültür, hukuk vb.) yaşanan gelişmelerin paralel yürütüldüğü bütünlüklü bir süreçtir. Kararnameler ya da yasalar çıkararak bir çırpıda sosyalizme geçileceğini düşünmek solun çocukluk hastalığına, ütopik sosyalizme düşmek anlamına gelir. Bu yazımızda gördüğümüz gibi iktidarını kaybeden sınıfların direnişi uzunca bir sürece yayıldığı gibi iktidarı devralacak işçi sınıfının hazırlanması da çok uzun bir tarihsel kesittir. Ülkeden ülkeye süresi değişebilir ancak ilgili süreç mutlaka yaşanmalıdır.
1955 yılında küçük ölçekli sanayi büyük oranda tasfiye edildi. Tarımda uygulanan kolektifleştirme, reform ve vergilendirme yoluyla büyük toprak sahipleri aynı akıbete uğramış toplam tarım alanlarının yalnızca %2’si ellerinde kalmıştı. 1959 yılında tarım topraklarının
%83’ü kolektifleştirilmişti.
Ezen sınıfların mülksüzleştirilmesi, sömürünün ortadan kaldırılıp emeğin öne çıkarıldığı bir dönemde sınıf bileşeninde de değişiklikler oldu. 1960 yılında Arnavutluk nüfusunun %22’sini işçiler, %62,8’ini köylüler ve %13,6’sını ise aydınlar oluşturuyordu. 1960 yılında sosyalist sektörün ağırlığını hissettirdiği, sosyalizme geçiş için koşulların olgunlaşmaya başladığı görülür.
( Kaynak : AEP Tarihi, cilt 3)
Sovyetler Birliği ile ilişkilerin kötüleştiği döneme kadar Arnavutluk ekonomisi sürekli atılım içindeydi. AEP kongre ve toplantı belgelerinden yararlanarak hazırladığımız tablo yaşanan gelişmeleri daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
(100 yazan bölümler karşılaştırmalarda başlangıç değerini gösterir)
SBKP İLE İLİŞKİLERİN KESİLMESİNE GİDEN YOL
SBKP- AEP arasında “kardeşçe ilişkiler” sürdürülürken ne oldu da bu noktaya gelindi?
Bükreş toplantısına kadar iki ülkenin ilişkileri küçük pürüzlere rağmen gayet iyiydi. Çıkan sorunlar (Stalin meselesi, Molotov- Kaganoviç olayı vb.) ya ilgili partinin iç meselesi ya da anlayış farklılığı (Yugoslavya, ABD ile ilişkiler) olarak görülüyordu. İki parti arasındaki ilişkileri 81’ler toplantısında yaptığı konuşmada Enver Hoca şöyle değerlendiriyordu: ” Daha önce de söylediğim gibi, Bükreş toplantısından önce, bizimle Sovyet yoldaşlar arasındakinden daha sıkı, daha candan, daha kardeşçe ilişkiler düşünülemezdi bile. Biz, Sovyet yoldaşlardan hiçbir şeyi, ne parti ve ne de devlet sırlarını saklamıyorduk. Bu konuda, merkez komitemizce bir karar alınmıştı. Bu ilişkiler, partimizin Arnavutluk ve Sovyet halkları arasında kanla pekiştirdiği yüce sevgi ve sadakati yansıtıyordu”
(81 komünist ve işçi partisi toplantısında yapılan konuşma, 16 Kasım 1960)
1957 Moskova toplantısında yayınlanan ortak bildiriye rağmen sorunlar aşılmak bir yana daha da arttı. Komünist partiler arası mücadele şiddetlendi. 1960 yılında Romanya Komünist Partisi’nin kongresinde SBKP dogmatizmle ve savaş kışkırtıcılığıyla Çin yönetimini suçlayıp tüm komünist partilerin tavır almasını istediği bir bildiri dağıttı. Romanya’da istediği sonucu alabilmek için baskı, şantaj vb. her yola başvurdu. En çok karşı çıkan AEP heyetiyle hararetli tartışmalar yaşandı. Toplantı sonrasında Arnavutluk üzerinde siyasal baskıyı artırdı.
AEP-Siyasi Büro üyesi Liri Belişova ve denetim komisyonu başkanı Koço Taşo üzerinden istedikleri sonucu almaya çalıştılar ancak ikisi de partiden atıldı. Ekonomik alanda ise sanayi malları ve tahıl sevkıyatını durdurup diğer sosyalist ülkelerin de (Romanya vb) ihracatını engellediler. Arnavutluk ilk defa bir emperyalist ülkeden (Fransa) ekmek için buğday ithal etmek zorunda kaldı. Vlora deniz üssünü kapatma, Varşova Paktı üyeliğini askıya alma gibi tehditler de işe yaramadı.. P’nin tavır değişikliğinin nedeni neydi? 1960 yılına gelindiğinde SBKP’nin anayurt özelliği aşınmış, çeşitli sebeplerle farklı çekim merkezleri oluşmaya başlamıştı.
Yugoslavya ‘itibarının’ iadesi ile birlikte emperyalizm ile dirsek temasından da yararlanarak farklı bir model olduğunu öne sürüyor, Macaristan-Polonya olaylarında görüldüğü gibi etkili de olabiliyordu. Öte yandan İtalyan Komünist Partisi ‘Avrupa Komünizmi’, ‘çok merkezlilik’ tezi ile ayrı bir duruş sergilemeye (sulandırmaya) çalışıyordu. En ciddi mücadele ise Çin önderliğinde SBKP revizyonizminin teşhirine dönük olanıydı. Ayrıca 20.Kongre’de alınan kararlar uygulamada olumsuz sonuçlar veriyor; ‘Stalin meselesi’ diğer partilerce kabul görse bile halkların gönlünde yer edinmiş bir önderi mahkum ettirmek mümkün olmuyordu. Emperyalizmle ‘barışçıl’ mücadele tezi de diplomatik labirentlerde boğulduğundan inandırıcılığını yitirmişti.
Sıradanlaşma tehlikesiyle ciddi şekilde yüz yüze kalan SBKP, revizyonistleri telaşlandırıyor, 81’ler toplantısına kadar Ç.K.P.’yi yalnızlaştırmak için hiçbir aracı kullanmaktan çekinmiyorlardı.
81’LER TOPANTISI SOSYALİST BLOĞUN PARÇALANMASININ BELGESİDİR
1960 Kasım’ında 81 komünist ve işçi partisinin Moskova’da toplantısı yapıldı. Kruşçev revizyonizminin uluslararası politikaları (ABD vb) eleştirildi. Bildiride emperyalizmin tabiatının değişmediği, hala savaşların kaynağı olduğu, ABD emperyalizminin ise dünya gericiliğinin merkezi, jandarması ve dünya halklarının düşmanı olduğu kabul edildi. Savaşı önlemek için esas darbenin ABD emperyalizmine vurulması gerektiği, ayrıca milli kurtuluş savaşlarının yeni bir dünya savaşını engellemede önemli bir güç olduğu belirtildi. Yugoslav revizyonizmi teşhir edildi. Ayrıca toplantıda Enver Hoca Stalin’i her yönüyle savunarak Kruşçev revizyonizminin tutumunun yanlışlığını ortaya koydu.
81’ler toplantısı sonrası ilişkiler daha da bozuldu. 1961 yılında Arnavutluğa yapılan ekonomik ve teknik yardımlar durduruldu. Sovyet teknisyen ve danışmanlar geri çağrıldı. Deniz üssünü kapatıp tüm gemi ve denizaltılarını çekerek Arnavutluğu korumasız bıraktığını gösterdi. Ticaret hacmi sıfırlandı. SSCB’nin uyguladığı ambargonun ağırlığı Arnavutluk’un ithalat-ihracat hacminin %50’sini SSCB ile yaptığı bilindiğinde daha iyi anlaşılır. Kruşçev revizyonizmi aynı yöntemi Çin ile ilişkileri kestiğinde de uygulamıştı.
1961 yılı Ekim’inde toplanan SBKP 22.Kongresi’nde Kruşçev, AEP yöneticilerini ‘emperyalizmin ajanları’ ve ‘üç kuruşa satılanlar’ olarak tanımladı. Ve Arnavutlukla tüm ilişkilerin kesildiğini açıkladı.
Enver Hoca 7 Kasım 1961 yılında yaptığı tarihi konuşmasında “…Arnavutluk halkı ve onun partisi gerekirse ot da yer ama kendisini asla üç kuruşa satmaz. Diz çökerek yaşamaktansa, dimdik ayakta şerefiyle ölmeyi yeğ tutar”
diyordu.
DİP NOTLAR:
-
SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)
-
SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi)
-
Enformasyon Bürosu (Komintern’in 2.Paylaşım savaşında feshedilmesi ardından kurulan dünya komünist partileri karar merci)
-
COMECON (Sosyalist ülkeler arasında ekonomik koordinasyonun sağlandığı birlik)
-
VARŞOVA PATKI (Emperyalistlerin sosyalizm tehlikesini engellemek için 1949 yılında kurduğu NATO’ya karşı sosyalist ülkeleri saldırganlığa karşı korumak için 1955 yılında kurulan askeri birlik)
-
AKP (Arnavutluk Komünist Partisi)
-
AEP (Arnavutluk Emek Partisi.Stalin’in önerisiyle AKP olan isim değiştirildi.)
-
AKP-MK (Arnavutluk Komünist Partisi-Merkez Komitesi)
-
YKP (Yugoslavya Komünist Partisi)
-
ÇKP (Çin Komünist Partisi)
Sayı 27 ( Ekim – Aralık 2008 )