Sınıflar mücadelesi tarihi boyunca ezenlerin yani egemen sınıfların zorbalığına dair pek çok örnek yaşanmıştır. Köleci dönemde insanlar kırbaçlanmış, engizisyonda yakılmış, devamında giyotinle, kurşuna dizmeyle vb. tanışmıştır. Spartaküs’ten bugüne bu saldırıların karşısında ezilenler adına dikilen, başkaldıran kesimler sınıfsal düşmanlarına benzemeyen bir mücadele hattı izlemiş, Spartaküs’ün Güneş ülkesinde olduğu gibi mücadeleye alternatif eşlik etmiş, ilkeli bir yol izlenmiştir.
Sınıfsal ayrıma son verme, mülkiyet ilişkilerini tarihe gömme ve insana yaraşır bir düzen oluşturma amacıyla sürdürülen mücadeleler, yer yer ezilenlerin meşru şiddetini gerektirse de bu, hiçbir zaman amaç haline gelmemiş, deyim yerindeyse bir daha insanlık yaşamında şiddete yer kalmasın diye geçici ve zorunlu hallerde böyle bir araca başvurulmuştur.
Ne var ki bir süredir, Türkiye Kürdistanı’ndaki saldırılar gerekçe gösterilerek, ezilenlerin bugünkü mücadele ihtiyacına denk düşmeyen biçimde, “kısasa kısas mantığıyla” kimi eylemlerin yapıldığı veya yapılabileceğinin dillendirildiği görülüyor. Sınıf bilincinden uzak, psikolojik ve duygusal ölçeklerle yaklaşıldığında anlaşılır gibi görünen bu tür eylemlerin son tahlilde egemen sınıfların kutuplaştırıcı ve halklar arasındaki mesafeleri büyüten politikalarına hizmet ettiğini, daha da önemlisi faşizmin saldırıları ile devrimcilerin eylemleri arasında olması gereken öz ve biçim farkını giderek görünemez hale getirdiğini söylemek abartılı olmaz. Gerçekte Sur’un da Cizre’nin de ihtiyacı bu değildir.
Mücadelede etiğin ve estetiğin gerekliliği
Türkiye’de devrim mücadelesi tarihinde önemli bir dönemeç, bir çeşit nitelik belirleyici eşik olan 71 devrimciliği, eylemde etiğin ve estetiğin gerekliliği konusunda çok önemli/öğretici dersler bırakmıştır. Örneğin Mahirler (THKP-C kadroları) kamulaştırdıkları taksiyle işleri bittikten sonra içine şoförü mağdur etmeyecek miktarda para bırakırlardı. Eylemler sırasında halkın zarar görmemesi için azami özen gösterilir, gerektiğinde sırf bu nedenle eylemler iptal edilir veya ertelenirdi.
Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in Maltepe’de çatışma sırasında zorunlu olarak girdikleri evde rehin aldıkları Sibel Erkan’ın, devletin imha edici nitelikteki saldırıları karşısında zarar görmemesi için canlarını ortaya koydukları bilinir. Mahir, bu konuya ve böylesi meselelerin devrimcileri halkın nezdinde yıpratmak için nasıl kullanılabileceğine dair mahkemedeki savunmasında uzun uzun yer verir.
Egemen sınıfların, algıyı yönlendirme ve devrimcilere dair olumsuz intiba oluşturma konusunda çok daha gelişkin araç ve yöntemlere sahip olduğu günümüz koşullarında, düşmanına benzememek için çok daha fazla özene ve yaratıcı yöntemlere ihtiyaç vardır.
Hedefinde halk olan eylem devrimci değildir
“Kaza”, hesapsızlık vb. nedenler dahil hangi gerekçeyle olursa olsun, hedefinde halk olan yani halkın zarar göreceği eylemler yapılamaz, savunulamaz; bu türden eylemler devrimci değildir; niyet ne olursa olsun karşı devrim gemisinin yelkenlerini şişirir.
Devrimcilerin tarihinde her zaman zorunluluklar olmuştur, egemen zorbalar her dönem çeşitli biçimlerde halka zulmetmiştir. Ama bu, devrimcilerin eylem çizgisinde ilkesizliği benimsemelerini beraberinde getirmemiştir. Bugüne dek yaşananların, hiçbir zorunluluğun veya teknik meselenin arkasına saklanmadan ders çıkarmaya sebep olacağını; kiminle, nerede, nasıl ve nereye kadar beraber olunması gerektiği, devrimcilerin birlikten ve eylemden ne anladığı konusunun pragmatizmden uzak ilkeli bir duruşla ele alınacağını; devrimci yapıların geçmişinde yer alan bu çerçevedeki tutarlılığa gölge düşürmeyecek bir duruşta ısrarcı olunacağını umut ediyoruz.
“Batı”da ihtiyaç olan çalışma tarzı
Bugün yönetenlerin yönetemez hale geldiği, halkın büyük bir çoğunluğunun gidişattan memnun olmadığı doğrudur. Ancak çeşitli toplum kesimlerinin tepkilerini siyasal zeminde ifade etmesi bağlamında kopukluklar, yetersizlikler yaşanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yol gösterici devrimci irade ile halk arasındaki bağlar giderek zayıflamakta, bir içe kapanma ve özgüvensizlik hali toplumun büyük kesiminde gözlenmektedir. Bu koşullarda, sınıf ilişki ve çelişmeleri de araç-amaç ilişkisi de doğru kurularak mücadele hedefleri seçilmelidir.
Sanıldığının aksine ne Türkiyeli egemenler ne de uluslararası sermaye AKP’den/Erdoğan’dan umudu kesme, onu tasfiye etme noktasında değildir. Devrimciler süreci okurken, egemen sınıfların ve temsilcilerinin iç dalaşına veya tribünlere verdikleri pozlara bakarak değil, AKP iktidarının 14 yıllık süreçte sermaye güçlerine ne kazandırdığı noktasından hareket etmelidir.
Böyle bir yaklaşım, sermaye güçlerinin iktidardan memnuniyetsizliğini değil halkın tepkilerini ölçü almayı, dolayısıyla da AKP’den kurtulmak için de geleceği kazanmak için de halkla aradaki bağları güçlendiren, özgüveni artıran, ayrıştırıcı değil bütünleştirici çalışmalara ağırlık vermeyi gerektiriyor. Bugün “batı”da ihtiyaç olan ve imkanların seferber edilmesi gereken çalışma tarzı budur.
Unutmamak gerekir ki puslu hava da kutuplaştırıcı siyaset de AKP’nin beslenme kaynaklarıdır. Devrimcilerin yapması gereken, toz-duman oranını artırmak değil bir taraftan AKP’nin ve sistemin üzerine fener tutarak gerçekliğini görünür kılarken diğer taraftan halkın alanları boşaltmasına değil alanlara akmasına sebep olacak politikalar geliştirmektir.
15 Mart 2016
DEVRİMCİ HAREKET