SEUL ZİRVESİ, EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞMELERİNİN YUMUŞAMASINDA İLERİ BİR ADIM OLDU
Kriz sürecinde G20 liderlerinin toplantı trafiğine yetişmek, takip etmek gittikçe zorlaşıyor. Haziran ayında Toronto’da yapılan toplantının yansımaları, sonuçları tam olarak görülemeden bu kez Kasım ayında Güney Kore’nin başkenti Seul’de bir araya geldiler.
IMF’deki değişiklikler neden bu kadar önemseniyor? Kriz patlak verdiğinden bu yana G20 ve diğer toplantılarda emperyalistlerin üzerinde çalıştığı, çeşitli tartışmaların yaşandığı bir eşik böylece aşılmış oldu. “Önümüzdeki süreçte ABD’nin saldırganlığı; askeri anlamda NATO’yu her yere sokarak sürdürülecektir. Ekonomik anlamda saldırısı, bütün dünyadaki merkez bankalarının kontrolünü IMF’ye alarak krizi aşmak ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda dünyayı yeniden şekillendirmek tarzında gelişecek…” (Devrimci Hareket sayı-28, s:4). 2009 yılında belirttiğimiz gibi IMF’nin sermayesinin 1 trilyon dolara kadar arttırılması ve farklı bir işlevle yeniden dizayn edilmesi krizin yükünün kimlere taşıttırılacağının da göstergesidir. Zirve sonuç bildirgesinde IMF’yi “küresel mali sistemde istikrarı ve kalkınmayı güçlendirecek daha güçlü bir kurum haline” getireceği vurgusunu bu çerçevede okumak gerekiyor.
Liderlerin G20 zirvesi henüz bitmişken ülkelerine bile dönemeden on yıl aranın ardından gelecek on yılın “Stratejik Konsepti”nin belirleneceği Lizbon’daki NATO zirvesine koşturmaları atılan adımların ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
IMF’de ne değişti? IMF’de oy hakkının %6’dan fazlası gelişmekte olan ülkelere geçecek. Ayrıca IMF İcra Direktörleri Kurulu’nda iki sandalye Brezilya ve Hindistan’a devredilecek. IMF’de bir kararı veto için gerekli oy oranı %15’dir. ABD, % 17,67 oy oranı ile çok önemli kararlarda veto yetkisini koruyacak. BRIC ülkeleri olarak bilinen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, toplam %14,18 oy oranına sahip olacak. IMF’nin mevcut yapısında sürpriz sayılmayacak makyaj anlamında yapılan bu değişiklikler krizin alacağı yöne göre zaman içinde değişiklikler gösterebilir.
G20 toplantısı öncesi hükümet yine pembe rüyalara dalmıştı. Ali Babacan, “Gelişmiş ülkelerden ikisi, IMF’de masadaki koltuğunu gelişmekte olan ülkelere bırakmayı kabul etti. Türkiye’nin temsilinin artması konusunda geniş mutabakat var.” diyerek hayal dünyasının zenginliğini hepimize gösteriyordu. Uluslar arası her toplantıda görüldüğü gibi hükümet üyeleri ve burjuva basın tribünlere oynamayı tercih etti. “G-20 üyesi ülkelerin liderleri Başbakan Erdoğan’la görüşebilmek için sıraya girdi”, “ABD Başkanı Obama ve yanında yer alan Başbakan Erdoğan samimi poz verdi.” vb. başlıklar yaşanılanı değil, temenni edileni manşete çıkarıyordu.
Türkiye’nin bu toplantıda somut tek “kazanımı”nın IMF’deki oy oranının yüzde 0.45’den yüzde 0.95’e çıkarılması olduğu görülüyor. Onun dışında Türkiye diğer pek çok ülke gibi toplantının dolgu malzemesi, dekoru görüntüsü vermiştir.
G20’de ortaya çıkan gelişmelerden birisi de gelecek yıl dünya çapında yeni bir ticaret anlaşmasına varma yönünde çaba harcanacağının açıklanması oldu. İçeriği pek açıklanmasa da Basel III, bütçe açıklarının düşürülmesi vb. içereceği görülüyor.
Seul, alınan kararların yanı sıra getirilen öneriler de tartışma yarattı. ABD’nin krizin başından itibaren sürekli para basarak ekonomisini finanse etmeye çalışması diğer emperyalist güçler arasında çeşitli rahatsızlıklara yol açmıştı. ABD, yavuz hırsız misali rakiplerini para birimlerinin değerini düşük tutmakla suçluyor. FED, adeta sahte para basarak doların değerinin düşmesini sağlarken Yuan’ın değerinin fazla yükselmemesi ABD’yi rahatsız ediyor. Rakiplerinden döviz kurlarının piyasalar tarafından belirlenmesini isterken toplantı öncesinde FED’in 600 milyar dolarlık tahvil alımı programı ve dolarda buna bağlı olarak hızlanan değer kaybı herkesin ortak şikâyetiydi. Ancak zirvenin sonuç metninde “piyasalar tarafından belirlenen döviz kuru politikasına” yönelmesi çağrısı yapılması kesin bir sonuç çıkmasa da ABD’nin eline rakiplerini sıkıştırmak için koz verilmiş oldu. Obama’nın aile fotoğrafında Erdoğan’ın sırtını sıvazlaması, yerel medyada dostluk, samimiyet göstergesi olarak yansıtılmaya çalışıldı. Ancak toplantı boyunca ABD heyetinin TL’nin değerini yüksek tutan Türkiye’den sık sık övgüyle bahsetmesi, diğer ülkelere örnek göstermesi oraya ne için çağrıldığına, hangi ihtiyacı karşıladığına iyi bir cevap oluşturuyor. ABD’nin çığırtkanlığına ise Çin’li bir yetkili, “ABD kendi hastalığı için başkasını ilaç almaya zorlamamalı”, diyerek tepkilerini gösterdi.
ABD’nin dış ticaret açığı bu yılın dokuz ayında 379,1 milyar dolar olarak kaydedildi. Geçen yıl dokuz ayda açık 270,2 milyar dolar (%40) olmuştu. ABD’nin iç piyasayı dahi rakiplerine kaybetme riski agresifleşmesine yol açıyor. ABD’nin G20 toplantısına dayattığı bir başka başlık ise üye ülkelerin dış ticaret fazlalarıyla açıklarının, GSYH’nın %4’ünü aşmamasıydı. Korumacılık döneminin uygulamalarını hatırlatan bu öneri başka Almanya, Çin, Japonya gibi ekonomisi ihracata dayalı ülkelerin tepkisini çekti. Ancak ABD’nin kolay kolay vazgeçmeyeceği gözüküyor.
Kriz sürecinde emperyalistler arası mücadeleler bir yandan çelişmeleri artırırken diğer yandan yeni uzlaşmalara zorluyor. Ekonomilerin bu kadar iç içe geçtiği bu dönemde herhangi bir emperyalist gücün tek başına krizden çıkması mümkün gözükmüyor. ABD, iç pazarını tamamen rakiplerine kapatamasa da kaptırmamak için mücadeleyi sertleştirecektir. Burjuva basın tarafından Türkiye’nin toplantı boyunca ilgi odağıymış gösterilmesi her söyleneni yapmasının yanı sıra hızlanan özelleştirmeler ve düşük kur politikası sonucu ekonominin durma noktasına gelmesiyle haraç mezat her şeyin satıldığı bir süreçte yağmadan daha fazla pay kapma yarışı olarak görülmelidir. Ayrıca bunu Lizbon’da yapılan NATO toplantısı öncesinde füze kalkanı projesinin tüm yükünü, sıkıntısını çekecek olan Türkiye’nin sırtını sıvazlama jestleri olarak okumak gerekiyor.
G20 toplantısından çıkarılabilecek en doğru sonuç yoksulluğun ve açlığın sistematik olarak artacağıdır. Emperyalistler arası toplantılardan halklar yararına bir sonuç çıkmayacağı gibi yeni saldırıların hazırlığının yapıldığı hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. İşçi ve emekçilerin her türden saldırıya karşı durmasının, ekmeğini ve gülünü günümüz haramilerinin pençesinden söküp almasının tek yolu örgütlenmektir.
Örgütlü halk yenilmez!
Emperyalizme karşı tek yol devrim!
24 Kasım 2010
DEVRİMCİ HAREKET