Toplumsal muhalefetin kullandığı dil ile örgütlülük düzeyi arasındaki açı inandırıcılığı aşındıran etmenlerden biridir. En son söyleneceklerin en başa alınarak kısırlığa düşülmesi sık karşılaştığımız bir durumdur. Yine böyle bir yöntem karmaşası genel grev konusunda yaşanmaktadır. Sendikal hak talebinden, toplu görüşmelere, savaş karşıtı bir eylemden, kültürel hak talebine kadar, içeriği, hedefi ve yaşamsallığı çok farklı olan her konuda genel grev çağrısı yapılmaktadır. (Her talebin farklı dinamikleri temel aldığı da ayrıca belirtilmeli) Böyle bir çağrının, siyasal doğrultudaki yanlışlıktan da öte bir anlamı var. Kitleler nezdinde solun bir bütün olarak ciddiyetinden, inandırıcılığından şüphe edilir olmuştur.
Sınıf mücadelesinin tarihi birikimlerine kabaca bakmak bile konunun aslında çok da karmaşık olmadığını gösterecektir. Bugüne kadar işçi sınıfı üç türlü grev uygulayıp hayata geçirmiştir. Birincisi ve en yaygını TİS dönemlerinde baş vurulan hak grevidir ki bu bir işyeri veya iş kolu ile ilgilidir. Hedefinde, üretimden gelen gücün kullanılmasıyla ücret artışı ve özlük hakları vardır. İkincisi ve az rastladığımız, dayanışma grevidir. Sınıf bilinci ve örgütlülüğün gelişkin olduğu yerlerde hak arayışındaki bir iş koluna destek amaçlı yapılır ve egemenler bütünlük içinde parçalı tavizlere zorlanır. Üçüncüsü ise, adını en sık duyduğumuz ancak örneklerine az rastladığımız genel grevdir.
Genel grevin, güçlü bir işçi sınıfı ve ileri bir örgütlülük düzeyi ile mümkün olduğunu hatırlatmakta fayda var. Genel grev diğer iki grevden farklı olarak siyasi bir grevdir. Adından da anlaşılacağı gibi ülke genelinde ve hedefe ulaşıncaya kadar süresiz direnişi ifade eder. Bütün iş kollarında aynı anda üretimin durdurulması söz konusudur. Ayrıca, işçi sınıfının müttefikleri de hayatı durdurmak için destek verir-vermelidir. Üretimin bütün olarak durdurulması ve hayatın felç olması genel grevin başarısı anlamına gelir. 90’lı yıllarda Fransa’da yaşanan genel grev, bu açıdan iyi bir örnektir. Hükümetin sağlık giderlerini çalışanların sırtına yükleme hazırlığı anlamına gelen yasaya karşı hayata geçirildi. İşçi sınıfı, ülke genelinde üretimi durdurup sokağa çıktı. Buna memurlar ve öğrenciler de destek verdi (boykot). Yer yer çiftçi desteklerine tanık olundu (Fransa’da köylülük nüfusun %2’sidir.). Bir hafta sonra sağcı Allain Juppe hükümeti tasarıyı geri çekti ve istifa etti. Bu örnekte de görüldüğü üzere toplumun tüm kesimlerini kucaklayan ve eşgüdümü sağlayan bir siyasal önderlik olmadıkça, genel grev hayal olmaktan öteye geçemez. Toplumsal muhalefetin tümünü kapsaması sebebiyle genel grev, sol siyasi yapıların doğrudan desteğini aldığı oranda başarıya ulaşır.
Genel grev talebiyle, mücadele geleneği, örgütlenme düzeyi ve mücadele ivmesinin gelmiş olduğu boyut arasında doğrudan bir ilinti vardır. Yani, ülke düzeyindeki bir genel grevi örgütleyebilecek tarzda güçlü ve nitelikli bir örgütlenmeye sahip olmadan genel grev talebinde bulunmak doğru değildir. Mücadelenin ivmesi, örgütlülük düzeyi de dikkate alınarak, basit eylemlerden başlayarak adım adım ve kitleleri kapsayarak yükseltilmelidir. Böyle bir mücadele içinde kitleler de eğitilir . Basitten karmaşığa gelişerek büyüyen mücadele sürecinde genel grev, mücadelenin ulaşmış olduğu zirvedir. Ve genellikle, o güne kadar ki taleplere sessiz kalan siyasi iktidar karşısında, siyasal nitelikli bir eylemdir. Eylemin asıl nedeni ekonomik bir hakkın kazanılması olabilir; ama, sonuçta genel grev, mevcut siyasal iktidara geri adım attırmayı hedefleyen bir eylemdir.
Genel grev, bir anlamda haber vererek gelir. Onun arifesinde olunduğunu örgütlülük düzeyi de, heyecan ve moral düzeyi de hissettirir. Bugün, insanların en basit eylemlere bile gelmekten kaçındığı; kendi somut taleplerinin ne olduğu, ne için eylemi yaptığı konusunda bile yeterli bilinç/örgütlenme düzeyine ulaşmadığı koşullarda, genel grev çağrısı yapmak, çok keskin bir görünüm altında gerçekte geriye düşmektir. Bu, ya günün gerektirdiği mücadele biçimlerini geliştirmekten alıkoyacak ya da hesapsız başlatılan ve başarısızlıkla sonuçlanan örnekleri sonrasında genel grevi, başvurulması daha güç bir araç haline getirecektir. Kısacası, genel grevle oynamak; etkili bir silahı etkisiz kılar.
Bu kısa hatırlatmadan sonra, ülkemiz gerçeğine bakmak konuyu daha da anlaşılır kılacaktır. Ülkemizde toplam çalışan sayısını saptamak zor da olsa, 15 milyon civarında çalışandan söz edilmektedir. Yine kendi rakamlarını toplarsak mevcut işçi sendikalarının toplam üye sayısı da 1 milyona ulaşmıyor. Memur sendikalarındaki örgütlü memurların sayısı ise işçileri aratır düzeyde seyrediyor. Mevcut sendikal toplamın sarıya çalan rengi de ayrı bir sorun teşkil ediyor.
Örgütlülük düzeyinin bu kadar düştüğü, siyasallığın alt seviyede seyrettiği hatta siyasal mitinglerde siyasi oluşumların sendikaların arkasından yürüdüğü bir düzlemde genel grevi hedeflemek ve bunun için çalışmak başka; genel grev çağrısında bulunmak başka bir anlam taşır. Sözgelimi savaş karşıtı bir eylemde şarteli indir, savaşı durdur sloganı atmak, komikliğin de ötesinde bir anlam taşır. Böylesi tavırlar en uçta konuşup en geride durmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Ehlileşen ve yaptırım gücünü büyük oranda yitiren sendikal örgütlülüğün durumunun solun genel sorunlarından, Türkiye’deki gelişmelerin dünyadaki gelişmelerden bağımsız olmadığını ve dolayısıyla böyle bir sorunu tartışmanın bu yazıya sığdırılamayacağını biliyoruz. Ancak yine de öğretici olacağı düşüncesiyle; Fransa’dan, hak alma mücadelesine dair bir kesit alıp konumuzla ilişkilendirmeyi uygun gördük.
Anımsayabildiğimiz kadarıyla 1984 yılında Fransa’da hükümet, AB süreciyle birlikte karlılık oranı düşük ve çevresel sorunlar yaratan sanayileri metropol ülkelerden yeni-sömürge ülkelere taşıma sürecinin bir parçası olarak, demir-çelik sanayinin kaldırılması yönünde bir yasa teklifini gündeme getirmişti. Bunun üzerine harekete geçen ve demir-çelik sanayii yoksa demir de yoktur diyerek yürüyüşe geçmiş ve demirden yapılmış tren rayları, vb. araçları sökerek ilerlemeye başlamıştır. Yol üstünde uğrayacakları şehirde, onlar gelmeden önce; konaklama, dinlenme, yiyecek, vb. tüm ihtiyaçları organize ediliyordu. Ve onlar yoldayken, Paris’te “bunlar Paris’e gelirse ne olur?” sorusu tartışılmaya başlanmıştı. Onlar o yürüyüşün sonunda Paris’e varamadı; ama, bu tür çabalar sonunda demir-çelik sanayiinin kapatılması büyük oranda önlendi. Bugün hala o bölgenin demir-çelik sanayisi var; demir madenleri, kömür ocakları varlığını koruyor.
Verdiğimiz bu örneğin başarısında elbette ki Fransız Komünist Partisi’nin önemli bir rolü vardı. Belki FKP’nin izlediği siyasal çizgi tartışılabilir; ama, 50 yıllık sürecinde yaşamın dinamik halkaları içinde örgütlenen parti, kendi kitlesinin çıkarlarını savunma konusunda, yani bir birimdeki insanların doğrudan yaşamı ile ilintili konularda; tutarlı bir sahiplenme çizgisi izliyor ve somut talepler etrafında örgütlemeyi öne çıkarıyordu. Söz konusu örnekte parti ve sendika, tasarı mecliste tartışılırken kamuoyu oluşturmaya başlamış; broşürlerle, bildirilerle, panel ve açık oturumlarla; kendi kitlesine, sosyalist parti dahil diğer partilere, çeşitli kurum ve yapılara yönelik yoğun bir çalışma yapmıştır. Örgütlenmenin niceliği de niteliği de içeren tarzda gelişmesi, gerektiğinde yasal sınırları zorlayan bir meşruiyet zemininde büyümesi; geniş kitleleri somut bir talep etrafında buluşturma ve sonuç alma olanağı sağlıyordu.
Bilinir ki, bir örgütlenme eğer kendi kitlesinin somut taleplerinden hareket etmiyor, bunu bir çıkış noktası olarak almıyorsa; kitleden güçlü bir yanıt alabilme şansı zayıftır. Bunun sağlanabildiği durumlarda ise, mücadele etrafında çok güçlü/nitelikli örgütlenmeler oluşturmak mümkündür. Sanıldığının aksine sadece örgütlülük, eylemi örgütlemez; bazı hallerde eylem de kitleyi örgütler.
Türkiye gibi bir ülkede mücadelenin nasıl verileceğini, yasal engellere rağmen meşruiyetin nasıl yol açıcı olacağını, Bergama köylüleri, bugüne kadar izledikleri istikrarlı mücadele çizgisiyle, kendilerinin geliştirdikleri pratik tutumlarla öğretmiştir. Aynı şekilde, 8 yıllık mücadele sonucu KESK’i yasal zemine de oturtan süreç, meşruiyetini yasalardan değil, fiili mücadelenin gücünden almıştır. Bugün bir işçi “fabrikada, sendikaya daha ne duruyorsunuz, genel grev örgütleyin” diyebilir. Bu talep, genel grev çağrısı yapmak için değil; ama, sendikanın duruşunu gözden geçirmesi için bir uyarı olarak alınmalıdır. Emperyalizmin ve onun uzantısı siyasal iktidarın halka yönelik saldırısının bu denli şiddetli ve yaygın boyutlarda seyrettiği bir dönemde mücadele grafiği bir düşüşü yansıtıyorsa; eksiklik özellikle; örgütleyici, yol gösterici iradede aranmalıdır.
Sınıf mücadelesinde iş yapmamanın iki yolu vardır: birincisi, kitlelerin ve örgütlülüğün gerisinde kalarak pasifizme saplanmak, diğeri ise tam tersini yaparak eylemsizliğe hizmet etmektir. Sağ ve sol sapmanın kader birliği yaparak buluştukları alan eylemsizliktir.
Sınıf mücadelesini sendikal mücadeleye indirgeyenler, önermelerinde de sendikal sınırları aşamamakta ve sendikal çemberin içine sıkışmaktadır. Sendikal mücadelenin tek bir alan üzerinde yürütüleceği doğrudur. Ancak sınıf mücadelesi bir alana hapsolmayacak kadar geniş bir bakış açısı gerektirir. Devrimciler, hayatı (mücadeleyi) kitabi bilgilere uydurmak için ezberden konuşmak yerine doğru okuyarak, sınıflar mücadelesine yeni katkılar sunarak ilerler.
Sendikal harekette son yıllarda ifadesini bulan fiili mücadele, gelinen aşamada anahtar rol oynamaktadır. Çünkü hizmet sektörü dışındaki alanlarda bırakın genel grevi, grev örgütlemek bile esnek üretim nedeniyle neredeyse mümkün görünmüyor. Tam da bu noktada topraktan okuyup kitapsız bilen olma zamanıdır. Yasal çerçeveye sıkışan bir sendikal hareketin başarı şansı yoktur. Fiili durumlar yaratırken emekçilerin güncel ihtiyaçları gözardı edilmediği sürece, yeni açılımlar yakalamak mümkündür.
Önümüzdeki süreç, emekçilere çok uzak hedefleri göstermekle değil; fiili mücadeleler yaratarak örülecektir. Gerçek somuttur. Somut olanı kavramak ve onu aşmakla gelecek toplumun dokusu örülebilir. Emekçiler el ele mücadeleye!
Bu yazı, ilk olarak Devrimci Hareket Dergisi’nin 16. sayısında (Şubat – Nisan 2005) yayımlanmıştır. Bu yazıyı güncel sürece ilişkin öğretici yanlar taşıdığını düşünerek yeniden yayımlıyoruz.