“Hakkari Belediyesi’ne kayyım atandı: Soruşturma gizli, itiraz etmek yasak...” Haber basına böyle düştü. Kimse şaşırmasın; çünkü uzun süredir ülkenin veya bu ülkede iktidarın normali veya yumuşamadan anladığı bu.
Maarif Modeli ile çocuklarımızın geleceğini çalan, 9. Yargı Paketi ile ajan imal etmeyi planlayan, delil imalatını bile gerekli görmeden 1 Mayıs’a katılan gençleri tutuklayan Saray iktidarı, kayyım atayarak Hakkari halkının iradesini gasp etmiştir.
Sistem öylesine kapsam büyütüp içselleşti ki “bilim insanı” sıfatıyla antibilimsellik, felsefi sıfatla akıldışılık, din üzerinden (sıkça ve yaygın biçimde) istismar yapılmakta, bilimsel müfredat yerini bilimdışılığa bırakmakta ve sonuçta olguları adıyla çağırsak da olgular adını karşılamaz hale gelmektedir.
Her gün en az 5 işçi cinayetinin yaşandığı, istatistiği tutulamayacak boyutta ve biçimde kadın cinayetlerinin işlendiği; kâr hesaplarına sığdırılamadığı, ticarileştirilemediği ve araçsallaştırılamadığı oranda hayvanların yok edilmesinin tasarlandığı, özetle kötülüğün iktidarlaşarak cirit attığı bir süreçten geçiyoruz.
22 yıldır kendi koydukları yasalara, genelgelere vb. sığmayan, anayasa dahil pek çok kanunu ihtiyaç duydukça değiştiren, tek amacı sermayenin azami kârlarını güvencede tutmak olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Soyutlama yaparak, resmi sınıfsal bağlamı içinde büyüterek söylersek; gerçekte bu, dünyanın dört bir yanındaki örgütlü zorbalık olan ABD ve NATO’dur; İngiltere, Fransa ve Almanya’dır; Gazze’de İsrail’dir; Ukrayna’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da vekalet savaşıdır.
Darbe iklimi
Türkiye Yüzyılı Anayasası Sivil Anayasa Güçlü Türkiye Sempozyumu’nda konuşan Erdoğan “Bu ülkede artık darbe ve muhtıra dönemi kapanmıştır.” dedi. Doğrudur! Ülke öyle bir hale getirildi, faşizm öylesine kurumsallaştırılıp derinleştirildi ki yasalar öylesine sermaye çıkarına bağlandı ki askeri darbe gibi “zahmetli” işlere gerek kalmadı. Çünkü artık darbenin olağanlaştığı/normalleştiği bir iklimdeyiz; darbe iklimindeyiz.
Sermayenin çıkarları öylesine otomatiğe bağlanmış durumdaki bugüne dek yüz binlerce maden ruhsatı verildi. Sermaye kesimlerinin kâr oranlarının ve hızlı-engelsiz ilerleyebilmelerinin gereği olarak İhale Kanunu 191 kez değişti.
22 yıldır sermaye egemenliğini güvenceye alan, faşizmin halka tanıdığı sınırları, yasa ve tanımlarını dahi geniş bularak sürekli daraltan, anayasa dahil pek çok yasayı defalarca değiştiren ve bunu, verilmek istenen görüntünün, iddia edilenin aksine antidemokratik içerikte yapan AKP, kendi koyduğu yasalara sığmıyor, adım adım derinleşen faşizmi daha da derinleştirmenin hesaplarını yapıyor.
Kötülüğün bu örgütlü fotoğrafına rağmen AKP, normalleşme vb. atraksiyonlarla rakiplerine benzetilen CHP ile ülkeyi sermayenin dikensiz gül bahçesi haline getirmek, yoksullaşan halk kesimlerini rıza ile kadercilik arasına hapsetmek için ne gerekiyorsa yapıyor.
Ortadaki büyük fotoğrafa, üzeri örtülemeyen gerçeklere, bunca veriye rağmen AKP’den ve dolaylı destek veren CHP’den halk yararına bir karar, bir adım beklemek, beklenti sahibinin duruşunu sorgulatır. Son olarak Hakkari kayyımından sonra Özgür Özel’in erken seçime gönderme yapması, AKP’ye uyarı gibi görülse de ve kimilerince bu uyarıya büyük anlamlar atfedilse de gerçekte öz itibariyle değişen bir şey yoktur. Bunlar, muhalefette olmanın gereği sarf edilmiş sözlerdir. Sermayenin gemi azıya aldığı bir süreçten geçiyoruz; bunun güçlü bir halk muhalefeti/direnişi olmadan “burjuva parti demeçleriyle” değişmesi olgunun sınıfsal niteliğine terstir.
AKP, bir “çözüm öznesi” değil, haklar ve özgürlükler önünde bir engeldir
Yukarıda söylediğimiz gibi Hakkari’deki kayyım kararına şaşıran varsa bu onun sorunudur; nerede nasıl durduğuyla ve bugüne dek olup biteni nasıl okuduğuyla ilintili bir meseledir. Kobani davası sonrasında yaptığımız açıklamada “Bunca deneyimden sonra AKP’nin sınıfsal misyonu anlaşılmaz ise ne yazık ki sonuçları Kobani davasından çok daha ağır, çok daha yıkıcı olacaktır.” demiştik.
Üzülerek söylüyoruz. Kayyım kararı karşısında gösterilen tepkiyi önemsesek de “Kürt sorununun ancak AKP/Erdoğan eliyle çözüleceği” biçimindeki akıl sınırlarını zorlayan duruş ve beklentinin mevcut “kötülük fotoğrafına” rağmen devam edeceğini düşünüyoruz.
Sermayenin ve iktidarlarının kendilerinin tesis ettiği burjuva siyasal sisteme güvenlerinin kalmadığı, kurumsal yapıda ve işleyişte sıkça tadilat yaptıkları veya doğrudan kuralları/kanunları çiğnedikleri koşullarda, onların sandık sonuçlarına itibar etmeyip Hakkari’deki halk iradesini zorbaca gasp etmeleri sınıfsal nitelikleri itibariyle anlaşılır bir durumdur.
Asıl mesele, bunca örgütlülüğe, halk desteğine rağmen, Kürt hareketinin hâlâ ve ısrarla özgürlük taşlarının döşenmesinde AKP’yi bir engel olarak değil bir “çözüm öznesi” olarak görüyor olmasıdır. Ancak biliyoruz ki dünyanın hiçbir yerinde hiçbir sorun diktatörle sınıflar üstü bir ortamda yapılan pazarlıkla çözülmemiştir. Programatik olarak söylemek gerekirse faşizmin kurumsal/sürekli varlığı, sürekli ve birleşik mücadeleyi gerektirir. Kürt sorununun da kayyım meselesinin de yoksullaştırmanın ve doğa katliamlarının da bunun dışında, kendiliğinden veya kolaycı bir çözümü yoktur.
Devrimci Hareket
5 Haziran 2024