Bilindiği gibi TKP, 23 Haziran seçimlerindeki “sandığa gitmeme” tavrından sonra işi “Bundan böyle Türkiye solunda devrimci hiçbir enerji kalmadı” (Kemal Okuyan) noktasına vardırmış, hatta Gezi’nin kendi antitezine dönüştüğünü (yine Okuyan’ın ağzından) iddia etmişti.
S-400’lerin gelmesinden sonra 16 Temmuz’da Kemal Okuyan bu kez de “S-400’ler kimi vuracak?” başlıklı yazısında “TKP nereye?” dedirtecek türde değerlendirmeler yaptı.
Söz konusu yazıda “Türkiye’nin S-400 silah sistemini alması dünyanın en güçlü terör örgütü NATO’nun iç çelişkilerini derinleştirdiği, NATO’nun müdahale yeteneğini azalttığı, Türkiye’de ABD emperyalizminin etkisini sarstığı için, halkın çıkarları doğrultusunda değerlendirilebilecek bir gelişmedir.” saptaması yapılıyor. Bu, ABD emperyalizmine, NATO’ya ve gerçekte emperyalizmin içselleşmesi anlamına gelen yeni-sömürge ilişkisine dair temel önemde bir sınıfsal yanılgıdır. Ne yazık ki söylenenler, bir dil sürçmesi veya anlık bir yanılgı gibi durmuyor.
Bugün ABD emperyalizmine ve işbirlikçisi/taşeronu niteliğindeki Saray/AKP rejimine karşı ikircikli değil çok net bir tutum içinde olmak gerekiyor. Emperyalizmin Türkiye’deki etkisi elbette sarsılabilir ama bu, işbirlikçi bir iktidar eliyle değil halkların karşı duruşuyla, ısrarlı ve istikrarlı mücadelesiyle olur.
Halk yararı veya halkın çıkarları da halkı ezen ve zarara uğratan sisteme, bu sistemin başat güçlerine karşı mücadeleyle doğrudan ilintilidir. Eğer emperyalizm-sömürgecilik ilişkisinin temel nitelikleri veya emperyalizm-oligarşi-iktidar ilişkisinin halka dayattığı sömürü ve esaret düzeninin nasıl bir süreç içinde kurumsallaştırılıp tahkim edildiği dikkate alınmaz ise (gerçekte kendi içlerinde çeşitli biçimlerde telafi edebilecekleri) en küçük bir pürüzde veya dışa yansıyan her çelişmede halk yararı/çıkarı görme yanılgısı veya bunu damıtarak oluşturma gayreti gündeme gelir.
Yeni sömürgecilik temelinde inşa edilen Türkiye-emperyalizm (ve NATO) ilişkisi, yaklaşık 70 yıldırgüncellenerek devam ediyor. Bu süreçte çeşitli dönemeçlerde yaşanan çelişmeler/gerilimler ilişkinin niteliğini değiştirmeyecek biçimlerde aşılmış ve sömürgeleştirme, kurumsallaşma/kadrolaşma eşliğinde devam etmiştir.
Bugün S-400 meselesinde de olduğu gibi her çelişmeden antiemperyalizm damıtmak veya eksen değişimibeklemek, birincisi antiemperyalizmin gereklerini de eksen oluşumunu da hafife almaktır; ikincisi halkların kendi özgücü ve mücadelesi ile sağlaması gereken bağımsızlığı egemenlerin kendi iç çelişmelerinden beklemek, çözümü o mecraya havale etmektir.
Devrimcilerin, hakim sınıflar arasındaki çelişmelerden yararlanması ise söz konusu olan, o da kendiliğinden olmaz yani dışsal çelişme kendiliğinden halk yararı oluşturmaz. Bu türden çelişmeler, temel ve baş çelişmenin çözümü yolunda devrimciler tarafından değerlendirilebilecek tali önemde olgulardır.
Savaşın sıcak biçimler alarak halklara ölüm ve yıkım getirdiği bir tarihsel kesitte ve coğrafyada, Suriye’yi kendi silahlı kuvvetleri için bir çeşit tatbikat sahası olarak kullandığını itiraf eden emperyalist bir gücün, söz konusu yıkımda bizzat rolü olan bölgenin gerici-faşist iktidarlarından birine yaptığı silah satışının halk yararına sonuçlar doğurabileceğini düşünmek, ciddi biçimde sorgulanmaya muhtaçtır. S-400 alımı konusunda bir çeşit “Yenikapı ruhu”nun oluştuğu, Yeni Akit gazetesinin “Tam Bağımsız Türkiye” manşeti attığı koşullarda, böyle bir sorgulamanın gerekliliği ve önemi artıyor.
Tam da bu bağlamda bugün halk yararı, emperyalizmin bölgedeki aktif taşeronu niteliğindeki iktidarın icraatlarına antiemperyalizm çağrışımı yapacak şekilde olumluluk atfetmeyi değil, aradaki çıkar ve bağımlılık ilişkisinin teşhirini ve karşı duruşu gerektiriyor.
Seçim sürecinde ve devamında yapılan değerlendirmelerde de olduğu gibi Türkiye devrimci hareketinin dışında “aykırı duruşlar” geliştirmek TKP’ye ne kazandırıyor bilemiyoruz ama bu gidişat kimliğe de niteliğe de zarar verir. Bu da bir dost tavsiyesi/uyarısı olsun.