Eğer başkanlıkla amaçlanan, AKP’nin 15 yıllık icraatlarının yani genelde emperyalizmle özelde Türkiye oligarşisi ile anılabilecek tüm kötülüklerin sistemleşerek kalıcılaşması ve faşizmin derinlikte ve renk karartmada sıçrama yapması ise, 16 Nisan’da yükselecek “Hayır” sesi, bir itirazın olduğu kadar geleceği kazanmanın da habercisi olacaktır.” (16 Nisan 2017)
Referandum oylaması devam ederken yaptığımız açıklamada geçen yukarıdaki ifadede de görüleceği gibi yükselecek “Hayır” sesine, sayısal olandan öte bir anlam yükledik. Bu, sandıktan sonra da devam edecek çok yönlü bir mücadeledir. Haksızlık üzerine bina edilmiş rejimlerde, eşitsiz yarış, devletleşmiş kesim lehine uygulanan asimetrik güç ve çalışma şartları başlı başına bir hiledir. Ancak çoğu kez bununla da yetinilmez, doğrudan müdahalelerle sonuçlara egemenin istediği şekilde etki edilmeye çalışılır. Bugüne kadarki veriler, 16 Nisan referandumunda bundan da öte ve hatta daha önce rastlanmamış boyutta usulsüzlükler, müdahaleler, hileler yapılmış olduğunu gösteriyor.
Mevcut fiili tablo, bir taraftan “Evet”e dair sonuçların meşru olmadığını, reddedilmesi gerektiğini gösterirken aynı zamanda, “Hayır”ın gücünü, meşruiyetini ve bu toplam engellere, devlet olarak örgütlenmiş güce rağmen nasıl bir başarı elde ettiğini; haramilerin, madrabazların yenilmez olmadığını ortaya çıkarmıştır.
“Hayır”da ifadesini bulan irade, eğer kötülüğün ve karanlığın örgütlü gücüne karşı güzelliğin ve aydınlığın direnişi ise, bu sayısal olandan öte bir güçtür ve onursaldır. Bu süreçte gerek nitelik gerekse nicelik olarak gücünü artırmış olması ise büyük bir kazanımdır; mücadelede süreklilik, çok daha büyük ve kalıcı kazanımları beraberinde getirecektir.
Sonuç salt rakamlar üzerinden okunmamalıdır
Şeklen dahi olsa nispi demokratik kurum ve işleyişe, kuvvetler ayrılığına tahammülü olmayan, bu tür araçları ayak bağı olarak gören güçlerin bu anlayışını oy kullanma ve sayım sürecinde de gördük. Kendi yasalarını, kendi hukuk ve adalet anlayışını dahi uygulamayan bir irade ile karşı karşıyayız. Bu, aynı zamanda başkanlıktan ne anlaşıldığının da özetidir.
OHAL koşullarında gerçekleşen; tehdit, şantaj, manipülasyon ve hile dahil her açıdan devlet imkanlarının kullanıldığı, eşitsiz-hukuksuz ve adaletsiz bir referandum çalışmasının sonunda aynı yöntem oy sayımı sırasında da uygulandı.
Buna rağmen ortaya çıkan sonuç, AKP/Erdoğan adına değil onlara karşı direnenler adına bir kazanımdır. Birlikte ve örgütlü hareket eden halk güçlerinin tüm karşıt imkânlara rağmen kazanabildiği, geleceğini tayin edebilecek güç ve olanaklar biriktirebildiği, AKP’nin/Erdoğan’ın yenilmez olmadığı görüldü.
Onlar, tüm imkânlara rağmen istedikleri sonucu almamış, gerçek kaybeden olmuştur. OHAL ablukasına karşı direnerek, başaracağına inanarak süreci örgütleyen kesimler, bundan sonraki aşamalarda da rolünü oynayacak, bu gayrimeşru sonucu tanımayacaktır.
Artık Gezi’den bildiğimiz, sokakta yaratıcı bir üretkenlikle buluşan, en zor koşullarda en ağır saldırılara rağmen mücadeleden vazgeçmeyen, “sık bakalım” diye meydan okuyan, “mücadeleye devam” diyen milyonlar var bu ülkede. Gezi, tesadüf de değildi, geçici de. Bunun, ihtiyaca göre farklı içeriklerde gündeme gelmesi, yeni döneme, zor koşullara karşı nasıl mücadele edileceğinin öğrenildiğini gösteriyor. Bu nedenle, referandum sürecindeki çalışmaların sonucu salt rakamlar üzerinden okunmamalıdır. “Galip sayılır bu yolda mağlup” edebiyatına da “Pirus zaferi” tanımlarına da gerek yok.
Onlar, meseleyi eşit koşullarda gerçekleşmiş basit bir oy yarışı gibi göstermeye devam edecektir. Ancak bu, seçimden de sandıktan da öte bir mücadeledir; “örtülü” olanı dahil devletin tüm imkanlarıyla halkın özgücü, öz imkanları karşı karşıya geldi. Yozlaşmanın, çürümenin, asimilasyon ve tekleştirmenin karşısına çıkarılan dayanışma eksenli, özgürlük ufuklu, kardeşleştirici iklim başlı başına bir itirazdır. Kötülüğün ve karanlığın, güzelliği ve aydınlığı teslim alamayacağının kanıtıdır. Evet, sonucu doğrudan etkileyecek boyutlarda hile yapılmıştır. Ancak hile sadece sandıkta değil, devamı için ısrarcı olunan sistemin harcında yani her noktasında vardır.
Daha da önemlisi, sandıktan “Hayır” da çıksaydı, ara vermeksizin mücadeleye devam etmek gerekiyordu. Çünkü artık egemen sınıflar salt sandık sonuçlarıyla hareket etmiyor, daha uzun erimli planlamalar yapıyor. Bu sürekli/kalıcı saldırganlık, sürekli-kalıcı bir mücadele gerektiriyor.
Direniş odağı ve kesintisiz mücadele
Bugün “yenilgi” psikolojisiyle hareket edip moral bozmak yerine, verilen mücadelenin ve sağlanan kazanımın değeri öne çıkarılmalı, direnişin potansiyel gücü daha büyük kazanımlar için büyütülmelidir. Referandum çalışmaları sürecinde “Hayır” etrafında çap ve nitelik olarak büyütülen birleşik mücadele, oluşan sinerji; sandıkta gasp edilen oyların hesabının sorulması dahil olmak üzere bundan sonra nasıl ve kimlerle mücadele edilmesi gerektiğine dair de öğretici olmuştur. Bu, Gezi’de ortaya çıkan ve sonradan çeşitli yer ve zamanlarda güncellenerek devamlılık oluşturan bir tarzdır. Diğer bir ifadeyle, referandum sürecindeki “Hayır” çalışması, Gezi sürecindeki kazanımların özgün yanlar taşıyan bir süreçte yeniden üretilmesidir.
Bundan sonraki yol haritası da mücadele ve alternatifin gerektirdiği araçlar da aynı deneyimin izinden gidilerek oluşturulmalıdır. Bunun için kalıcı bir direniş odağına ve kesintisiz bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Elbette “Hayır cephesi” aynı biçimde, aynı bileşenlerle yoluna devam edemez. Ama mümkün olan en geniş katılımla, asgari bir program (acil talepler) etrafında sürecin bundan sonraki etabı karşılanabilir. Bu süreçte, YSK tarafından ilan edilen sonuçları tanımamak, meşru olmadığını söylemek ve mevcut bütünlüğün dağılmamasını sağlayarak hesap sorma bilincini canlı tutmak, sonraki adımlar için önemli olacaktır.
Acil program ve mücadele hedefleri
Türkiye’de OHAL’le beraber askeri darbe dönemlerini dahi aşan boyutta temel hak ve özgürlükler gasp edilirken, tekelci sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde rant-talan ve sömürü grafiği büyütülmüş, kıdem tazminatı dahil emeğin hakları gasp edilmek üzere boy hedefi yapılmıştır. Referandumdan hemen sonra “zafer kazandığını” söyleyenlerin OHAL’i tekrar uzatması, yeni saldırıların habercisi olarak görülmelidir. Bu bağlamda öne çıkarılacak acil talepler içerisinde OHAL’in kaldırılması ve bölgede savaş taşeronluğuna/politikalarına son verilmesinin yanında emeğin haklarının gözetilmesi de yer almalı, ezilenlerin kardeşliği ve mücadele birliği öne çıkarılmalıdır.
Birleşik mücadeleye dair yapılan değerlendirmelerde sıkça öne çıkarılan eksiklerden biri de temenni edilen kapsayıcılığa ulaşılamaması veya ezilen kimliklerle sınıfın aynı mücadelede ortaklaştırılamamasıdır. Ancak bu alanda Gezi’yle beraber ortaya çıkan ve giderek çeşitli zeminlerde güncellenen pratikler, teorik tartışmaların önüne geçmiş durumda. Güncel/sıcak bir örnek olarak referandum sürecindeki “Hayır” çalışması, bir taraftan Cizre’yle Cerattepe’yi, Taksim’le Lice’yi birbirine yakınlaştırmış, diğer taraftan kadın dâhil ezilen tüm kimliklerle sınıfın aynı amaç etrafında ortaklaşabildiğini göstermiştir.
Eğer Haziran, halkın özgüveninin büyütülmesi, yaşam alanlarındaki imkân ve potansiyellerin açığa çıkarılması ise; şimdi “#Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor!” sloganını yükseltme ve “Hayır” çalışması yapanların, aynı yolda devam etmesi mümkün olan en geniş kesimiyle Gezi renginde ve karakterinde bir direniş hareketi/odağı örgütleme zamanıdır.