Berkin’e rastlanmalı içimizdeki çocuğun düşlerinde.
Ethem, yoldaş yoldaş titreşmeli kalplerimizin ritminde.
El ele yürüdük mü Ali’nin yaraları iyileşmeli avuçlarımızın içinde.
Gülümsedik mi halk derinleşmeli mimiklerimizde.
Ancak o zaman empati kurmuş oluruz,
Haziranca ölümsüzleşenlerimizin anneleriyle. Edip Cansever’den el alarak söylersek, Haziran huydur bizde. Üstelik “can çıkar ama huy çıkmaz” denen cinsten. 2013’ten önce de “Haziran’da ölmek zor”du. Haziran’ın 15-16’sı o büyük direnişle, 3’ü Nazımla, 2’si Orhan kemal’le anılırdı. Ama 100 binlerin tek vücut olduğu, tek yumruk halinde dövüştüğü 2013’ün o muhteşem 31 Mayıs gecesinden sonra Haziran, daha bir anlamlı, daha derinliklidir dilimizde ve eylem halindeki benliğimizde. Artık bir ay değil, bir duruş ve anlayış tarzıdır; bu nedenle bütün ayların adıdır; ama en çok da halkların baharıdır Haziran.
Empati kurup geçmişe uzandığımızda, Şamanlar çıkar karşımıza. Sonra Komünal yanlarıyla tanıdığımız Zerdüştler, Maniler, Mazdekler gelir. 150 yıl ayakta duran ve sınıflı toplumlara karşı sınıfsızlığın bayrağını dalgalandıran Karmatilerle karşılaşırız. “Bana bak onu gör hep aynı şeyiz” diyen Hallac-ı Mansur’u anmadan geçmek olmaz. İleride Anadolu Aleviliğinde göreceğimiz komünal niteliklerdir bunlar; Bedreddin’de, Pir Sultan’da, “Ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir” diyen Hacı Bektaş-ı Veli’de ifadesini bulan.
Tüm değerler Berkin’leşti
Sonra an geldi, tüm bu değerler Berkin’leşti. 13 yaşındaki çocuk devleşti; halkların yüreğinin en Haziran yerine yerleşti; umut, onu sahiplenen mecrada kolektifleşti. “Dünyada ne kadar fazla kötülük varsa, güzellik yaratmak için de o kadar sebebimiz var demektir,” (Tarkovski) gerçekliğinden hareketle; halk saflarındaki tüm birikimleri ama en çok da Gezi pratiğini referans alarak, kolektif bir hareketin kuruluşu ilan edildi ve adına Birleşik Haziran dendi.
Birleşik Haziran Hareketi, yapabilirse eğer, bugüne kadarki birlik pratiklerinden farklı olarak her şeyi doğrudan demokrasiye en yakın zeminlerde, gerçekçi ve uygulanabilir platformlarda üretmeyi ve aynı katılımcılıkla uygulamayı amaçlıyor. Bu, Haziran Hareketi’ne binlerce yıllık mülkiyet ilişkilerinin, sol dahil her zeminde varlık sürdüren yansımalarıyla her an mücadele halinde olmak gibi bir sorumluluk yüklüyor. Bu mücadeleyi zorlu kılan etmenlerden biri de mücadele edecek öznelerin bizzat kendisinin (kişi ve yapıların) mülkiyet ilişkilerini her gün yeniden üreten etkileşimin dışında olmamasıdır. Tüm “ben”lerin “biz”e dahil edildiği ve her şeyin biz eksenli üretilip yapıldığı (en azından böyle iddia edildiği) Birleşik Haziran zemininde, kimilerinin “örgütsel ben”de kimilerinin “kişisel ben”de ısrar ediyor olmasını, belki Haziran’ın başarısızlığı olarak ilan etmek için henüz erken; ama bu örnekler, işimizin ne kadar zor olduğunu, söz ile pratik arasındaki açının ne denli büyük olduğunu görmek açısından önemli verilerdir.
Haziran, nicelikten çok niteliktir
Haziran, her ne kadar azami değil asgari ve uygulanabilir bir program etrafında bir araya gelişi ifade ediyorsa da ortaya konan amaçlar, tanımlanan ilkler ve işleyiş kuralları, başlı başına bir ufka, bir yaşam biçimine işaret ediyor. Bu, aynı zamanda geleceğe dair yapılan özgürlükçü tanımların güne izdüşürülmesi, an’ın sosyalizminin gerçek kılınmasıdır. Bu nedenle, üretilen pratikler, somutlanan örgütsel formlar, bir çeşit ayna işlevi görüyor olması itibariyle büyük önem taşıyor. İnsanlar, söylemimizden çok, sisteme dair kurum ve yapıların karşısında alternatif iddialarla geliştirdiğimiz ilişkilere bakarak bizleri tanımakta, değerlendirmektedir.
Gezi’nin niteliği, Taksim’in orta yerine kurulan komünde ifadesini bulmuştur. Kavga zemini dahil, o sürece katılımı yüksek kılan olgulardan biri de her katılımcının kendini ifade edebilme hissiyle yer almış olmasıdır. Bu bağlamda Gezi, aynı zamanda sistemin buyurgan ve tekelci siyaset anlayışına karşı bir başkaldırıdır; “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” sloganının yüz binlerin eyleminde ve sözünde somutlanmasıdır.
Birleşik Haziran Hareketi’nde ifadesini bulan Gezi pratiğinin örgütsel bir biçime kavuşturularak kalıcılaştırılması, her an her yerin Gezi olabileceği iddiası çok önemlidir ve başlı başına heyecan vericidir. Ancak aynı iddia Gezi’deki niteliği hem doğru anlamayı hem de içselleştirmeyi gerektiriyor. Gezi’de bütün düşenler Berkin’di, Ethem veya Ali’ydi; isimlerinden çok niteliği önemliydi; anneleri de onlar gibi aynılaştı; birbiriyle empatiden öte kucaklaşıp dayanıştı. Fikirde ve duyguda böyle bir rezonans kurulabildiğinde nicelik yüz binleri geçti, nitelik sınıfsızlaştı.
Madem yüz binler halinde, bedellerle ve güzelliklerle örülmüş bir pratiği örnek alıyoruz; Haziran huy olabilmeli bizde, mavi ile derinlik gibi içerikle biçim birbirini tamamlamalı; farklı yapılardan oluştuğumuz bile anlaşılmamalı. Çünkü derme-çatma bir birlik veya aritmetik bir toplam değil bu; imkansızı başarabilmektir gerçekte bu yürüyüşün uzun menzilli ufku. Gerçi Haziran yoldaşlığıdır sözünü ettiğimiz; temennilere sığmaz ama pozitif bir niyet kabulü olarak ele alalım ve “yapmalıyım”, “etmeliyim” diyerek Haziranlaşmanın gereklerini kendimizden başlatalım.