Reel sosyalizmin çözülmesinin ardından solda, yenilik, değişim adı altında pek çok deneyim, birikim terk edilmekle kalmayıp; geçmişin reddedilmesine kadar varan inançsızlık tohumları ekildi. Sosyalizmin dünden bugüne büyük bedeller ödenerek biriktirilen değerlerinin arayışa kurban edilmemesi için neyin yitirilmekte olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bir Kızılderili atasözü şöyle der: “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir.” Sovyetler Birliği ve diğer deneyimler dikkatlice incelendiğinde bugün sonuçlarına bakarak hata/yanlış olarak gösterilen pek çok olayın bilinçli/bilinçsiz çarpıtmanın bir ürünü olduğu görülmektedir.
Faşizmi destekleyip büyüten, başta Sovyetler birliği olmak üzere dünya halklarının üzerine saldırtan emperyalizmin, savaş sürecindeki tavrı, bekle gör olmuştur. Savaşın sonuna kadar izlemeyi tercih eden emperyalistler faşizmin yenileceğini gördüklerinde adeta elini kolunu sallayarak Berlin’e girmişti. Savaş tarihi okuyan insanların rastladığı kaynakların neredeyse tamamı sipariş üzerine hazırlandığı için gerçeklerle pek örtüşmez.
Gerçekler çoğu zaman satır aralarına sıkıştırılır. Yıldırım Savaşı’nı başarılı bir şekilde uygulayan Alman ordusu, Fransa’nın işgali sırasında İngiliz birliklerini yok etmeye ve İngiltere’yi işgal etmeye güçleri olduğu halde, kaçmaları için iki hafta beklemişlerdi. Neden?
Adeta ABD’nin propagandası niteliğinde hazırlanmış bir kitap o dönemi şöyle değerlendiriyor: “H itler’in özel konuşmalarını içeren belgeler Hitler’in İngiltere ve İngiliz İmparatorluğu’nu yok etmede pek istekli olmadığından ve hala İngiltere’yi güvenli bir ortak olarak görmenin kendisi için gerekli olduğundan dolayı yaptığını göstermektedir… İngiltere’nin işgalini düşünmemesindeki temel unsur, Doğu Cephesi’ydi. Şayet Hitler, İngiltere’yi mağlup etmeyi kafasına koymuş olsaydı, İngiltere’nin yenilgisi kaçınılmazdı.” (II. Dünya Savaşı Tarihi- Liddell Hart, Yapı Kredi Yayınları- s.749)
Sovyetler Birliği’ne saldırmadan tam bir yıl önce gerçekleşen bu olay belgelerle de sabittir. Olayların gelişimi göz önünde bulundurulduğunda tam da birbiriyle savaştığı söylenen güçlerin Sovyetler Birliği’ne karşı ittifak halinde olduğu görülür. Resmi tarihle çelişen bu gerçeklerin anlaşılmasının zor olduğunun farkındayız. Ancak olayların gelişim seyri incelendiğinde ABD ve İngiltere’nin Faşistlere karşı ne zaman ve hangi koşullarda harekete geçtiği incelendiğinde durum daha kolay anlaşılır. Fransa’nın işgalinden itibaren ABD ve İngiliz birlikleri üç yıl boyunca Kuzey Afrika’da adeta oyalandıktan sonra ancak 1943 Ağustos’unda Sicilya’ya çıkarma yaparak kıpırdanma gösterdi. 1941 yılında Moskova, 1942 yılında Stalingrad, 1943 Temmuz’unda Kursk muharebelerinde faşist güçler Kızılordu tarafından bozguna uğratılıp, artık inisiyatif Sovyetler Birliği’ne geçince ve Nazi ordularının adeta kaçarcasına geri çekildiği koşullarda İtalya’ya çıkan müttefikler burada da oyalanmayı tercih etti. Berlin’in düştüğü tarihe kadar İtalya’da ‘savaş’ sürdü. ABD ve İngiltere’nin Fransa’ya tekrar geri dönüşü, Kızılordu’nun Bagration Harekatı’yla faşistleri kuşatıp yok ettiği ve Polonya yolunun açıldığı bir döneme rast
gelir. Asıl savaşı doğu cephesinde Kızılordu’ya karşı veren faşistler Normandiya çıkarmasına direnmedi. Kızılordu’nun Yugoslav partizanlarının da yardımıyla Belgrad’ı kurtarmasıyla Yunanistan’da yok edilme tehlikesiyle karşılaşan faşistler 1944 Kasım’ında İngilizlerle anlaşarak geri çekilmiş ve yerini İngiliz ordusuna bırakmıştır.
ABD ve İngiltere’nin İtalya, Fransa ve Yunanistan’a çıkarma yaparken amaçları; faşist işgallere son vermek değil Kızılordu’dan önce oralara girmekti. Bir başka amaç ise ilgili ülkelerde partizanların iktidarı alabilecek kadar güçlenmesiydi.
SOVYETLER BİRLİĞİ SAVAŞA HER ALANDA HAZIRLANDI
1929 krizi sırasında milyonlarca işçi ve emekçinin sokağa atıldığı, açlığın, yoksulluğun bir veba gibi her yerde yaşandığı bir ortamda tepkilerin çığ gibi büyüdüğü görülür. Sosyalizmin krizden etkilenmek bir yana sürekli geliştiği, işçi sınıfı ve ezilen halkların umudu olduğu bir süreçte burjuvazi faşizme başvurdu. Stalin dünyada faşizmin yükselişinin sebebini şu ifadelerle açıklıyor: “…faşizme yolu açan işçi sınıfının zayıflığı ya da sosyal demokrasinin işçi sınıfına karşı ihanetlerinin sonucu olarak görmemek lazım…Bu burjuvazinin zayıflığının bir işareti…burjuvaziyi, iç politikasında terörcü hükümet yöntemlerine başvurmaya zorlayan
budur.” (Tarih Çarpıtıcıları- SSCB Enformasyon Bürosu)
Faşistlerin işgal ve katliam üzerine kurdukları savaş stratejisinin adı Blitzkreig (Yıldırım Savaşı) dır. Bu strateji, zırhlı ve motorize birlikler, paraşütçü birlikler ve uçakların; ulaşım, haberleşme, sanayi gibi stratejik noktalara yoğun saldırıları ve hızlı manevra kabiliyetine dayanıyordu.
Naziler, Yıldırım Savaşı yoluyla pek çok ülkeyi çok kısa sürelerde işgal ediyordu. 1936’da İspanya İç Savaşı’nın ardından Ren bölgesini işgal eden Naziler, 1938 yılında Avusturya’yı ve Çekoslovakya’nın Sudet bölgesini işgal etmişlerdi. 1939 yılında güçlü Polonya ordusunu kısa bir sürede yok etmişlerdi. 1940 Nisan’ında Danimarka’yı ve Norveç’i; Mayıs’ta Belçika ve Hollanda’yı; Haziran’da Fransa’yı işgal etmişlerdi.
Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi’nden itibaren emperyalist tehditler altında olduğundan sosyalizmin değerlerini korumak için sürekli hazırlık içindeydi. Sanayileşme ve tarımda kooperatifleşme hamlesi ülke içinde çeşitli direnişlerle karşılaşmasına (Troçkistler ile Buharinciler) rağmen mücadele içinde başarı kazanmıştı. Planlı ekonomi sayesinde ağır sanayinin belli merkezlerde yoğunlaştırılması yerine ülkenin her yanına dağıtılması hem ekonomik gelişmenin ülkenin her yanına yayılmasını hem de herhangi bir düşman saldırısına karşı önlem alınmasını sağlamış oldu. Sanayileşme yoluyla makineleşmenin yaygınlaşması; eğitimli bir nüfusun ortaya çıkmasını ve savaş sırasında tekniğin yaygın olarak kullanılmasını sağladı. SBKP ve Stalin’in yaklaşmakta olan savaşı çok iyi tahlil etmesi ve sürdürülen hazırlıklar, Kızılordu’nun ihtiyaçlarının karşılanabilmesini sağladı. “1930 düzeyi ile kıyaslanınca
1939’da Kızılordu’nun silahlandırılması tanklarda 43 kat, uçaklarda 6,5 kat, toplarda 7 kat, küçük çaplı tanksavar toplarda 70 kat, makineli tüfeklerde 5,5 kat artış gösterdi. Donanmanın tonajı %130 arttı.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
SBKP’nin tüm dikkatini, yaklaşmakta olan faşist saldırılara yoğunlaştırdığı bir dönemde (1936-38) faşizme uşaklık eden bir örgütlenmenin tespit edilmesi halkta tam bir şok etkisi yarattı. Moskova duruşmalarında halk düşmanlarının Sovyetler Birliği’ni yıkmak için her yolu denediği ortaya çıktı. Herkese açık ve radyodan canlı yayınlanan duruşmalar sırasında; faşizmin uşakları, Sovyetler Birliği’ni yıkmak için sabotajlar, suikastlar, casusluk dahil pek çok faaliyet yürüttüklerini itiraf ettiler. Kızılordu’nun başındaki Mihail Tuhaçevski’den, NKVD
(İstihbarat Servisi) başındaki Henri Yagoda’ya kadar bazı devlet görevlilerinin de içinde olduğu karşı devrimci örgütlenme çökertildi. Kızılordu’nun örgütsel yapısından askeri bilgilere kadar düşmanın eline geçmesi Sovyetler Birliği’ni çok zor bir duruma düşürmesinin yanında halkın morali açısından da olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Kızılordu’nun yeniden yapılandırıldığı bir süreçte Almanya ile yapılan anlaşma Sovyetler Birliği’ne savaşa hazırlanabilmek için 22 aylık bir süre kazandırmış oldu. “1939-41 yılları arasında sanayimiz silahlı kuvvetlerimize 17.500 uçak, 7.000 tank, 100.000’den fazla savaş gereci ve diğer askeri donanım sağladı. (General Pavlovski – 1987) Bu sürede Sovyet halkları ordunun ihtiyacını karşılamak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı.
Sovyetler Birliği’nin askeri stratejisi; ekonomiden siyasete, toplumsal örgütlenmeden askeri hazırlıklara kadar bir bütündür. Stalin’in savaş hazırlıklarında etkin bir rol almasının arkasında askeri bir stratejist olması yatmaktadır. Stalin, askeri stratejiyi derinden kavrama yeteneğini iç savaş sırasında düşmanın ilerlemekte olduğu dönemde cepheden cepheye koşarak edinmişti. Stalin’in savaş sırasında Başkomutan ilan edilmesi bir jest veya sembolik bir adım değildir. O’nun Sovyet halkının örgütlenmesinde, seferber edilmesinde ve korkusuzca düşmanın üzerine yürümesinde tartışmasız büyük etkisi vardır. Stalin, sadece Sovyetler Birliği için değil dünya halkları için de tartışmasız bir önderdi.
Kızılordu’nun savaş stratejisi ise sabit bir cephe yerine birliklerin sürekli yer değiştirerek atışlar yaptığı hareketli savaştı.
Bu stratejinin hayata geçirilebilmesi için askerlerin eğitim düzeyinin yüksek olması yanında, politik olarak gelişmiş saldırı ve savunma tekniklerini başarıyla uygulayabilen kişiler olması gerekiyordu.
Faşizmin saldırısının hemen öncesinde kolordu subaylarının yaklaşık %80’i komünist ve Komsomol (Komünist Gençlik) üyelerinden oluşuyordu. Bu hayati karar savaş sonuna kadar başarıyla sürdürülmüştür. S
iyasî komiserler ve komutan yardımcıları ağı ile Sovyet Ordusu’nun bir yandan politik düzeyi yükseltilirken, diğer yandan savaşın gidişatı yönünde bilgilendirme faaliyetleri sürdürülüyordu. Herhangi bir rütbe gözetmeksizin her askerin aktif katılımı sağlanarak Marksizm-Leninizm üzerine dersler veriliyor, iç ve dış olaylar değerlendiriliyordu.
Hareketli savaş stratejisi çerçevesinde Kızılordu’nun silah ihtiyacını karşılamak için çeşitli adımlar atıldı. “1941’de piyade birlikleri hafif makineli tüfekler, yarı-otomatik tüfekler ve karabinalar edindi. Sonuçta bir taburun ateş gücü 1929’dakinden iki kat fazlaydı… Topçu ve havantopu donatımı, özellikle topçu roketinin girişiyle önemli bir güç kazandı. 21 Haziran 1941’de Kızıl Ordu için BM-13 savaş araçlarının üretimi… 1939’da KV tanklarının yapımı başladı. 1940’ta T-34 tanklarının geniş çapta üretimi başladı. Her iki araç da dizel motor, güçlü zırh taşıyordu ve yüksek sürat ve manevra kapasitesine sahipti. (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi) Stalin’in “önümüzdeki savaş; motorların savaşı olacak” biçiminde formüle ettiği yönde savaş sanayi geliştirildi. Savaş öncesinde (1938) geliştirilen bir başka silah da Katyuşa füzesidir. Katyuşa; tankların, kamyonların, uçakların hatta traktörlerin üzerine monte edilebilen çok namlulu roketatardır. Katyuşalar bir arada yoğun kullanılarak düşmanın cephesini bölüp kuşatmada ve mevzi değiştirirken düşmanın hareketsiz bırakılmasında çok işe yarıyordu.
Sovyetler Birliği’nin savaş hazırlıklarından birisi de çeşitli ülkelerle Saldırmazlık Antlaşması imzalamak oldu. Ayrıca başta Baltık Cumhuriyetleri olmak üzere taraflardan herhangi biri saldırıya uğradığında onu desteklemek biçiminde çeşitli Paktlar kuruldu. Sovyetler Birliği bu kapsamda 1940 Haziran’ında Estonya, Letonya ve Litvanya’ya girdi. Almanya’nın müttefiki olan Finlandiya hükümeti SSCB’nin önerdiği Askeri Pakt önerisi ile saldırmazlık ve ekonomik işbirliği anlaşmasını reddetti. Sovyet Hükümeti’nin Leningrad’a 32 km yakınlıktaki Karelya yarımadasının durumu için toprak değişimi ya da toprak satın alma gibi çeşitli önerileri de reddedildi. Leningrad’ın güvenliğini alabilmek için başka çaresi kalmayan Sovyetler Birliği 1940 başlarında savaşa başvurmak zorunda kaldı.
Sovyet-Alman saldırmazlık anlaşmasının maddelerinden birinin Polonya’nın paylaşılması olduğu iddia edilir. Gerçekte yaşanan ise Polonya’nın 1922 yılında işgal ettiği Batı Ukrayna ve Belorusya’nın bir bölümünün Nazi vahşetinden kurtarılmasıdır. Naziler Polonya’yı işgal etmelerinin ardından büyük katliamlara başladılar. Kızılordu’nun girişi bu bölgelerde yaşayan ve sığınan insanların katliamlardan kurtulmasını sağlamıştır. Ayrıca sınırın buradan çizilmesi, Nazi saldırısının Sovyet topraklarına binlerce kilometre uzaktan başlamasını sağlamıştır.
“HERŞEY CEPHE İÇİN, HERŞEY ZAFER İÇİN” (Stalin)
1940 Haziran ayında Fransa’nın işgaliyle rahatlayan Naziler tüm dikkatini ve imkânlarını doğu cephesine yoğunlaştırdılar. Faşist bloğun tek cephede savaşmasının yanında, işgal ettikleri ülkelerin hammadde ve insan kaynaklarına el koymasının da sağladığı avantajlar vardı. Almanya; Fransa, Belçika, Avusturya, Hollanda ve Çekoslovakya’daki sanayi ve savaş donatımı üreten fabrikaların yanı sıra Romanya ve
Macaristan’daki petrol alanlarını, Norveç’teki madenleri vb. ele geçirdi. Artık bütün bunlar faşizmin yararına çalışıyordu. İşgal edilen ülkelerden zorla dalgalar halinde (milyonlarca) getirilen işçiler, ordu için gerekli olan milyonlarca Almanı, sanayi ve tarımda çalışmaktan kurtardı.
22 Haziran 1941’de Almanya SSCB’ye savaş ilan etmeden saldırdı. İtalya, Romanya, Macaristan, Slovakya, Hırvatistan, İspanya ve Finlandiya da savaşa girdi. Barbarosso Harekâtı ismiyle başlatılan savaş 3.000 km’lik bir alanda üç ana cepheden oluşuyordu. Savaşın başında Almanya’nın silâhaltındaki asker sayısı 8,5 milyondu. Doğu sınırına bunun yaklaşık yarısı kadar asker yığmışlardı. Ayrıca diğer miğfer ülkelerin ordularının da dâhil olmasıyla bu sayı 4.5 milyonu geçiyordu. Faşist orduların yaklaşık %90’ı motorize birliklerden oluşmaktaydı ve batı cephesinde yürüttükleri askeri operasyonlarda deneyim kazandıkları gibi askeri donanımları da tamdı.
Savaşın başında Sovyetler Birliği, 2,9 milyonu sınırda, toplam 5 milyonluk bir orduya sahipti. Yıldırım Savaşı’nı başarıyla uygulayan faşist ordular ilk 10 gün içinde Litvanya’yı, Letonya’nın büyük bölümünü, Beyaz Rusya’nın batı kesimini, Batı Ukrayna’nın bir bölümünü ele geçirdiler. Savaşın hemen başında yaşanan ağır kayıplar karşısında 30 Haziran’da DSK (Devlet Savunma Komitesi) kuruldu. 10 Temmuz’da Yüksek Komuta Genel Karargahı (BKK) kuruldu. BKK’nın bileşimi; J.V.Stalin (Başkan), V.M. Molotov, Mareşal S.K. Timoşenko, S.M. Budenni,
K.Y. Voroşilov, B.M. Şopoşnikov ve General G.K. Jukov’dan oluşuyordu. 19 Temmuz’da Stalin savunmadan sorumlu halk komiserliğine ve 8 Ağustos’ta Sovyetler Birliği silahlı kuvvetlerinin başkomutanlığına atandı.
Savaşın ilk dört ayı içinde Kızılordu’nun kaybı 350 bin ölü, 378 bin esir ve 1 milyonun üzerinde yaralıydı. Stalin bedeli ne olursa olsun halka yalnızca gerçeği açıklamak gerektiğini düşünüyordu. Faşizmin azgın saldırıları karşısında dağılmış bir ordunun başkomutanlığına getirilmiş bir liderin sorumluluğuyla ünlü radyo konuşmasını yaptı. Tüm Sovyet halklarına, emekçilerine ve işçi sınıfına hitaben yaptığı konuşmasında acı tablonun gerçekçi bir betimlemesini yaptıktan sonra konuşmasını ‘Bizim davamız haklıdır, kazanacağız.’ sözleriyle bitiriyordu. Düşman 8 Eylül’de Leningrad’ı kuşatarak tarihin gördüğü en büyük ablukalardan birini (900 günlük) başlattı. Kiev’i ele geçirdiler. Ekim’de Harkov ve Odesa’yı alıp, Kırım’ı işgal ettiler; Kasım’da Moskova’nın 100 mil kadar uzağındaydılar.
“RUSYA BÜYÜK, FAKAT ÇEKİLECEĞİMİZ BİR YER YOK.
ARKAMIZ MOSKOVA”
Moskova savunmasının sloganı haline gelen bu söz General Panfilov’un Siyasi Komiser’i Vasili Kloçkov
‘a aittir. Tehlikenin büyüklüğünün farkında olan BKK (Baş Komutanlık Karargâhı) iki üç ay içinde cepheye 324’den fazla yeni tümen sevk etti. BKK’nın en önemli kararlarından birisi de savaş sanayini güvenli yerlere taşımaktı. Tarihin gördüğü en büyük seferberlik hareketiyle halk 1941 Eylül’ünden itibaren 1.500’den fazla işletmeyi, istilanın tehdit ettiği batı bölgelerinden, bütün donatım ve işgüçleriyle birlikte doğuya taşıdı. Savaş fabrikaları Urallar, Sibirya veya Orta Asya’daki yeni yerlerinde hızla işlemeye başladılar.
BKK bütün mevcut birlikleri acilen Moskova’ya sevk etmeye başladı. Sibirya’dan, Volga’dan, Uzakdoğu’dan ve Kazakistan’dan yeni birlikler hızla Moskova’ya getiriliyordu. Moskova civarındaki yüz binlerce sivil (kadın, ihtiyar vb.) tank engelleri ve siperlerin inşasında çalıştı. İnsan gücüyle 3 milyon metreküp toprak hafriyat yapılmıştı. Moskova’daki fabrikalar hızla askeri endüstri komplekslerine dönüştürüldü.
Düşman da büyük bir süratle savaşın kaderini belirleyecek saldırı için hazırlanıyordu.“1941 kışında, Whermacht, hepsi tam olarak tahkim edilmiş, silahlı ve donatımlı 21’i panzer, 14’ü motorize olan 214 tümene sahipti… 153 tümen doğuya, Sovyet sınırlarına sevk edildi. Ayrıca, Almanya’nın uydularına ait 29 tümen ve 16 tugay da SSCB’ye karşı savaşa sokuldu. Böylece Kızılordu’nun karşısında tamamı 5,5 milyon asker, 3.700 tank, 4.950 uçak ve 48.000 top ve havantopundan fazla silaha sahip tam takviyeli 190 tümen vardı.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
2 Ekim 1941 yılında faşist orduların Moskova’ya başlattığı saldırının adı Tayfun Harekâtı’ydı. Saldırıyı Feld Mareşal Von Book yönetiyordu. Tayfun Harekatı’nda güçler dengesi şöyleydi:
“78 tümen (14 panzer ve 8 motorize) 1.700 tank, 14.000 top ve havan, 950 uçaktan oluşan 1 milyondan fazla subay ve askeri kapsıyordu.
Sovyet savunması ise toplam 800.000 askerden oluşan üç cepheden oluşuyordu. 6.800 top ve havantopu, 780 tank ve büyük kısmı eski model yaklaşık 550 uçaktan oluşan bir kuvvete sahipti.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
Böylece düşman; insan gücünde %40, zırhlı birlikte %120, topçuda %200 ve uçakta %100 bir üstünlüğe sahipti. Moskova’da belki de tarihin gördüğü en acımasız savaş veriliyordu.
Moskova’dan siviller ve üst rütbeli personel tahliye edildi. Stalin, Moskova savunması sırasında kentin düşman eline geçme riski karşısında bile geri adım atmayıp cephede Kızılordu’nun başında bulunmayı tercih etti. Stalin, savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü bir sırada Ekim Devrimi’nin 24. yıldönümünde (7 Kasım 1941) Kızıl Meydan’da Kızılordu’ya resmigeçit töreni yapmasını emretti. Stalin, tören boyunca düşmanın uçak, tank ve toplarla kenti sürekli
bombaladığı bir sırada canını hiçe sayarak askerleri selamlıyordu. Bu tören Kızılordu’nun karar lılığı ve azmini tüm dünyaya ilan ediyordu.
Bir ölüm kalım mücadelesi biçiminde sokak sokak, ev ev; süngüyle, taşla, çekiçle eline ne geçirirse onunla göğüs göğse savaşan halk, yeri geldiğinde tankları vücuduyla durdurarak, çok büyük bedeller ödeyip düşmanın ilerleyişini durdurmuştu. Savaş, faşizme karşı dünya halklarının kanının son damlasına kadar savaşma kararlılığının bir simgesiydi. Aralık ayında Kızılordu aniden faşistlerin üzerine yürüdü ve yenilmezlik efsanesini tümüyle yok etti. 16 Kasım-5 Aralık arasında düşman 55.000 ölü ve 100 binden fazla yaralıyla ciddi bir kayıp verdi. Ayrıca 777 tank, 297 top ve havan topu ve 1.500 uçak kaybetti.
“GERİ ADIM YOK” YA DA
STALİNGRAD SAVUNMASI
Moskova’da kuşatılarak yok edilen düşman Sovyet halklarının ve işgal altındaki ülke halklarının moralini yükseltti. Faşizmin yediği bu ağır darbe partizan hareketlerinin görülmemiş düzeyde yükselmesine yol açmasının yanında Sovyetler Birliği’nde de zafere olan inancın somut ifadesi oldu.
1942 yılının ilk 6 ayında halk gece gündüz çalışarak faşist orduları yenmek için büyük fedakârlıklara katlandı. Savaş sanayinde “1.9 milyondan fazla tüfek ve karabina, 614.000 hafif makineli tüfek ve makineli tüfek, 148.000 top ve havan topu, yaklaşık 11.200 tank ve hemen hemen 8.150 savaş uçağı imal edilmişti. 1942 sonbaharında… Katyuşa roket atıcı alayları kuruldu.” (Sovyet Ordusu-Sovyet Askeri Akademisi)
Kızılordu’nun ihtiyacını karşılamak için 1942’de askeri okullar ve çeşitli kurslar yoluyla 564.000 subay yetiştirildi.
ABD ve İngiliz emperyalistleri savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü tarihlerde parmaklarını kıpırdatmadığı gibi akbaba misali iki tarafın da birbirinin gücünü tüketmesini bekliyordu. ABD ve İngiltere, 1942 yılında imzaladıkları anlaşmalarda Avrupa’da ikinci cepheyi açmayı taahhüt etmelerine rağmen herhangi bir girişimde bulunmadılar. Stalin bu tarihsel gerçeği şöyle ifade ediyordu:
“Almanya’nın sahip olduğu 256 tümenden, cephemizde 179 Alman tümeni vardır. Buna bir de 22 Romen tümeni, 14 Fin tümeni, 10 İtalyan tümeni, 13 Macar tümeni, 1 Slovak ve 1 İspanyol tümeni eklenirse toplam 240’ı buluyor… İngiltere’ye karşı Libya’da Mısır için savaşta 4 Alman tümeniyle 11 İtalyan tümenini çekiyor.” (Tarih Çarpıtıcıları- SSCB Enformasyon Bürosu)
Moskova’da yok edilmesine rağmen faşist güçler hala çok güçlüydü. Diğer cephelerden yeni takviyeler sayesinde 1942 yazında saldırı yönünü güneye çevirerek 30 Haziran 1942 tarihinde Sivastopol’u işgal ettiler. 13 Eylül 1942’de Naziler Stalingrad’a saldırıya geçtiler. Bu tarih; 2 Şubat 1943’e kadar gece-gündüz süren, eşi görülmedik şiddetteki çetin savaşın başlangıcı oldu.
“1942 Kasım ayı başında Hitler Almanyası Sovyet- Alman cephesinde 266 tümen bulunduruyordu. 6.2 milyon subay ve asker, 70.000 top ve havan, 6.600 tank ve saldırı topu ve güdümlü top ile 3.000’in üzerinde uçağa sahipti.
Sovyet kara kuvvetleri 391 tümen, 6.1 milyon asker, 72.500 top ve havan, 6.000 tank ve güdümlü top ve 3.000’in üzerinde savaş uçağına sahipti”. (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
Savaşın en şiddetli yaşandığı tarihlerde güçler dengesi eşitlenmiş ve aylarca süren ölümüne mücadele başlamıştı. Kızılordu “Geri adım yok!” sloganıyla faşizmi döktüğü kanda boğacağını ilan ediyordu. BKK, Stalingrad savunması için çeşitli hazırlıklar yaptı. Kentin çeşitli yerlerinde cadde ve meydanları gören binalara ağır ve hafif makineli tüfekler, tanksavarlar yerleştiren
Kızılordu askerleri birçok bölgeye de dikenli teller ve mayınlar döşedi. Savaş boyunca ayakta kalan fabrikalarda üretilen tankların mürettebatı bile çoğu zaman gönüllü işçilerden oluşuyordu. Savaşın adeta göğüs göğse sürdüğü koşullarda Stalingrad kana boyanmıştı. General Çuykov’un, “Ya kenti savunacağız ya da dövüşerek öleceğiz” biçimindeki sözleri Kızılordu’nun rütbeli rütbesiz her askerinin kararlılığının ifadesidir. Kızılordu’nun 13. Muhafız Piyade Tümeni, Stalingrad’a ulaştığı ilk 24 saatte, mevcudunun yüzde 30’dan fazlasını kaybetti. Muharebe sonunda 10 bin mevcudundan geriye sadece 320 kişi kalmıştı. Ayrıca Kenti savunmakla görevli Sovyet 62. Ordusu’nun direnişi de son derece yırtıcı ve ölümünedir, bu birliğe gönderilen her askerin Stalingrad’daki ortalama yaşam süresi 24 saatten azdır.
Kızılordu’nun gösterdiği yiğitlik ve destansı direniş faşist sürülerinin ilerleyişini durdurmuş; BKK’ya düşmanı yok edebilmek için gerekli koşulları yaratmıştı. 19 Kasım 1942’de BKK adına General Jukov ve General Vasiliyevski’nin hazırladığı Uranüs Harekâtı onaylanarak düşmanı yok edecek saldırılar başlatıldı. Alman birliklerinin önce kanatlarına, sonra artlarına saldırıldı. 300 bin kişilik Alman ordusu kuşatıldı. 180.000 ölü, 500.000 yaralı ele geçirildi ve büyük miktarda donanım yitiren faşist ordular saldırıdan vazgeçmek zorunda kaldı.
“Toplam 6.5 ay süren Stalingrad savaşı sırasında Nazi Almanya’sı ve müttefikleri, Sovyet- Alman cephesinde harekata katılan büyük kuvvetlerinin %25’inden fazlasını kaybettiler. 1.5 milyon düşman subay ve askeri öldürüldü, yaralandı ya da esir alındı. 24.000 top, 3.500’den fazla panzer ve 7.300 uçak kaybetmişti.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
FAŞİZMİN SALDIRILARININ BİTTİĞİ YER: KURSK
Moskova savunmasının ardından Stalingrad’da doruğa ulaşan Kızılordu’nun başarıları Sovyet halklarının emek kahramanlığıyla birleşince 1943 yılında savunma sanayi açısından atılım yılı oldu. Sovyetler Birliği yeni sanayi tesislerinin, madenlerin, yüksek fırınların, elektrik santrallerinin inşaatını tamamladı. Özbekistan’da, Çelyabinsk’te yeni metalürji fabrikaları; Tagoil, Magnitogorsk gibi yerlerde yeni yüksek fırınlar işletmeye açıldı. 1943 yazına gelindiğinde ise T-34 tanklarına 85 mm’lik top takılmaya başlandı. Ayrıca ağır IS tanklarının imalatına başlandı. Büyük menzilli sahra ve tanksavar topları, havan topları imal edilmeye başlandı. Giderek daha çok sayıda savaş uçağı özellikle YAK-7, YAK-9, LA-5 ve PE-2 bombardıman uçakları ile IL-2 saldırı uçakları yapıldı.
2 Temmuz 1943’de faşistler Orel-Kursk ve Byelgorod bölgesine Kale harekatı ismiyle bir saldırı başlattılar. Güçler dengesinin Kızılordu lehine döndüğü koşullarda faşistler artık moral
çöküntüsünün üstüne donanım üstünlüğünü de yitirmiş oldular. Kursk, savunma savaşının son bulduğu yerdir.
“1943 yazında Nazi komutanlığı Kale harekatı (Kursk) için 50 tümen (17’si panzer ve motorize) yaklaşık 10.000 top, 2.700 tank ve saldırı topu ile 2.000’den fazla uçaktan oluşan birlikler yeni tanklarla (Kaplan ve Panterler) saldırı toplarının (Ferdinant) ve uçaklara (Focke- Wolf 190-A ve Henschet-129) umut bağlamıştı.
Savunma savaşının başlangıcında, Merkez ve Vorenez cepheleri, toplam 1.3 milyon asker,
20.000 kadar top ve havan, 3.600 tank ve güdümlü top, 3.130 savaş uçağına sahipti.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
Kızıl Ordu askerleri ve binlerce sivil, 175 km derinliğinde bir savunma hattı oluşturacak şekilde yaklaşık 1 milyon mayın döşeyip 5000 km uzunluğunda siper kazdılar. Kursk muharebesi tankların etkin olarak kullanılmasına sahne oldu. Her iki taraftan 6 bin tankın karşılıklı savaşa sürüldüğü büyük çatışmalar yaşandı. 50 günlük Kursk muharebelerinde düşman 30 kadar tümen, 1.500 panzer, 3.000 top ve 3.500 savaş uçağı kaybetti.
Kursk muharebesini fırsat bilen ABD ve İngiliz güçleri 10 Temmuz 1943’te Sicilya’ya çıkarma yaptı. Alman ve İtalyan birlikleri çok küçük çatışmalar ardından Sicilya’dan çekildi.
Kursk’ta faşist orduların ağır darbe almasının ardından Kasım 1943’te Tahran’da üç büyük müttefik devletin yöneticileri bir araya geldi. Konferans’ta Avrupa’da ikinci bir cephenin açılması görüşüldü.
BAGRATİON, JASSY-KİŞİNEV VE BALTIK HAREKÂTLARI
1944 başlarında Sovyetler Birliği’nin sağladığı askeri üstünlüğün temelinde siyasal bilinç düzeyinin yüksek olması yatmaktadır. Faşist katil sürülerinin aksine; Sovyet Ordusu bir kadro temeline dayanıyordu. Kızılordu’da 2.7 milyon Komünist Parti üyesi, 2.4 milyon Komsomol üyesi bulunuyordu.
10 Haziran 1944’te Kızıl Ordu önce Karelia savaşında Fin ordusunu bozguna uğrattı. 19 Eylül’de Finlandiya savaştan çekildi. 1944’te Bagration Harekâtı (22 Haziran- 19 Ağustos) ile Kızılordu, faşistleri Beyaz Rusya ve Polonya’nın doğusundan kovduğu gibi Romanya topraklarına kadar ulaştı. 1944 yılı Kızılordu’nun artık savunmadan çıkıp saldırı aşamasına geçtiğini gösteriyordu.
“13 Temmuz 1944’te Kızılordu Ukrayna cephesi 1.2 milyon askere, 13.900 top ve havana,
2.200 tanka ve güdümlü topa, 2.800 uçağa sahipti… Nazi komutanlığı ise 900 bin askere,
6.300 top ve havana, 900 tank ve saldırı topuna ve 700 uçağa sahipti. Kızıl Ordu Belorusya ve Ukrayna’nın tamamını ve Litvanya ve Latviya’nın büyük bir kısmını kurtardı.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi)
Sovyet kara ordusu faşist orduları insan bakımından %30, top ve havan bakımından %70, uçak bakımından ise %170 aşıyordu. Bagration Harekatı sonucunda düşman 550 bin kayıp vermişti.
Jassy-Kişinev Harekâtı (20-29 Ağustos ) Romanya’nın savaş dışı kalmasını sağlayarak Kızılordu’nun Balkanlar’a girişini sağladı. 20 Ağustos-3 Eylül 1944 arasında Sovyet birlikleri, aralarında 31 generalin de bulunduğu 208.000 düşmanı esir aldı. Almanlar bir müttefiklerini daha kaybetmekle kalmayıp Balkanlar’dan da hızla çıkmak zorunda kaldı. Daha da önemlisi savaş için çok ihtiyaç duyduğu petrol yataklarını da kaybetmiş oldu.
Baltık Harekatı (14 Eylül- 24 Kasım) ile Kızılordu, Polonya kapılarına dayandı. 1944 yılında Romanya, Finlandiya, Bulgaristan silahları bıraktılar ve Almanlara karşı savaşmaya başladılar. Macaristan teslim olmak üzereydi. Kızılordu’nun kendi gücüyle faşistleri yenip tüm Avrupa’yı kurtaracağını gören ABD ve İngiltere Haziran 1944’te Fransa’nın kuzeyine (Normandiya) çıkarma gerçekleştirdiler. BERLİN’E (Stalin) Faşistler geri çekilirken yaptıkları katliamların yanı sıra beton duvarlardan, su kanallarına, mayınlardan tel örgülere kadar çok yoğun ve abartılı savunma hatlarına çok güveniyorlardı.
Kızılordu’nun aylarca hatta yıllarca aşamayacağını düşündükleri savunma hatları çok kısa sürede yerle bir ediliyordu. 1945 yılının başında Kızılordu’nun bu kararlılığının ve kahramanlığının arkasında büyük bir amaç, siyasal bilinç yatmaktadır.
Ordu da Komünist Parti üyesi 3 milyona ulaşırken Komsomol üyelerinin sayısı ise 2,4 milyonu buluyordu. Sovyetler Birliği’nde halk ile partinin kaynaşması, ölümü hiçe sayan fedakârlıkta birleşince önünde durulmaz bir güce dönüşüyordu.
Halkların esaretten kurtarılması pahasına Kızılordu askerleri canlarını hiçe sayıyordu. Sadece Polonya halkının katliamdan bir an önce kurtarılması için Varşova’da verilen mücadelede 600 bin savaşçının öldüğünü bilmek yeterlidir.
“1945 yılı başında Kızılordu kara kuvvetleri 6.5 milyon askere, 91.400 top ve havana, 3.000 roket atıcıya (Katyuşa), 11.000 tank ve güdümlü topa, 14.500 savaş uçağına sahipti.” (Sovyet Ordusu- Sovyet Askeri Akademisi) Savaşın ateşinde çelikleşmiş, ölüm korkusunu yenmiş, fedakârlığın her türlüsünü göstermiş Kızılordu askerlerinin faşist sürülerini inlerine kadar kovalayıp orada yok etmek için gösterdiği kararlılık ve cüret tüm dünyayı şaşkına çevirmiştir.
1945 Ocak ayında Kızılordu Polonya’nın tamamını ve Çekoslovakya’nın önemli bir bölümünü kurtarmış, Doğu Prusya ve Alman Silezyası’nın büyük bölümünü de ele geçirmişti. 13 Şubat’ta ise Budapeşte’nin kurtarılmasıyla Almanya’nın Avrupa’daki son müttefiki Macaristan savaştan çekildi. 13 Nisan’da ise Kızılordu Avusturya’nın başkenti Viyana’yı kurtardı. Artık Berlin’in yolu açılmıştı.
2 Mayıs 1945’te Sovyet birlikleri Berlin’i tamamen ele geçirmişlerdi. Berlin zaferi Kızılordu’ya yaklaşık 300 bin ölü ve yaralıya mal olmuştu.
Avrupa’da savaş bitmiş faşizm yok edilmişti ancak bir yandan Japon faşizmi hala direnirken ABD de Asya kıtasını denetimine almaya çalışıyordu. ABD, sadece Japonya’yı değil, Kore, Çin, Vietnam vb. ülkelerde iktidarı alan ya da almak üzere olan Komünist Partileri de yok etmek istiyordu. Japonların birkaç ay
önce teslim olmak istediklerini bildirmelerine karşın emperyalistler 6 Ağustos’ta yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarcasının çeşitli biçimlerde sakat kalmasına yol açan atom bombasını Hiroşima’ya attı. Sovyetler Birliği emperyalistlerin bu planını boşa çıkarmak için 9 Ağustos 1945’te Japon Kuantung ordusuna karşı savaşa başladı. Sovyet ordusu Mançurya’yı, Sahalin’in güneyini, Kuzey Kore’yi ve Kuril Adaları’nı Japonlardan kurtarmakla kalmayıp; Çin Kızılordu’suna, Vietnam’ın bağımsızlığına ve diğer Ulusal Kurtuluş Hareketlerine büyük destek verdi. Aynı gün emperyalistler bu kez Nagazaki’ye atom bombası atarak yine yüz binlerce insanı katletti. 2 Eylül 1945’te Japonya koşulsuz bir teslim anlaşmasını imzaladı.
TOPLAMA KAMPLARI
27 Ocak 1945’te Kızılordu Polonya’yı kurtarırken Auschwitz Toplama Kampı’nı da ortaya çıkardı. Dünya, toplama kampları gerçeğiyle yüz yüze kaldı. Toplama kampları Nazi’lerin iktidara geldiği 1933 yılına kadar dayanır.
Bu toplama kamplarının amacı neydi? Nazilerin iktidara geldikten sonra ilk adımları muhalifleri ortadan kaldırmak oldu. 27 Şubat 1933’te Nazi’ler, kendi kundakladıkları Reichstag (Alman Meclisi) yangınını bahane ederek önce komünistleri yok etmeye ya da Dachau adıyla anılan toplama kampına doldurmaya başladı. Ardından diğer muhaliflere (Sosyal Demokrat, Sendikacı vb.) sıra geldi. Kısa bir süre sonra da engellileri (zihinsel ya da fiziksel) ari ırk yaratma safsatasıyla Dachau’ya doldurmaya başladı. Savaşın başlamasıyla patlama yaşayan toplama kampları, savaş sonuna kadar milyonlarca insanın doldurulduğu 22 tane ana kamp ve
1.200 değişik amaçlı kampa ulaştı. Çingene ve Yahudilerin yanı sıra işgal edilen ülkelerden getirilen insanların yanı sıra Sovyet savaş esirleri de bu kamplara dolduruldu.
Toplama kamplarında ne yaşandı? Toplama kampları başlangıçta hapishane gibi gösterilse de insanlığın ayaklar altına alındığı, akıl almayacak işkence ve katliamların yaşandığı yerler oldu. Toplama kamplarında insanlık dışı yöntemlerle zorla çalıştırılan insanlar (köle işçilik) kısa süre içinde açlık, yorgunluk ve hastalık yüzünden kitleler halinde (yaklaşık 1 milyon) ölüyordu. Köle işçilik Nazi savaş sanayinde yaygın olarak kullanıldı. Alman vatandaşları savaşa sürüldükçe onların boşalttığı yeri köle işçilerle doldurdular. Ayrıca çeşitli deneylerde kobay olarak
kullanılan tutsaklar genellikle ölüyordu. 10 milyonlarca insanın öldüğü savaşta toplama kamplarında kaç kişinin öldüğünü kesin olarak saptamak zordur. Ancak bazı kaynaklarda 4,5 milyonu Yahudi, 3 milyonu Sovyet vatandaşı olmak üzere toplamda 10 milyon kişinin ölmüş olabileceği söylenmektedir.
Faşizmin toplama kamplarında insanları çok çeşitli yöntemlerle öldürdüğü bilinmektedir. Başlangıçta tutsaklar kurşuna dizilerek ya da zehirli iğne ile öldürülürken zamanla kapalı kamyon kasalarında gaz vererek öldürme yöntemi devreye sokuldu. Savaşın gidişatı faşistlerin aleyhine döndükçe toplama kamplarının yanına ölüm kampları denen yerler yapılmaya başlandı. Buralarda kurulan gaz odalarına insanlar kitle halinde doldurularak zehirli gazlarla öldürülüp daha sonra yakılıyordu.
Toplama kamplarıyla ilgili bir başka gerçek ise; 1944 başlarında havadan detaylı görüntüler elde eden ABD ve İngiltere’nin tüm hava hâkimiyetine rağmen kamplara nakilleri durdurmak için kampların içine kadar uzanan demiryollarını bombalamamasıdır.
SONUÇLAR
Emperyalist savaşın sonucu dünya halkları için yıkım olmuştur. Emperyalizmin besleyip büyüttüğü ve insanlığın umudu olan sosyalizmi yok etmek için hazırladığı faşizmin yenilgisinin kesinleştiği aşamada kendi yarattığı Frankenstein’i korumak için attığı adımlar incelendiğinde çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıyor.
ABD-İngiliz-Fransız bloğunun 1940 Haziran’ında başlayan, 3 yıldan fazla süren Afrika macerasında toplam kaybı 70.000 dir. Almanların ölü sayısı ise 12.000 dir. 2 Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirdiği iddia edilen Normandiya çıkarmasında müttefiklerin toplam kaybı 10.000 kişi iken Almanya’nın kaybı ise 5.000 civarındadır. 2. Dünya Savaşı’nda toplam asker ve sivil kaybı Fransa’nın 475.000, Britanya’nın 450.000, ABD’nin 418.000 kişidir. Savaşın asıl muhatabı olan ülkelerde ise oluk oluk kan akmıştı. Almanya’nın toplam kaybı 7,3 milyon, İtalya’nın 455 bin, Japonya’nın ise 2,7 milyon kişidir. Savaşın yükünü omuzlamış Sovyetler Birliği’nin toplam kaybı ise 23 milyondur. Buna Çin’in 20 milyon, Polonya’nın 5,6 milyon, Yugoslavya’nın 1 milyon ve Hindistan’ın 1,6 milyon, Vietnam’ın 1 milyon ve son olarak Endenozya’nın 4 milyon kaybı eklendiğinde korkunç bir tablo ortay çıkar. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında toplam ölen insan sayısı 70 milyonun üzerindedir.
Sovyetler Birliği’nin kayıplarını sadece insan sayısıyla ölçmemek gerekir. Sovyetler Birliği, faşist katil sürülerince adeta harabeye çevrilmiştir. “…236 bin kolektif çiftlikten 98 bininin yok edildiğini… on binlerce demiryolu istasyonu, okul, klinik, hastane ve kitaplığın yakıldığını ya da havaya uçurulduğunu, milyonlarca at, sığır, davar ve domuzun öldürüldüğünü ya da Almanya’ya götürüldüğünü, toplam 4,7 milyon konutun yakıldığını… ek olarak Nazi saldırganları 82 binden fazla ilkokul ve orta öğretim kurumunu, 600’den fazla araştırma enstitüsünü ve yüzlerce yüksek öğrenim kurumunu yakmış ve yıkmış… 100 milyondan fazla kitabı yok etmiş… Gözlemevlerini havaya uçurmuş, yüzlerce müze ve sanat galerisi ile 44 bin dolayında tiyatro ve kulübü yağmalamış ve tahrip etmişlerdi.” (Josef Stalin Söylence ve Gerçek- William B. Bland)
Sayı 34 (Ekim – Aralık 2011)